2009/07/30

Ecinniler


-Şu deyiminizi anımsıyor musunuz: "Tanrıtanımaz Rus olamaz", "tanrıtanımaz, Tanrı'yı tanımamaya başladığı andan sonra Rus değildir artık", anımsıyor musunuz?
Nikolay Vsevolodoviç de aynı şeyi sorar gibi,
-Evet? dedi.
-Siz mi soruyorsunuz? Unuttunuz mu? Oysa, Rus ruhunun sezinlediğiniz en önemli özelliklerinden biri için söyleyeceğiniz en doğru sözlerden biridir bu. Unutmuş olamazsınız! Biraz daha anımsatayım: "Ortodoks olmayan Rus olamaz," demiştiniz.
-Sanıyorum, Slavcı bir düşüncedir bu.
-Hayır, şimdiki Slavcılar yadsıyorlar bu görüşü. Artık akıllandı halk. Ama siz daha da akıllandınız: Roma Katolikliğinin Hıristiyanlık olmadığı görüşündeydiniz. Roma'nın, şeytanın üçüncü oyunuyla kandırdığı bir İsa'ya taptığını; bütün dünyaya İsa'nın, yeryüzünde bir krallığı olmadan yeryüzünde duramayacağını bildirerek ortaya yalancı bir İsa çıkardığını, böylece de Batı dünyasını yok olmaya sürüklediğini iddaa ediyordunuz. Özellikle, Fransa acı çekiyorsa, bunun tek nedeninin Katolikler olduğunu, çünkü Roma'nın iğrenç Tanrısı'nı yadsıdıktan sonra bir yenisini bulamadığını söylüyordunuz. O zaman böyle konuşabiliyordunuz işte! Söylediklerinizi anımsıyorum.
Nikolay Vsevoldoviç son derece ciddi,
-İnansaydım, hiç kuşku yok, şimdi de yinelerdim bunu, dedi. İnanın bir kişi gibi konuşurken yalan söylemiyordum. Ama inanın, eski düşüncelerimin bana anımsatılması çok kötü etki ediyor bana. Kesemez misiniz artık?
Şatov konuğunun isteğine hiç aldırmadan,
-İnansaydınız mı? diye haykırdı. Peki gerçeğin İsa dışında olduğunu matematiksel olarak kanıtlasalar bile, gerçeğin yanında olmaktansa İsa'nın yanında kalmayı yeğleyeceğinizi söyleyen siz değil miydiniz? Söylediniz mi bunu? Söylediniz mi?
Stavrogin sesini yükseltti:
-İzninizle, ben de bir şey sorayım, dedi. Bu sabırsız... öfkeli sınav nereye götürecek bizi?
-Bu sınav burada bir sonuca bağlanacak, bir daha da hiç açılmayacak size.
-Zamanın, yerin dışında olduğumuzda diretiyorsunuz hâlâ.
-Susun! diye bağırdı birden Şatov; budalanın, beceriksizin biriyim ben, varsın gülünç duruma düşeyim! O zamanki asıl düşüncenizi karşınızda bir daha açmama izin verecek misiniz... Ah, topu topu on satırlık bir şey, özetleyeceğim yalnızca.
-Yalnız özetleyecekseniz, anlatın bakalım...
Stavrogin saatine bakmak istedi ama, tuttu kendini, bakmadı.
Şatov yine masanın üzerine eğidi, bir an parmağını kaldıracak gibi bile oldu.
Satır satır okuyormuş gibi, aynı zamanda Stavrogin'e kötü kötü bakmayı sürdürerek başladı:
-Hiçbir ulus, hiçbir ulus bilim ile, mantık yasaları uyarınca oturmamıştır daha. Bir anlık, dalgınlıkla bile olsa böyle bir örnek görülmemiştir şimdiye dek. Sosyalizm, özü bakımından tanrıtanımazlığın öncüsü olduğunu; bilim, özellikle mantık yasaları uyarınca oturacağını duyurdu. Ulusların yaşamında mantıkla bilim her zaman, dünya kurulalı beri de, şimdi de ikinci derecede, hizmete özgü bir rol oynamışlardır; dünyanın sonuna kadar da bu böyle sürecektir. Uluslar başka bir güçle biçimlenir, hareket ederler; buyurucu, hükmedici bir güçtür bu. Nereden, nasıl doğduğu bilinmeyen, açıklanamayan bir güç. Sona kadar varmayı doymak bilmez bir hırsla isteyen, aynı zamanda da sonu yadsıyan bir güç! Kendi varlığını durmadan pekiştirmenin, ölümü yadsımanın gücüdür. Yaşamın ruhu, kutsal kitabın dediği, Apocalypse'nin kuruyacağını haber verdiği "hayat sularının ırmağı"dır. Estetik başlangıç, filozofların dedikleri gibi, ahlakın başlangıcıdır. En basit olarak benim dediğim "Tanrı'yı arama"dır. Her ulusun yaşadığı süre içinde her kıpırdanışı Tanrı'yı, kendi Tanrısı'nı, özellikle kendinin olan Tanrısı'nı ve tek gerçek olarak ona olan inancını aramasıdır yalnızca. Tanrı, tüm ulusun, doğduğu günden yeryüzünden silinip gideceği güne kadar yaşayan aynı ulustan yaşayan insanların bileşimi bir kişiliktir. Şimdiye dek hiçbir zaman tüm ulusların, ya da çoğunluğunun ortak bir Tanrısı olmamıştır, ama her ulusun kendi Tanrısı olmuştur her zaman. Tanrılar ortak olmaya başlayınca milliyet kavramının ortadan kalkacağına bir işarettir bu. Tanrılar ortak olunca ölürler, onlara olan inanç da uluslarla birlikte yok olur. Ulus güçlü olduğu oranda Tanrısı ötekilerden değişiktir. Tanrısız, yani iyilikle kötülük kavramı olmayan bir ulus gelmemiştir yeryüzüne. Her ulusun kendisine özgü bir iyilik, kötülük anlayışı, kendisinin olan bir iyiliği, kötülüğü vardır, iyi ve kötü kavramı birçok ulusta ortak olmaya başladığında uluslar ölmeye başlarlar. İyilik ile kötülük arasındaki ayrılık silinmeye yüz tutar, yitip gider. Mantık hiçbir zaman iyi ile kötü arasındaki ayrılığı görebilecek, yaklaşık bile olsa, iyiyi kötüden ayıracak güçte olmamıştır. Tersine, pek çirkin, acınacak bir biçimde karıştırmıştır onları birbirine. Her zaman bilimsel yumrukla çözüm yoluna dürtmüştür insanı. İnsanlığın yüzyılımıza değin bilinmeyen, salgın hastalıktan da, kıtlıktan da, savaştan da korkunç, en büyük felaketi olan yarıbilim de özellikle bu yanıyla göstermiştir kendisini. Dünyanın bugüne dek görmediği bir zorbadır yarıbilim. Tutsakları, kulları olan, bugüne dek insanların hiç düşünmeden tutkuyla, bağnazlıkla önünde secdeye vardıkları, bilimin kendisinin bile tir tir titrediği, hiç utanmadan meydanı bıraktığı bir zorba! Yarıbilim dışında hepsi sizin kendi sözlerinizdir, Stavrogin; yarıbilim üzerine söylediklerim benimdir. Çünkü ben de ancak bir yarıbilim insanıyım, bu yüzden bütün kalbimle nefret ediyorum ondan. Düşüncelerinizden, kullandığınız sözcüklerden birini bile değiştirmedim.
...

Nikolay Vsevolodoviç soğuk soğuk baktı ona.
-Peki, dedi, başka sözcük kullanayım. Sizin Tanrı'ya inanıp inanmadığınızı öğrenmek istiyordum.
Şatov öfkeli,
-Ben Rusya'ya, onun Ortodoksluğuna... inanıyorum, diye kekelemeye başladı. İsa'nın bedenine inanıyorum... Onun bu kez Rusya'da ortaya çıkacağına inanıyorum... İnanıyorum...
-Ya Tanrı'ya? Tanrı'ya?
-Tanrı'ya... Tanrı'ya da inanacağım.
Stavrogin'in yüzünde bir kas bile çekilmedi. Şatov, bakışıyla onu yakmak istiyormuş gibi ateş ateş, meydan okuma dolu bir bakışla bakıyordu ona.
...

-Pek tuhaf bir şey söyleyeyim size, dedi Stavrogin, niçin herkes bir bayrak tutuşturur benim elime acaba? Pyotr Stepanoviç de "onların bayrağını benim açabileceğim" inancında. Hiç değilse onun sözlerini böyle ilettiler bana. "Suç işlemekteki olağanüstü yeteneğim yüzünden" onlar için Stenka Razin rolü oynayabileceğim düşüncesine saplanmış kalmış.
-Nasıl? "Suç işlemekteki olağanüstü yeteneğiniz yüzünden" mi?
-Evet.
Kötü kötü gülümsedi Şatov.
-Hım. Peki, Petersburg'da, hayvanca tutkuları olan gizli bir topluluğa üye olduğunuz doğru mu? Marki de-Sade'ın bile sizden ders alabileceği doğru mu? Çocukları ayarttığınız, yoldan çıkarttığınız doğru mu? Söyleyin, yalana sapmaya kalkışmayın, diye haykırdı. Kendini yitirmişti sanki.
Uzun bir sessizlikten sonra,
-Bu sözleri ben söyledim, ama çocuklara zararım dokunmadı, dedi.
Yüzü bembeyaz olmuş, gözleri birden çakmak çakmak olmuştu.
Şatov parlayan gözlerini ondan ayırmadan, kendinden emin bir tavırla sürdürdü konuşmasını:
-Ama siz söylediniz! Hayvanca bir şaka ile (isterse bir insanın canını vermesiyle kazanılmış olsun) bir kahramanlık arasında güzellik bakımından sizin için hiçbir ayrılığın olmadığını her yerde söylediğiniz doğru mu? İki ucun güzelliklerinin, zevklerinin, arasında benzerlik, birlik bulduğunuz doğru mu?
Pekâlâ kalkıp gidebilecekken oturuyordu Stavrogin,
-Böyle sorulara yanıt verilmez... diye homurdandı; yanıt vermek istemiyorum.
Tüm bedeni sarsılan Şatov ısrar ediyordu:
-Kötünün niçin iğrenç, iyininse hoş olduğunu ben de bilmiyorum. Ama bunları birbirinden ayırma duygusunun Stavrogin gibi baylarda niçin silikleştiğini, kaybolduğunu biliyorum. O zaman böylesine ayıp, aşağılık bir evlilik niçin yaptığınızı biliyor musunuz? Yüz karasıyla anlamsızlık bu evlilikte en yüksek dereceye çıkıyordu da onun için! Ah, uçurumun tam kenarında dolaşmıyor, cesaretle başaşağı uçuyorsunuz. Istıraba, vicdan azabına olan tutkunuzdan, hayvansal ahlak hazzınızdan evlendiniz. Bir sinir bozukluğuydu bunun nedeni... Sağduyuya bu meydan okuma pek gözalıcı, çekiciydi! Stavrogin'le çarpık, aklı kıt, dilenci, topal bir kız! Valinin kulağını ısırdığınızda bir haz duymuş muydunuz? Duydunuz mu? Serseri beyefendi evladı, duydunuz mu?
Stavrogin'in yüzü giderek beyazlaşıyordu.
-Gerçi evliliğimin nedenlerinde biraz yanıldınız ama, büyük bir psikologsunuz gene de... Ama bütün bu bilgileri kim vermiş olabilir size, zoraki gülümsedi, Kirillov mu yoksa? Ama o yoktu.
-Yüzünüz bembeyaz oldu.
...
Nikolay Vsevolodoviç soğuk bir tavırla,
-Sizi sevmek elimden gelmediği için üzgünüm, Şatov, dedi.
-Elinizden gelmediğini, yalan da söylemediğinizi biliyorum. Bakın, her şeyi düzeltebilirim: Tavşanı getireceğim size.
Stavrogin susuyordu.
-Tanrıtanımazsınız, çünkü beyefendi evladısınız, son beyefendi evladı! İyi ile kötü anlayışınızı yitirdiniz, çünkü ulusunuzu tanımıyorsunuz artık... Yeni bir kuşak doğuyor ulusun bağrından, ama hiç tanımıyorsunuz onu. Ne siz, ne baba oğul Verhovenskiler, ne de ben tanıyoruz... ben de beyefendi evladıyım çünkü, köle uşağınız Paşka'nın oğluyum... Dinleyin beni, çalışarak erişin Tanrı'ya. Yaşamın özü budur, yoksa aşağılık bir küf parçası gibi yitip gidersiniz. Çalışarak erişin.
İkinci vereceğim bölüm Kirillov ve özgürlük düşünceleri hakkında. Çarpıcı bir bölüm, fakat ne kendisinin deli ne de düşüncesinin delice olduğuna katılıyorum. Sonrasında kendini öldürüyor gerçekten. Kirillov ve kendini bu kadar öldürme isteği, bir önceki yazıda da bahsetmiştim, zaman ve mekanın insan kişiliği üzerinde ve düşünceleri belirginleştirmesindeki çok önemli payıyla alakalı.

"Ama bu düşünce şimdilik tek bir kavram sağlıyor bize, uyumsuzluk kavramını. Bu da bize cinayet konusunda bir çelişkiden başka bir şey getirmiyor. Uyumsuzluk duygusu, kendisinden bir eylem kuralı çıkarmaya kalktık mı, cinayeti en azından önemsiz kılar, bunun sonucu olarak da olanak sağlar ona. Hiçbir şeye inanılmıyorsa, hiçbir şeyin anlamı yoksa, hiçbir değere 'evet' diyemiyorsak, her şey olanaklıdır, her şey önemsizdir. Ne evet kalır, ne hayır, katil ne haklıdır, ne haksız. Kişi kendini cüzamlıların bakımına adayabileceği gibi, içinde insanlar yakılacak ateşleri de tutuşturabilir. Kötülük ve erdem de birer rastlantı ya da gelip geçici birer istektir." Albert Camus, Başkaldıran İnsan'dan...

-Gece çay içmeyi severim, dedi. Şafak sökene dek hem dolaşır, hem içerim. Yurt dışında geceleri pek gitmiyor çay.
-Şafak sökerken mi yatıyorsunuz?
-Her zaman. Çoktan beri böyleyimdir. Az yerim. Çay versinler bana, başka bir şey istemem. Liputin anasının gözü bir adam ama, çok sabırsız.
Konuşmaya can atması şaşırtmıştı beni. Fırsattan yararlanmaya karar verdim.
...
Bir dakika ikimiz de sustuk. Sabahki çocuksu gülümsemesiyle gülümsedi birden.
-Baş isteme masalını kendisi uydurdu, bir kitapta okumuş, önce o anlattı bunu bana, kötü bir şey olduğunu da biliyor hani. Bense yalnızca, insanların kendi kendilerini öldürecek kadar yürekli olamamalarının nedenlerini araştırdığımı söyledim, hepsi bu. Neyse, önemi yok.
-Yürekli mi olamıyorlar? Bunca intihar olayı az mı yani?
-Hem de çok az.
-Gerçekten böyle mi düşünüyorsunuz?
Sorumu yanıtlamadı. Yerinden kalktı, odanın içinde dalgın dalgın dolaşmaya başladı.
-İnsanların intihar etmelerine engel olan ne sizce? diye sordum.
Ne üzerinde konuştuğumuzu anımsamaya çalışıyor gibi dalgın dalgın baktı yüzüme.
-Ben de... henüz ben de iyice bilmiyorum... iki önyargı, iki şey engelliyor. Yalnızca iki şey. Biri pek küçük, öteki pek büyük olan iki şey. Ama küçüğü de pek büyük.
-Küçüğü dediğiniz ne?
-Acı.
-Acı mı? Böyle bir şeyde acının da bu kadar önemi var mıdır?
-En önemli olan odur. İntihar edenler iki çeşittir: Büyük bir üzüntünün, öfkenin etkisi altında kalıp, ya da çıldırıp, ya da buna benzer durumlarda canlarına kıyanlar... böyleleri birden bitirirler her şeyi. Acıyı düşünmezler. Akılları başlarında olanlar ise çok düşünürler.
-Akılları başlarındayken intihar edenler de var mıdır yani?
-Hem de pek çok. Önyargı olmasaydı daha çok olurdu. Pek çok! Herkes intihar ederdi.
-Herkes mi?
Susuyordu.
-Acı çekmeden kendi kendini öldürme yolları yok mu acaba?
Gelip karşımda durdu.
-Şöyle düşünün, dedi, büyük bir ev kadar bir taş var; asılı duruyor, siz de tam altındasınız; birden üzerinize düşüp ezse sizi, acı duyar mısınız?
-Ev kadar bir taş mı? Korkunç bir şey bu kuşkusuz.
-Korkudan söz etmiyorum. Acı duyar mısınız? Onu söyleyin.
-Dağ kadar bir taş demektir bu, tonlarca ağırlığı vardır. Hiç acı duymam sanırım.
-Ama taş asılı dururken gerçekten de geçip altında dursanız, acı çekmekten korkarsınız. Her büyük bilgin, her en iyi doktor, hasılı herkes çok korkar. Herkes acı çekmeyeceğini bile bile, acı çekeceğinden korkar.
-Peki, ya büyük dediğiniz ikinci neden?
-Öteki dünya!
-Yani ceza, demek istiyorsunuz?
-Önemli değil bu. Öteki dünya, yalnızca öteki dünya.
-Öteki dünyaya hiç inanmayan dinsizler yok mu ki?
Yine sustu.
-Belki de kendinizden pay biçiyorsunuz, dedim.
Yüzü kızardı.
-Herkes kendinden pay biçmeyebilir. Kişioğlu için yaşamakla ölmek arasında bir fark olmayacağı zaman özgür olacaktır insanlık. Herkesin amacı bu olmalı işte.
-Amacı mı? Ama o zaman hiç kimse yaşamak istemezdi, öyle değil mi?
Kararlı bir sesle,
-Hiç kimse, dedi.
-Bence insan yaşamı sevdiği için ölümden korkuyor, dedim, doğa böyle buyurmuş.
Gözleri parladı.
-Bayağı bir şey bu, bizi aldatan da bu zaten! Yaşam baştan aşağı acı, korkudur. İnsan da mutsuzdur. Bugün her şey acı, korkudur. Bugün insan yaşamı seviyor, çünkü acı ile korkuyu seviyor. Böyle olagelmiş. Şimdi acıya, korkuya karşılık yaşam veriliyor, aldandığımız nokta da burası. İnsan o insan olmadı henüz. Bir gün gelecek, insan bambaşka, mutlu, mağrur olacak. Her kimse göre ölümle yaşamak bir olacaksa o olacak sözünü ettiğim yeni insan! Acı ile korkuyu kim yenerse Tanrı o olacak. Öteki Tanrı ise olmayacak.
-Demek öteki Tanrı'nın varlığına inanıyorsunuz?
-Öteki Tanrı yok ama, O var. Taşta acı yok ama taştan duyulan korkuda var acı. Tanrı, ölüm korkusunun acısıdır. Acı ile korkuyu yenen Tanrı olacaktır. O zaman yepyeni bir yaşam, yepyeni bir insan, her şey yepyeni... O zaman iki bölümde incelenecek tarih. Gorillerden Tanrı'nın yok edilmesine dek olan çağ, Tanrı'nın yok edilmesinden...
-Gorillere dek olan çağ, herhalde?
-... yeryüzünün, insanın bedenen değişmesine dek olan çağ. İnsan Tanrı olacak, bedenen değişecek. Dünya da, işler de, düşünceler de, tüm duygular da değişecek. Ne dersiniz, insan bedenen değişecek mi o zaman?
-Yaşamakla yaşamamak aynı şey olacaksa herkes kendi kendini vuracaktır, tek değişiklik bu olacak işte belki.
-Bunun hiç önemi yok. Yanılmayı öldürecekler. En büyük özgürlüğü isteyen herkes, kendi kendini öldürme cesaretini göstermek zorundadır. Kendisini öldürebilen kşi yanılmanın sırrına erişmiş kişidir. Bundan öte özgürlük yoktur. Her şey burada biter. Kendisini öldürebilen kişi Tanrı'dır. Bugün herkes Tanrı'yı da her şeyi de yok edebilir. Ama daha kimse yapmadı bunu.
-Milyonlarca intihar eden oldu.
-Ama hiçbiri bu amaçla, bunun için değil bu intiharların. Korkuyla olmuş şeylerdir. Korkuyu öldürmek için intihar etmedi kimse şimdiye dek. Yalnızca, korkuyu öldürmek için intihar eden insan bir anda Tanrı olacaktır.
-Belki hiç kimse yapmayacaktır bunu, dedim.
Durgun bir kendini beğenmişlik, neredeyse hafifsemeyle, hiç heyecanlanmadan,
-Olsun varsın, diye karşılık verdi.
Yarım dakika sustuktan sonra ekledi:
-Alay ediyormuşsunuz gibi bir tavır takınmanız üzüyor beni.
-Sizin de bu sabah öylesine sinirliyken, şimdi, heyecanlı konuşuyorken, böylesine durgun olmanız şaşırtıyor beni.
Gülümsedi.
-Bu sabah mı? Sabah gülünç bir durum vardı ortada. Üzgün bir tavırla ekledi: "Karşımdakine kötü söz söylemeyi sevmem, hiçbir zaman yapmam bunu."
Kalktım, şapkamı aldım.
-Çay içmekle geçirdiğiniz gecelerinizi, doğrusu, hiç de neşeli geçirmiyorsunuz.
Biraz şaşkın, gülümsedi.
-Öyle mi düşünüyorsunuz? Niçin? Hayır ben... bilmiyorum. Birden ne söyleyeceğini şaşırmıştı. Bilmiyorum başkaları nasıldır ama, herkes gibi olamayacağımı da sezinliyorum. Herkes düşünür, düşünür, bakarsınız, bir dakika sonra bambaşka bir şeyi düşünüyor. Olağanüstü heyecanlanarak bağladı sözünü: Başka bir şey düşünemiyorum ben, ömrümce hep aynı düşünce var kafamın içinde. Ömrümce acı çektirdi bana Tanrı.

2009/07/20

Downing transferi


Şu dönemde haberleri, yazılanları fazla takip edemiyorum. Ama okuduklarımdan, aklımda kalanlar üzerinden bir değerlendirme yapayım, bunlar üzerinden yazıyı şekillendireyim istiyorum.

Stewart Downing yeni bir Zatyiah Knight veya Marlon Harewood mudur? Aston Villa Blog bu şekilde yazmış. Bence James Milner'dır illa ki benzetme yapılacaksa. MON'un sürekli İngiliz oyuncu tercihi bilinç altında çok kötü bi etki yaptı, Downing bu kalibrede bir oyuncu değil. Rotasyona katılacak oyuncu değil Stewart Downing, kadroya derinlik katacak oyuncu. Transferin güzelliklerinden birincisi bu. Bir önceki yazıda bahsetmiştim, kanatlara mutlaka derinlik katacak bir oyuncu gerektiğinden. Ve Bentley'i uygun görmüştüm, ama bununla beraber Downing de kabulüm. İkinci güzellik, Downing'in Ashley Young'dan farklı olarak klasik 4-4-2'nin sol kenar oyuncusu olması. Aynı Milner gibi. Onun kadar atletik değil veya geriye gelip top almıyor, ama yaratıcı, ofansif anlamda oyunu üzerinden şekillendirebilceğiniz, bununla beraber savunma yönünü aksatmayan, dediğim gibi klasik 4-4-2 oyuncusu. Milner gerektiğinde sağ bek gibi kullanılmıştı, ama Downing orta saha gibi kullanılabilir. Hatta forvet olarak da beğendiğini söylemiş Martin O'Neill. Barry'nin de gidişiyle, ilk 11'de olmasa bile yaratıcı bir oyuncunun varlığına ihtiyaç vardı, bu yüzden daha da önemli. Öyleyse Stewart Downing gereken kanat oyuncusu transferidir, Knight değildir, hele ki Cuellar hiç değil (Cuellar'ı savunan biriyim aslında, içinde bulunduğu durumu-ödenen 9.5 milyon sterlini ve alınan verimi kast ediyorum). Ödenen 12 milyon sterlin gereğinden fazladır, orası ayrı. Bu transferle ilgili ironik bir not aktaralım, Downing'i sezonun sondan ikinci maçında sakatlayan Stiliyan Petrov yeni sezonda takımın kaptanlığını yapacak. Petrov, Laursen ve Barry'den daha farklı bir kaptan olacak. Bu iki oyuncu kaptanlık yetileriyle değil de takım içindeki rolleri ve klaslarıyla bunu hak etmişlerdi. Petrov ise taraftarın sevgilisi, oraya buraya koşan, atlayan, zıplayan, mücadele eden, takımın ruhu oyunculardan. Bununla beraber lider nitelikli bir oyuncu değil.

O'Neill transferde panik yapmayacağını söylüyor. Farklı bir açıklama bekliyor muyduk? Hayır. Ama sonrası daha ilgi çekici.
"I think that if you have five quality players in that would be excellent. You're talking about players that could immediately take their place in a decent Premier League side.

"We have enquired about quite a number of people and the ones we would like in I couldn't tell you that we would have anyone in by Thursday."
5 yeni oyuncudan bahsediliyor, benim için şaşırtıcı bir gelişme. Bu açıklamaya rağmen hala ocak transfer dönemine kadar 5 yeni ve açıklamada bahsedildiği üzere takımda hemen yerini alacak, kaliteli oyuncu transferi yapılacağını sanmıyorum. Bu bir tahmin elbet, MON'la transfer geçmişimize bakılarak yapılmış bir tahmin. Transferlerdeki yavaşlık, önünüze belli bir rakam koyduğunuzda, şu kadar oyuncu transfer edilecek dediğinizde sorun yaratacak muhtemelen. 3 transfer olacağını, o kalan 2 tanesinin de ocağa sarkacağını düşünüyorum. Aklımdaki 3 transfer: gerektiğinde sağ açık da oynayabilen sağ bek Kyle Naughton, tecrübeli bir üçüncü stoper -Sylvain Distin?- ve eldekilerden daha farklı bir orta saha transferi, belki de Fabian Delph'di. Martin O'Neill'ın daha önce şu kadar oyuncu alınacak gibi bir açıklamasını hatırlamıyorum bu yaz, sürekli panik yapmadıklarından, sakin hareket ettiklerinden, gerekli yerlerin doldurulacağından bahsetmişti. Ben geçen sene şans bulamayanların gerekli şansları bulacağını, daha dar bir kadroyla başlanıp 2010 başında bir-iki takviyenin yapılacağını, planın bu olduğunu düşünüyordum. Görünen o ki böyle olmayacak, bu 3 oyuncunun yanına bir forvet ve muhtemelen bir sağ açık daha düşünülüyor. Bu sevindirici bir gelişme elbette, bununla beraber transferlerin bu kadar gecikip zaten beklenilen, yazılan isimlerin, beklenilen fiyatlara alınması can sıkıcı oluyor. Mesela yine Downing transferini ele alalım. Kanat transferi için adı geçen 2-3 oyuncudan biriydi, oyuncuyla anlaşamama ve benzeri bir problemin, en azından ciddi bir problemin yaşandığını düşünmüyorum. Öyleyse neden bu kadar gecikiyor? Martin O'Neill'ın tasvip etmediğimiz yöntemlerinden biri bu, ama çok da önemli değil. O'Neill'la alakalı son olarak, Liverpool'u eleştiren şu linki vermek istiyorum. Konuya başından beri doğru, sağduyulu yaklaşmıştı, açıklamasını yine çok doğru buluyorum. Rafa Benitez zaman zaman Sir gibi çıkışlar yapmaya çalışıyor gibi geliyor bana, bu da onlardan biriydi.

3 gün sonra, ayın 24'ünde Peace Cup başlıyor. Beşiktaş'ın katılmasıyla ucundan da olsa takip edebileceğiz maçları. Ucundan da olsa diyorum, Futbol Smart diğer maçları vermiyor. Diğer takımları geçtim, Real Madrid'in bulunduğu bir turnuva Peace Cup. Aston Villa da katılıyor. Takım U21'den gelen oyuncular dahil, tam kadro gidiyor diye biliyorum, şu hazırlık maçlarını izleyebilsek çok iyi olurdu. Ortasahada Petrov'un ikincisinin kadro içinden bulunabileceğini, gelecek 5inci orta sahanın yalnızca diğerlerinden daha farklı özellikli -dikine oynayan, adam eksilten veya çok potansiyelli vs.- kullanılabileceğini düşünüyorum. En azından sezonun yarısı kadar sabredilebilir. Cuellar-Davies ikilisi için de aynı şey geçerli. Peace Cup'ta, ciddi rakiplere karşı defansta ve orta sahadaki ikilinin uyumunu, orta sahanın ofansif anlamdaki performansını görmek isterdim.

Son olarak tüm bu yazılanlardan bağımsız, Man Citeh'in son iki transferi Adebayor ve Tevez de hiç değilse bir paragrafı hak etmeli. City için Santa Cruz'un 18 milyonluk bir yedek olması hiç sorun değil, yani bence değil. Kaka'ya verecekleri parayı bu iki adama, Adebayor ve Tevez'e ödeyerek ellerindeki madeni iyi kullandılar. İkisi de çok çok iyi transferler, hem taraftar hem Arap patronlara gereken futbolcular, yıldız futbolcular. Ne kadar iyi oldukları, ne gibi bir sistemle oynayacaklarına fazla değinmeyeceğim, ama benim için halen bu transferler öncesi 4-3-3'lü takım çok daha net, çok daha oturmuş bir takımdı. Robinho ve SWP'nin ve ayrıca Ireland ve Barry'nin çok güzel oturacağı, daha az şaşaalı, ama daha heyecan veren bir takımdı benim gözümde. Üzerine bir forvet transferi yapılabilirdi yine, Santa Cruz hakkında için tek sorun takımda çıkaracağı olası arızalar olabilirdi ve bir kaliteli defansif orta saha transferi ve belki bir defans elemanıyla iş bitirebilirdi. Şimdilik bu kadar.

2009/07/04

4-4-2'yi zorunlu kılan adam: James Milner


Şimdiii, hiç yapmadığım bir şey yapıp Aston Villa hakkında yazacağım.

Üşenmedim, borges'in tahtalarından birini aldım, photoshop'ladım, Aston Villalaştırdım. Ben halen bu takımın 4-4-2 oynamasından yana değilim, oturmuş bazı düzenler yoksa -Arsenal, Man Utd- yeni takımların alternatif sistemlere yönelmesini de genelde daha doğru buluyorum. Ama niye değilim, sistem takıma olmadığından mı? Hayır. 3 orta sahalı oynayan bir takım görmek istiyordum sadece. 4-4-2 ilk geldiğinde çok sevindiğim olmuştu, arşivden de görülebilir, ama çıkış noktam farklıydı. Oyuncuların yerlerini daha iyi bulduğunu, mesela Gabby'nin forvete geçişini daha yararlı bulduğumu belirtmiştim. Bu kısmen doğru da olsa, yanıldığım noktalar da oldu. Mesela Young'ın 4-3-3 kanadında olmasını daha çok isterim, o zaman ise farklıydı. Şimdi baktığımda 4-4-2'yi beğenişim, onun bu takıma zorunlu oluşundan geliyor. Milner'ın takıma iyiden iyiye girdiği bir ortamda eski düzenin sürdürülmesi düşünülemezdi. Daha önce Milner-Gabby-Young'ı kanatlarda rotasyonlu kullanmak kafama çok yatıyordu aslında. Ama böyle bir rotasyona gitmenin çok yanlış olacağını anlıyor gibiyim, MON bunu daha önceden gördü. Bunlar birbirlerini rotasyona sokacak adam değil, bizim takımımızda devamlılığı olan, daha da önemlisi geleceği en parlak oyuncular. 4-4-2'yi zorunlu kılan bu 3lü. Varsın oyun kurgusu benim dilemediğim gibi olsun. Gabby-Carew zamanla iyi bir ikili olacak, fiziksel olarak en göze batıcı performans sakat defanslı Manchester United maçıydı, hani şu Macheda'nın gol attığı. Güç ve hız hat safhada. Gabby golcü özelliklerini geliştirdiği; savunma arkasına koşular ve daha iyi vuruşlar yapabildiği noktada daha da ölümcül olacaklar. 4-4-2'yi akladık öyleyse, transferlere geçelim.

Petrov'a uyumlu orta saha ikincisi çok sevdiğimiz, hayli hayli Arteta'mız olabilecek Steven Defour olmayacak ne yazık ki. Petrov-Defour çok çok cılız bir ikili olacaktır, orta saha zaten Barry ile bile zayıftı. Bundan daha önemlisi, bu orta saha Young ve Milner'ın rollerini çalacaktır. Bir nevi Downing vakası. Madem 4-4-2 oynuyoruz, katiyen bu adamların rollerinden çalmamamız gerekiyor. Çıkış noktası bu, eldeki 3lüye en uygun ortamı sağlamak. O yüzden ki defansif bir orta saha alınmalı ve Barry'nin yerini alacağından bu oyuncu, klası da olacak. Ortodoks 4-4-2'ye dönülüyor bir yanda: iki tutan orta saha oyuncusu ve kanatlardan olabilidiğince verim almak. Petrov'un ikincisi Didier 'Maestro' Zokora olabilir, 2-3 sene sonra Craig Gardner olur, arada Sidwell olur, ama Huddlestone olmaz . Geçen sene Barry-Petrov orta sahasının defolarından en önemlisi hızdı, bu oyuncuların ikisini de savunma performansında aşağı çeken hız eksikleriydi. Yoksa ikisi de komple orta saha oyuncuları. Reo-coker bu defoyu örtüyordu, ayrıca Barry'e daha fazla alan yaratıyordu. Bugünlerde Tim Borowski dedikoduları çok yoğun, Petrov'la beraber gereken orta sahayı da pek tabii oluşturabilir. Bu özelliklere mevcut. Sanırım van Gaal de düşünmüyor onu, geçen sene Sidwell'e ödenenden fazlası ödenmeyecek. Miguel Veloso'ya gelirsek, onun gibi göz önünde olan bir potansiyel transfer edilmedi O'Neill döneminde, genelde parlatan biz oluyoruz. Barry'nin yeri için uzun vadede en iyi hedef o. Olursa gayet güzel olacak, umarım o uyum sürecinde diğer rotasyon oyuncuları da işleri aksatmayacak. Zaman zaman stoper de oynayabilir ve adı geçen 8 milyon pound'un da her kuruşuna değer. Fakat belirtmek gerek, olasılıklar arasından en net ve çabuk katkı verecek Tim Borowski.



Onun dışında bi tane kanat adamı gerekiyor, ama sadece bir tane. Barry Bannan falan oynamayacaksa şu anda kadroda 2 tane kanat oyuncusu var ve Young-Milner'dan kalan süreleri paylaşan bir üçüncü gerekiyor. Bu üçüncü işte Bannan gibi idare eder veya gelecek vaad eden değil de klası olan biri olmalı, bence şakaya gelmeyecek bir mevki takım için. Gelmeyi kendi de isteyen Bentley çok da iyi olacaktır. Transferde şüphesi olanlar için, bir senede futbol oynamayı unutmadı elbet, Londra havası yaramıyor adama. Klası olan oyuncu gerekiyor demiştim, bir de onun yanında kadroda olmayan şeylere sahip Bentley. İyice azalan yaratıcı güç olabilir, zaman zaman değişik dizilimler gerekebilir, o zaman supporter olabilir ya da, böyle özellikleri var. Takım güç ve hızı kuvvetli oyunculardan oluşuyor, ek özelliklere sahip olanlar en azından bir B planı sunacak (Pek çok defoyu örten 4-3-3'lü kadronun en büyük eksiği o B planın olmamasıydı).

Gabriel Agbonlahor gol atmasa dahi ilk 11'de bulunması gereken bir oyuncu, Martin O'Neill böyle düşünüyor. Devamlılığa varın ötesine geçmiş bir oyuncu, 3 sezonda [ligde] 516 dakika kaçırmış! Benim de uç düşüncelerim yok, ama bu biraz da alternatifsizliğinden kaynaklanıyor. Gerekirse kadro içinden, gerekirse transferle rotasyona gireceği bir oyuncu kullanmamız gerekiyor. 2 senedir sezon sonunda pili bitiyor takımın, oyuncuları biraz daha tasarruflu kullanmamız gerek. Kim alınacak hiçbir fikrim yok. O yüzden son günlerde yazılan U21 turnuvasının yıldızı Marcus Berg'i yazdım. Tuncay olabilir, Gudjohnssen olabilir, Owen da olabilirdi. Transfer yapılacaksa daha farklı bir forvet olsun yeter. Başka bir seçenek -gençlerin önünü açma açısından- Nathan Delfouneso da şans bulabilir. Akademinin yeni mezunlarından. Daha önce sözü geçmişti, Agbonlahor'a benzer bir forvet, onun kadar hızlı değil ama dribbling'i daha iyi. O kadar büyük hedeflerimiz yoksa -benim tercihim böyle olması olur- şans verilmesi benim tercihim olur. Ama bu şans senelik 10 maçı ve bir-iki ilk 11 başlanan Premier Lig maçını içermeli. Mesela sıkışık Aralık fikstüründe, Liverpool-Arsenal maçları öncesi Villa Park'taki Stoke City maçı. Bu hamle kulüp politikası açısından önemli ve finansal yönü de var.

Defansa yeni stoper yazamadım, yazılanlar arasından seçebildiğim oyuncu yok. Geçen rahat uyuyabilirsiniz açıklaması geldi Sunday Mercury'den, resmi siteden Bramble'ı almıyoruz açıklaması yapılmıştı. Laursen'ın yerine birini bulmak çok zor, bence bu sorun kadro içinden halledilecek. Carlos Cuellar'ı yazdım oraya ve alınacak stoper oyuncusundan çok iyi bir üçüncü adamlık, gerektiğinde ikinci adamlık bekliyorum. Bu oyuncu Senderos olabilir. Bir de sağ beke ihtiyacımız var. Kyle Naughton çok yüksek değer biçilen bir oyuncu, aynı zamanda hücuma dönük(müş), güzel transfer olacaktır. Luke Young'ın kadro içinden alternatifi için stoperlere veya orta sahalara başvurmaktan kurtulmuş oluyoruz. Shorey'nin ayrılmasını hiç istemem, daha yapacağı işler var bu takımda. Ayrıca fark yaratan isim olacak, elde başka hücumcu bek yok. Bir de formasını aldık adamın, ondan istemem.

Bir sonraki yazı, David O'Leary'nin geçen haftaki açıklamalarıyla alakalı olacak muhtemelen. Bakalım ne demiş:
‘I read people now and they like Martin. He’s media savvy and he’s saying he’s dealing with a young, small squad. Yet, when I said that it was “Oh, he’s making excuses”. I said the club needed investment to keep it alive. Why did Martin need £50 million this summer? ‘At the end of the day, Martin, for all the money he has spent over three years – and they’re raving about him – hasn’t finished any higher than what I finished. Those are the facts.’