2011/03/14

Bir başka umut dolu sezona Arsenal

Arsenal son iki haftada üç kupaya veda etti ve son 5 yıldakinden farklı olacağa benzeyen yıl, yine beklentileri aşamadı. Barcelona'yı bir kenara koymak gerek, fakat FA Cup ve Carling Cup başarısızlıkları Arsenal'in 'loser' etiketinin devamı, birer yansıması nitelindeğiydi. Sıkça bu sorunu, genel oyun planını 90 dakikalık özel maça göre esnetememenin sıkıntısını yaşıyorlar. Proaktif oyunda da o kadar iyi olmadıklarından, kolayca alt edilebiliyorlar. Prematüre Barca sözü buradan geliyor, yani sandıkları kadar iyi değiller. Ferguson son eşleşmede en beklenmeyeni yaparken ana yoldan şaşmadı: Arsenal'i yenmek için iyi bir kontra atak takımı olun. Kazanan yine o oldu. Ben şimdi Manchester United-Arsenal maçı ayrıntılarıyla, ama esasında daha genel bir Arsenal yazısı takip edeceğim.

Eski Arsenal oyuncusu Emmanuel Petit konuşuyor. Bugünkü Guardian'dan.
"2005'ten bu yana, ve Vieira, Pires ve ekürisinin ayrılışıyla, onun (Wenger'i kast ediyor) genç bir takım üzerine yoğunlaştığını görüyorsunuz (burada çeviriyi kısa kestim). Arsenal'in sahada oynadığı oyun bir marka değeri taşıyor ama ne yazık ki takımda kazanma mantalitesine sahip çok fazla oyuncu yok. Bu beni üzüyor, çünkü ben bir Arsenal taraftarıyım ve son yıllarda kim şampiyon olmayı hak etti diye baktığımda Arsenal'i görüyorum. Gerçekte durum böyle değil.

Oyuncular biraz doğalarına aykırı oynuyorlar. Barça sıradışı bir futbol oynuyor ve çok küçük yaşlardan çocuklara aynı yolu öğretiyorlar. Arsenal'de durum böyle değil. Dediğim gibi, bazı oyuncular doğalarına aykırı durumda. Mesela Abou Diaby'i düşünüyorum. Oyuna fiziksel etkisi yeterince yok. Fabregas kalitesinde olmayan ama onun gibi oynamaya çalışan bazı oyuncular var."
Ben bunu oldukça beğendim, ve yazıya bu şekilde başlamayı uygun gördüm. Manchester United karşısında belki en net ve kesin değil, ama benim aklıma kazınan sorun Arsenal oyuncularının görevlerindeki belirsizlikti. Arsenal iyi futbol oynamaya çalışırken, ve bu yolda giderken kazanma formülünü bulamamanın sıkıntısını yaşayan bir takım. Süreç boyunca bu formüldeki değişiklikler, kadrodaki oyuncuların gelişimiyle de birebir alakalıydı. Bir yerde Barcelona takımdaki eksikliği fark edip o alana transfer yaparken, başka bir mali yapılanma içindeki Arsenal'de bu hamleler oldukça kısıtlıydı. Böyle bir ortamda sezonun yıldızı Nasri yeri geldi iki orta sahadan biri oldu, yeri geldi bugünün Mustafa Sarp'ı Denilson takımın çok önemli bir parçası oldu. Bu değişimlerde, en iyiye ulaşma yolunda aşamalı bir değişimdense; sürekli iniş çıkışları takip eden, ne iyiye ne kötüye kesin bir grafik izleyen bir değişim vardı. Bu sene değişti demek istemiyorum çünkü The Invincibles dağıldıktan sonraki ilk dönem kadro (Flamini'nin olduğu) yine bu senekine benzer bir sezon izlemişti. Çok önemli bir kısmı lider götürüp sezonun ikinci yarısında çuvallamış ve şampiyonluğu Manchester United'a kaybetmişlerdi (Az ama öz Arsenal yazarı Amy Lawrence, Carling Cup finali öncesi bu konuya değindiği yazı için tıklayın). Chamakh'ın en sonunda kontratının bitmesi ve Bosman kuralıyla takıma katılması, van Persie'nin nispeten daha uzun süre sağlıklı kalabilmesi gibi pek çok rastgele faktör Arsenal'in sezona başlarken daha iyi bir formül çıkarabilmesini sağladı ve neticesinde bu takım çıktı. Song geçen senenin en iyi tutucu orta sahasıydı, bir değilse ikinciydi. Wilshere'se oyununu daha sertleştirdiği ve kanattan orta sahaya geçtiği Bolton serüveninden dönüyordu. İlerleyen dönemde bu ikili Arsenal'in oyununun karakteristiği oldular. Song bir önceki sezon en iyi olduğu görevden başka bir göreve geçti, Wilshere'e de yine bambaşka bir görev verildi, ve sonuç muhteşem oldu. Ben bu yapıyı Dünya Kupası'ndaki Almanya'ya çok benzetirim ve elimde somut bir veri olmasa da Wenger'in bu düzeni kurarken Almanya'dan esinlendiğine inanırım. Kullanılan oyuncuların geçmişlerinin ve kullanımlarının benzer yol izlemesine gerek yok (S'steiger de Wilshere de kanat geçmişli ve ikisi de daha derinde oynuyor; Song ile Khedira da daha defansif doğaya sahip oyuncular olmalarına rağmen daha ileride pozisyon alıyorlar). Löw'ün sistemindeki felsefeyi özümsemek ve bunu bir şekildeki takıma uygulamak benim için yeterli: çift pivot. Bir başka yazı öneriyorum, Arsenal Column'dan, Arsenal'de tutucu orta saha kullanımından çift pivota geçişi zaman çizelgesiyle anlatan bir yazı. Burada da dendiği gibi, Arsenal'in artık orta sahada kullandığı oyuncular, gerekli taktik beceriye sahip ve oyunu tam anlamıyla iki yönlü oynayabilen oyunculardı. Artık iki göreve bölünmüş iki orta sahaya yer yoktu. Flamini-Fabregas çok başarılı olmuştu ve hâla başarılı olabilirdi fakat elde Song ile Wilshere varken ve Fabregas'ın link oyuncusu olarak oynaması herkesin yararınayken çift pivot kullanmamak için hiçbir neden yoktu. Düşünün ki, Song yine daha geride, savunma önünde pozisyon alıyor, Wilshere daha serbest, daha çok ofansif orta saha anlayışıyla oynuyor. Bu halde mecburen bekler daha çok ileride olacak ve Arsenal yine kontra ataklar karşısında sıkıntı yaşayacak bir takım olacak. Wenger bu konudan bahsediyor. İkincisi, Song savunma önünde sabitlenmek için nispeten fazla iyi bir oyuncu ve bu da onu tam anlamıyla verimli kullanamamak olacaktı. Song ile Wilshere sahada görevleri paylaştılar ve bunu Alman takımı anlayışıyla yaptılar. Song ataklar ilk olarak olgunlaşırken ileri koşuyor, harika Wilshere (çok severim) topu orta sahadan geçirebildiğinde de, Arsenal hücumları daha direk ve daha etkili olabiliyordu, keza ilerideki oyuncular çok daha geniş alan buluyorlardı. Bundan bahsettim daha önce.

Şimdi bir önceki paragrafın başına gelelim: Görevlerdeki belirsizlik. İki takım da maça çok fazla eksikle çıkarken, reaktif oyunu tercih eden takım ev sahibi Manchester United oldu. Bir seferliğine kötü adamı oynamak futbola ihanet değil. Beyaz yalan gibi düşünün. Arsenal bunu düşünmedi. Clichy'den daha ofansif, ve ama savunma zaafları olan Gibbs Arsenal'e bir gole mal oldu. Devamında Denilson anlamsızlaştı ve buna Diaby'nin maç boyu devam eden kafa karışıklığı eklendi. Diaby kuşkusuz şu aralar en çok kızılan adam. Newcastle maçı unutulmamıştır. Ama bununla beraber çok değerli bir oyuncudur. Hızlıdır, güçlüdür ve harika bir tekniği vardır (Clairefontaine çıkışlı tabi). Sorun, bu oyuncunun ne şekilde kullanılacağının bulunamaması. Wilshere başka herhangi bir pozisyonda bugün olduğu kadar değerli bir oyuncu olmayacaktı belki de. Oyuncuyu parlatacak şablonu yaratmalısınız. Downing bugün çok güzel bir oyuncu olabilir, arkasında Kyle Walker varken. Bununla beraber Wilshere gibi, Messi gibi oyuncular pek çok pozisyonda layıkıyla oynayabilirler. Maç sırasında Arsenal Fabregas'ı arıyordu, orta saha ile forvet arası köprü kuracak ve vizyon sahibi bir oyuncuyu. Diaby, Fabregas'ın pozisyonundaydı fakat bunların herhangi birini yapmaktan uzaktı. Wilshere bu ihtiyaçları Fabregas kadar olmasa bile, yine de sağlayabilecek bir oyuncu. Wenger düşünmedi. Orta ikilinin düzeni, zaten Denilson'la başlanıp bozulmuştu. Diaby neden olmasın? Hadi bunu geçelim. Çok önemli değil ya, Wilshere'in o pozisyondaki başarısı ortadayken bunu uygulamaması gayet doğal. Peki ya Nasri'nin maçın çok büyük kısmını sağda geçirmesi? Nasri takımın en önemli hücum silahı olarak belirirken, sıkça soldan içe kaçıyor ve iç forvet gibi bir bölgede bulunuyordu. Sağdayken bunu yapması mümkün değildi ve muhtemelen daha çok kendi insiyatifiyle sürekli içeri kaçtı, ama bu sefer topu orta sahada aldı. Sağda çakılı kalsa izole olacaktı ki bunu kesinlikle yapmak istemez. Oyun tarzı gereği içeri kaçtı, ve daha çok Fabregas benzeri bir oyun kurucu rolüne büründü. Eleştiri yine Diaby'e, bu görevi üstlenemediği için. Diğer kanatta Arshavin çok fazla bir şey üretemedi ve yine geçmiş senelerdeki patlayıcılığından uzaktı. Nasri ilk yarının sonunda sol bölgeden çok net bir şut çıkardı ve o soru geldi akıllara. Keza Gibbs'in sürekli hücum eden oyunuyla sol bölge çok etkin çalışabilirdi. Maç sonrası konuşmak kolay, ve bunların hiçbiri olmadı. Ferguson'ı ve Rooney'i ayrı ayrı çok tebrik etmek gerekiyor, tabi manşet olan da Silva ikizleriydi. Arsenal potansiyelini maç özeline yayamamanın sıkıntısını çekti. Bu konuda bu sene daha iyiler. Pek çok örnek gösterilebilir, yakınlardan Everton maçı var. Wenger Walcott'un yokluğunda onun alternatifi olabiliecek bir ikinciyi bulamıyor ve oyunu biraz kurcalayarak van Persie'nin yanına ikinci büyük adamı sokuyor, tercihen Bendtner, bu maçta Chamakh oldu. Oynamayan hücum oyuncularından biri de etki edecek adam olarak ikinci oyuncu değişikliği oluyor. Ramsey'i aldı. Rambo hoşgelsin. Valencia da öyle. Diaby öyle işe yaramaz bir adam değil. Sadece ne şekilde kullanılacağı muamma. Hatta Petit'in dedikleriyle ilişkilendirirsek, çok değerli bir adam da olabilir. Eğer Arsenal zaman zaman futbola ihanet etmeyi öğrenebilirse, Diaby bu tip daha farklı bir oyunda yıldızlaşabilir örneğin. Şu anda geleceği parlak görünmüyor, fena bir suç işledi, neler olacak göreceğiz.

Arsenal bir sezonu daha kupasız kapatacak görünüyor. Yazın ne konuşulacak? Fabregas gidiyor mu? Hangi kaleci, hangi stoper gelecek? Bunlar artık oldukça sıradanlaştı. Yine de Arsenal'in son formülü oldukça etkileyici. Walcott'a bir yedek, bir de savunmaya takviyelerle gelecek sene bir kez daha, umut dolu gireceklerdir. Eden Hazard, mükemmel olur. Çok çok önemli, Ramsey dönüyor. Ne durumda bilmiyoruz, yine Vermaelen, çok önemli. Hepsinden önemlisi Arsenal'in biraz daha esnek olabilmesi ve inanması gerekiyor. Ön şart bu.

Diğer taraftan Manchester United ve kanatlarda beklerin kullanımı bir başka yazı konusu olabilir. Seamus Coleman'ın sezon aşırı performansından sonra bu hafta sonu bir kez daha zirveye çıktı: güçlü ve hızlı 'fazla iyi' beklerin, birer forvet olarak kullanımı.

2011/03/03

Teknik Direktörlük ne ola ki?


Aston Villa Avrupa'ya bir sene ara veriyor. Bir sene ki, bu kendine güven de yazarın teknik direktörüne olan güveninin göstergesi. Birmingham City'nin Carling Cup'ı kazanmasıyla 6. sıra kontenjanı kalktı, ilk 4 Şampiyonlar Ligi'ne, 5. de Europa Cup'a gidiyor.

Akıllara ilk gelecek olan CSKA Moskva maçıdır muhtemelen. Villa ligde iyi gidiyor, 4. sırayı kovalıyorken eşleşmenin Moskova'daki ikinci ayağına rezerv oyuncularıyla çıkıyordu. Daha önce uzunca yazdığım üzere, O'Neill'ın sonunu getiren sürecin başlangıcı buydu. Megson benzer şekilde 2008'de Lisbon'a zayıf bir kadro götürüyordu ve kısa süre sonra kendisine daha fazla tahammül edilemedi. İki teknik direktörün de geçmişten gelen vukuatları vardı ve bu olaylar, daha çok da sonun başlangıcı oldu. Bu gerçeğe karşın, değinmek istediğim nokta belli; ve diyorum ki Houllier'in tercihi diğer ikisinden de daha saçma olmasına karşın biraz daha farklı bir noktada. Bunları bırakıp bir de Tony Pulis'e bakalım. Stoke City tarzını yaratan adam olarak, kendini görevi maçları kazandırmak olan bir çalışan pozisyonuna koyar. Açıklamaları böyledir. Bu yanlış değil, romantizm bir yana, teknik direktörlerin görevleri budur. Aynen bu doğrultudan gidelim, sonuçta bir çalışan olarak beklentileri karşılamalı, aksi takdirde görevinden olacak. Maçları kazanmak, esas hedef olsa da bir yerden sonra oldukça basit kalıyor. Etki eden elbette başka faktörler var, ve teknik direktörün pozisyonunu aynı zamanda bunlar belirliyor. Megson kötü gidiyordu ya, O'Neill takımı üç sene üst üste 6.lığa taşımıştı. Kağıt üstünde istifa etmiş gözükse de taraftarın desteğini tamamen kaybetmişti. Üstelik Moskova hadisesi dışında taraftarla arasında kötü giden bir şey de yoktu. Ama taraftar iyi futbol izlemeye açtı ve üst üste gelen 6.lıklar, üzerine Avrupa'daki başarısızlıklar doyurucu gelmiyordu. Takım mali açıdan berbat yerlere geldi, bunun şeceresini de yeni rejim ve Houllier çekiyor. Lerner sürekli cebinden harcıyor ve bunu Demirören gibi taht kurma amacıyla yapmıyor. Cebinden çıkan para 200 milyon pound'u buldu. Onu bırakın, O'Neill'ın döneminde her yaz takımın o sezonki en iyi oyuncusu ayrılırken, Houllier ile bu telaş neden daha az? Barry ve Milner aynı gerekçeleri gösterdiler; Villa onlar için kendini gösterdikleri bir arena oldu, ertesinde kupalar kazanma amacıyla Manchester'ın yolunu tuttular. Ashley Young şu an bu iki oyuncunun ulaştığı noktanın aynısında, ama ona kaptanlık veriliyor ve yeni oluşan, parlak bir takımın liderliği üstlendiriliyor. Young'ın kafası Houllier'le daha rahat. Şöyle bakın. Teknik direktöre maç kazandıran unsurlar, ve maç kazandırmaya devam edecek unsurlar arasında mali bilanço ve futbolcular da var. Oyuncuları kadroda tutabilmek de O'Neill'in stiliyle alakalıydı. Daha iyiye giden, proaktif bir futbol olmadığından, oyuncular kulüple beraber büyüyebileceklerini düşünmüyorlardı. Kalıcı, stabil bir başarıya güven yoktu. Villa her geçen gün daha iyiye gidiyor ve gelecek seneler için Houllier'nin elinde mükemmel bir omurga var. Şu kadroyu Liverpool'a benzetsek, gerçekten çok uzak olmaz. Yine altyapıdan gelenlerle iyi bir jel oluşturulacak ve işler iyiye gidecek. Sonrası? Sonrası da Liverpool macerasına benzeyebilir, keza pek çok teknik direktörün stili bir kulüpte uzun yıllar çalışması için uygun değildir. Efsane hoca Bela Guttmann bir takımı yönetme gücü kalmadığını anladığı anda ayrılır (Yazının sonuna kendisinin bir sözünü ekledim). Hiçbir takımda 3 seneden fazla kalmamıştır. Benitez, Liverpool'u en yükseğe çıkarır, sonra o yüksekteki takımı orada tutacak dinamiği geliştiremez. Bunda elbet istediği oyuncuların alınamaması ve başka etkenler de vardır, fakat suçlu aldığı tonlarca oyuncudan ettiği zarar ve kesin bazı karakterler isteyen proaktif oyunudur da aynı zamanda. Sacchi, Milan'a futbol tarihinin en etkileyici tarzlarından birini yerleştirir, ama sonrası için Sacchi'nin Milan'da kalmasındansa Capello'nun gelmesi çok daha iyidir. Bu, Capello Sacchi'den daha iyi olduğu için değil. Houllier, O'Neill üzerine kurulan ve onun ani ayrılışıyla boşluğa düşen Aston Villa için bulunmaz bir nimet oldu. Houllier'nin stili, Aston Villa'nın gereklerini en yüksek derecede karşılıyor. Beklenen nedir? İngiltere'nin en iyi genç oyuncuları belki de Aston Villa'da; bunları as takıma çıkarmak ve daha iyi bir bilanço. Takımın modern ve proaktif bir futbol oynamasını sağlamak; bu doğrultuda başarıyı hedeflemek. Aynen bu yöntem izlenebilir, eldeki malzemeye göre başarı yine maksimum 6.lığa gelebilir. Fakat görünen o ki, Aston Villa'nın potansiyeli gerçekten yüksek. Liverpool benzetmem de buradan geliyor. Houllier doğru yer, doğru zaman adamı. Onun da miadı, 2-3 sene içinde dolacaktır, bu zaman içerisinde ondan beklenilenleri yerine getirirse büyük minnet duyulur, teşekkür edilir. Onun gereğinden fazla profesyonel, nispeten soğuk mizacı ve teknik direktörlük geçmişinin gösterdikleriyle Aston Villa'nın Wenger'i olmasını beklemek zor. Wenger, başarıyı yakaladıktan sonra kalıcılığı da yakalayan bir dinamiğe sahip. Keza Sir Alex de öyle. Yeniden, yeni yollar çizebiliyor. Houllier ise, benim tahminim o ki çok yüksek ihtimalle mizacı yüzünden görevinden olabilir, bunların hepsi birer varsayımdan ibaret olsa da. Neticesinde Aston Villa'dan Redknapp'ın Tottenham'ı benzeri bir takım yaratmasından ve sonrasında olacaklardan bahsediyoruz. Hepsi varsayım. Bundan öte, başarılı takım yönetimleri vardır. Bana sorarsanız, Barcelona gibi olmamak daha iyidir. Barcelona çok iyi olduğu için sıkıcıdır bana göre ve takımın içinde bulunduğu şartlara göre yapılan teknik direktör tercihleri sadece işin eğlencesi yanından bakıldığında, daha iyidir. İşte, Sacchi sonrası Capello mükemmel bir tercihtir. Keza olası Houllier başarısı sonrası, yeniden bir şeyler yaratması beklenen biri değil, bu dengeyi koruyabilecek ama aynı zamanda modern, taktiksel bilgisi iyi olan bir teknik direktör Aston Villa'nın uzun vadeli seçimi olabilir. Ferguson sonrası Manchester United nasıl bir yapılanmaya gider, Wenger muadili bir futbol aklının etrafında farklı bir yapıya mı bürünür yoksa Ferguson geleneğinden devam edip fonksiyonel bir takım olmayı mı sürdürür, bu muallak. Ama fonksiyonel gelenekten hocaların sayıca daha az olmasını göz önüne alarak, United'ın da muhtemelen yol değiştireceğini düşünüyorum. Bir takımın başında çok uzun süre kalmak bir büyüklük, veya başarı kıstası olarak alınmamalı.Bu tamamen stille alakalıdır. Bela Guttmann konargöçer bir adamdır, efsane bir teknik direktördür. Mourinho, Sacchi, Benitez; yazıda geçen diğerleri de öyle. Uzun süre aynı takımı çalıştırmak sıkça en iyilikle karıştırılıyor ki, stabilite iyi olma kıstaslarından sadece biridir. Ferguson tarihin en büyük teknik direktörlerinden biridir; 20+ sene aynı takımda olup 10+ sene istikrarlı olarak başarılı olmak. Fakat bir başkası, bir seferliğine de mahsus olsa, çok düşük bütçeli takımla şampiyon olduğu için efsane olabilir; veya oyuna yepyeni bir bakış getirmesiyle. Bunun karıştırılmaması gerektiğini düşünüyorum. Bununla alakalı aklıma gelen bir Borges yazısı var, önerilir.

Houllier dün gece aptalca bir seçim yaptı. O'Neill ve Megson'ın seçimlerinin mantıklı açıklaması yapılabiliyor, tercih yapmak için nedenleri vardı. Fakat Houllier? Ligde zaten hiçbir hedef kalmamışken kupaya zayıf kadroyla çıkmanın hiçbir anlamı yoktu. Üstelik kupada bir üst tur, çok yüksek ihtimalde yarı final de demekti; Villa Park'ta Reading'le oynanacaktı. Bunun yanında oraya gelen taraftarlara büyük saygısızlık. Kendini savunuyor ve "Daha güçlü bir kadroyla çıksam da ilk golün yenilmesine engel olamazdım." diyor. Bu doğru. Ama devamında haftasonuki Bolton maçını gerekçe göstermesi inanılır gibi değil. Bunu her maç için söyleyebiliriz, gerçekten kadronun kalitesizliğinden bağımsız, bu maçta olduğu gibi savunmaya çarpıp yenen gollere yapılacak bir şey yok; ama o halde her maça daha zayıf bir kadroyla çıkalım. Nasıl olur? Houllier gelecek sezon için gerçekten çok önemli olan bir maçı, gereksizce, değersiz gördü ve seneye Avrupa'da oynama hayalleri tamamen tükendi. Ama bunun önemi yok. Houllier, Aston Villa için şu an doğru adam ve doğru işler yapmaya devam edecektir. Sevsek de sevmesek de. Ha benim canım sıkkın, ama genel durumdan gayet memnunum, o ayrı...

"Teknik direktör bir aslan terbiyecisi gibidir. Şovunda kullandığı hayvanlara hükmeder, bunu korkusuzca ve kendine güvenle yapar. Fakat hipnotize edici gücünden emin olmadığı, gözünde korku belirmeye başladığı anda, kaybetmiş demektir." Bela Guttmann, Inverting the Pyramid'den.


Ek okumalar:
Dünkü maçın ardından, futbolda romantizm üzerine.
City maçının analizi.
Ne ilginçtir ki, Houllier maç öncesi açıklamalarında güçlü bir kadroyla çıkacaklarını ima eden açıklamalar yapıyor.
O'Neill'in mirası: Dengesiz oyuncu maaşları.
Aynı konu üzerine daha da ayrıntılı bir inceleme, Swiss Ramble'dan.