2012/06/29

Lambert, aye!

Paul Lambert kimdir diyene kısaca Martin O'Neill'ın genci desek nasıl olur? Celtic'te 5 yıl beraber çalışıyorlar; sonra Lambert hocalık kariyerinde de onun gittiği yoldan, en aşağıdan başlayıp yavaş yavaş yükseliyor ve hatta çalıştıkları takımlar bile tutuyor. Wycombe Wanderers, Norwich City, Aston Villa. Düşük bütçelerle önemli başarılar yakalıyorlar. Bununla beraber çalıştıkları takımları dan diye bırakıp gitmek gibi bir huy ediniyorlar. Norwich'in 3-5-2'si ve O'Neill'ın çalıştırdığı Leicester City'nin Muzzy, Savage, Lennonlı meşhur 3-5-2'si ile de nihayet kare as tamamlanıyor. O'Neill 3lü savunma sistemini İskoçya'ya taşıdığında Lambert bizzat bu sistemin içinde yer alıyor.

Etkileyici bir hocanın yanında geçen her bir senenin değeri büyük. Bu anılar daha sonra oyuncuların fikirlerini, geleceklerini doğrudan şekillendiriyor. Villa'nın son dönemde çalıştığı veya çalışmak istediği isimlere baktığımızda, hep bu tip ilişkileri görüyoruz: O'Neill için Clough ve Solskjær için Alex Ferguson. Lambert'a gelince, ikinci kez O'Neill, ve Hitzfeld. Başkan Lerner'ın baktığı en önemli kıstaslardan biri bu. Takımı büyütme kapasitesine; bu ölçüde fikirlere ve deneyime sahip olma. Yalnız, Lerner'ın düşüncesi daha çok iş ahlakı yönünden açığa çıkmış olacak ki ki aldığımız adamlardan ikisi Glaswegian, biri de onlara çok uzak değil, O'Neill oluyordu. (Houllier ise çok başkaydı, saygım vardır). Şimdi baktığımızda, pekala bu tercihlerin 'sonuçları' istenilen düzeyde olmadı. Blogu az çok okuyanlar bilir, benim Lerner döneminin en çok iz bırakan hocası Martin O'Neill'la ilişkim sevgi ve saygı ama daha çok da sevgi üzerine kuruludur. O da büyük ölçüde anıların etkisiyle. Takımın iyi veya kötü bugünkü halinin baş sorumlusu o; ve net olarak, beklentiyle ve bir planla bunu değiştirmeye gelen onun elinden geçmiş biri olacak.
 
Girişte bu hikaye, yani Lambert'ın her haber nitelikli yazıda dolaşan hikayesi yazılmasa olmayacaktı. Ama esasında söylemek istediğim bunun birebir zıddı. Lambert kararı açıklandığında mutluluk yaratan O'Neill'ın açtığı yoldan devam edecek biri olması değildi. Sadece şu 3-5-2 muhabbeti dahi O'Neill'ı bir taktik deha olarak düşündürebilir ve Redknapp, Bruce gibi bu işleri küçümseyen biri olmadığı elbette söylenmeli; fakat fikirlerini fazla değiştirmiyor ve bu uzun vadede takıma zarar verebiliyor. Lambert'ın Villa için önemi hakkında söylenebilecek en önemli şey, aynı zamanda mentöründen en önemli farkı: müthiş bir esnekliğe sahip. Bunu üst paragrafta söylediğim Glaswegian ahlakı ve pratikliğiyle birleştirin. Çok ideal, heyecan verici bir hoca ortaya çıkıyor. Bakın, O'Neill'ın belli planları vardır; ancak bunlar sezon öncesinden bellidir ve sezon içinde değişmez. Young'ı kanattan merkeze çekme, Milner'ı zamanı gelince merkezde oynatma planları sezon öncesinden bellidir. Maçlarda oyuncu değişiklikleri çok az yapılır, kullanılan oyuncu sayısı 17-18'i geçmez. Bannan gibi yetenekli gençler dahi fiziken hazır olmadıkları gerekçesiyle Premier Lig tecrübesinden yoksun bırakılır. Lambert'sa, doğrudan rakibe göre uzun oynuyor, paslı oynuyor veya tavşan deliğinde Hoolahan'ı kullanıyor. Sezon öncesinde belli olan bu esneklik. Takımın bu değişken yapısını acizlik olarak nitelendirmeden bir nefes almak gerek; bunun arkasında bir eğitim ve keyif var. Oyuncular bunun bilincinde. Hocanın Norwich'de çalıştığı hemen herkesin onla çalışmaktan duyduğu zevk buradan geliyor.

Martin O'Neill'ın ayrılma nedeni, her şeyi tek elde toplama isteğinin işleri çığrından çıkarmasıyla bugün hâla toparlanamayan maaş şişkinliği idi. Bu yönetim bazında, ve elbette daha da önemlisi, kulübün geleceğine dair. Maaşlar kadar etkili olan diğer nedense istenilen düzeyde çözülemeyen teknik problemlerdi. Buysa esas olarak taraftarı ilgilendiriyor ve daha eskilere gidiyordu. O'Neill sezonun başlamasına 1 hafta kala istifasını verince, aceleye gelmesi gereken bir kararla 'teknik' bir hoca bulundu. Gerard Houllier. Keza daha çok öne çıkan takımın tekdüzeliği, taraftarın bıkkınlığıydı. Houllier, deneyimi ve yetkinliğiyle Lerner'ın büyük takım hocası kafasına da uyuyordu. Ama berbat bir iletişim kurunca, takıma getirdiği bütün taktiksel yeniliklere rağmen sevimsizce gitti. Hâla da sevilmez -şayet ben severim. Sonra, verilerle de Villa tarihinin en kötü hocası olduğu kanıtlanan Alex McLeish geldi biliyorsunuz (yüzdeye vurulunca en başarısız); onun nedeni de Houllier'nin ve -artık göz ardı edilemeyen- O'Neill'ın enkazını toplamaktı. O'Neill'ın enkazı derken, bu enkaz finansal yöndendi, Houller'ninki ise zihinsel. Buradan bakarsak, McLeish ikisinin de hakkını verdi. Maaşlar biraz toparlandı, küsler öpüşüp barıştı. Ama dünyalar kötüsü bir hoca olduğundan olacak, blogda da yer alan akıl almaz negatif futboluyla kendinden nefret ettirdi; takım ligden düşenin 1 puan üstünde bitirerek bir sonraki sene için bahis sitelerinde 'küme düşer 5/2' verilir hale geldi. Bunu o zaman da söylemiştim: McLeish'ın bu kadar kötü olmasına rağmen oyuncuların desteğini alması ve oyuncuların hâla arkasından kötü söz söylememesi oldukça garip. İşte Lambert bu iki unsuru, yani oyuncularla iyi geçinme ve teknik yetkinliği bir arada bulunduran; genç, potansiyelli bir hoca olarak sonunda eksiksiz bir tercih olarak gözüküyor. Lambert'ı getiren süreç budur, Lambert'ın önemi budur Villa için.

Biraz da hocanın kendisinden ve takımın önümüzdeki sezon için beklentilerinden bahsetmek gerek. Kariyerinden bahsederken, O'Neill'la kesişmediğinden olacak, 1 senelik Borussia Dortmund deneyimini atlamışım. Halbuki epey önemli. Dortmund o sene Juventus'u yenip Avrupa şampiyonu olurken -bunu yabancı bir takımla başaran ilk adalı- Lambert 40'ın üzerinde maça çıkan değerli bir oyuncuydu. Orada geçirdiği 1 sene için "Takımın en kötü oyuncusu bendim" diyor ve bu basit bir mütevazilikten ibaret olmayabilir. Bana kalırsa, İskoçya dışındaki ilk sezonunu yaşayan bir futbolcunun teknik yetersizliğini hoş bir şekilde söyleme biçimi; yani kendini bu bakımdan aşağıda görmüş olabilir. İşte en az bu şampiyonluk kadar değerli olan, muhtemel ki kariyerinin ileriki kısmını net olarak etkileyen bir başka mevzu vardı: Ottmar Hitzfeld. Hitzfeld referansı sanırım Ferguson referansından daha değerlidir. McLeish'te görüldüğü üzere o yakada hemşehri davaları yürüdüğü oluyor. Şöyle demekte general:
"Dortmund'dan ayrıldığından beri Paul'u takip ediyorum ve Norwich City'le Premier Lig'e yükseldiğinde onu tebrik etmiştim. Bir oyuncu olarak, her zaman bir koç gibiydi. Liderdi. Onu transfer etmek pahalıya mal olmamıştı ve kimse de önemli bir oyuncu olmasını beklemiyordu. Ama bizim için çok değerli bir oyuncu oldu. Bu yüzden, başarılı bir hoca olması benim için bir sürpriz olmadı. Paul'le alakalı söylenebilecek en önemli şey, çok iyi bir takım oyuncusu olması. Bu bir hoca ve oyuncu olmak için en önemli niteliklerden birisi. Paul maçlardan önce soyunma odasında iyi bir hava yaratmaya çalışırdı. Ve bir mağlubiyetten sonra, soruna nasıl işaret edilmesi gerektiğini bilenlerden biriydi."
Eh, çok can alıcı bir nokta yok gibi. Yine de Hitzfeld övgüsü gayet iyidir.

Hocanın Villa'ya gelir gelmez işaret ettiği konulardan biri -Lerner'ın da genellikle üzerine düşündüğü- gelenekten güç almak oldu. Özetlemek gerekirse; Aston Villa Avrupa şampiyonu olmuş sayılı İngiliz takımından biri, Premier Lig'in kurucu üyesi, İngiltere'nin ikinci şehrinin en büyük takımı, saçmalamaya giderek başbakanın takımı falan filan (Cameron 1-2 kez de geldi Villa Park'a). Lerner'ın çalışmaları kurucu üye McGregor'ın heykelini dikmek ve tarihi Holte End otelini revize etmek gibi şeyler oldu; Lambert'ın aklındakiyse daha çok saha içi. Bu sanıyorum O'Neill'dan aldığı bir şey olacak, 'takım' vurgusuna çok önem veriyor. Şurada acayip bir gereksizlikle tartışıldığı üzere, futbol kulübüne olduğu kadar futbol takımına vurgusu da büyük. Yani, modern birtakım yapısal gereklilikler kadar biraz da eski tip diyebileceğimiz, 18-20 kişilik çok iyi bir uyum, herkesin kendini takımın bir parçası hissetmesi, taraftarlarla çok iyi bir bütünlük gibi şeyler. Bu amaçla yedek kulübesinin ve teknik kadronun bulunduğu yeri, Villa'nın meşhur, o güçlü Holte End tribünün önüne çekilmesini istemiş ilk icraat olarak.

Bugün öğrendiğimize göre teknik kadro işine de el atacak. Bir önceki dönemde katılan Glenn Roeder'a ek olarak, McLeish'le beraber gelen Paul Montgomery -scouting'in başına atanmıştı- ve Arthur Numan görevden ayrılıyorlar. Bunlar Villa'nın oyuncu izleme komitesinde çalışıyorlardı. Brett Holmen'ın Bosman kuralıyla transferini gerçekleştiren Hollandalı Arthur Numan'dı. Villa yine Eredivisie'den oyuncu alıyor, Feyenoord'dan El Ahmadi; fakat bu birebir Lambert referansıyla. Norwich'ten çalıştığı ekibi getiriyor. Bunu paylaşmaktaki amacım O'Neill'dan ayrılan, değerli görülen yönüne bir kez daha vurgu yapmak esasında. Lambert kendi bildiğini yapmayı seviyor olabilir, ama bu bildikleri kulüp yönetimine zarar verecek ölçüde değil. En azından şu ana kadar gösterdikleri bu şekilde. Henüz 33 yaşında kulüpte en önemli 2. adam konumunda olan Paul Faulkner, Lerner'ın değil, daha doğru tabirle O'Neill'ın her işine koşmakla meşguldü. Yönetim artık her işi hocaya bırakmaktan vazgeçti ve belli kısıtlamalar getirmeye başladı. Ben Lambert'ın belli bir özerkliği korumakla beraber, bu basit ama kesin kurallarla -her takımda var olan- uğraşmada sıkıntı yaşayacağını sanmıyorum. Mantıklı olduğu sürece gerekli harcamalar zaten yapılıyor.

Peki ne yapacak? Akademideki oyuncuları kullanacak, hâla kaldıysa yüksek maaş alanlardan gönderebildiklerini gönderecek ve trende uyup Hollanda'dan, Fransa'dan düşük bütçeli transferler yapacak. Ve büyük çoğunlukla genç. Buna alt liglere ait bilgisiyle beraber ufak tefek transferler de eklenebilir. En iyi oyuncularını satmaya çok meraklı Leeds'den Snodgrass yazılıp çiziliyor. Bu yüksek maaşlı oyunculardan örneğin en yükseği Darren Bent, haftada 80k alıyor; yani Luka Modric'in bir buçuk katı, Cabaye'ın 2 katından fazla. Onun dokunulmazlığı olduğundan sıra geçen senenin en değerli oyuncusu seçilen Ireland'a geliyor. Stephen Ireland esasında Bent'ten de klas, takımın bana göre açık ara en klas oyuncusu. Fakat şöyle bir durum da var: Villa 2 sene önceki üst üste 6.lıklar alan konumunda olmadığı için böyle değerli bir oyuncunun kaybı o zamanki gibi bir anlam ifade etmiyor, en azından benim için bu böyle. Villa'nın bu sezonki gerçekçi hedefi yeniden tablonun üst kısmına çıkmak ki böyle bir ortamda Ireland'a haftalık 65k vermek yerine hem gelecek oyuncular için daha rahat bir ortam sağlanabilir, hem de Barry Bannan gibi artık olmakla olmamak aşamasına gelmiş oyunculara şans verilebilir. Bannan'ın 'olmaması' durumunda elde her daim hazır bulunan, jack-of-all-trades Gabby Agbonlahor da var. Bahsedilen oyuncularla uzaktan yakından alakası olmamasına rağmen, Lambert'ın oyunculardan max verim almadaki başarısı ve takımı belli bir şekle sokacağı yolundaki umut, işi benim için %51 satılsına getiriyor. Gelip de şampiyonluğa oynayacağız demedi bu adam. Keza QPR'ın, Mark Hughes'un da bir ilgisi var. Dunne'ı da Martin O'Neill istiyor, hiç şaşırmadık tabi ki.

(Gelecekten gelen not: Ireland'ı kimseye vermeyiz. -Hazırlık kampı sonrası)

Genç oyuncuların süre alması ve gelişimleri epey önem verilen konulardan biri olacak. Bunu deyince de yakın zamana dair ister istemez Gerard Houllier akla geliyor. Oyuncuların gelişiminde en önemli nokta artık hırs, kararlılık gibi şeyler değil; birtakım oyunu okuma becerileri ve teknik gelişme olmalı. Barry Bannan üzerinden gidelim ve son 3 hocanın kullanımlarına bakalım bu bağlamda. O'Neill, boyu kısa diye kadroya almıyor; Houllier, orta ikiliye yerleştiriyor ve oyun kurduruyor ki bu aynı zamanda en başarılı dönemi; McLeish'se daha çok kanatta ofansif orta saha olarak kullanıyor, ya da göbekteyse Gerrard'vari Hollywood paslarına yönlendiriyor. O'Neill'ın katkısı yazıyla sıfır olurken, McLeish Premier Lig tecrübesi ve attığı gollerle oyuncuya belli bir güven aşıladı; ama yetersizdi. Okuduklarımıza göre, Bannan şu an daha fazla kısa, basit oynamaya başlamış, doğruların tekrar edilmesi, Houllier'ye bakılması açısından sevindirici. Bu tür taktiksel olgunlukları sanırım en çok Marc Albrighton'da görüyoruz; zaten Ginola hayranlığı ve bisiklet sürün teşvikiyle rüştünü ispatlamış bir arkadaşımız. McLeish'in verdiği 1 senelik aradan sonra takımda yeniden önemli görevler üstlenebilir, keza Houllier döneminde bir seneliğine yerleşen orta ikilinin oyun kurması, kanatların arka direğe koşu yapması gibi unsurlar çok büyük ihtimalle geri dönecek. Ama önce, kronikleşmeden önce sakatlık sorunlarını net olarak çözmesi, ve geçen seneyi tamamen unutması gerek.

Lambert'la ilgili bilgi edinmeye çalışırken Elite Soccer diye bir dergiye denk geldim, yeni gördüğüm için affola. Bu derginin Şubat sayısında kapak Lambert'mış ve hoca antrenmanlarına dair iki yazı paylaşmış. Bunlar Swansea'nin tiki taka futboluna benzemese de, gayet iyiler. "Çalışmanın bazı bölümleri basit gözükse de, bunlar oyun ve oyuncuların gelişimi için temel şeyler; özellikle topa sahip olmak ve oyunu yönlendirebilmek için. Modern oyunda, pres olsun olmasın oyuncular topla rahat olmalılar." diyor.




Paul Lambert koçluk lisansını İngiltere'den değil, Almanya'dan almış ve antrenman tarzının İngilizden çok Almana benzediği söyleniyor. Bunun gibi çalışmalar ve El Ahmadi gibi transferlerle -geride çok sakin oynayan, Carrick'i andıran bir oyuncu olduğunu okudum- Villa'nın topa sahip olma ve hiç değilse önemli hücum oyuncularını daha verimli kullanma şansı olacak. Bu işler (savunma, orta saha, forvet gibi görevlerden bahsediyorum) bir bütünlük teşkil etse de, net olarak takımın işlemeyen bölgeleri orta sahası ve savunmasıydı. İki bölge de tek yönlüydü. Hücum oyuncularının, en azından nitelik olarak bir sıkıntısı yoktu. Doğru yönlendirmelerle, gençlerden Ciaran Clark -stoper-, Gary Gardner -orta saha- gibi oyuncular vakti zamanında Jordan Henderson'ın Sunderland'de yaptığı sükseyi yapabilecek nitelikteler. Ciaran Clark geçen sene bir kez daha gösterdiği gibi, topla arası Ireland hariç Villa orta sahalarının hepsinden iyi veya denk olan bir defans oyuncusu. Bu yüzden, ve takım 2 senedir krizde olduğundan orta sahada kullanıldı, goller de attı. Lambert hocanın oraya bir el atıp onu fark yaratacak bir stopere dönüştürme işini üstlenmesini merakla bekliyorum. Nereden geldiği nereye gittiği belli olmayan bu paragrafı geçen senenin sürprizi, bir başka her işin adamı -bkz. Gabby Agbonlahor- Herd'e sevgi, saygı notu düşerek kapatalım.
 
Geçmişe bakarsak, Lambert'ın çok uzun süre burada kalması olası değil, yani iyi bir teklif gelirse her şey mümkün. Bu özelliği O'Neill inadından biraz farklı, hırs demek daha doğru duracak. Ama önemli olan bu değil, gittiğinde neler bırakacağı olacak. Geride bıraktığı Norwich, artık League One'da değil, Premier Lig'de yarışıyor; gelişime açık ve ekonomik açıdan ileriye giden bir kulüp. Aston Villa'nın da beklentisi bu. Wycombe Wanderers başkanı Beeks'in sözüyle, "O henüz bitmedi. Villa'ya gittiğinde de bitmiş olmayacak."

BBC'teki yazı oldukça güzel, pek çok detayı oradan aldım. İncelemek isteyenler için.

*Başlıkla ilgili olarak, 'aye' İskoçların yes deme biçimi gibi bir şey oluyor. Lambert'ı anlayabilmek için kulakları dikmek gerek, McLeish hem daha iyi konuşuyordu hem de ne dediği pek önemli olmadığından daha kolaydı bu işler. Glasgowluların konuşması böyle bir melodi gibi, akıp gidiyor ama o arada ne olduğunu anlamıyorsunuz. Geçenlerde bununla ilgili bir habere rastladım. 1986'da Ferguson'la görüşmek isteyen Unitedlı yöneticiler, iyi bir ilk izlenim bırakmak için olacak, telefonda İskoç aksanını taklit etmişler! Bakın şurada Lambert'ın konuşmasının bir örneği var.