2012/11/15

Alamet-i Baklava


Prolog - Margaret’ın telefon konuşması
Manchester United iki hafta içinde Chelsea ve Arsenal galibiyetlerini sıralarken bir United taraftarı olan Margaret’ın yüzünde ayrı bir tebessüm vardı.  Kazanmaları bir yana, takım yeniden onun istediği şekilde oynuyordu. İki hafta önce MUTV’de yaptığı sert çıkış işe yaramış olmalıydı. Bundan öncesini düşününce, akılsızca oynuyorlardı.
“Tüm yediğimiz gollerin o aptal baklava formasyonu yüzünden olduğunu görmüyor musunuz? Eski şekilde oynamaya devam etmeliyiz.”
Alex Ferguson’ın yıllar içindeki Manchester United takımları ve bunların oynama biçimleri sürekli değişse de ayakta kalan yalnız 4-4-2 şeklinde formülize edilen oyuncuların sahadaki dizilimi idi. Lakin, formasyon aynı kalsa da her takımın kendine has bir özelliği vardı. Mesela bunlar arasından 2006-09 arası Tevez ve Rooney’nin forvetleri olduğu 4-4-2 şablonu, son 10 yılın en iyisiydi. Takım o kadar homojendi ki, sanki herkes orta sahaydı ve herkes forvetti. Fakat bu takımın 99’da Şampiyonlar Ligi’ni kazanan 4-4-2 ile hatırı sayılır bir benzerliği bulunmuyordu. Hatta Ferguson zaman zaman şablonu da değiştiriyor ve Rooney’i sol kanada atıp oyuncularını 4-3-3 şeklinde üç bloğa ayırıyordu.  Margaret’ın kaygısı acaba takımın yıllar içinde değişen bu oyun tarzına mı yönelikti? Ya da değil miydi?
“Eğer menacere bir şey söylememi istiyorsanız, buyurun söyleyeyim: Lütfen Chelsea maçında baklavayı kullanmasın. Onun bütün iyi oyuncularını gördüm ben. Ve hiçbiri maçın başında bu kadar kolay gol yiyecek kadar salak değillerdi. Ne yapacaklarını bilmiyorlar, sahada kaybolmuş koyunlar gibi koşturuyorlar."
Görünen o ki, Margaret orta sahada baklava şeklinde dizilmenin her şeyi berbat ettiğini düşünüyor. Oyun anlayışını değiştirmeden salt şablonu değiştirmek bu ölçüde farklara, dolayısıyla tepkilere neden olabilir. Bununla beraber, oyun tarzı ile şu rakamlarla ifade edilen formasyonun birbirinden farkını ve de bağlantısını ayırt edebilmek gerek; benim yazıyı yazma amacım en az baklavadan bahsetmek olduğu kadar bu duruma da dikkat çekmek. Bana öyle geliyor da olabilir, ama sanki bizim futbol konuşulan ve güya teknik konuşulan ortamlarımızda, tepeden inme kaynaklı, gayet ezbere, dogmatik bir biçimde bu ayırda gitmiyoruz ve hatta bu sayılarla bir şeyler ifade edince ‘Ben bu işten anlıyorum’ triplerine giren abiler dahi olabiliyor. Bilgi kirliliği bu. Bilgi kirliliği, çünkü günümüzde 3 forvete dönme, 4-3-3 denen dizilim şeklini bilim adamlarınca kanıtlanmış en iyi dizilim olarak görme veya ayağa pas yapmanın oyunu en ahlaklı oynama şekli olduğu gibi yanlış kanılar var. Bunlar doğru olabilir, fakat neden doğru, nasıl doğrulanabilir, nasıl yanlışlanabilir bunlara ayrılan zaman çok az ve özensiz olduğundan havada kalıyor. Şüphesiz ki genelleyici değil ama grotesk bir örnek olarak; Arena’daki Cluj maçında bir abinin ‘Neden ayağa pas yapmıyoruz’ dediği gerçekten duyulmuş.

Şablon ve oyun anlayışı, kazanma yolunda türeyen sorunlar ve çözümlerin bir anlatım şekli olmakla hiçbir zaman birbirinden bağımsız yürümüyorlar. Tek başına şablonun veyahut oyun anlayışının bir değeri yok. Elinizde bir oyun hamuru var ve bu oyun hamurunu ne şekilde parçalara böleceğiniz size kalmış. Nitekim aynı büyüklükte iki parça çok farklı şekillere girebilir ama ikisi de bir yerde sınırlıdır yani daha büyük bir parçayla aynı olamaz. Belki çok fazla benzeyebilir, ama aynı, takdir edersiniz ki mümkün olmaz. Şablonları bu oyun hamuru parçaları olarak düşünün; dolayısıyla her bir şablonun doğasından, şeklinden dolayı bazı sınırları, avantajları ve dezavantajları olur. Ama hamura ne şekil vereceğiniz hala size kalıyor. Misal 4-3-3 dizilimi nispeten daha defansif bir oyun anlayışı içinde de kullanılabilir. Yani 4-3-3 demek Barcelona demek değil, Barcelona o şekilde kullanıyor.

Bunu Bleacher Report'tan aldım, salt Newcastle maçının analizini okumak isteyenler şuradan veya şuradan buyurabilir.

Manchester United baklavayı kullandığı maçlarda gerçekten de çok erken goller yedi. Margaret haklı. Braga karşısında 2. dakikada geriye düştüler, 20’de de fark 2 oldu. Lakin bu erken goller yalnız United kalesinde olmadı. Geçen yıl 3-0 yenilip darmadağın oldukları –her yönüyle mükemmel bir taktik maçıydı- Newcastle’a karşı ilk 15 dakikada 2 gol buldular ve o dakikada Newcastle menaceri Pardew da baklavaya geçene kadar topu hemen hemen hiç vermemişlerdi. Bu Margaret’ın tezinde bir tutarsızlık yaratmıyor, baklavanın eksikleri ve faydaları ve United’ın kullanım şekli biliniyorken böyle zıt durumların oluşması normal. Hemen hemen ağzına kadar dolu cam şişeyi dolaba koyarsanız muhtemelen patlar demek gibi bir şey bu. Birinde formasyonun avantajları sonuç verdi, diğerinde dezavantajları ayyuka çıktı ve ikisi de en uç halleriyle belirdiler. 

Son bir şey: Margaret’tan Newton’a Serbest Geçiş
Öncelikle sorunu saptamak gerekiyor ki, bu gerçekten hiçbir şekilde karmaşıklığa ihtiyaç duymuyor. Tüm saygımla artık Margaret’ın kimliğini ifşa etme zamanı geldi: soyadını hala bilmesek de, kendisinin yaşı 80 ve manşetlere çıkmasının esas nedeni söylediklerinden ziyade sanırım bu ayrıntı idi. Sorunların saptanması çok basittir. Hesap, kitap ve işlerin karmaşıklaşması bu sorunların nedenlerine inme aşamasında başlıyor; çünkü pek çok neden var ve hangisinin önce gelip tüm diğerlerinin kaynağı olduğu ya da ne şekilde bir çözüm yönteminin en doğrusu olduğunu bulmak zor. Sanırım teknik futbol lugatının bizdeki kısırlığı tepeden inme olmasının yanında bu durumdan kaynaklanıyor: bu şekilde analitik bir çözüm arayışında olan bir toplum değiliz. Yalnız, o sorunun kaynağının bulunması konusunda gayet başarılı olabileceğimize inanıyorum, her şeyi basite indirgeyebilme başarımızdan ötürü, ve en azından bu ayırda varabilmek de önemli diye düşünüyorum.

Premier Lig’de Manchester United düzeyinde kısa süreli de olsa ortaya çıkması, Ancelotti’nin PSG’deki denemeleri (sevgim blog geçmişinden görülebilir, hatta sizi yormayayım) ve bir de Yılmaz Vural’ın Süper Lig’e dönüşüyle –ne zaman gitti ki diyenler- bana biraz ilgi çekici geliyor ve buraya kadar gelebildiyseniz belki sizin de ilginizi toplayabilirim. Gerçi bunların hepsi bir yerde yalan: baklavayı yazma niyetim, takip ettiğim takım Aston Villa’nın denemeleriyle (dokuz karede baklava) başlamıştı. Ama buraya kadar dediklerimin de hepsi gerçekti.

Meseleyle bir noktadan alakadar olabilecek bir Newton alıntısı var aklımda. Lost in translation durumu yaşanmadıysa şöyle bir şey idi:
"Gerçek her zaman basitlikte bulunur, şeylerin karmaşıklığında değil. Çıplak gözlere çok çeşitli objeler silsilesi halinde gözüken dünyanın iç yapısı filozofik bir anlayışla bakıldığında çok basit hale gelir ve ne kadar basitleşirse o kadar anlaşılmış demektir."
Asıl mevzu: baklava neden kullanılıyor?

Avrupa’da favori dizilimi baklava olan hocaların sayısı çok fazla değil. İngiltere’de Alex Ferguson yakın zaman önce şablonun avantajlarından bahsetmiş olsa da ne o ne de ondan çok daha uzun zamandır bu işe ilgi duyan Paul Lambert şablonu efektif bir genel geçer sisteme dönüştürebilmeyi başarmış değiller. Açıkçası biraz düşününce de, uzun vadeli bir yapıya dönüşmesi ancak Ancelotti gibi orta saha obsesyonu olan hocalarla mümkün. Aksi takdirde iş güzellikten öteye gidemiyor, bir pratiklik sağlamıyor.


Baklavanın gizemi, orta sahaların kendilerini en rahat ifade edebilecekleri ortamı sağlayabilmesinde yatıyor. Orta sahalar düşünceye göre oyunun en önemli öğesi, kontrol öğesi haline geldiler¸fakat  denebilir ki bu aynı zamanda onları tam olarak bir kontrol mekanizmasından ibaret kıldı. Misal bugün çok değerli yeni nesil orta saha oyuncuları maç başı yaptıkları paslar ve bunların kaç tanesinin başarılı olduğuyla ölçülüyorlar. Geçen yıl %95e yakın bir pas yüzdesiyle oynayan Leon Britton ,Xavi of South Wales olarak çağrılırken bu değer Swansea’nin oyun kontrolüyle eş anlamlı olarak kullanılıyordu. Keza bu yıl Joe Allen’ın veya Mikel Arteta’nın pas yüzdeleri bana da hayranlık veriyor ve bunlara şüpheyle yaklaşmıyorum. Yalnız işe bir de şu açıdan bakarsak, orta saha oyuncularının git gide kendilerini ifadeden uzaklaştığını ve oyunun akıcılığını ayarlayan bir unsur olarak mekanikleştiğini görüyoruz. Topu kendi takımında tutarak oyunun devamını sağlıyor, bununla beraber hızlı düşünmesi, ara paslar atabilmesi gerek, ama az da top kaptırmalı; bunun gibi şeyler. Trend yaklaşımı iyi veya kötü olarak yaftalamıyorum; sadece Ancelotti’nin bu bağlamda orta sahalara yaklaşımı biraz farklı, bunun karşılaştırmasını yapma amacındayım.

Orta Saha Koleksiyoncusu Ancelotti
Oyunun akışını bu tarz bir mekaniklik sonucu değil ama oyuncuların sürekli hareketiyle sağlamak istiyor. Yani şu sıklıkla söylenen ‘Barcelona topu koşturuyor’ argümanına karşı olarak ‘Oyuncular yer değişiyor’ diyebiliriz. Oyuncuların yer değiştirmesinden kasıt, merkez oyuncularının bir anda çizgide görülmesi, beklerin merkeze daha çok hareketlenmesi gibi. Serbestçe hareket etme.

Şablonun katkısı iki yönlü: birincisi, bir adet önde ve bir adet arkada olmak üzere iki adet eski tip oyun kurucu kullanımına izin veriyor. Pirlo, Rui Costa, Kaka gibi oyuncular bu düzen içinde maksimum verimle oynadılar. Arka oyun kurucu da öylesine bir şey  değil; Chelsea zamanlarında bir ara Deco’yu dahi orada denemişti. İtalyanların yeni yıldızlarından Veratti, şu anda PSG’de o pozisyon için deneniyor. İkincisi, oyuncuların hiçbirinin net bir pozisyonu olmadığı için çok farklı pas opsiyonları ortaya çıkıyor ve eğer sistem olgunlaşırsa, keyifli futbola eşlik eden videodaki 4. gol gibi müthiş takım golleri izlenebiliyor. Coverciano bitiriş tezi ‘movement’ olan bir hoca için sürpriz değil.

Sistemin sıkıntısı, mükemmel beklere ihtiyaç duymasında. Başka türlü olmuyor. Hoş üst düzey orta sahalarınız olmadan da olmuyor –zaten mümkün olduğunca bu oyuncuları öne çıkarmak üzerine kurulu- fakat bekler olmadan, orta sahalar da sıradanlaşıyor. Şu anda PSG’nin sıkıntılarının kaynağı bu: merkeze sıkışıp kalıyorlar ve kanatlar verimli kullanılmayınca aslında merkezdeki opsiyonlar da azalıyor. Sistem, takımın alabildiğine homojenleşmesi, sahanın her alanının eşit şekilde kullanılmasıyla son halini alıyor. Chelsea ligde şampiyon olurken Şampiyonlar Ligi’nde gerilerde kalması baklavanın lüks, pratik olmayan yapısından kaynaklanmıştı. Daha güçlü rakiplere karşı merkezden hücumların yeterli olamaması veya topa yeterince sahip olamamanız söz konusu. Ve topa sahip olunamadığında, asıl sıkıntılar o zaman baş gösteriyor.

Kanatları nasıl savunacağız?
Buraya kadar şablonun marjinalliğini kendi oyun anlayışına uyduran ya da daha doğru tabirle, kendi oyun anlayışına en uygun olarak böyle bir şablon kullanan Ancelotti’den bahsettim. Ancelotti’yi bırakıp hikayenin diğer kahramanları Ferguson ve Lambert’a dönersek, bu ikisi Adalı olmalarına mukabil baklavayı daha direkt ve delici oyunlar için hayal ediyorlar. Değişmeyen tek şey, merkezin anarşik düzeni sonucu sağlanan akıcı oyun ve belli özellikleri olan orta saha oyuncularına sağlanabilen özel görevler. Çünkü bunlar, oyun anlayışından bağımsız, birebir şablonun getirisi olarak paket halinde geliyorlar ve yapabileceğiniz bir şey yok. Tekrar baştaki oyun hamuru örneğine dönüyoruz.


Eğer Adalıların denediği gibi bu şablonda daha direkt oynarsanız, topu kaptırdığınızda karşı sahaya tam yerleşmemiş olabilir ve berbat bir savunma pozisyonunda yakalanabilirsiniz. Bu durumda kanatlar korkutucu derecede boş kalıyor ve orta saha oyuncularını aynı Margaret’ın dediği gibi amaçsızca koşuşurken görebiliyorsunuz. Bu şekilsel bir sorun olduğundan, eğer orta saha dominasyonu oyun üstünlüğünü ele geçirmeye yetecek kadarsa, topa sürekli sahip olmayla törpülenebilir. Keza her sistemin açıkları var, eğer sistemin avantajlı kısımları üstün geliyorsa bunlar kabul edilebilir oluyor. En basitinden, Barcelona savunmasının arkasına atılan topları söyleyebiliriz.

Neticesinde, ellerinde fazla sayıda orta saha oyuncusu biriken United ve Villa gibi ada takımları da bir süre deneyler yaptılar, ancak işleri belki de biraz fazla hızlı hallettiklerinden savunmada ciddi sıkıntılarla karşılaştılar. En başında, şablonun olanaklarını farklı görüyorlar; benim anladığım kadarıyla gerek Sir’ün gerek Lambert’ın baklava fikri hızlı orta saha-hücum geçişleri ve 4-4-2 oynayan rakibi bozma anlayışından doğuyor. Ancelotti ise işe çok daha idealist baktığından onun şu an için PSG’de karşılaştığı sorunlar işin savunma değil, hücum yönünde doğuyor. Benzer şablon farklı anlayışlarla şekillense de ortak noktaları sanırım biraz fazla lüks kaçmaları.