2012/12/15

İstediğimiz sorudan başlayabilir miyiz?

“Eğer bir problemi çözmek için 60 dakikam olsaydı ve hayatım buna bağlı olsaydı, bu bir saatin 55 dakikasını doğru soruyu bulmaya çalışmakla geçirirdim. Çünkü doğru soruyu sorduktan sonra, cevabı kolaylıkla 5 dakikada verebilirim.” Albert Einstein.
Bazen bu doğru soruyu bulabilmek mümkün olmuyor. Başarısızlık verinin yetersizliğinden olabilir elbet, ama benim davamda yalnız kendi yetersizliğimden kaynaklanıyor, sanırım. Konuya dair hâkimiyetime çok güvenerek Darren Bent niçin bir kez daha gözden düştü; bunu tek ve net bir soruyla açıklayabileceğimi, sonra geri kalan 5 dakikada verilerle sizi de ikna edeceğimi düşünmüştüm. Mesela Bent’in maç başına topa dokunma sayısını diğer oyuncularla karşılaştıracak ve işte diyecektim. Böylece mevzu benim açımdan istediğim şekilde noktalanacaktı. Ne yazık ki bu soruyu bulmayı başaramadığımdan veya bulduklarım –yukarıdaki touches hadisesi- layıkıyla ikna etmediğinden, daha ziyade konuyu hissettirmeye çalışacağım ve böylece yazıyı bazı sorulara açık bırakacağım. Umarım bu sorular “Güner bey, maç başı bir gol atamayan takımın senede 20 gol atan oyuncuyu oynatmamasını mı savunuyorsunuz?” şeklinde sığ olmaz. Şimdi istediğim sorudan başlıyorum.

Öncelikle konuya aşina olmayanlar için bir girizgâh yapmak gerek, Villa o kadar da göz önünde olan bir kulüp değil. Aston Villa’nın şehri olan Birmingham, İngiltere’de Londra’dan sonra gelen en büyük ikinci olsa da Manchester, Liverpool gibi şehirlerin futbol kültürlerinin gerisinde kalır, dolayısıyla takım içi olayların ulusal düzeyde yer bulduğunu fazla görmeyiz. Bu bakımdan Darren Bent’in bir süredir gündeme dahil olması işin ilk bakıştaki ciddi garipliğinden kaynaklanıyor. Geçen yıl ocak ayında 18 milyon pound’a transfer olan ve henüz sezon başında takımın kaptanı Darren Bent ne oldu da ilk 18’e dahi girememeye başladı?

İlk akla gelen elbette ki hocayla yaşadığı bir anlaşmazlık olacaktır. Fakat bunu her seferinde ‘kazanacağına inandığım 18 kişiyi seçiyorum’ diye açıklayan Lambert’a bakılırsa, tercihi takımın Bent’siz daha iyi olmasından. İşte bu noktada insanlar şuna takılıyor: nasıl olur da son 4 maçında toplam (iki takımın attığı yani) 3 gol atılmış, 16 maçta 12 gol atabilmiş Aston Villa, senede 20 gol üstü görmüş bir oyuncuya takımında yer bulamıyor? Tersine, böyle bir oyuncu takımın mevcut sorununa derman olmaz mı? Yakındaki Alex ikilemine gönderme yapmak gerekirse, Alex’in takımdan dışlanmasında Aykut Kocaman’ın kişisel sistem tercihi bir adım öne çıkıyor; burada ise Bent’in Lambert’ın aklındakine uymaması gibi bir durum yok. Çünkü yanlış anlamazsanız, Lambert’ın bir sistemi yok. Bu bilgisizliğinden değil, lakin tam tersi. Bu haftaki Stoke City maçı öncesi “Herhangi bir doğru ya da yanlış oynama yöntemi yok, onlara saygı duyuyoruz.” açıklaması hislere tercüman olan cinstendi. Elbette çift forvet uygulamaları, forvetlerin arkasında bir oyun kurucu, üçlü savunma gibi repertuarında öne çıkanlar var ancak Lambert her şeyden önce takımın kazanmasına önem veren ve bunu her şeyden önde tutan bir hocadır. İki takımın karşılaştığı maç öncesi Villas-Boas’ın söylediği gibi (ki söyleyen kişiyi düşününce önemi 2 kat artıyor) Lambert bu ligin taktiksel olarak en bilgili hocalarından. Bu yüzden, yani bir önceki hoca McLeish gibi sığ biri olmadığından, takım lig tablosunda geçen seneki halinde olmasına karşın taraftar maçlarda hiçbir zaman yuhalamıyor ve gidişattan memnun. Yani özeti şu: 4-4-2, baklavalı 4-4-2, 3-5-2, 4-2-3-1 olmak üzere pek çok şablon, bunlar içinde ayrı ayrı sistem denenmesine rağmen hiçbirinde Bent’ten istenen verim alınamıyor. Hatta bir kez daha Bent’in sezon başı kaptan olduğunu, üstüne, yaz döneminde takımın frikiklerini bile kullandığını hatırlatmama izin verin. Hocanın basın toplantılarında 100’ün üzerinde tekrarladığı gibi bu tercihin kişisel çekişmelerle açıklaması yok, ‘tamamen futbol içi nedenlerden’.

Evet. Einstein'dan sonra bu.
En başta sorular üzerine alakalı alakasız konuşurken şu anki paragrafın planını yapıyordum. Az önce söylediğim ‘basın toplantılarında 100’ün üzerinde tekrarladığı gibi’ uçuk bir ifade değil. Geçen haftalarda The Guardian gazetesi yazıya döktüğü bir basın toplantısını ‘Bent üzerine 22 soru’ başlığıyla sundu. Oyuncunun sakatlıktan çıkıp da takıma giremediği geçen aydan bu yana, basın toplantılarında mütemadiyen bir Bent pasajı oluyor; hoca da peygamber olmadığından geçen böyle söylemiş. İşin garibi, gazetede verilen 22 sorunun hemen hepsi benzer doğrultuda, ve aynı soru üzerinden hocanın ağzından cımbızla bir şeyler kapmak istiyorlar. Hocaysa büyük bir sabırla hepsini “Aramızda bir sorun yok. Bent’ten memnunum, sadece sahada kazanacağına inandığım takımla oynuyorum, hepsi bu.” minvalinde cevaplıyor. İş gerçekten biraz özenle yapılmış olsaydı, birinin çıkıp da “Peki Bent’in yokluğunda takım nasıl daha iyi oynuyor?” sorusunu sorması gerekirdi. Böylece eğer istedikleri buysa, Lambert’ın açıklamasının tutarlılığına göre konu epey açıklığa kavuşabilirdi. En kötü haliyle, spekülatif gazete mantığı bile devreye girebilirdi. “Takım arkadaşı Herd’ün kız arkadaşıyla çekilmiş bir pozu var, buna ne diyeceksiniz Bay Lambert?” veya “Ligde 50 maç oynarsa 6 milyon pound daha vereceğiniz ve başkandan oynatmama talebi aldığınız söyleniyor; eh, bu ara kemerleri sıktığınızı biliyoruz..?!” denebilirdi. Gerek bir önceki paragrafı destekler gerek bu ikinci soruyu ortadan kaldırır şekilde, Bent dünkü Stoke maçında oyuna girdi ve 20 dakika görev yaptı. Mevzubahis para olsaydı, sanırım böyle bir saçmalığa girişmezdi. Kız arkadaşı meseliyse işin geyiği, ancak doğru. Bent Sunderland’den ayrılıp Villa’ya gelirken de Sunderland’deki hocası Bruce’ın kızıyla el ele bir pozunu yayımlamışlardı, ki bu benim için hiçbir şey ifade etmese de (vay demek bu yüzdenmiş, değil) bir süreklilik sunduğundan bir sonraki paragrafa geçiş oluyor. Bent’in sürekli birtakım desenler izleyen kariyeriyle alakalı başlayıp Villa’da niçin olmadığına, “Peki Bent’in yokluğunda takım nasıl daha iyi oynuyor?” sorusuna bir yerde bağlayabilmem gerekiyordu.

Bent ilk alındığında epey heyecanlanmıştım. Ama bir süre sonra bugünlerin geleceğini sezmişim sanırım. (Cümlelere tıklayın, ayrı iki yazıya yönlendiriyor.)



Son vakitte artan yazıp çizmelerde doğru olan fakat iyiden iyiye klişeleşen bir ifade var: “Bent servise ihtiyaç duyuyor”. Bu doğrultuda bir tartışmaya girerken aslında tam olarak ne ifade ettiğinin anlaşılmadığını gördüm; karşımdakinin söylediği gayet doğruydu, ama benim söylemek istediğim onun anladığı şey değildi. Diyordu ki: “Eğer Bent çevresinde ona pozisyon hazırlayacak kaliteli oyuncular olmadan oynayamıyorsa nasıl olup da misal Charlton, Ipswich gibi daha düşük profilli takımlarda başarılı oldu ve 10 golün üzerine çıktı?” Keza Sunderland’de bu sayı kariyer zirvesi olan 24 idi. O hâlde kendimi (ve diğer ‘servise ihtiyaç varcılar’ için de) şöyle izah etmem gerek: Bent’in servise ihtiyaç duyması, Bent’in kendisi için değil, fakat daha çok takımın geri kalanı için. İfadenin daha doğrusu ‘Bent needs service’ değil de “Bent’in oynadığı takımda servis yapacak bir oyuncuya ihtiyaç var” olacak. Bakın Bent’in yaptıklarını ve yapamadıklarını sıralarsam, bütün bu hengame açıklığa kavuşacak diye inanıyorum. Yapabildiği, hatta birinci kalitede yapabildikleri şunlar: ceza sahasında yer tutuş, ceza sahasında basit gol vuruşu, savunma arkasına koşular. Bunların arasında teknik, ikili mücadele, çalışkanlık, top sürme, kanatlara açılabilme veya herhangi bir şekilde hücuma yönelik takıma arkadaşlarını oyuna sokabilme becerisi yok. Hatta bu saydıklarım vasatın bile altında denebilir. Top sürme beceriksizliğine dair henüz dünkü maçta bir kez daha gözüme takılan, ceza sahasının biraz önünde önü boşken sırtı dönük top aldığında hiçbir şekilde yüzünü dönmeye yeltenmemesiydi. Bu son yaşanan olayların yarattığı bir durum değil, geçen senelerde de tekrar ediyordu. Darren Bent topu ayağına aldığında dönüp vurmayı deneyecek, takım arkadaşlarını oyuna katan veya birebir pozisyonda rakibi zorlayıp gol yapabilecek bir forvet değil. O, birebir pozisyonda yer tutuşuyla rakip stoperin önünde topu alacaktır, sonra da hızıyla geçip basit bir gol vuruşuyla karşı karşıya pozisyonda işini bitirecek.  Hani avcı deniyor ya bazı oyuncular için, Falcao gibi, gol konusunda kısmen öyle, fakat daha fazlası yok.

Dolayısıyla Bent’i ilk 11’ine yerleştiren biri, takımın geri kalanını nasıl adapte edebilir bunu da düşünmek zorunda. Aksi takdirde topun ileride tutulması ve daha önemlisi takımın bir şekilde ritmini bulması mümkün olmuyor. Çünkü –sürekli tekrardan dolayı özür dileyerek- Bent ne teknik ne de fizik gücüyle topu ön alanda tutma veya takım arkadaşlarını oyuna katma becerisine sahip değil. Bunu pratikte çok kereler gördüm ve oyuncunun geçmişine bakarsak aşabilen de olmamış. Ipswich, Charlton, Tottenham, Sunderland; Bent tüm kariyeri boyunca yanında bir yardımcı forvetle oynuyordu ve bunu İngiliz futbolunun yapısıyla açıklamak da doğru değil. Onla benzer kökenden gelen, yani çift forvetten kısa, pırpır olanı Defoe bugün ön alanda tek başına oynayabiliyor. Premier Lig’in iri, kuvvetli bir forvet olmadan oynanamayan yapısı kısmen kırılmıştı, en azından Bent’i Villa’ya getiren Gerard Houllier de böyle düşünüyordu.

Aston Villa’ya son 10 yıldaki belki en başarılı değil ama en iyi futbolunu oynatan Fransız hocanın ilk vakitlerini çok iyi hatırlıyorum. Öncelikle çok heyecanlıydı; hayatta en sevdiği şey olan futbola döndüğü için, ve pek çok fikri vardı. Young forvet arkası rolde dünyanın en iyilerinden olabilir diyordu, Heskey’i geri döndüreceğim diyordu ve vs. Bent transferini ise şöyle açıklamıştı: “Lyon'dayken Fred'i transfer etmiştim ve iki kupa kazanmıştık. Darren da henüz genç ve çok iyi bir son vuruşa sahip. Oyunu seviyor, çok çalışıyor. Eminim daha da gelişecek. Ona baktım ve işte aradığımız bu dedim.” Daha önceki üç sene ligi altıncı bitiren Villa, Martin O’Neill’ın şok istifası sonrası berbat bir sezon geçiriyordu ve Houllier, goller atan Bent’i kurtarıcı olarak görmüştü. Şampiyonluk getiren Fred gibi, kümede tutan Bent. Lakin Villa ilk maçta City’i 1-0 yenerken yeni forvet arkası rolündeki Ashley Young ara pası atıyor ve koşuya çoktan başlamış olan Bent temiz bir vuruşla golü yapıyordu. O haftaki Match of the Day dahi aklımda, Bent’in topa sahip olduğu noktalar işaretlenmişti ve Alan Shearer ne kadar az top aldığına şaşırıyordu. Sonra da, ‘önemli olan gol atması’ gibi bir şeyle geçiştirdi.

Bugünkü Chelsea’ye benzer şekilde Villa üç adet hareketli ofansif orta sahayla oynuyordu ve bunlar ön alanda çok hareketliydi. Young’ın tekniği kötüdür ve bunu dinamizmiyle törpüler; o yüzden, forvet arkası bu rol hem o hem de takım için çok uygundu: çünkü Bent’in sahip olmadığı hareketliliği, hatta sırtı dönük top alma becerisini bile getiriyordu. Sonundaysa şöyle oldu: Bent’in bir şekilde evrileceğine –bahsettiğim Defoe’vari- inanmiş olan Houllier dahi sonra bu kararından vazgeçti ve onun yanında Heskey’i oynatmaya başladı. Villa’nın müthiş kanat oyuncuları üzerinden topun hakimiyetini sağlayabildiği kısa dönem hariç Bent’in tek forvette başarı sağlamışlığı olmadı.

"Christian Benteke mi? Onu daha önce hiç duymadım. Kim olduğunu kimsenin bilmediği böyle bir adam için 7 milyon pound bence çok fazla para. Umarım Paul Lambert ne yaptığını biliyordur, çünkü dışarıdan bakıldığında sanki panikle yapılmış bir transfere benziyor. İnsanların çoğunun Belçika liginden gerçekten haberi yok, ki buna ben de dahilim."
Sizce bunları kim söylüyor? Herhangi bir İngiliz tabloid yazarı mı? Hayır, söyleyen Christian Benteke'nin kendisi. Four Four Two ayağının tozuyla mikrofonu yöneltiyor ve kendinden üçüncü tekil şahıs olarak bahseden bir adamla karşılaşıyor.  N'oluyoruz demekten kendimi alamamıştım -saçmalıyor muydu ya da Essien'in 'ben bu kadar para etmem' deyişi gibi öylesine bir şey miydi? Sonra anladık ki meğer gerçekten doğal ve komik. Sempatik demek istemedim çünkü bana çoğu zaman samimiyetsizliği de çağrıştırıyor; bence Benteke'yi en iyi karşılayan, doğal. Çok fazla öne çıkmayan bir diğer beyanı da vardı. "Aston Villa'yı Londra kulübü sandığını" ve "esas hayalinin Arsenal'de oynamak olduğunu" söylüyordu. Özellikle ikinci kısım hâliyle bizim taraftarda birtakım tripler halinde vuku buldu ama bana pek bir etkisi olmadı. Balotelli saçmalığı/boşluğuyla karıştırmamaya çalışıyorum ve umarım kendisi hakkında yanılmıyorumdur.
Artık Lambert’ın yeni yeni oluşturduğu takım ligdeki diğerlerine pek benzemiyor ve gücünü başka şeylerden alıyor. Villa’nın 11’indeki en yaşlı oyuncu kaleci Guzan 28 yaşında; ondan sonra gelen oyuncu muhtemelen 24-25’ten büyük olmuyor. Takımın O’Neill sonrası çöküşe geçen ekonomik yapısını düzeltme çabasında son aşamaya gelinmiş durumda ve böyle bir ortamda alt liglerden alınan oyunculardan oluşturulmuş bir takıma güven aşılanıyor. Örneğin orta sahada Carrick görevini –kendini böyle tanımlamıştı- iyice benimseyen Ashley Westwood, 6 ay önce iki alt ligin takımı Crewe’nın kaptanlığını yapıyordu; Matt Lowton da bir üst ligde Sheffield United’ın. ‘Önce takım’ diyen bu grubun arasından en öne çıkanıysa Belçikalı forvet Christian Benteke. Geçtiğimiz haftalarda taç çizgisinde Chris Smalling’i yere indirerek oyun stilini özetleyen dev adam, bundan böyle yeni kral. Villa Benteke ve Agbonlahor’un forvetliğinde çok daha dengeli bir yapıya kavuşmuş durumda, gol atabilmeye başladığında da orta sıralara yükselmesi kaçınılmaz olacak. Eğer tarih tekerrür ederse Bent de yine bir takımı küme düşmeden kurtarmak için QPR’ın yolunu tutacak. Ve sonra sakatlanmamak için kendine çok iyi bakmalı. Onun sakat olduğu dönemde Chelsea’yi 3-0 yenip üst üste galibiyetler alan Sunderland’i ve şu anı düşünüyorum da, sanki takımlar onsuz oynamaya alıştıktan sonra bir daha onu pek aramıyorlar.

Tüm bunların üzerine sevgili Darren Bent’e bir özür borcum var. En başından beri Premier Lig’de 100 gol barajını aşmış bir oyuncudan bahsediyorum, bizim mahallede gol atan ama koşmayan x abiden değil. Ne yazık ki yazıyı zaten fazla uzattığımdan ve yazının konusu gereği Bent’in yalnız bu yönünü yazmak zorundaydım, umarım bu ayrım da anlaşılmıştır.

Hayatım Futbol 60. sayıda çıktı.