2014/01/12

"Sıradaki gelsin!"

Daha sonra şöyle bir güncelleme geldi. 

Hayatım Futbol 112. sayıda.

Tottenham'dan söz açıldığı vakit, ezeli rakip Arsenal'i işin içine katmaktan kaçamadığımız anlar oluyor. Protestan Rangers'tan bahsederken, Katolik Celtic'i atlayamamamız gibi. Lakin bu rekabet, Old Firm'den farklı olarak sosyopolitik zıtlıklardan beslenmiyor. Adanın en özel, en gollü fikstürlerinden biri olan Kuzey Londra derbisinin bugün geldiği nokta, belki de en sade şekilde St. Totteringham's Day üzerinden gösterilebilir.

Muzip Arsenal taraftarının, puan cetvelinde Tottenham'ın üzerinde bitirmeyi garantilediği gün kutladığı St. Totteringham's Day, son 4 senedir Mayıs ayına sarkıyor. Lakin Wenger geldiğinden bu yana, Arsenal'i geçmeyi hâlâ başarabilmiş değiller. Bu esnada denemedik yol bırakmayan ve son olarak Tim Sherwood'u takımın başına getiren Tottenham, böylece Levy'nin 12 yılı bulan başkanlığındaki 9. farklı isime yelken açıyor. 'Ne yaptığını bilen' Arsenal'in karşısındaki 'asla sıkıcı olmayan' Tottenham imgesi, sanki hiç değişmeyecek gibi duruyor.

...
Halbuki St. Totteringham's Day'in gösterdiği üzere bir süredir övgüye nail istikrarlı adımlar atıyor ve makası iyiden iyiye daraltıyorlardı. Geçtiğimiz yıl başa getirilen Andre Villas-Boas da 'uzun vadeli bir proje' olarak tanıtılmış ve Portekizli hoca vaziyeti “Premier Lig'in en heyecan veren pozisyonlardan birine geliyorum.” şeklinde açıklamıştı. Sonrası malum. Villas-Boas, %54 ile Tottenham'ın Premier Lig'deki en yüksek galibiyet oranına ulaşmış hâldeyken, sezon ortasında kovulacaktı.

Portekizli hocanın gönderilmesini, Chelsea'deki dönemini hatırlatan inatçı, idealist tavırları nedeniyle özel bir örnek olarak görmek doğru olmayacak. Hem zaten Tottenham bir projeden bahsetmiyor muydu? Kadronun hakkını veremediği söylenen Villas-Boas, Tottenham'ın 'potansiyel'ini layıkıyla gerçekleştiremediği için kovulan ilk hoca değil. 4. olduğu sezonun sonunda gönderilen Redknapp ve 15 sene sonra ilk kez beşinci sıraya taşıması yeterli görülmeyen Jol de benzer kaderi yaşayanlar arasındaydı. Oysa Levy artık böyle düşünmekten vazgeçmiş gibi görünüyordu ve biz de Arsenal'i unutmak üzereydik.

Daniel Levy'nin çalıştığı isimler arasında kulüp efsanesi Hoddle, Fransa milli takımı hocası Santini, en geleneksel İngilizlerden Redknapp ve fazlasıyla idealist Villas-Boas gibi birbirinden çok farklı özellikte isimler yer alıyor. Bu garip listeye son eklenen isim Tim Sherwood'sa, daha önce birinci adamlık görevinde bulunmamış bir futbol adamı. Üstelik bir Arsenal taraftarı. 5 senedir kulüpte antrenör olarak görev alan Sherwood'dan beklenen, bir nevi Guardiola etkisi. Gelir gelmez uyguladığı 4-4-2 dizilimiyle klasik İngiliz hocaları akla getirmesine karşın, ofansif, agresif tarzından ödün vermeyen, genç oyunculara kapı açan parlak bir kişi olarak tanımlanıyor. Juande Ramos'un getirdiği Akdeniz havasının ters tepmesi üzerine gelen Redknapp tercihi gibi, Sherwood'un cesur ve agresif karakteri ondan önce gelen Villas-Boas'a zıt özellikler barındırıyor.

Andre Villas-Boas'tan Tim Sherwood'a bayrak değişimi, Tottenham'ın geleneksel hamleleri içindeki yerini bu şekilde buluyor. Peki bu genel pencereden bakmayı bir yana bırakırsak, Villas-Boas rejiminden Sherwood'a geçiş neler ifade ediyor?

Selef: Andre Villas-Boas

Andre Villas-Boas'ın Tottenham'ı niçin bu kadar kısır bir futbol oynuyordu? Bu soruya verilen cevapların bir kısmı Gareth Bale oluyor. Tottenham bir önceki sene kendi Premier Lig puan rekorunu kırmasına karşın, pek çok maçı Bale'in hayati golleriyle kazanmıştı. Bu çıkarımda incelikle dikkat edilmesi gereken bir nokta var. Gareth Bale'in performansındaki bu denli yükseliş ve takımın ona aynı oranda artan bağlılığı, Guardiola döneminde Messi ile Barcelona arasında gelişen ilişkiye benzetilebilir. Oyuncunun performansının arttığı ölçüde takımın ona bağlılığı artarken, pek tabi bunun başka türlü gerçekleşmesi de mümkün olmuyor. O hâlde şu soruyu sormamız gerek: Bale'in parladığı Villas-Boas düzeni neye benziyor?

Maç başı gol ortalaması 1'e kadar düşen Tottenham, attığı golleri bunun gibi tepkilerle karşılamaya başlamıştı. Sıradan bir Avrupa Ligi maçı.

Andre Villas-Boas'ı ofansif bir hoca olarak tanımlamadan önce bir süre düşünmemiz şart. Futbolun güzelliklerini göstermek isteyen biri olduğu kesin. Ama idealist, detaycı ve kazanan plâna sahip biri olarak belirtmek çok daha doğru olabilir. Andre Villas-Boas, prensiplerinden vazgeçmeyen biri olarak tanımlansa da, aslında henüz bunun doğruluğunu tam olarak tartabilmiş değiliz. Benzer bir çıkarım Marcelo Bielsa için de yapılabilir. Kafalarındaki plânın kusursuz işlemesi hâlinde neler olabileceğini tam olarak görebilmiş değiliz, bunu ancak anlık parlamalar şeklinde tanık olabildik. Guardiola bu istikrarı yakalamayı başarmıştı ve bu yüzden daha iyilerine, daha farklılarına evrilebileceğini, hatta bu işte dünyanın en iyisini olduğunu görme fırsatı bulduk. Fakat Villas-Boas'ta tam olarak bilmiyoruz. Çünkü henüz Porto'dan sonra, benzer fikirleri zirveye taşıma ve dünyaya meydana okuma fırsatı bulabilmiş değil. Dolayısıyla, idealizmi de kendi içinde çeşitlendirmek gerekiyor ve Villas-Boas'ın İngiltere'deki hayal kırıklıklarını Zeman gibi ütopik bir idealist oluşuna bağlamamak gerekiyor. Kesinlikle öyle değil. Üstelik Villas-Boas'ın aklındaki, Bielsa'nın yüksek efor isteyen tarzından farklı olarak çok daha uzun vadede uygulanabilir ve kontrolü elinde tutan bir oyun tarzını temsil ediyor. Muhtemelen bir sonraki kulübünde de vazgeçmeyecek ve en çok da bu yüzden.

Bir anlığına 2011'e, Porto-Braga Avrupa Ligi finaline gidelim. Muhtemelen bizler gibi Porto'yu ilk kez dikkatli bir gözle izlemeye oturan İngiliz spikerler, ilk yarım saat sonunda tatmin olmadıklarını gösteren şeyler söylemeye başlamışlardı bile. Ne yani, tüm sezon namağlup gelen, etkileyici futbol oynayan Porto bu muydu? Topa sahip olma oranı maviler lehine %70'e dayanmıştı ama sıklıkla savunma oyuncularının kanatlara attığı uzun toplar üzerinden pozisyon bulmaya çalışıyorlardı. Bu da maçı bir türlü düzene oturamamış bir havada gösteriyordu. Villas-Boas'ın pasif oyun için sık kullandığı bir tabir olan 'top sirkulasyonu', sanki ancak bir sonraki dikine pası oynamak için gerekli bir mekanizma gibiydi. Bu şekilde, kanatlardaki Hulk ve Varela rakip kaleye yakın pozisyonlarda birebir bırakılmaya çalışılıyor ve bu oyuncuların içeri kıvrılıp attığı şutlarla tehlikeler yaratılıyordu. Porto'nun hücumları çok ani gelişiyor; orta saha ve ön alan oyuncularının artık birbirini kusursuzca tamamlayan serbest yer değiştirmeleriyle bu ritüel rakip için tahmin edilemez hâle getirilmeye çalışılıyordu. Belki ilk izlendiğinde mükemelliğini tam olarak kavranamayan, o kadar da etkileyici gelmeyen; ama korkutucu derecede dinamik ve oyunu kontrol eden bir takımdı Porto.

Good old days.
Değerli bir kanat oyuncusundan, sürekli ve mesafe tanımaksızın goller atabilen Ronaldo cinsi bir makineye dönüşen Bale'e bu ışıkta bir daha bakılmalı. İlk senede genellikle sıkıntı içinde kazanılan maçlar, Villas-Boas'ın inatçı olduğu sisteminin yarattığı geri tepmeler olarak düşünülebilir. Fakat bu ilk sezonda, örneğin Manchester United'ı Old Trafford'da 1989'den beri ilk kez yendikleri maçta olduğu gibi, çok ciddi taktiksel oynamalar, pratik uygulamalar da geliştirilmişti ve Villas-Boas'ın Chelsea'deki inatçı tavrından uzaklaştığı düşünülmüştü. Zaten 2-0 gerideyken 10 kişiye düşülen maçta, hâlâ ısrarla çizgi savunma oynamaya devam edilmesi ve devamında gelen 5-0'lık hüsransa bu sezonun bir özeti. İkinci sezona kendi takımını oluşturmak için daha uygun bir oyuncu grubuyla başlayan Villas-Boas, önde çizgi savunma yapmakta ve kanat oyuncularının içe kıvrılarak şut atmaktan ibaret olduğu kısır düzende devam etmekte ısrar ediyordu. İlerleyen haftalarda bu yapı büyük eleştiriler alacaktı. Tottenham, Porto'nun dinamizminin ve tahmin edilemezliğinin yanına yaklaşamıyor; buna karşın, aynı yapı içinde sonuç almaya çalışıyordu. Villas-Boas zaman içinde bu düzen üzerinden mükemmele ulaşabilir miydi? Bilemiyoruz. Lakin kovulmasının ardından gelen haberler, yazın yapılan transferlerden yalnızca Paulinho ve Soldado'da ısrarcı olduğuna işaret ediyor. Paulinho'nun box-to-box oyunu, Soldado'nun dikey oyuna yatkın saf bir golcü oluşu ve futbol direktörü Baldini'nin transferi olarak lanse edilen Lamela'nın bir türlü süre bulamaması bu düşünceyi doğrular nitelikte gözüküyor.

Halef: Tim Sherwood

Sherwood'la beraber 1-0'lık galibiyetlerden 3-2'lik galibiyetlere geçiş yapılmış durumda. Hocanın getirdiği pozitif hava en başta Adebayor ve sonra da taraftardan iyi bir geri dönüş alırken, Tottenham'ın oynadığı 4-4-2'nin ne kadar genel geçer olabileceği şimdilik oldukça şüpheli gözüküyor. Sorun 4-4-2'nin modern futbol içinde kendine üst düzeyde yer bulamayacağı gibi bir kaygıdan doğmuyor. Şayet Atletico Madrid ve Manchester City bu sezon çok yerinde örnekler sunuyorlar. Tottenham'ın 4-4-2'si klasik İngiliz 4-4-2'sine benzemiyor, ama sorun şu ki rakibe çok büyük açıklar verebilir.

"Merkeze, merkeze doğru Eriksen!"

"4-4-2 oynadığımızı düşünmüyorum. Benim gördüğüm, sahanın her alanını doldurmaya çalışan 11 kişi. Bence bu sizin bahsettiğiniz 4-4-2'ye benzemiyor. Adebayor derine gelip top alıyor, kanat oyuncularımız içeri kıvrılıyor. Bence merkezde hiçbir zaman iki oyuncuyla kalmadık." 
(Tim Sherwood, 2-0 yenildikleri Arsenal maçı sonrası)

Sherwood'un ilk yaptığı iş, Villas-Boas'ın şans tanımadığı Adebayor'u geri çağırmak oldu ve 4 maçta 3 gol atan Togoludan fazlasıyla iyi bir karşılık almayı başardı. Sol kanattaysa saf bir oyun kurucu olarak tanımlanan Eriksen oynuyor ve hatta ona merkezde de Sigurdsson gibi bir ofansif orta saha oyuncusu ve Dembele eşlik edebiliyor. Bu yapıda oyuncuların serbestçe sorumluluk alması ve akıcı bir şekilde yer değiştirmeleri daha mümkün oluyor, esasen sistem bundan besleniyor fakat oyuncu karakterleri gereği savunma ve orta saha arasında ciddi boşluklar görülebiliyor. Bu bahsettiklerimiz Manchester City'i yakından gözlemleyenler için hiç de yabancı gelen konular olmamalı. Öyle ki, ligi kasup kavuran takımda Toure'nin geride bıraktığı boşluklar geçtiğimiz günlerde yorumcu Dietmar Hamann tarafından tartışmaya açılmış ve Roberto Mancini dönemlerinde de bu oyuncunun hedef maçlarda orta üçlünün en önüde oynatıldığı hatırlatılmıştı. İki takım da defolarını kısmen hücum güçleri ve topla ilişkileri neticesinde telafi ediyorlar fakat Tottenham'ın muhtemelen City ölçüsünde üst düzeyde uygulayamayacak olması gelecek günlerde dizilim değişikliğini beraberinde getirebilir. Daha önce Tottenham genç takımlarını çalıştıran Tim Sherwood, burada 4-3-3 oynatan bir isim olarak biliniyor. 2-0 yenildikleri Arsenal maçı sonrası 'Sizce orta sahada mı geriye düştünüz?' sorusuna verdiği Önder Özenvari net 'Hayır.' cevabıysa karşımızdakinin oldukça ciddi, bilimsel cevaplar veren Villas-Boas'tan çok daha renkli biri olduğunu gösteriyor. Evet, Tottenham asla sıkıcı değil.