2014/06/08

İngiltere, Avustralya ve Japonya


Hayatım Futbol ekibinin hazırladığı Dünya Kupası rehberinden.

İngiltere

"İngiltere bu kez farklı. Gerçekten farklı. Kadro çok genç ve oyuncular, üzerlerinde baskı hissetmiyorlar. Belki bu kez ikinci tura dahi çıkamadan elenecekler ama belki, böylesi göründüğü kadar kötü değildir."


Geleneksel sorunlarından arınmış bir İngiltere'nin başında Hodgson'ın olacağı kimin aklına gelirdi ki? Nihayetinde, göreve gelişinin ertesi gününde, Cockney aksanıyla alay eden manşetler atılan birinden bahsediyoruz. Hodgson'a dair beklentiler en başından itibaren çok düşüktü ve öyle ki, İngiltere, orta kalite rakipler karşısında dahi topa sahip olamadığında, o alıştığımız yıkıcı yorumlarla pek karşılaşmıyorduk. Yani, ne bekliyorduk ki? Garip bir şekilde, bu 'iddia'sız İngiltere, o bitmek bilmeyen kötü havayı dağıtmak üzere belki de nesillerdir bekleniyordu. 4-4-2'yi eleştirenlere Dortmund'un da bu şekilde oynadığı cevabını vermesi gibi, Hodgson'ın pek çok davranışı hâla kötü şakalara konu olabiliyor; lakin bundan önemlisi, sakin ve 'düşük profilli' tavrının, ülke milli takımını ciddi ölçüde rehabilite edici etkisi. Bir düşünsenize; futbolcu eşlerinin, yaşlanan kadronun konuşulmadığı, ve hatta Lampard'la Gerrard'ın aynı takımda etkin görev paylaşımı yapabildiği bir Dünya Kupası olacak! İngiltere, 1958'den bu yana ilk kez bu kadar genç bir kadroyla turnuvaya katılıyor ve bu oyuncuların pek çoğu, yeni nesil, teknik ve taktik yönü güçlü oyuncular. Kadronun ne kadar genç olduğuna dair sadece şu örneği vermek yeterli olabilir: Barkley ve Wilshere, 2002 Dünya Kupası'nı okulda izlediklerinden bahsediyorlar. Garantici ve 4-4-2 dizilimine bağlı bir hoca olarak bilinen Hodgson, genç oyuncu grubu tercihi dışında bir diğer sürprizi de bu noktada yapmıştı. İngiltere'nin ilk 11'inin ne olacağını gerçekten kimse tahmin edemiyor. Kaleci, geri dörtlü, Gerrard ve Rooney'nin yerleri garanti, peki ya sonrası? Hangi dizilimle oynayacakları, 4-2-3-1 mi, yoksa 4-3-3 mü, bunu dahi tam olarak bilemiyoruz. Şunu söyleyebiliriz ki, Hodgson rakibe göre değişikliğe gitmekten hoşlanıyor ve en genel hâliyle, oyunu domine edemeyeceğini bildiği güçlü rakiplere karşı üçlü orta saha kullanırken, diğer durumda 4-2-3-1'i tercih ediyor. Lakin bu da değişebilir. Kadroda, aynı takımlardan, en başta da Liverpool'dan, çok fazla oyuncu var ve özellikle 'Liverpool şablonu', İngiltere'nin Dünya Kupası'ndaki A plânı olabilir. Şunu biliyoruz ki, bu İngiltere fazlasıyla yeni ve gerçekten hiç de fena değil. Ama İngilizler umut etmek istemiyorlar. Bundan gerçekten çok çektiler, ve bir daha geri dönmek yok.

Takımın yıldızı

Elbette Wayne Rooney. Bazıları için, İngiltere'nin iyi bir Dünya Kupası geçirmesi doğrudan Wayne Rooney'nin performansına bağlı. Rooney, bir süredir büyük turnuvaların en büyük bir hayal kırıklığı ve bu kez, bir bahanesinin olamayacağından bahsediyorlar. Rooney'nin oyuna katkısı, hücum hattının en önündeki eleman olması veya hemen forvetin arkasında oynamasına bağlı olarak ciddi ölçüde değişkenlik gösterebilir, ve artık çok daha kesin olarak biliyoruz ki, Rooney, o ikinci adam olarak oynadığında gerçekten dünya çapında bir oyuncuya dönüşüyor. Hodgson şu sıralar muhtemel bir Sturridge – Rooney partnerliğinden bahsediyor, herkes için en iyisi olacak. Keza Sturridge'den daha formda ve tek forvet oynamaya daha müsait başka bir oyuncuları da yok.


Gözler onda

Belki biraz suni bir gündem, ama gözlerin Jack Wilshere'de olacağını söyleyebiliriz. Başta Gerrard olmak üzere, 'lider' konumundaki pek çok oyuncu tarafından sürekli 'gelecek' şeklinde lanse edilen Wilshere, İngiltere orta sahasında topla en fazla haşır neşir olabilen oyuncu ve özellikle de orta sahayı üçlemeleri gerektiğinde, farklı bir opsiyon sunacak bilhassa kişi o olacak. Buna karşın, yeri garanti olan Gerrard'ın yanındaki doğru tamamlayıcı Wilshere olmayabilir. Dribbling yetisi yanında, konsantrasyonu üst seviyede olduğu takdirde gerçek bir savasçıya da dönüşebiliyor lakin bu yeterli gelmeyebilir ve daha enerjik, pozisyon bilgisi daha yüksek bir oyuncu tercih edilebilir. Wilshere bir yana, özellikle de Lallana veya Welbeck gibi daha az adı zikredilen oyuncular arasından bir 'x-factor' çıkabilir.

Teknik direktör

İngiliz futbol dergisi When Saturday Comes, milli takımı meşhur Jekyll and Hyde romanı üzerinden görmeyi uygun görmüş. Hodgson'ı bir karede 'bilge, deneyimli, sofistike Avrupalı' olarak, diğerindeyse '1930'lerde kalmış Cockney' olarak gösteriyorlar. Epey eğlenceli, ama durum gerçekte de bundan pek farklı değil. Konu İngiliz futbolcusu veya menajeri olduğunda, bakış açıları bir anda değişebilir ve zıt duygular en uç kutuplarda belirebilir. Kariyerini uzun yıllar yurt dışında sürdüren nadir İngilizlerden biri olan Hodgson, buna karşın oyun stratejileri kısır bulunan biri olarak biliniyor ve pek de saygıyla karşılanmıyordu. Şu anda durum değişmiş gözüküyor ama her an, yeniden tersine dönebilir. Hodgson, ilk milli takım deneyiminde İsviçre'yi 28 yıl aradan sonra 1994 Dünya Kupası'na taşımayı başarmıştı.

*          *          *
Avustralya

"Avustralya turnuvanın en zayıf ekiplerinden biri ve belki de en zor grupta yer alıyor. Puan almaları dahi çok güç olacak; ama taraftarları ve Ante Postecoglou'nun getirdiği yeni oyun stiliyle yine de turnuvanın iz bırakan takımlarından biri olabilirler."


FIFA dünya sıralamasında 59. sırada yer alan Avustralya, Brezilya'ya giden ülkeler arasında en düşük puanlı olanı. Üst üste üçüncü kez Dünya Kupası'na katılacak olan Kangurular, altın jenerasyondan oyuncuların bir bir emekli oluşuyla her sonraki kupada kendilerini daha zayıflamış hâlde buldular, ve şu anda, en güçsüz hâlleriyle karşımızdalar. Üst üste alınan 6-0'lık Fransa ve Brezilya mağlubiyetlerinin ardından geçtiğimiz Ekim ayında göreve gelen Ange Postecoglou, takıma bambaşka bir hava getirmeyi başardı ve genç, dinamik, yeni bir takım vaadinde bulunuyor. 4-2-3-1 diziliminde, süratli kanat oyuncularını çabuk bir biçimde kaçırmayı düşünen, direkt, agresif, ülkenin spor kültürüne uygun bir stilin peşindeler ve Ekvador'a karşı ilk yarıyı 3-0 önde bitirdiklerinde, ne kadar iyi olabileceklerini herkese gösterdiler. Fakat takımın en önemli hücum silahı, hâlâ, altın jenerasyonun son kalan üyelerinden 34 yaşındaki Tim Cahill; ve gidecekleri çok yol var. Ekvador'dan da ikinci yarıda 4 gol birden yemiş ve maçı 4-3 kaybetmişlerdi.

Takımın yıldızı

Tim Cahill takımın gol ayağı ve en kilit oyuncularından biri. Artık kariyerini ABD'de devam eden tecrübeli orta saha oyuncusu, milli takımda forvet olarak değerlendiriliyor. Everton'da David Moyes'un Fellaini öncesi 'forvet arkasında doğru yerlere koşu yapan, hava toplarına hakim, golcü orta saha'sını oluşturan Cahill, geleneksel bir forvet değil; fakat bir golcünün sezilerini ve tutkusunu taşıyor. Elemelerde Avustralya'nın en golcü oyuncusu olmayı başardı ve her zaman, duran toplarda çok önemli bir silah olabilir. Takım kaptanı Mile Jedinak da, saha içi liderliği ve hızlı hücumları başlatacak keskin ilk paslarıyla bir diğer önemli isim. Aynı zamanda takımın en formda oyuncusu; Crystal Palace'da harika bir sezonu geride bıraktı.


Gözler onda

Güçlü rakipleri karşısında kendi oyunlarını biraz olsun göstermeyi başarabilirlerse, seyircinin ilgisini çekecek baş aktörler yeni nesil, patlayıcı kanat oyuncuları olacak. Leverkusenli Kruse sakatlığı nedeniyle turnuvayı kaçırıyor ve son olarak, Kewell’dan bu yana ülkenin gördüğü en yetenekli oyuncu kıyaslamaları yapılan Rogic de aynı nedenle 23 kişilik kadraja girmeye başaramadı. Fakat Leckie ve Oar hâlâ değerli silahlar olabilirler. Utrecht’te forma giyen Tommy Oar’ın birebirde adam geçme başarısı ve Cahill’e açacağı ortalar, Avustralya hızlı hücumları için fazlasıyla değerli. Avustralya’nın ‘tanınmadık’, potansiyelli gençleri için Dünya Kupası çok değerli bir sıçrama tahtası.

Teknik direktör

Avustralya liginde 4 kez şampiyonluk yaşayan Ange Postecoglou, ülkenin en başarılı futbol adamlarından biri. Sadece kazandığı şampiyonluklar değil, oynattığı hücum futboluyla da büyük beğeni toplayan Atina doğumlu hoca, takımın stilini değiştirmeyi ve daha önceki 'sıkıcı' görüntüsünden de kurtarmayı başarmış durumda. A-League'i en iyi bilenlerden biri olarak yerel ligden daha fazla oyuncuya forma şansı veriyor ve hatta, Brisbane Roar'lu Franjic, Luke Wilshere gibi 80 kez milli olmuş bir oyuncunun önünde yer alabiliyor. 5 yıllık sözleşmeye imza atan Postecoglou'nun sempatik yaklaşımı ve yenilikçi oyun tarzı, futbolun hiçbir zaman bir numaralı spor olmadığı bu ülkede, oyuna olan ilgiyi de ciddi ölçüde arttırabilir.


*          *          *

Japonya

"Avustralya'nın bir önceki çalıştırıcısı Osieck'e göre 'tarihteki en iyi Japonya', bu kez son 16'dan ötesine geçebilecek mi?"


Dünya Kupası bileti alan ilk ülke olan Japonya'da, beklenti ikinci turu görmek. Göreve geldiğinde, “Esnek taktikler ve hücum setleri üzerine öğretmek istediklerim var.” diyen kurt hoca Zaccheroni, aklındakileri büyük ölçüde aktarmayı başardı. Avrupa'da oynayan oyuncuları ve J-League'dekilerle başarılı bir denge kuran Japonya, üçüncü bölgede seri, kısa paslaşmalarla gol arayan bir takım. Hücum setlerinde iki ofansif beki çok aktif olarak kullanıyorlar ve golle sonlanan ani pas sekansları çoğu zaman buradan başlıyor. Kanadı kullanan iki oyuncuya, sürekli kanatlara açılan merkez oyun kurucu Honda ve bazı zamanlarda bir dördüncüsü daha yaklaşıyor ve bunun gibi, dar alanlarda rakipten daha fazla olmayı başararak kısa ve dikine oynamaya çalışıyorlar. Japonya'nın bu 'merkezi' oyun stilinde, beklerin sürekli bindirmeleri; gerek oyunu genişletme, gerekse de rakip savunmayı şaşırtma açısından hayati önem taşıyor. Ve yine böyle anlarda, Kagawa'nın soldan içeri kıvrılıp denediği uzaktan şutlar, kilidi açmada değerli bir silah olabilir.

Takımın yıldızı

Keisuke Honda, takımın tartışmasız en önemli oyuncusu. Sürekli hareket hâlinde ve onu bazen oyun kurulumunda geriye top almaya gelirken, bazen kanatları çoklarken, bazen de ceza sahasındaki öldürücü son pası atarken görebiliyorsunuz. Eğer oyunu hiç beklenmedik bir anda değiştirecek biri varsa o da Honda ve eşsiz topa vuruş tekniğiyle, Japonya'nın kullandığı her serbest vuruşu önemli bir gol pozisyonuna dönüştürebilir. Honda, Japonya'nın akışkan futbolunun en önemli, vazgeçilmez unsuru; ve takımın hücum gücünü başlı başına birkaç kat yukarıya çekiyor. Fakat çok da iyi bir sezon geçirmedi ve form durumu soru işareti yaratabilir.


Gözler onda

Japonya milli takımının en formda oyuncusu, bu sezon Mainz formasıyla Bundesliga'da 15 gol atan Shinji Okazaki'ydi; lakin gözler kuşkusuz ki Shinji Kagawa'ya çevrili olacak. Manchester United'a transfer olduğu günden bu yana fazla forma şansı bulamayan ve gıyabında parodi twitter hesapları açılan Kagawa, Honda'nın ardından 'fark yaratabilecek' ikinci en önemli oyuncu olarak gözüküyor ve soldan dahil olduğu setler, Japonya için fazlasıyla değerli. Jürgen Klopp, Manchester United'da sol kanada hapsolmasını 'kalbi kırık' bir şekilde izlediğini söylerken, onu dünyadaki en iyi oyunculardan biri olarak tanımlıyordu. Shinji'ye milli takımda da merkez rolü yok.

Teknik direktör

Milan'la Scudetto'yu kazandığı günler geride kalmışken, ilk kez bir milli takım çalıştıracaktı Zac. Beklentilerin çok üzerine çıktı ve hiç de 'herhangi bir yabancı' olmadı. Hatta bir keresinde, kendini 'yarı yarıya Japon' olarak tanımlıyordu. 61 yaşındaki hoca, kuşkusuz Japon halkı tarafından da fazlasıyla seviliyor ve herkes, çıkıştaki Japon futboluna yeni bir yön verdiği konusunda hemfikir. 3-4-3 dizilimiyle bilinen Zaccheroni, bundan da vazgeçti, ve belki de Kagawa ve Honda'yı bir arada oynatabilmek için olacak, 4-2-3-1 ile yola devam ediyor. “İnanıyorum ki, Japon oyuncular kendilerinden daha [fiziksel olarak] güçlü Avrupalılar ve Amerikalılar karşısında, o kendilerine has tekniklerini göstererek üstün gelecekler.”