tag:blogger.com,1999:blog-19513127367193575732024-03-13T08:53:46.729+03:00Hayat Yuvarlaktırgunerhttp://www.blogger.com/profile/10486506843834675318noreply@blogger.comBlogger175125tag:blogger.com,1999:blog-1951312736719357573.post-92057088238458916512016-05-31T17:50:00.001+03:002016-05-31T18:00:32.919+03:00Yeni Takım<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgFaf2Jj0E5NCyETHxIEdNHgthykUEiBnFKKtz7gn4YvaypetY8w-YAPQm6pGql90LIb-dm6nY16IVRZaWk5I1CRE80a0n8qTkIHePPYRNLof2w-E139ISApu6uYO7cstZy_XUZhuFSfm0/s1600/01_18232156_d5ceab_2568240a.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgFaf2Jj0E5NCyETHxIEdNHgthykUEiBnFKKtz7gn4YvaypetY8w-YAPQm6pGql90LIb-dm6nY16IVRZaWk5I1CRE80a0n8qTkIHePPYRNLof2w-E139ISApu6uYO7cstZy_XUZhuFSfm0/s1600/01_18232156_d5ceab_2568240a.jpg" /></a></div>
<br />
İngiltere Milli Takımı’nın beklentileri karşılayamayan büyük takım imajı, geride bıraktığımız on yıl içinde dramatik bir değişime uğradı. Portekiz’le girilen penaltı savaşlarıyla hatırlanan Eriksson döneminde üç kez üst üste çeyrek finalde elenen İngilizler, sonraki süreçteyse son sekiz takım arasına girmeyi bir kez başarabildiler. Milli takıma duyulan heyecan her geçen turnuvada biraz daha azalırken, Roy Hodgson tercihi ile de sofistike yabancı hoca serisinde sona gelindi. R’leri söyleyemeyen 68 yaşındaki Hodgson, Cockney aksanı sebebiyle ilk günden alay konusu oluyor; Euro 2016 eleme grubundaki rakiplerden Slovenya’nın maç günü kitapçığında “Sadece varlığıyla dahi rakiplerini korkutabilen bir futbol süper gücü olmaktan çıktılar.” yazıyordu.<br />
<br />
İngiltere bu kez farklı olabilir mi? Euro 2016’ya bir ay kala, birbirimize bu soruyu soruyoruz. İkinci turda elenmeleri belki artık çoğumuzu şaşırtmayacak bile, ama bir yandan da, “Acaba özel bir şeyler başarabilirler mi?” diye düşünmekten kendimizi alamıyoruz. Öncekilere pek benzemiyorlar. İngiltere için bir şans olmaktan ziyade hep çözülmesi gereken bir sorun olarak kalan Gerrard – Lampard orta sahası artık yok. Altın Jenerasyon olarak anılan görkemli oyuncu grubundan sadece Wayne Rooney yerini koruyor. Kısacası, bu yeni bir takım.<br />
<br />
Euro 2016 elemelerine gruptaki en zor maç olarak görülen İsviçre deplasmanıyla başlayan Hodgson, tercih ettiği sürpriz oyun şablonuyla herkesi şaşırtmıştı. İngiltere sahada baklava 4-4-2 şeklinde diziliyordu. Ama daha da ilginci, orta sahalardan en geride pozisyon alanın Arsenal’de 10 numaralı formayı giyen Jack Wilshere olmasıydı. İngiltere’nin etkileyici bir performansla 2-0 kazandığı maçın ardından, oyuncuların antrenörler eşliğinde ev ödevlerine tabi tutulduğunu öğrenecektik. Videolar üzerinden analizler yapılıyor, rollerin daha iyi anlaşılmasına uğraşılıyordu. Wilshere, yeni pozisyonu için Pirlo ve Mascherano’yu çalıştığını söylemişti.<br />
<br />
Böylece İngiltere’nin kronik derinden oyun kurma sorununa bir alternatif sunuluyor, daha önce aynı rolle Suarez ve Sturridge’in arkasında ligin altını üstüne getiren Sterling’in varlığı çok etkili geçiş hücumları ortaya çıkarıyordu. Fakat birkaç maç içinde, bu şablonun çok yönlü bir hücum planı sunmaktan uzak olduğu anlaşıldı. Tıkanan Slovenya maçının ikinci yarısında geçilen 4-3-3 dizilimi, ön alan oyuncularına daha fazla imkanlar sağlıyordu. O gün 3-1 kazandılar ve A planı bundan böyle 4-3-3 oldu.<br />
<br />
2-0 geriye düştüğü maçta Almanya’yı Berlin Olimpiyat Stadı’nda 3-2 mağlup ederek zirve performansını gören takımın gelişimi kabaca bu şekilde ifade edilebilir. Diğer yandan, oyun formatının iki senenin sonunda çeşitli deneyler geçirerek en olgun hâline ulaşmasında Mauricio Pochettino’nun da hakkını teslim etmemiz gerekir. Oyuncu havuzunun iyiye gitmesinde birinci derecede pay sahibi olan Arjantinli çalıştırıcı, Adada geçirdiği üç senede milli takıma tam 11 yeni oyuncu gönderdi. Bir sene içinde Delph’in yerini Alli gibi bir süperstar adayı aldı ve Hargreaves’ten bu yana süren saf defansif orta saha oyuncusu ihtiyacını da Dier karşıladı. Fransa’ya götürülecek dört bekin tamamı, kulüp takımlarında Pochettino ile çalıştılar.<br />
<br />
Oyuncularla çok fazla çalışma zamanı bulamayan milli takım antrenörlerinin, kulüp takımlarından esinlenmeleri bir zorunluluk olarak doğuyor. Vicente Del Bosque’nin sözlerine başvuracak olursak, başarılar kazanmış ülkelerin neredeyse tamamının, Bayern Münih veya Juventus gibi dominant bir kulüp takımını örnek alarak bunu başardığını görüyoruz. “Çok az günümüz var, dolayısıyla oyuncuların kulüp takımlarında yaptıklarını kopya etmemek aptallık olurdu.” diyor Del Bosque. Son açıklanan İngiltere milli takımı kadrosunun hemem hemen yarısını Tottenham ve Liverpool oyuncuları oluşturuyor. Berlin’deki maçın büyük bölümünde efektif pres uygulayan genç ve dinamik takımın sırrı bu. Pochettino, Klopp gibi yabancı antrenörlerin milli takıma katkıları gönderdikleri oyuncu sayısıyla sınırlı kalmıyor.<br />
<i><br /></i>
<i>22.04.16</i>gunerhttp://www.blogger.com/profile/10486506843834675318noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1951312736719357573.post-9613216551656903472015-04-27T17:41:00.000+03:002015-08-30T09:07:24.292+03:00Vaka-i Cleverley<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiArKQKXg7tiWLZviZ-2aSouRyLz9Jg-T9WVnXFI4dU_vU-fDruvriffPmlnSWbGs3K96_ku5qI00U389jJ5Afs0sho7TpRPvl4LRn7lm6cs9dErPP9Ra7Feqx1AupsjXILxU-ylehjW7A/s1600/cleverley.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiArKQKXg7tiWLZviZ-2aSouRyLz9Jg-T9WVnXFI4dU_vU-fDruvriffPmlnSWbGs3K96_ku5qI00U389jJ5Afs0sho7TpRPvl4LRn7lm6cs9dErPP9Ra7Feqx1AupsjXILxU-ylehjW7A/s1600/cleverley.jpg" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
<i><b>"Başıma bir şey gelmeyecekse eğer, Cleverley'i beğeniyorum."</b></i></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
Tom Cleverley'nin Manchester United'la olan kontratı bu yaz sona eriyor. Geçtiğimiz Eylül ayında, transfer döneminin kapanmasına saatler kala United'dan dördüncü ve son kez kiralık olarak yollandığı vakit söylediği üzere, <i>".. dürüst olmak gerekirse, bir daha bu kulüp için oynaması mümkün görünmüyor."</i> Özellikle de Twitter'ın hayatımıza girişiyle yeni bir form kazanan <i>günah keçisi</i> aktörlerin, İngiltere'deki en dramatik örneğiydi Cleverley. Cleverley ile ilgili iyi bir şey söylemeden evvel, kendinizi iyice bir tartmanız veya durumun beklenmedik doğasından ötürü bir şaşkınlık duymanız gerekiyordu. Çünkü bir süredir, ters giden her olayın sorumlusu Tom Cleverley idi ve karamsarlığın olduğu her yerde Cleverley vardı. </div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
Son iki sene içinde günaşırı sıklıkta yaşanan Cleverley linçlerinin en fazla medyaya yansıyanı, Hodgson'ın 2014 Dünya Kupası için belirlediği 30 kişilik ön listede yer alan <i>beceriksiz </i>oyuncunun takımdan çıkarılması için<b> <a href="http://www.bbc.com/sport/0/football/26442914">internet üzerinden başlatılan kampanya olmuştu</a></b>. Bugün dahi Google'a <i>Cleverley</i> yazdığınız vakit, olağan şüpheliler <i>Transfermarkt </i>ve <i>FIFA 15</i>'in hemen altında '<i>petition' (dilekçe)</i> çıkıyor. Tom Cleverley, ya da nam-ı diğer <i>yan-pas-Cleverley</i>, geçtiğimiz hafta sona erişinin birinci yıl dönümü kutlanan 10 aylık katastrofik Moyes dönemindeki memnuniyetsizliklerin tek başına sahadaki timsaliydi. United resmi Twitter hesabının düzenlediği #askCarrick organizasyonunda "Zamanda geriye gitme şansın olsa, Hitler'i mi öldürürdün, yoksa Cleverley'nin doğmasına engel mi olurdun?" gibi sorular geliyor, yaklaşık 6 ay sonra, Premier League'in Cleverley'i konuk ettiği soru-cevap bölümü, <a href="http://babb.telegraph.co.uk/2014/09/ill-advised-twitter-qas-part-1938-tom-cleverley/"><b>gelen sorular nedeniyle olsa gerek</b></a>, 15 dakika içinde sona erdiriliyordu. Artık alaycı bir tavır takınmadan Cleverley hakkında konuşmak imkansız olmuştu, Cleverley artık bir karikatürdü.</div>
<blockquote class="tr_bq" style="clear: both; text-align: left;">
<span style="font-size: large;">"Sahada yaptıklarım bazen göz ardı ediliyor. Üç-dört oyuncuyu çalımlayıp sonra topu çatala yollayacak veya Keane gibi topu rakiplerin ayağından söküp alacak bir futbolcu değilim. Taraftarın yanımda olmasını isterdim. Bu kulüpte büyüyüp* bu kulübü en az onlar kadar severken, yaşananlar biraz canınızı acıtıyor." - <a href="http://www.mirror.co.uk/sport/football/news/tom-cleverley-interview-scapegoat-midfielder-3132365">Tom Cleverley</a></span></blockquote>
Peki bu noktaya nasıl geldik? İngiltere'nin kendine has <i>Eto'o bitmiş </i>vakası olan Sneijder'in adı bundan 5 sene önce Manchester United ile anılırken -hâlâ daha bu haberler yapılıyor- <i>Who needs Sneijder when we’ve got Cleverley** </i>tezahüratı tutturan United taraftarı, nasıl oldu da Cleverley ile bu kadar ters düşebildi? Bunu anlamak, bu denli çabuk ve keskin bir biçimde değişen algıları mantıklı bir sebebe dayandırabilmek güç. Sanırım en genelleyici açıklama, henüz ilk tam sezonunda Scholes'un varisi karşılaştırmalarına maruz kalan Cleverley'nin, Ferguson'ın erken emekliliğinin yarattığı travmadan en ciddi etkilenen oyuncu olduğu şeklinde olacak. Kariyerinin son bölümünde Ronaldo gibi yıldızların satışı sonrası Valencia gibi takım oyuncularıyla rekabet içinde kalabilmeyi başaran Ferguson'ın yokluğunda, Cleverley'nin takım içi rolünü bulması, yeni bir Darron Gibson mı -bu bir başarısızlık- yoksa Michael Carrick mi -bu ise takdir görmeyen bir başarı örneği- olacağını öğrenmek mümkün olmadı. Keza Cleverley hiçbir zaman <i>bağıra bağıra gelen,</i> üstün yetenekleri veya karizmatik karakterleriyle<i> </i>her şartta kendini gösterecek olan oyunculardan biri değildi. Kesin olan şu ki, <i><a href="http://www.dailymail.co.uk/sport/football/article-2752750/Tom-Cleverley-admits-happy-away-negativity-Manchester-United.html"><b>"Bir ters giden sezon, sizi kötü bir oyuncu hâline getirmez. Ve birileri Twitter'da söylüyor diye, kötü bir oyuncu olmazsınız."</b></a></i> Cleverley her iki konuda da haklıydı.<br />
<br />
Bu açıklamayı yaparken aklından çok derin düşünceler geçtiğini sanmıyorum, elbette ki her zamanki gibi yalnızca kendini savunuyordu, ama yine de biraz üstüme almaya niyetliyim. Oyuncuların kötü bir dönemden geçtiği vakitler verdiğimiz tepkileri sahiden garipsiyorum. Sahada hoşumuza gitmeyen bir şey yaşandığında, kötü bir pasta veya akılsızca bir harekette, tepki vermemizi anlayabiliyorum. Kısa süre içinde bu anlık tepkilerin oyuncular üzerinde genelleyici bir tutum oluşturmasını da. Dolayısıyla yazıyı romantik bir formatta sürdürme düşüncesinde değilim, kesinlikle. Ama şöyle bir bakarsak, futbol düşünce dünyamızı bu kadar işgal edebiliyorken, daha önceden beğendiğimiz bir oyuncunun bir anda kötü bir futbolcu hâline gelmiş olabileceğine kolayca ikna olmamızı sahiden anlayamıyorum. <i>Kötü bir sezon, sizi elbette ki kötü bir oyuncu hâline getirmez.</i> Tom Cleverley, 2010 yılından beri gözümüzün önünde ve o günden bu yana yaptıkları, iniş ve çıkışlarıyla, bize <i>nasıl bir futbolcu olduğunu</i> çoktan anlatabilmiş olmalıydı. Ama yalnızca <i>performans</i>la ilgileniyoruz ve tüm tartışmaların merkezine<i> performansı</i> koyuyoruz.***<br />
<br />
<blockquote class="twitter-tweet" data-conversation="none" lang="en">
Başıma bir şey gelmeyecekse eğer, Cleverley'i beğeniyorum. Mesela şu goldeki yalancı koşusu. <a href="http://t.co/J9MHkhlZjn">http://t.co/J9MHkhlZjn</a><br />
— Güner Çalış (@oolegunnar) <a href="https://twitter.com/oolegunnar/status/587541874371600384">April 13, 2015</a></blockquote>
<br />
Aston Villa'nın vasat oyuncularla dolu orta sahasında, Tom Cleverley'nin topa vururken girdiği şekiller sezon başından bu yana ilgimi çekiyordu. Bu yazı için Cleverley üzerine biraz daha okuma ihtiyacı duyarken, <a href="http://www.manchestereveningnews.co.uk/sport/football/football-news/tom-cleverley-go-wrong-man-8313167"><b>United yazarlarından Samuel Luckhurst</b></a>'un <i>Beckham'a özenen vuruş tekniği </i>ifadesine rastladım. Cleverley'ı izlerken diğerlerinden ayrılan, hiç değilse Villa için böyle, bir zariflik sezmek mümkün, ama diğer yandan bir parça beceriksizce bir zariflik bu. Top ayağındayken Jack Grealish gibi rahat görünmüyor, hatta zaman zaman düşecekmiş hissi uyandırdığı dahi söylenebilir. Ceza sahasına yaptığı geç koşulardaki cılız vuruşlarında da (bir örneği için <a href="http://www.ligtv.com.tr/lig/ingiltere-premier-ligi/ozet/2014-2015/34/manchester-city-3-2-aston-villa-mac-ozeti"><b>burada</b></a> 1:38'e sarın) aynı hisse, sanki <i>denge</i> hususunda sorunları olduğu hissine kapılıyorsunuz. Bunların büyük ölçüde <i>devamlılık</i>la ilgili sorunlar olduğunu düşünüyorum. 25 yaşına gelen Tom Cleverley şu ana dek hiçbir sezonda 30 maça çıkmış değil. Onun en önemli eksikliği ne diye soracak olursanız, sanırım <i>cutting edge</i> cevabını verecek olacağım ki, bu da büyük ölçüde devamlılıkla mümkün. Bir sonraki kulübünü seçerken, artık kadro oyuncusundan ziyade değişilmez 11 oyuncusu olmayı planlamalı Cleverley.<br />
<br />
Onu yalnız benim kadrajımdan çıkarıp daha genel bir izleyici kitlesine kavuşturan ise <a href="http://7500toholte.sbnation.com/2015/4/13/8398625/tim-sherwood-aston-villa-manager-tom-cleverley-loan"><b>yeni menajer Tim Sherwood oldu</b></a>. Sherwood'un gelişiyle sahadaki olumlu anlamda varlığı sahiden daha fazla hissediliyor ve linkini paylaştığım Villa blog'una başvuracak olursak, <i>".. bunu kanıtlamak için önünüze bir dolu manasız istatistik sermeme gerek yok." </i>Son olarak Aralık 2013'te**** Aston Villa'ya golü bulunan Cleverley, bu hafta sonu %92 pas yüzdesiyle tamamladığı maçta City karşısında bir de gol attı. Kısacası, Cleverley <i>geliyor</i>. Açıkçası ne kadar ileri gidebileceğini bilmiyorum. Düşük profilli oyun tarzını düşününce, sanki hiçbir zaman övgülere boğulan bir oyuncu olmayacakmış gibi geliyor, ama kim bilir, belki de yeni bir Carrick olur ve sonsuza kadar <i>underrated</i> temasıyla sürecek yazıların yeni ana karakterini oluşturur.***** <span style="font-size: x-small;"><i>(Ne kast ettiğimi anlamanız için Google'a sadece Carrick Underrated yazmanız yeterli)</i></span><br />
<blockquote class="tr_bq">
<span style="font-size: large;">"Bu ülkede yetişen bir oyuncu olarak, yaşına göre anormal bir taktiksel yetkinliğe sahip. Oyun tekniği ve farkındalığı ile kolaylıkla Hollanda veya İspanya futbol kültürlerine adapte olabilir." - </span><a href="http://www.theguardian.com/football/2012/sep/13/tom-cleverley-dutch-roberto-martinez" style="font-size: x-large;">Roberto Martinez, 2012.</a><span style="font-size: large;">******</span></blockquote>
Peki o hâlde, koca bir paragrafı saha içi performansın yarattığı algı bozukluğuna ayırdıktan sonra, Cleverley'i <i>nasıl bir futbolcu</i> olarak görüyorum? Örneğin Roberto Martinez'in ısrarla üzerinde durduğu şaşırtıcı betimlemeler ve bu sene izlediğim maçlar ışığında ortaya ne çıkıyor? Öncelikle, Martinez'in pozitif tutumunun zaman zaman komik derecede abartılı bir hâl alabildiğini belirtmemiz gerek. Yakın zaman önce, Ross Barkley'nin sahip olduğu potansiyeli gerçekleştirirse gelmiş geçmiş en iyi İngiliz oyuncu olacağını dahi iddia etmişti. Yine de, söylediklerinde elbette ki bir gerçeklik payı var ve, <i>ve buraya Martinez'le ilgili övgü dolu bir cümle gelecek. </i>Cleverley'nin transferi sonrası, Martinez'in bu sözlerinden haberdar olduğumdan, ne demek istediğini anlamak için merakla takip etmeye başlamıştım. Kısa süre içinde, Katalan hocanın dar alanda kolayca adam eksilten veya yüksek yaratıcılık meziyetine sahip bir oyuncuyu tanımlamadığı ortaya çıktı. Diğer yandan, Cleverley'nin pas yüzdesi en başından beri oldukça yüksek seyrediyordu ve hareketlerinde iki paragraf önce bahsettiğim <i>belli belirsiz bir zarafet </i>vardı. Açıkçası, kafasında taktik dizilişler dönen, oyunu derinlemesine anlamaya çalışan birinin kast edilmediği de ortadaydı. Martinez'in <i>Hollanda - İspanya vurgusu </i>yaparken ne anlatmak istediğini, ancak son haftalarda, takımın da daha iyi bir oynama alışkanlığı ve belli bir otomatizma kazanmasıyla sanırım anladım. Tom Cleverley, <i>topu ayağında tutmaktan hiç hoşlanmıyor</i>. Takım arkadaşlarına alanlar açan harika koşular yapabiliyor ve pas sirkülasyonu sırasında sürekli hareket hâlinde oluyor. <i>Tek pas ve koş</i>. Cleverley, bu<i> </i>oyundan hoşlanıyor. Bazısı için sert bir kayarak müdahale olabileceği gibi, onun futbol oynarken keyif alma biçimi <i>bu</i>.<br />
<br />
<blockquote class="twitter-tweet" lang="en">
7 - Tom Cleverley made seven tackles in the <a href="https://twitter.com/hashtag/FaCupSemiFinal?src=hash">#FaCupSemiFinal</a> vs Liverpool, three more than any other player on the pitch. Tiger.<br />
— OptaJoe (@OptaJoe) <a href="https://twitter.com/OptaJoe/status/589825610953969664">April 19, 2015</a></blockquote>
<br />
Tarafsız kalarak düşünmeye çalışınca, Cleverley için çok kritik olan bundan sonraki takım seçiminde <a href="http://www.dailymail.co.uk/sport/football/article-2752822/Manchester-United-consider-Everton-threat-s-I-couldn-t-sign-Tom-Cleverley-says-Roberto-Martinez.html"><b>en uygunu Everton</b></a> gibi geliyor. Ama belki de, onu <i>en iyi anlayacak</i> hocanın yanına fakat yine rekabetin içine gireceği bir takıma gitmek yerine, yerini bulduğu ve takım içi kimyasının çok yüksek olduğu <a href="http://www1.skysports.com/football/news/11677/9818742/sherwood-wants-cleverley-to-join-aston-villa-permenently"><b>Aston Villa'da kalmayı</b></a> tercih edebilir. İngiltere Milli Takımı'nda ilk 11 seviyesine yükselen Fabian Delph'in, kontratının bitimine 6 ay kala, takım küme düşme hattındayken 4 senelik yeni bir kontrat imzaladığını unutmayın. Villa, kaybolmaya yüz tutan İngiliz oyuncular için bir süredir en iyi yuvalardan biri ve bunun karşılığını Delph'in durumunda olduğu gibi oldukça güzel sürprizlerle alabiliyorsunuz.<br />
<script async="" charset="utf-8" src="//platform.twitter.com/widgets.js"></script>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhjBhA4GHrnU2ZpXI_r2fvG0U9Qmk-XB1F_qqe91VcUw82LNi6OXeRT3EHPY4H0eNgIiFfWOGu5ew6JN47q6Y_3O3SY4Mrm4YFAeMo7TSPOPlwxh7TTc9kXKkKJAE85WVg6Gu7q4bpERwc/s1600/cleverley2.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhjBhA4GHrnU2ZpXI_r2fvG0U9Qmk-XB1F_qqe91VcUw82LNi6OXeRT3EHPY4H0eNgIiFfWOGu5ew6JN47q6Y_3O3SY4Mrm4YFAeMo7TSPOPlwxh7TTc9kXKkKJAE85WVg6Gu7q4bpERwc/s1600/cleverley2.png" /></a></div>
<span style="font-size: x-small;"><br /></span>
<span style="font-size: x-small;">NOTLAR</span><br />
<span style="font-size: x-small;">*Genç Cleverley, <a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjsqgnNPRM_0O9mtsvvW5Kq8GT9R83HxHz6fNS6aPmFQmvJelWIfsbFAM6rxX4vv5wcSsOdjjyvOGkkCNUnwWG1o4IA0Cy5pNQG1sYgBIbLMG8nKkYBt25iQX26YvS6EJ4qey9WeQOF3bwW/s1600/cleverley.jpg"><b>United formasıyla</b></a>.</span><br />
<span style="font-size: x-small;">**<b><a href="http://www.goal.com/en-india/news/2292/editorials/2011/08/08/2610406/manchester-uniteds-wonderkid-tom-cleverley-do-you-know-him">2011 yılından bir oyuncu raporu</a></b>, Manchester United'ın <i>wonderkid</i>'i Tom Cleverley'i uzun uzadıya anlatıyor.</span><br />
<span style="font-size: x-small;">***Yazıyı daha fazla dağıtmak istemediğim için, aklımdan geçen örneği buraya not düşmek durumundayım. Sözü daha fazla uzatmak istemiyorum ama son iki sezonda Selçuk İnan şiddetle eleştirilirken sahiden de daha kötü bir oyuncu hâline geldiğini mi düşünmüştünüz? Daha kötü bir performans gösteriyordu, bu muhakkak, ve bunun nedenleri üzerine konuşulabilir, ama bu Selçuk'u daha kötü ve daha değersiz bir oyuncu yapmaz. Benzer bir durum önceki sezonlarda Amrabat için geçerliydi. Bir başka örnek olarak, Arjen Robben'in bu sezon ciddi oranda artan gol sayısında yüksek form grafiğinin, dolayısıyla yüksek performansının, ama diğer yanda Hollandalı'nın futbolcu olarak da sahiden ileriye gitmesinin payı olduğunu belirtmemiz gerekir. Robben, bundan 5 sene önceye göre çok daha önemli bir takım oyuncusu hâline gelmiş durumda ve olur da bir ortamda Robben'i bencil olarak yaftalayacak olursanız, bu ancak sizin bir parça geride kaldığınızı gösteren talihsiz bir tartışmaya yol açabilir. Ronaldo sezon ortasında yaşadığı form düşüklüğünde elbette daha kötü bir futbolcu hâline gelmemişti, ama bundan bağımsız olarak, sanırım Manchester United günlerine kıyasla frikiklerinde bir geriye gitme olduğunu söylememiz gerek.</span><br />
<span style="font-size: x-small;">****Hatırlıyorum, saçma bir goldü. Cleverley'nin fazla golü olmadığı için Villa'ya transfer olduğunda bu fotoğrafın kullanılması da Cleverley ironileri arasında yerini almış oldu.</span><br />
<span style="font-size: x-small;">*****Carrick'in girdiği sonsuz underrated döngüsü. Underrated içinde underrated, inception. <a href="http://www.theguardian.com/football/blog/2015/apr/13/michael-carrick-manchester-united-barney-ronay-louis-van-gaal-manchester-city-midfield-blog#comment-50390740">Bir Guardian okuyucusu açıklıyor.</a></span><br />
<span style="font-size: x-small;">******Martinez, bu açıklamasından 2 sene sonra görüşünün arkasında durduğunu bildiriyor. <b><a href="http://www.theguardian.com/football/2014/mar/06/roberto-martinez-tom-cleverley-england">"Bu ülkede Tom'un eğitimine sahip çok az oyuncu sayabilirsiniz."</a></b></span><br />
<script async="" charset="utf-8" src="//platform.twitter.com/widgets.js"></script>gunerhttp://www.blogger.com/profile/10486506843834675318noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1951312736719357573.post-77730975908033472862014-11-09T13:59:00.001+02:002014-11-09T14:37:56.543+02:00İspanyol uyruklu İngiliz: Roberto Martinez<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg0DEsJuQk-GJiWr03yPzduas_b4y7PATfoJWUCqltXoc_4Gd6RiUOj6fo2mOQHX2A9m8_NYe9lWPN1lmDLms6wrYMVzrT6wkpgg1a7eSWQnfSdaevBTo4IuQL8dbSjIvvXQFTNiE0UlBM/s1600/lucho.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg0DEsJuQk-GJiWr03yPzduas_b4y7PATfoJWUCqltXoc_4Gd6RiUOj6fo2mOQHX2A9m8_NYe9lWPN1lmDLms6wrYMVzrT6wkpgg1a7eSWQnfSdaevBTo4IuQL8dbSjIvvXQFTNiE0UlBM/s1600/lucho.jpg" /></a></div>
<div style="margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
<i><a href="http://www.hayatimfutbol.com/gelecegin-teknik-direktorleri-2/"><span style="font-size: x-small;">Geleceğin Teknik Direktörleri yazı dizisi</span></a></i></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<i><span style="font-size: x-small;">'Geleceğin teknik direktörleri' adı
altında bir seriye başlamaya karar verirken aklımızdan neler
geçiyordu? Belli bir yaşın, belirlediğimiz parametreye göre 45
yaşın altında, ve henüz futbol sahnesinin en büyüklerinde
kendini tam anlamıyla ispatlama fırsatı bulamamış; fakat ileriki yıllarda adını çokça işiteceğimizi düşündüğümüz teknik
direktörleri belirlemeye çalışacaktık. Yine de bu listeyi
oluştururken en büyük motivasyon kaynağımız, aslında başka
bir noktaya dikkat çekmekti.
</span></i></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<i><span style="font-size: x-small;"><br />
</span></i></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<i><span style="font-size: x-small;">1996'da Arsenal'e Japonya'nın Nagoya
Grampus takımından gelen ve “Arsene who?” (Arsene kim?)
manşetleriyle karşılanan Arsene Wenger'in, Ada futbol kültürü
üzerinde ne denli büyük bir etki yarattığı üzerine sayısız
tartışma yapılmıştır. 6 dil konuşabilen, oyuncuların beslenme
alışkanlıklarını yeniden belirleyen ve ekonomi üzerine master
yapmış bir menajer Premier League için bir ilkti. Galip gelinen
maçların ardından takım olarak topluca 'dağıtmanın'
profesyonel futbolcular için kabul edilebilir bir davranış
olmadığının benimsenmesinde ve Ada futbolunda içki kültürünün
değişmesinde Wenger'in çok önemli bir rolü olacaktı. Kuşkusuz
daha sonra Gerard Houllier, Jose Mourinho gibi değerli yabancı
menajerler de Wenger'in açtığı kapıdan Adaya ayak basmıştı.
20. yüzyılın sonunda, Arsene Wenger daha önce gördüğümüz
herkesten farklı duruyor ve futbolda yeni bir döneme işaret
ediyordu.</span></i></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<i><span style="font-size: x-small;"><br />
</span></i></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<i><span style="font-size: x-small;">Listedeki pek çok isimde, ve daha
şimdiden çok başarılı olmaları gerekçesiyle bu listeye dahil
edilemeyen Luis Enrique, Andre Villas-Boas gibilerinde, Wenger için
sözü edilen bu özelliklerin var olduğunu göreceksiniz.
Kazandıkları başarılar bir yana, teknik direktöre bakış
açımızı değiştirebilecek niteliklere sahipler ve 'geleceğin'
teknik direktörleri olarak anılmayı bu yüzden hak ediyorlar.
2010'da Burnley'e yaptığı iş teklifinde kullandığı Powerpoint
sunumu kulübün yöneticilerince fazla 'teknik' bulunan ve işi bu
sebeple alamayan 34 yaşındaki Andre Villas-Boas size de garip
gelmiyor mu? Peki ya Luis Enrique'nin Barcelona antrenmanlarını bir
kule üzerinden, adeta Football Manager kamerasından izler gibi
'tepeden' takip etmesine ne demeli?
</span></i></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<i><span style="font-size: x-small;"><br />
</span></i></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<i><span style="font-size: x-small;">Bu seride ilk yazılacak isim Roberto
Martinez olacak. 1995'den bu yana Britanya'da yaşayan ve 'artık
İngilizce düşünebilmek' için Manchester'da ikinci üniversitesini
bitiren Katalan, futbolculuğu sırasında eş zamanlı olarak her
hafta sonu televizyonda İspanya futbolu yorumculuğu yapıyordu. Son
iki Dünya Kupası'nda Amerikan ESPN kanalı adına çalışan
Martinez, yaptığı analizlerle Amerikalılara futbolu sevdirme
konusunda en az Tim Howard kadar etkili bir isim olarak anılıyor.
Gelin Roberto Martinez'i daha yakından tanıyalım.
</span></i></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
* * *</div>
<div style="margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgGRXaWSvaa6VXroqRNO_PGfX6oSFz-PcvvyvJJ98ekjhxT0YZpJu59ER9vl9vql2VtH3a7eFj1K2qXut3Xy4wt6woRchs47RS8xFx7Psfg8CT9hVYsE1LlYdS7LypR7oHY2jkaNchwQYI/s1600/hi-res-181423758-everton-manager-roberto-martinez-looks-on-before-the_crop_exact.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgGRXaWSvaa6VXroqRNO_PGfX6oSFz-PcvvyvJJ98ekjhxT0YZpJu59ER9vl9vql2VtH3a7eFj1K2qXut3Xy4wt6woRchs47RS8xFx7Psfg8CT9hVYsE1LlYdS7LypR7oHY2jkaNchwQYI/s1600/hi-res-181423758-everton-manager-roberto-martinez-looks-on-before-the_crop_exact.jpg" /></a></div>
<div style="margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
<a href="http://www.hayatimfutbol.com/ispanyol-uyruklu-ingiliz/">Hayatım Futbol 150. sayıda.</a></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
<blockquote class="tr_bq">
“<i>Roberto'nun çok
başarılı bir menajer olması beni şaşırtmıyor, çünkü o
fazlasıyla titiz ve zeki biri. Aynı futbolculuğundaki gibi.
Futbolcuyken hiçbir zaman sebepsiz yere koşmaz, sahada yaptığı
her harekette bir anlam arardı. Oyuncularına da aynı profesyonel
ve mükemmeliyetçi bakış açısını kazandırmak istiyor. Hiçbir
zaman alkol ve sigara kullanmayan biri olarak, takımındakilerin de
aynı özeni göstermesini bekliyor. Pozitif, yardımsever,
arkadaşlarına destek olmaya her zaman hazır biri oldu. Onu
tanıdığım için çok şanslıyım ve öyle söyleyebilirim ki,
Roberto ailem dışında tanıdığım en önemli insan ve benim en
büyük ilham kaynağım.” </i> </blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
<i>Jordi Cruyff</i></blockquote>
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Roberto Martinez'in 2008 yılında
yayınlanan otobiyografisinin önsözünü yazan Jordi Cruyff, en
yakın dostunu bu şekilde tanımlıyor. Roberto Martinez, Jordi'nin
düğününde sağdıç olmuş, ve daha sonra da Jordi'nin oğlunun
vaftiz babası. 20'li yaşlarının hemen başında İspanya'dan
koparak Adanın yolunu tutan bu iki genç, o vakitler pek de
kozmopolit yerler olmayan İngiltere'nin kuzey vilayetlerinde
tanışmış. Jordi, Manchester'a uyum sağlayamayarak 4 sene sonra
İspanya'ya geri dönmüş. Martinez ise o günden bu yana hâlâ
İngiltere'de, tam 19 senedir.
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
İngiltere Milli Takımından 'biz'
diye bahseden 41 yaşındaki Roberto Martinez, hayatının yarısını
İngiltere'de geçirmiş biri olarak, kendini yarı yarıya İspanyol
ve yarı yarıya İngiliz olarak tanımlıyor. Martinez, futbolu
öğrendiği İspanya'nın ve kariyerinin hemen hemen tamamını
geçirdiği İngiltere'nin farklı futbol kültürlerini bir araya
getirdiği, kendine özgü bir futbol anlayışı ortaya çıkarmış.
'Bobby', İngiliz futboluna dışarıdan bakabilen bir yabancı
değil; bilakis, artık içlerinden biri. Fakat diğer yandan,
dışarıdan birinin perspektifiyle bakabilme ayrıcalığına sahip.
Bu, gerçekten eşsiz bir konum.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Roberto Martinez'i anlamaya çalışırken,
İspanyol kökenlerinden gelen ön yargıya kapılıp da onu sadece
topa sahip olma oyunun idealist bir temsilcisi olarak görmek, büyük
bir yanılgı olacak. Geçtiğimiz ay FourFourTwo'ya verdiği
röportajda, bir futbol kulübünü sanki sonsuza dek orada
kalacakmışçasına yönetmelisiniz, diyordu Martinez. Onu en iyi
anlatan cümle bu olsa gerek. Roberto Martinez, bir yandan saha
içinde olan bitene dair çok iyi analizler ve çözümler sunabilen
bir antrenörken, diğer yandan futbolu tüm boyutlarıyla anlamaya
çalışan, çok yönlü bir futbol adamı.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
1995 yılında Wigan Athletic'e
transfer olan üç İspanyol oyuncudan yalnızca Roberto Martinez'in
kalıcı olması bir rastlantı değil. Sert ve direkt oynanan
İngiliz futboluna adapte olamayan diğer oyuncuların aksine,
Martinez alışık olmadığı bu kültüre uyum sağlamanın
yollarını aramış. Topa sahip olma oyunu eğitimi almış birinin
perspektifinden bakarak, İngiliz futbolunda neyin işe
yarayabileceğini bulmam gerekiyordu, diyor Katalan. Alt liglerde tüm
İngiliz takımları 4-4-2 oynarken, onları düşük bütçeli
Swansea ile alt edebilmeleri, ancak 4-3-3, 4-2-3-1 gibi farklı
dizilimler üzerinden çözümler arayarak mümkün olmuş. Martinez,
İngiliz futbol piramidinin gerçekliği içinde, bir İspanyol'a
özgü çözümler yaratarak her gittiği kulüpte iz bırakmayı
başarmış.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Roberto Martinez, hayatında izlediği
en iyi futbol takımı olarak 1993 yılının Barcelona'sını
anıyor. En yakın dostu Jordi Cruyff'un babası Johan Cruyff'un
çalıştırdığı ünlü Barcelona takımı. Barcelona öyle bir
takımdı ki, herkes onların ne yapacağını bilmesine rağmen yine
de kimse onları alt edemezdi, diyor Martinez. Johan Cruyff, tüm
Barcelona kulübünün 'felsefe'sini baştan aşağı değiştirirken,
o sıralar Real Zaragoza alt yapısında oynayan 20 yaşındaki
Roberto'yu da derinden etkilemiş.
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
The Independent gazetesinin 2009
yılında “Roberto Martinez: Yeni Arsene Wenger mi?” başlığıyla
sunduğu röportajda, Martinez için bir futbol 'felsefe'sine sahip
olmanın ne anlama geldiğinin anlatıldığı değerli bir bölüm
yer alır. “İnançlarıma kuvvetle bağlıyım, sonuç kesinlikle
belli bir oynama biçimiyle gelmeli.” diye başlar. “Önemli
olan, performansınızın yüksek olması ve futbol kulübünü ne
şekilde geliştirdiğinizdir. 10 maçlık bir periyotta, istikrarlı
olarak kazanmaya devam etmek için kısa vadeli çözümler yaratmak
zorundasınız. Ama bir maç için baktığınızda, oynama biçiminiz
de en az maçın sonucu kadar önemlidir.” der Martinez.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Roberto Martinez'in, gelecekte
Barcelona'yı çalıştırmasına kesin gözüyle bakılan teknik
direktörlerden biri olarak anıldığına tanık olabilirsiniz.
Fakat yazının bu kısmına kadar hâlâ dersinizi almadıysanız,
bir kez daha tekrar edelim: Roberto Martinez, ilk aklınıza gelen,
sanki kesin gibi gözüken kalıplara çoğu zaman uydurulamıyor.
Hayatında gördüğü en iyi takımın Barcelona olduğunu söyleyen
Katalan Martinez, bir Barcelona taraftarı değil. Aslında
küçüklüğünde en gıpta ettiği oyuncu da bir Real Madrid
efsanesi olan Emilio Butragueno. Küçük Roberto, Barcelona
taraftarı olan tüm arkadaşlarının aksine, babasının takımı
Balaguer'i tutuyordu. Aynı adı taşıyan babası Roberto Martinez
Sr, onun hayattaki en büyük ilham kaynağı olmuştu.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-size: large;">İlk yarı: İspanya</span></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-size: small;">Roberto Martinez, futbolla
yaşayan ve futbolla nefes alan bir ailenin içine doğdum, diye
anlatıyor. İşine bağlı, çok iyi bir profesyonel olan babasının
tüm hayatı, futbol kariyerine göre şekillenmiş. 43 yaşına
kadar çeşitli kulüplerde futbol oynayan baba Martinez, sıkı bir
egzersiz ve diyet programına bağlı olarak yaşamış. Martinez,
Pazar günleri babasını izlemeye gittiği futbol maçlarını
çocukluğuna dair ilk hatıralar olarak tanımlıyor.</span></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-size: small;">Babasının hiçbir oyunu,
hatta kart oyunlarını bile kaybetmek istemeyen rekabetçi yapısının
kendisi için çok iyi bir öğrenme süreci olduğunu söylüyor
Martinez. Babasını, kaybetmekten nefret eden ama kazanan rakibine
saygı göstermeyi unutmayan pozitif bir insan olarak tanımlıyor.
İçki ve sigara kullanmayan, 34 yaşında teknik direktörlük
teklifi aldığı vakit, babası gibi 40'larına kadar futbol oynamak
istediği için büyük bir ikilimde kalan biri Roberto Martinez.
Pozitif karakterinin oluşması ve profesyonel kariyerinin
şekillenmesinde, büyüdüğü sıcak aile ortamının etkisi çok
büyük. </span>
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-size: small;">Martinez, babasının işi
nedeniyle sürekli şehir değiştirmek zorunda kalan annesi Amor'u
sevgiyle anarken, annesi ve Motherwell'de futbol oynadığı sırada
tanıştığı İskoç eşi Beth arasındaki benzerliklerden
bahsediyor. Martinez, üzerine kalemle çizimler yapabildiği 60
inçlik televizyonunda, kaybettikleri maçların görüntülerini
tekrar tekrar izliyor. “Bir çözüm bulana kadar kendime
gelemiyorum. Düşünmek ve çözümler oluşturabilmek için zamana
ve alana ihtiyacım var.” diyor Martinez. Evle işi bu denli
birbirine karıştırmasına karşın, eşi Beth'in onu anlayışla
karşılamasından dolayı çok mutlu olduğunu söylüyor. Şehrin
tüm erkekleri haftasonunda eşlerini dansa götürürken, maçları
sebebiyle Amor'a bu zamanı ayıramayan Roberto Sr'un hissettiği
gibi. Mutlu bir evlilik yapan Roberto Jr.'un evi ve tüm hayatı,
aynı babası gibi futbol kariyerine göre şekilleniyor. </span>
<br />
<span style="font-size: small;"><br /></span>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEioi06B0ELS5eAfnXG4-bRBTCx5O5l2P-IRG-_4V8D8c1MyCfS2QSPGIfYSl4eIhdJHtRNdfMyumuaP1sQDDM5WrzWCICbLU1bi33h7LZCs0paB3hfl27ag3WpLyUsvbna1JenrJ92R9b4/s1600/martinezcocukluk.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEioi06B0ELS5eAfnXG4-bRBTCx5O5l2P-IRG-_4V8D8c1MyCfS2QSPGIfYSl4eIhdJHtRNdfMyumuaP1sQDDM5WrzWCICbLU1bi33h7LZCs0paB3hfl27ag3WpLyUsvbna1JenrJ92R9b4/s1600/martinezcocukluk.jpg" /></a></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-size: x-small;">Solda: Barcelona genç takımından Jordi Cruyff ve Zaragoza’dan Roberto Martinez aynı karede. Henüz birbirlerini o kadar da iyi tanımıyorlar! | Sağda: Roberto Martinez, elinde 1982 Dünya Kupası topu ‘Tango’ ile.</span></div>
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<div style="text-align: center;">
<br /></div>
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-size: small;">9 yaşındaki Roberto,
cumartesi günlerinde okul takımı için beş kişilik maçlarda ve
ertesi günde, babasının teknik direktörlük yaptığı
Balaguer'in genç takımında 11'e 11 maçlarda oynuyordu. Roberto,
teknik direktör olan babasıyla futbol tartışmaya da bu yaşlarda
başlamış. İspanya'da aldığı eğitimi hatırlayan Martinez,
İngiliz futbolunun alt yaş kategorilerinde yaptığı hatalara
değiniyor. Çok küçük bir alanda dörder kişiyle oynadıkları
'futbol sala', tekniğini geliştirmesi ve futbolu serbestçe, kendi
deneyimleriyle tanıması açısından çok önemli olmuş. Martinez,
İngiltere'de 11'e 11 futbola çok küçük yaşta başlandığını
söylüyor.</span></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-size: small;">16 yaşına geldiğinde,
Balaguer'e iki saat uzaklıktaki Zaragoza şehrinin takımı Real
Zaragoza'ya transfer olan Martinez, böylece İspanya'nın büyük
kulüplerinden birine sıçrama yapmayı başarmış. Genç
takımlarda geçen beş senenin ardından, ligde yalnızca 1 kez
oynayarak 21 yaşında Balaguer'e geri dönmüş. Martinez, şöhreti
yakaladığını sanıp kendini kaybeden diğer genç sporcular gibi
olmayacağı hususunda ailesine bir söz verdiğini söylüyor. Bu
esnada, annesinin dileğini de gerçekleştirerek Zaragoza
Üniversitesi'nde Fizyoterapi bölümünü bitirmiş. Martinez,
futbol kariyerinin beklenmedik bir şekilde sona erme ihtimaline
karşı, başka bir alanda da eğitim alması gerektiğini
düşünüyordu.</span></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-size: small;">Balaguer'de bir sene daha
oynadıktan sonra, Dave Whelan'ın peşine takılıp 22 yaşındayken
İngiltere dördüncü kademe takımlarından Wigan Athletic'e
transfer oldu. İspanyol oyuncuların İngiltere'ye transferi, hele
ki İngiltere alt liglerine transferi, o tarihlerde görülmemiş bir
şeydi. İngiltere'nin kuzeybatısında, kış vakti dükkanlar akşam
beşte tamamen kapanmış oluyordu. Sabah antrenmanı sonrası
'siesta'sını ihmal etmeyen Roberto, kuşkusuz bu denli büyük bir
kültür farkıyla karşılaşacağının farkında değildi.</span></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-size: small;"><br /></span></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-size: large;">İkinci yarı: İngiltere</span></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-size: small;">1995 yılında Wigan
Athletic'i satın alan iş adamı Dave Whelan, 20'li yaşlarının
başındaki üç İspanyol genci Wigan gibi bir yere getirmek için
neler yapması gerektiğini çok iyi biliyordu. “Sakatlık
tazminatı olarak aldığı parayla açtığı ilk spor dükkanından,
tüm Avrupa'da bilinen bir spor mağazası ağı oluşturmuş. Elini
değdirdiğini altına çeviren biri gibi gözüküyordu. ” diyor
Martinez. Whelan, eski bir futbolcuydu. 1960 FA Cup finalinde ayağını
kırması sebebiyle bir miktar tazminat almış, futbola daha fazla
devam edemediği için bu parayla iş hayatına atılmıştı. 'Üç
Amigo' olarak anılacak Martinez ve arkadaşlarına, beş sene içinde
Premier League çıkmayı vaat etti. 10 senede oldu, ama bunu sahiden
başardılar. </span>
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
“<span style="font-size: small;">1995'in Temmuz ayında
Wigan'a geldik. Bizimle ilgilenen herkes çok olumluydu, kendimizi
özel hissettiriyorlardı. Hatta Blackpool'a bir gezi dahi düzenledik
ve şans o ki, gezimiz güneşli bir güne denk getirilmişti! O
kadar mutluyduk ki, ailelerimizi arayıp İngiltere'nin İspanya'dan
o kadar farklı olmadığını dahi söyledik!” diye anlatıyor
Martinez. İşin aslının böyle olmadığı anlaşılınca, onla
beraber transfer edilen diğer iki İspanyol oyuncudan Jesus Seba
bir, Isidro Diaz da iki senenin sonunda ülkelerine geri döndüler.
Martinez ise ilk sezonunda taraftarlar tarafından yılın oyuncusu
seçilmişti.</span><br />
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-size: small;">6 sene Wigan Athletic'te
ve 3 sene Swansea City'de olmak üzere 12 sene boyunca İngiltere'nin
alt liglerinde oynayan Roberto Martinez, bu esnada İngiliz futbol
piramidini çok iyi bir şekilde gözlemleme imkanı buldu. Diğer
yandan, İngiltere futbol kültürüne bu denli iyi adapte olabilen
bu iyi eğitimli ve kibar İspanyol, İngilizlerin de dikkatinden
kaçmıyordu. Walsall ve Chester City'de oynarken Sky Sports'un Pazar
öğleden sonra programı 'İspanya Futbolu'nda yorumcu olarak yer
almaya başladı. Oynadığı tüm kulüplerde iz bırakmıştı.
Swansea City, henüz 33 yaşında bir futbolcu olarak kariyerine
devam ettiği sırada, onu menajer olarak takımın başına getirmek
isteyecekti. </span>
<br />
<span style="font-size: small;"><br /></span>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjbVkyn7jPrUqhMWsLkmNHBCiOlC4qdukNuRCq4v6HOQSh_tUYozDWdjF09h9DaVVN9__q13-yxAXHgfqP5_fpVbLKdbCnPXtrWprofpX4cfm3DjBqC7VJJvKS6fwsFHazD2xqRR55523U/s1600/zz310513roberto.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjbVkyn7jPrUqhMWsLkmNHBCiOlC4qdukNuRCq4v6HOQSh_tUYozDWdjF09h9DaVVN9__q13-yxAXHgfqP5_fpVbLKdbCnPXtrWprofpX4cfm3DjBqC7VJJvKS6fwsFHazD2xqRR55523U/s1600/zz310513roberto.jpg" /></a></div>
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-size: small;">Martinez bir keresinde,
sanki Swansea City'de başardıklarını özetlercesine, sizi takip
edecekler için iyi temeller oluşturmalısınız, demişti. Onun
gelişiyle yepyeni bir 'felsefe' edinen Galler kulübü, Martinez'i
takiben Paulo Sousa, Brendan Rodgers, Michael Laudrup gibi topa sahip
olma oyununu tercih eden menajerlerle çalışarak çok başarılı
sezonları geride bıraktı. Dave Whelan'ın hatalı tercihleri
sonucu, Wigan her ne kadar Martinez'in ayrılığı sonrası aynı
istikrarı sürdüremese de, Martinez yine de kendisinden sonra
geleceklere mükemmel bir miras bırakmayı başardı. Whelan'ın en
büyük uktesini gerçekleştirdi, FA Cup'ı kazandılar. </span>
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-size: small;">Geçtiğimiz sezon
Everton'ın başına geçen Martinez, başkan Bill Kenwright'a
Şampiyonlar Ligi'ne katılma sözü verdiğini söylüyordu.
Wigan'ın başına geçtiğinde, Avrupa Kupalarına katılacaklarını
söylediği gibi. Roberto Martinez'in sözleri ilk dinleyişte kulağa
inandırıcı gelmese de, oyuncularına aşıladığı güven ve tüm
takım üzerinde yarattığı pozitif hava, sanki her şeyi mümkün
olabilir kılıyor. </span>
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-size: small;">Martinez, Everton'la ilk
sezonunda 72 puan toplayarak kulübün Premier League puan rekorunu
kırdı. Sezon sonunda, haklı olarak, bıraktığı sağlam temeller
için David Moyes'a teşekkür ediyordu. Kulüpteki oyuncuların
hemen hemen tamamıysa, adeta ağız birliği etmişçesine, Moyes
ile Martinez arasındaki temel bir farkı öne çıkarmıştı:
Moyes, rakibi durdurmak üzerine planlar yapıyor; Martinez ise kendi
oyun planlarını rakibe empoze etmek istiyordu. Martinez'in en büyük
hayranlarından Tim Howard, “Antrenmanlarda rakibi değil,
kendimizi düşünüyoruz. Fark bu.” şeklinde açıklıyor. “Moyes
varken, tüm hafta rakibin neler yapacağı ve bizi nasıl tehlikeye
atacağı üzerine çalışırdık. Martinez aklı bu şekilde
çalışmıyor, o harika bir zekaya sahip. O rakip takımlarda
tehlike değil, güçsüzlük arıyor. Tüm hafta rakibin güçsüz
yönleri üzerine çalışıyoruz.” Howard, 35 yaşında futbola
dair hâlâ yeni şeyler öğrendiğine inanamadığını söylüyordu.
</span>
<br />
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Jenerasyonunda dünyanın en
iyilerinden Romelu Lukaku, Roberto Martinez'le çalışmaya devam
edebilmek için Everton'ı ısrarla tercih etti. Sanki dünyanın
dört bir yanından futbolcuların Pep Guardiola'yla çalışmak
istemesi gibi değil mi? Martinez, önümüzdeki senelerde yeni
başarılar elde etmeye devam edecek ve biz de bu satırlarda onu
yeni övgülerle karşılayacağız. </div>
gunerhttp://www.blogger.com/profile/10486506843834675318noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1951312736719357573.post-66914921419812756522014-10-01T13:52:00.003+03:002014-10-01T13:53:48.965+03:00Kuzey Londra derbisi: Arsenal - Tottenham<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEihM1uHUEP4GUa24Od7QiwMYI-igQKYkR8U5L5Tg9WgPo9m1lQWJVb2-tCfM3Hq2lvKgpgWVzD4OuuoB2PJdiwT8C8qPO_vGDTSIGSGHDlK7YXATMpFYDEDkkr7Ua2iNkg4HL6D2fhX90E/s1600/intro.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEihM1uHUEP4GUa24Od7QiwMYI-igQKYkR8U5L5Tg9WgPo9m1lQWJVb2-tCfM3Hq2lvKgpgWVzD4OuuoB2PJdiwT8C8qPO_vGDTSIGSGHDlK7YXATMpFYDEDkkr7Ua2iNkg4HL6D2fhX90E/s1600/intro.png" /></a></div>
<br />
<div style="text-align: center;">
<b>FourFourTwo Türkiye 100. sayıda.</b></div>
<div style="text-align: center;">
<i>(<a href="https://twitter.com/FourFourTwoTR/status/507568484260544512">https://twitter.com/FourFourTwoTR/status/507568484260544512</a>)</i></div>
<br />
Modern döneme Arsenal’in ezici üstünlüğüyle taşınan Kuzey Londra rekabeti, bilhassa da son yıllarda sahne olduğu bol gollü karşılaşmalar ve karşılıklı atışmalarla, İngiltere’nin en merakla beklenen, en eğlenceli ve ateşi bir an olsun sönmeyen derbilerinden biri olarak tanımlanabilir. Sahiden, rakibinden üst sırada bitirmekle bu denli ilgilenen başka hangi rekabet olabilir? Arsenal taraftarı, lig tablosunda Tottenham’ın üzerinde bitirmenin garantilendiği günü, ki bu uzunca bir süredir her sene gerçekleşmekte, St. Totteringham’s Day adıyla kutluyor. Taraftarının “Tottenham’dan nefret eden otursun!” tezahüratına karşılık veren kaleci Szczesny’e, veya sedyeyle oyundan çıkarılırken rakip tribune eliyle skoru hatırlatan Walcott’a, bu kadar sık tekrarlanan rakibi küçümseme jestlerine ancak Kuzey Londra derbilerinde denk geliyorsunuz. Arsenal, Tottenham’la alay etmeyi fazlasıyla seviyor.<br />
<br />
Lakin Premier Lig öncesi dönemde, böylesine açık bir makastan söz edebilmek mümkün değildi. Bilakis, güneyin bu iki öncü takımından ‘ilk’lerin altına imzasını atan çoğu kez Tottenham olmuştu. 1960-61 sezonunda hem ligi hem de FA Cup’ı şampiyon bitiren ‘Super Spurs’, 20. yüzyılda ‘duble’ gerçekleştirmeyi başaran ilk İngiliz takımı olurken, bundan 10 sene sonra Arsenal aynı başarıyı tekrarladığında, yani 70’lere gelindiğinde, iki takımın karşılaştığı maçlardaki galibiyet oranları hemen hemen aynı seviyede bulunuyordu. Günümüzdeki gibi, Arsenal lehine değil.<br />
<br />
Rekabetin başlangıcı için I. Dünya Savaşı’nın hemen öncesine, 1913 yılına gitmemiz gerekecek. Bunun öncesinde, henüz Sir Henry Norris, Arsenal üzerine büyük bir kumar oynamaya karar vermeden evvel, karanlık bir dönemden geçen Woolwich Arsenal Londra’nın öte yakasında, Manor Field’da maçlarını oynuyordu.<br />
<br />
<span style="font-size: large;">Kuruluş hikayeleri</span><br />
<br />
Hotspur Kriket Klübünden bir grup oyuncu, Tottenham High Road’daki sokak direğinin altında toplanıp bundan böyle düzenli aralıklarla futbol oynamak üzere sözleştiklerinde, yıllardan 1882’dir. Kurucu üyeleri Northumberland Park bölgesi civarından olan Hotspur, adını da bu vesileyle almıştır. Kulübün ortaya çıktığı 19. yy’a gelindiğinde, bölgedeki konutların çok büyük kısmı Northumberland ailesi tarafından finanse edilmiş durumdadır ve Hotspur, 14. yy’da Kral IV. Henry’e karşı isyan başlatan Northumberland kontu Sir Henry Percy’e bahşedilmiş sıfat olarak bilinmektedir. Kendini bu gelenek içinde tanımlayan Hotspur FC’nin ilk merkez binasının ismi, Percy House olarak seçilir. 84-85 sezonu sonunda, Sir Percy’nin izinden giden başka bir kulüple karışıklığı önlemek açısından, kulübün ismi Tottenham Hotspur şeklinde değiştirilir ve dönemin futbol devi Blackburn Rovers’tan esinlenerek mavi-beyaz renklerde karar kılınır.<br />
<br />
Hotspur FC’nin ortaya çıkışından 4 sene sonra, 1886’da, David Danskin’in hayat verdiği Dial Square adlı bir takım kurulacaktır. Dial Square, Woolwich’teki cephane fabrikası imalathânelerinden birinin ismidir ve takımın oyuncularını da bu fabrikadaki cephane işçileri oluşturmaktadır. Dial Square’in ilk kaptanı İskoç Danskin, kuzeyin popular oyunu futbolun yerine rugby’nin tercih edilir olmasından rahatsızlık duyan çok sayıdaki göçmen işçiden biridir. Aynı yılın sonunda, Plumstead’daki Royal Oak Pub’da yapılan toplantıda kulübün adını Royal Arsenal olarak değiştirme kararı alınacaktır. 5 sene sonra tekrar bir isim değişikliğine gidildiğinde, yeni isim Woolwich Arsenal olur. Nihayet, Highbury’e taşınacakları 1913 yılının sonunda, kulübün adından Woolwich de atılır ve öncesinde boydan boya kırmızı olan formalar, bugünkü kırmızı-beyaz renklerine kavuşur. Arsenal’in kırmızı renkleri, Woolwich’e gelmeden evvel Nottingham Forest’ta futbol oynayan Beardsley ve Morris Bates’ten etkilenmelerle ortaya çıkar. Geleceğin ezeli rakipleri arasındaki ilk karşılaşmaysa, 1887 sonbaharında oynanacaktır. Tottenham’ın 2-1 üstünlüğüyle giderken havanın erken kararması sebebiyle 15 dakika erken bitirilen ilk maç, kimi Spurs taraftarlarınca, Arsenal’in hilelerinden bir başkası olarak anılır.<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhyGgpPZCt913MAr1Dycp5_YCsjN162WikW0hi2y6MV5IVeHEUxhnidT5UQE6JKWDSG1SNB0qWlXNmbyfs_ToX3EPZAd7vFKlBqo0Frnv305rLHMJU6N1QURQSFJeya0BI2cK0LB1lh3Gw/s1600/spursfacup.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhyGgpPZCt913MAr1Dycp5_YCsjN162WikW0hi2y6MV5IVeHEUxhnidT5UQE6JKWDSG1SNB0qWlXNmbyfs_ToX3EPZAd7vFKlBqo0Frnv305rLHMJU6N1QURQSFJeya0BI2cK0LB1lh3Gw/s1600/spursfacup.png" /></a></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-size: x-small;">FA Cup'ı kazanan ilk 'güney' kulübü Tottenham Hotspur.</span></div>
<br />
Profesyonel olma kararını ilk alan taraf, 1891 yazında Arsenal olur. Lakin, 1885’te yasallaşan profesyonel futbol takımlarının güney vilayetlerinde benimsenmesi için, epey bir zaman geçmesi gerekecektir. Profesyonellere yönelik soğuk bir tavır izleyen Londra Futbol Federasyonu’ndan red cevabı alan ve lige kabul edilmeyen Arsenal, o sezon yalnızca FA Cup ve bazı dostluk maçlarıyla yetinmek zorunda kalır. Bir sonraki sezonda, yeni kurulan Football League ikinci kademe ligine yaptıkları başvuru bu kez kabul bulur. Böylece, Football League’in ilk güney takımı takımı olma onuru Arsenal’e bahşedilmiştir. Bu durum, tamamen kuzey ve Midlands takımları tarafından domine edilen ilk dönem İngiltere futbolunu yansıtan çarpıcı bir örnektir. Çok geçmeden, birinci lige yükselerek İngiltere’nin önemli takımları arasında sayılmaya başlanan Arsenal, Londra’nın en değerli kulübü hâline gelmiştir.<br />
<br />
Tottenham’ın profesyonelliğe adım atışı 4 sene sonra, ve Football League birinci kademesinde Arsenal’le beraber mücadele etmesiyse bundan çok daha geç bir zamanda, ancak 1909-10 sezonunda gerçekleşir. Tottenham’ın Güney Ligi’nde ve diğer amatör takımlarla geçirdiği yılların en önemli getirisiyse, bu yıllarda kazandığı yerel saygınlıkla fabrikatör John Oliver’ın ilgisini çekmesi olmuştur. Başkanlığa gelen Oliver, profesyonelliğe geçişte ve White Hart Pub’ın arkasındaki araziyi satın almak üzere sermaye oluşturulmasında önemli roller oynar. Hâlâ yerel Güney Ligi’nde oynayan Tottenham Hotspur, 1901 yılında kimsenin beklemediği şekilde FA Cup’ı kazandığında, bunu başaran ilk güney kulübü olma onuruna erişir. Nihayet, 1908-09 sezonunda yerel ligi terk etme kararı aldıklarında, Stoke City yerine Football League ikinci kademesine dahil edilirler ve hiç beklemeden, ilk senelerinde bir üst lige yükselirler. İki takımın Football League’deki ilk karşılaşması Arsenal’in 1-0’lık üstünlüğüyle biter.<br />
<br />
Rekabetin esas başlangıcı ise I. Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında yaşanan iki olayla şekillenir.<br />
<br />
<span style="font-size: large;">İstenmeyen komşu</span><br />
<br />
Kuzey Londra rekabeti denince akla gelen ilk isim, Sir Henry Norris olmalı. Bu fazlasıyla hırslı, ve kimilerine gore diktatör ruhlu iş adamının, Arsenal’i Londra’nın en büyük kulübü yapmak üzere hülyaları olmasaydı, Arsenal bir Güney Londra kulübü olarak kalmaya devam edecek ve kim bilir, belki de bugünkü rekabetin ortaya çıkması hiçbir zaman gerçekleşmeyecekti. Norris, 4 sene içinde yaptıklarıyla Arsenal’i Spurs taraftarının gözünde en büyük nefret objesi hâline çevirmeyi başardı ve daha sonra Arsenalliler de, yeni komşularından nefret etmeyi kısa sure içinde öğrendiler.<br />
<br />
Norris’in ilk plânı, Arsenal’le Fulham’ı birleştirmek veya Craven Cottage’ın iki kulüp tarafından da kullanılabilmesi için FA’in rızasını almaktı. Fakat ikisinden de sonuç almayı başaramadı. Bunun üzerine, yapılacak tek bir şey kalmıştı: yeni bir stada geçilmesi konusunda diğer yöneticileri ikna edecekti. Football League’de mücadele eden beş Londra kulübünden, en kötü yerleşime sahip olanı açık ara Arsenal’di, sahada alınan sonuçlar kötüye gitmeye başlamıştı ve şu hâlde, kulübü büyütebilmek için tek çareyi yeni bir lokasyona yerleşmekte görüyordu. 1913’te, radikal bir kararla Kuzey Londra’daki Highbury arsasını satın aldı. Bu durumdan hiç de hoşnut olmayan muhitin diğer iki kulübü Clapton Orient ve Tottenham Hotspur, FA’e başvurarak bölge için üç takımın fazla olduğu, ve Arsenal’in taşınması durumunda kendi var oluşlarının tehlikeye gireceği itirazında bulundular. Lakin bu itirazlar reddedilecek, ve sözü geçen yerleşim alanında “üç kulübün de ayakta kalabilmesi için yeterli popülasyonun olduğu” ibaresine yer verilecekti. Norris, her şeye rağmen o sezonun sonunda küme düşmelerine engel olmayı başaramadı. Bir sonraki yıl, ligi son sırada bitiren Tottenham’a da ikinci lig yolu gözüküyordu. Fakat araya Dünya Savaşı girdiğinden, liglerin yeniden başlaması için dört sene beklemek gerekecekti.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhThdVOXnZkYLQiQsnMV5Ui3CwfvxLKk2fFDrAq_Wn1PlHFpL1RwgPn0O98htDdZwIrjNhulr8D91iUoX-s31x8nBt2YGszbza-ZFPcfTXUG0dTQoJt0_tgseNBC5T4EwhZIzLVqWP0T4U/s1600/013-1906-07a.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhThdVOXnZkYLQiQsnMV5Ui3CwfvxLKk2fFDrAq_Wn1PlHFpL1RwgPn0O98htDdZwIrjNhulr8D91iUoX-s31x8nBt2YGszbza-ZFPcfTXUG0dTQoJt0_tgseNBC5T4EwhZIzLVqWP0T4U/s1600/013-1906-07a.png" /></a></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-size: x-small;"><i><b>"...</b>Bu fazlasıyla hırslı, ve kimilerine gore diktatör ruhlu iş adamının, Arsenal’i Londra’nın en büyük kulübü yapmak üzere hülyaları olmasaydı, Arsenal bir Güney Londra kulübü olarak kalmaya devam edecek ve kim bilir, belki de bugünkü rekabetin ortaya çıkması hiçbir zaman gerçekleşmeyecekti."</i></span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-size: x-small;"><b><a href="http://www.fourfourtwo.com/features/henry-norris-man-who-would-be-king-arsenal">Jon Spurling: Arsenal'de kral olabilecek adam, Henry Norris </a></b></span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-size: x-small;">(Spurling,<a href="http://www.amazon.com/Rebels-Cause-Alternative-History-Football/dp/1840189002/ref=sr_1_3?ie=UTF8&qid=1412160581&sr=8-3&keywords=jon+spurling"> "Arsenal Futbol Kulübünün Alternatif Tarihi" </a>adlı kitabın yazarı.)</span></div>
<br />
Savaşın bitiminin ardından, iki ligin de ikişer takımla genişletilmesi kararı alındığı duyuruldu. İlk aşamada, alt ligden yükselen iki takımın yanı sıra, son iki sırayı alan Chelsea ve Tottenham’ın da yerlerini koruması gerektiği fikri paylaşılıyordu. Korkutucu, istediğini alan biri olarak bilinen Sir Norris’inse başka planları vardı: Arsenal’i bir üst lige taşımayı hedefliyordu. Üstün lobi faaliyetleri sonucunda, Chelsea’nin yerini koruması, ve fakat son belirlenecek takım için üye kulüpler arasında bir oylama yapılması gerektiği kararı ortaya çıktı. Arsenal’e 18, Tottenham’a ise 8 oy çıkıyor ve bu durumda, ikinci ligi altıncı sırada bitiren Arsenal, Tottenham’ın yerine birinci ligde oynamaya hak kazanıyordu. Tottenham, hemen o sene içinde bir üst lige yükselmeyi başaracak ve sonraki sezonda, tarihinde ikinci kez FA Cup’ı müzesine götürecekti. 20’ler, nefretin en canlı tutulduğu dönem olmalı. Şayet 30’ların ikinci yarısından itibaren, tarihinin en parlak dönemlerini yaşayan Arsenal’in aksine, Tottenham bir gerileme dönemine giriyor ve ancak 1950’lere girildiğinde tekrardan birinci lige yükselebiliyordu. Futbol tarihine geçen 1930 dönemi Arsenal takımının mimarıysa, eski bir Tottenham oyuncusu, Herbert Chapman olacaktı.<br />
<span style="font-size: large;"><br /></span>
<span style="font-size: large;">Muhteşem takımlar</span><br />
<br />
20. yüzyıl, pek çok efsanevi Tottenham ve Arsenal takımlarına tanıklık etti: Arthur Rowe’nin push-and-run Spurs’ü, 60-61’de dubleyi gerçekleştiren, ve bundan 2 sene sonra da Avrupa Kupası kazanan ilk Britanya takımı olacak olan Super Spurs; 70’deki dublenin kahramanı Arsenal, ve yüzyılın sonunda, The Invincibles öncesi 97-98 takımı. Ama tüm bunlardan önce, en iyi bilinen ve anlatılan Herbert Chapman’in takımı ve WM dizilişi vardı.<br />
<br />
Taktiksel anlayışların izini sürerken, dönemin çehresini değiştiren yenilikçi anlayışların kökenini tek bir isim üzerinde toplama düşüncesi, çoğu zaman yanıltıcı sonuçlara ve tek boyutlu, yanlış bir tarihsel algı şekline neden olabiliyor. WM’yi ‘keşfeden’in Herbert Chapman olduğu algısı, bu bakımdan bir kez daha gözden geçirilebilir. 1925’te değişen ofsayt kuralına yönelik hâlihazırda pek çok takımın kurgusal değişikliklere gittiği; orta sahalardan birinin savunma oyuncuları arasına daha fazla sokularak adeta üçüncü savunma oyuncusu gibi davrandığı, ve forvet oyuncularınına derinde oynamaya doğru meyillendiği, o yıllarda yazılmış bir Southampton Echo makalesinde detaylı bir şekilde anlatılmaktaydı. Chapman’ın esas hayranlık uyandıran yönü, bu yeni uygulamaları sistemleştirip modernize etmesinde, ve 2-3-5 dizilimindeki belirsiz, eskide kalmış rollerin yerine, 3-2-2-3 şeklinde formulize edilebilecek yeni dizilim içinde yepyeni oyuncu modelleri yaratmasında yatıyordu. Kısacası, yapılması gerekenin ne olduğunu anlama kısmını çoğu kişi çoktan başarmış; ama bunun ne şekilde yapılması gerektiğini en iyi kavrayan ve tarihe geçen Chapman olmuştu. Chapman, oyunun ilk modern taktisyenlerinden biriydi ve fizik kondisyonu sağlama konusunda getirdiği devrimsel yeniliklerle, çağdaşlarından birkaç adım önde gittiği şüphesizdi.<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjp3c_iUwsBkr_k4FkcuasxEuz7Yuodi_nZcX5QmqHJ6SAZVUNiFR7rcTTrHvDUKClrP_lVtxTmlEgTW0zIYXsiomoENhVDb0Ij4nd1QiGTU9CB0QO6f3TcvLoLlhV-Uji_YdCElakz0_8/s1600/Herbert-Chapman.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjp3c_iUwsBkr_k4FkcuasxEuz7Yuodi_nZcX5QmqHJ6SAZVUNiFR7rcTTrHvDUKClrP_lVtxTmlEgTW0zIYXsiomoENhVDb0Ij4nd1QiGTU9CB0QO6f3TcvLoLlhV-Uji_YdCElakz0_8/s1600/Herbert-Chapman.png" /></a></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-size: x-small;">Efsane: Herbert Chapman</span></div>
<div style="text-align: center;">
<b><a href="http://www.theguardian.com/football/blog/2011/sep/20/arsenal-herbert-chapman-southampton-tactics"><span style="font-size: x-small;">Jonathan Wilson: WM'yi gerçekten Herbert Chapman mı icat etti?</span></a></b></div>
<br />
Hikayenin bundan sonraki kısmı bilindiktir. Gol adedinin günden güne düşmesinden rahatsız olan karar alıcılar, 1925 yılında ofsayt kuralında değişiklik yapmaya karar verirler. Artık son pası alan oyuncunun kaleci ve iki rakip oyuncu arkasında değil, kaleciye ilaveten yalnızca bir rakibin arkasında olması gerekmektedir. Bu durum ani hücumlar ve derinden koşular için daha iyi bir ortam oluşturması bir yana, yepyeni sorunlar, çözümler, oyun plânları ortaya çıkarır. 34 yaşındaki iç forvet oyuncusu Charlie Buchan’ın telkinleri ve nihayet 7-0’lık yıkıcı Newcastle United mağlubiyetinin ardından, Chapman’ın aklında WM’nin (bu ismin nereden geldiğini merak ediyorsanız, 3-2-2-3 dizilimini bir kağıda çizmeye çalışın) ilk taslakları gezinmeye başlamıştır. Upuzun boyuyla Herbie Roberts, WM vesilesiyle evrilen ilk savunma oyuncularından biri olur; Arsenal, top sürme ve bireysel yetenek üzerine kurulu diğer İngiliz takımlarının aksine kusursuz bir kontra atak oyunu oynamaya başlamıştır. Diğer yandan, çok güçlü bir savunma hattı yaratan Chapman, henüz bundan habersiz, belki de ‘sıkıcı’, ‘şanslı’ (top sürme oyunu yerine kontra-ataktan buldukları goller nedeniyle) Arsenal yakıştırmalarının doğmasına sebep olan kişi olacaktır. Arsenal, 30’ların başından II. Dünya Savaşı’na kadar olan süreçte tam 12 kupa kazanır.<br />
<br />
Arsene Wenger öncesindeki, Hornby kitaplarında anlatılan o ‘negatif’, güçlü savunma geleneğiyle bilinen Arsenal’in aksine, Tottenham Hotspur ‘güzel’ futbol oynamayı en önemli unsurlar arasında sayan bir anlayışla perçinlenmekteydi. Bu geleneğin oluşmasındaki en önemli figürlerden biriyse, kuşkusuz ki, 1949-50 sezonunda ikinci ligi şampiyon tamamlayan Tottenham’ın alışılmadık, yenilikçi fikirlerle dolu çalıştırıcısı Arthur Rowe’ydi. Rowe, 1939’da orduya katılmadan önce bir sure Budapeşte’de bulunmuştu ve “push-and-run”anlayışının, bu dönemde şekillenmeye başladığı tahmin ediliyordu. “Push”, yani takım arkadaşına yerden kısa pas oynama, ve “run”, yani pası verdikten sonrası hiç durmadan koşuya devam edip tekrardan topa sahip olma, günümüzde “duvar pası” olarak bilinen basit oyun bilgisini merkez alan, ve bu esnada izleyenlere büyük keyif veren bir pas alışverişi sekansını takip ediyordu. 4 sene sonra, ‘yüzyılın maçı’ olarak çağrılan meşhur Macaristan hezimetinde, “push-and-run”ın Tuna nehri varyantıyla karşılaşan İngilizler neye uğradıklarını şaşırmış hâldeydiler. Ve her büyük çalıştırıcının takımında olduğu gibi, Rowe’nin takımında oynayan futbolcuların önemli bir kısmı, sonraki yıllarda futbol tarihine adını yazdıracak antrenörlere dönüştüler. Kadife ayaklı sağ bek Alf Ramsey, 1966’da İngiltere’ye ilk ve tek Dünya Şampiyonluğu’nu kazandırıyor; kariyerinin tamamını Tottenham’da geçiren Bill Nicholson’sa, bu oyun anlayışını devam ettirerek 60-61’de dubleyi gerçekleştiren takımı kusursuzca inşa ediyordu. 3 sezon içinde 1’i lig, 2’si FA Cup olmak üzere toplamda 6 kupa kazanan ve Rotterdam’daki finalde Atletico Madrid’i 5-1 mağlup eden ‘Super Spurs’, kusursuz golcü Jimmy Greaves ve kulüp tarihinin en iyi oyuncusu olarak anılan Danny Blanchflower’lı kadrosuyla, İngiltere’nin uzun bir süredir gördüğü en iyi kadrolardan birine sahipti.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi5cb0DLZqySezXajRrXgQaTekPjykh8yhIvCvKet8SXaJgo466mqp4fjVU9YpEXqH8q-GnuSTB1v1ki6aZ2hWGtRGnDfy-PbMS-IN1yU2Yux065yG8bFiF4kXBwa1ngO_8enfFXfH_eQI/s1600/spurs.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi5cb0DLZqySezXajRrXgQaTekPjykh8yhIvCvKet8SXaJgo466mqp4fjVU9YpEXqH8q-GnuSTB1v1ki6aZ2hWGtRGnDfy-PbMS-IN1yU2Yux065yG8bFiF4kXBwa1ngO_8enfFXfH_eQI/s1600/spurs.png" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-size: x-small;">60'lara damgasını vuran Super Spurs, aslında bundan 10 sene önce Arthur Rowe tarafından şekillendirilmeye başlamıştı.</span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-size: x-small;"><b><a href="http://sabotagetimes.com/reportage/tottenham-legend-arthur-rowe-was-footballs-quiet-revolutionary/">Martin Cloake: Tottenham efsanesi Arthur Rowe sessiz bir futbol devrimcisiydi</a></b></span></div>
<br />
<span style="font-size: large;">Modern dönem</span><br />
<br />
Resme Arsene Wenger’in dahil oluşu ve Tottenham’ın birbirini tutmayan istikrarsız hamleleri sonucu, Premier Lig dönemine gelindiğinde Kuzey Londra rekabeti tüm bu anlatıları bir kenara attı ve yerini, ‘ne yaptığını bilen’ Arsenal’e karşı ‘asla potansiyelini gerçekleştiremeyen’, gerilerde kalmış Tottenham’ın aslında biraz da sonucu bilinen derbi karşılaşmalarına bıraktı. Arsenal, 1913’te Highbury’e geçişine benzer şekilde, çok büyük riskler alarak yeni bir stadyuma geçilmesi gerektiğini fark etti ve tüm sancılarına karşın, bu sıkıntılı dönemi geride bırakarak son 2 sezonda yaptığı transferlerle tekrardan en büyük kupalar için oynayacağının sinyalini veriyor. Diğer yandan, hemen hemen her sezona yeni bir hocayla başlama kültürünü benimseyen, fazlasıyla iyi ama her daim Arsenal’den bir gömlek aşağı olan Tottenham, ne belli bir istikrarı yakalayabilmiş, ne de yakın zamanda White Hart Lane’I terk edebilecek vaziyette gözüküyor. Real Madrid’den ayrılma planları yapan Angel di Maria’nın aklına gelen ilk gelen ‘olumsuz’ kulübün Tottenham olması, basit bir rastlantı olmasa gerek, öyle değil mi? “Kulübünüz için en iyisini yapmaya çalışırken Tottenham’la anıldığınızı duymak üzüntü veriyor!”<br />
<br />
<b>Referans kitap:</b> <a href="http://www.amazon.com/Battle-London-Rex-Pardoe-ebook/dp/B008I5CSAE/ref=sr_1_2?ie=UTF8&qid=1412160309&sr=8-2&keywords=arsenal+tottenham">The Battle of London (Rex Pardoe)</a>gunerhttp://www.blogger.com/profile/10486506843834675318noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1951312736719357573.post-54548171894978463482014-09-15T18:03:00.005+03:002014-09-15T18:05:03.968+03:00Üçlü savunmanın büyüsü<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjuNEpmeCrCVT18m_v5GYbA0Qga6gyD6VMc0vndAK3oV8fO9AGFPVbKW9TmtG21bMcqeT2-1E9s286oUvYFvARTRXoFhF-B9fuh7CL1X79Fdu_sE3A6y-tuug8sDzbcIEO7I89pWdyPRv0/s1600/louis-van-gaal.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjuNEpmeCrCVT18m_v5GYbA0Qga6gyD6VMc0vndAK3oV8fO9AGFPVbKW9TmtG21bMcqeT2-1E9s286oUvYFvARTRXoFhF-B9fuh7CL1X79Fdu_sE3A6y-tuug8sDzbcIEO7I89pWdyPRv0/s1600/louis-van-gaal.jpg" /></a></div>
<div style="text-align: center;">
<br /></div>
<div style="text-align: center;">
<b><a href="http://www.hayatimfutbol.com/uclu-savunmanin-buyusu/">Hayatım Futbol 144. sayıda</a></b></div>
<br />
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Üçlü savunmayı işler bir oyun
planına çevirmeyi başaran hocalar dahi, işe ilk başladıkları
vakit bu fikirle yola çıkmış değillerdi. Antonio Conte'nin
Juventus'taki ilk ayları, 4-2-4 diye bahsettiği bir dizilimin
gölgesinde geçiyor; ertesi sezon aynı sistemi devam ettirerek FA
Cup'ı kazanan -ama bu kez ligden düşmekten kurtulamayan- Wigan'a
14 lig maçında mucizevi bir şekilde 27 puan kazandıran üçlü
savunma, ancak sezon ortasında, şubat ayında ilk kez görücüye
çıkıyordu. Louis van Gaal'in Hollanda Milli Takımı için 3-4-1-2
tasarılarıysa, yeri dolduramayan orta saha oyuncusu Strootman'ın
sakatlığı sonrası takım kaptanı van Persie'yle beraber izlemeye
gittiği -o zamanlar üçlü savunma uygulayan- Feyenoord maçlarından
birinde şekillenmeye başlamıştı. Bu satırları okuduğunuz
sıralarda muhtemelen çevresindeki herhangi biriyle çoktan
hararetli bir tartışmaya girmiş olacak Marcelo Bielsa'nın, veya
bu sezon başı itibariyle Pep Guardiola'nın üçlü savunma
tercihlerine bakacak olursak, üçlü savunmaya burun kırılmasındaki
ana nedeni defansif bir şablon olması fikrinde aramak çok da doğru
olamaz. Fakat yine de, en düşünceli hocaların dahi hayal gücünü
zorlayan tüm imkanlarına karşın, üçlü savunmanın büyüsü
çoğu zaman gerçeklikle uyuşmuyor ve üçlü savunma, popülaritesi
her ne kadar artsa da, ancak belli özel durumlar neticesinde gelişen
bir strateji olarak belirmeye devam ediyor. Peki ama neden böyle?</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Yaptığı her işte çok iyi bir
profesyonel olmayı başaran Gary Neville, İngiltere'nin son kez
üçlü savunmayla oynadığı 2006'daki Hırvatistan hezimetini
şöyle anlatır: “Maçtan birkaç gün önce, hocalar 3-5-2 oynama
fikriyle geldiler. Terry Venables'ın taktiksel olarak değişkenliğe
gitmeye meraklı olduğunu biliyordum, ama bu dizilimde rahat
edememiştim. Benden ne istendiğini bir türlü tam olarak
anlayamıyordum ve benim dışımda en azından birkaç oyuncunun
daha aynı durumda olduğu açıktı.” Seneler sonra, İngiltere
Milli Takımı forması giymiş bir başka sağ bek oyuncusu Micah
Richards, Ajax'tan yedikleri golleri üçlü savunma oynamalarına
bağlayacaktır. Tam da o sezonda birkaç maçlığına baklava
desenli orta saha denemesi yapan Sir Alex Ferguson, 70 yaşındaki
bir United taraftarının “Sahada kaybolmuş koyunlar gibi
koşturuyorlar!” eleştirisiyle karşılaşır. Aslında ne
Ferguson'ın o günkü takımı, ne de geçtiğimiz haftalarda Milton
Keynes Dons'tan birbirinden amatör 4 gol yemeyi başarmış
Manchester United takımının sorunu temelde farklıdır. Oyuncular,
değişen takım geometrisini algılamakta güçlük çekmektedirler.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Takım geometrisi, oyuncular arasındaki
uyumu açıklamaya yarayan takım kimyası kavramından farklı
şeyleri anlatır. Hatırlarsanız, Cesare Prandelli'nin geçtiğimiz
hafta Hürriyet gazetesine verdiği röportajda Mehmet Demirkol'un en
çok dikkatini çeken ifade, Beşiktaş'ın yorumlandığı “Saha
içinde fikir ve geometriye de sahipler.” bölümü olmuştu.
Demirkol, futbol lügatımıza 'geometri' gibi yeni ifadelerin girme
ihtimalini, oyunu algılayış biçimimizi zenginleştirebilecek bir
gelişme olarak yorumluyordu.
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Futbola dair birbirinden çok farklı
fikirlere sahip olan Roy Hodgson ve Arrigo Sacchi, size dörtlü
bloklar hâlinde oynamanın ne gibi olasılıklar doğurduğundan
saatlerce bahsedebilir ve aslında içine oyuncuları dahil etmeden
yapacakları tüm bu teorik sohbet, bizim takım geometrisi olarak
andığımız konudan bahsetmektedir. Hodgson'a göre, sahayı enine
en iyi şekilde kaplayan savunma duruşu dörtlü savunmadır ve eğer
beklerinizden biri hücuma çıkacak olursa, geri kalan üç oyuncu
kaymalar yaparak size hâlâ üç oyuncuyla savunma fırsatı
verebilmektedir. Bunu üç oyuncuyla yapamayacağınızı söyler.
Roberto Martinez, savunmada açık vermeden iki bek oyuncunuzu da
aynı anda ve rakibe gerçekten zarar verecek hücum pozisyonlarında
kullanabilmenin üçlü savunmayla mümkün olabildiğini
anlatacaktır. Üçlü savunma kullandığınız takdirde, aynı anda
7-8 oyuncuyla hücum edebilme imkanınız doğar. Fakat Louis van
Gaal'e 90'ların muhteşem Ajax takımını soracak olursanız, belki
de ilk aklına gelen, üçlü savunmanın geriden oyun kurma
hususunda yarattığı avantajlar olacaktır.
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjiHtgO4yjsqdKaew8VFOvEn2w_NfyH0pflumG3N1MiAI7Vvj_Oy_4AJq8yIAFYoVzb37blHqC46fexYvOTpZNbuVRhRGRMbv5TI5xYfxTl7gklvx2kn7HHwYdVSwifcdlR-SGjkglFwKk/s1600/Beausejourtouchlinewide_original.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjiHtgO4yjsqdKaew8VFOvEn2w_NfyH0pflumG3N1MiAI7Vvj_Oy_4AJq8yIAFYoVzb37blHqC46fexYvOTpZNbuVRhRGRMbv5TI5xYfxTl7gklvx2kn7HHwYdVSwifcdlR-SGjkglFwKk/s1600/Beausejourtouchlinewide_original.jpg" /></a></div>
<div style="margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
<span style="font-size: x-small;">Üçlü savunmayla oynayan Wigan, bunu ne şekilde kendi avantajına çeviriyordu? Maç içinden bu karenin ve daha fazlasının açıklamasına şu adresten ulaşabilirsiniz: <a href="http://bleacherreport.com/articles/1424909-tighes-tactics-breaking-down-roberto-martinezs-3-4-3-formation"><i>Breaking down Roberto Martinez's 3-4-3 formation</i></a></span></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Burada esas dikkat çekilmesi gereken
nokta, aynı dizilimin farklı şekillerde yorumlanmasından ziyade,
dizilimlerin zorunlu olarak ortaya çıkardığı yeni oyuncu
ilişkileridir. Üçlü savunmanın Wigan'da ve Ajax'ta farklı
şekillerde yorumlanması, bek oyuncularının artık önlerinde
yardımcı bir kanat oyuncusu olmadan oynayacağı gerçeğini
değiştirmez. Dörtlüden üçlüye geçiş, 4-3-3'ten 4-4-2
dizilimine geçişten daha derin, temel bir değişimdir ve
oyuncuların bildiği kuralların büyük kısmı baştan yazılır.
Bunun nedeni, pas açılarındaki ve kontrol edilmesi gereken
alanlardaki dramatik değişimdir ve kanatlardan orta açacağı
bölgelere ulaşmak için önünde oynayan kanat oyuncusuyla yapacağı
pas alışverişlerine ihtiyaç duyan Gary Neville'in içine düştüğü
boşluk aslında buradan kaynaklanır. Oyuncular ne şekilde
davranmaları gerektiğini bilemezler, tüm geometrik hafızaları
uçup gitmiştir.</div>
<blockquote class="tr_bq" style="margin-bottom: 0cm;">
Ajax 1995 yılında Şampiyonlar Ligi şampiyonu olduğunda van Gaal'in yardımcılığını yapan Gerard van der Lem, takımın sırrını şöyle anlatır: 'Her zaman topun hızı, sahadaki boş alanlar ve zamanlama üzerine konuştuk. Nerede daha fazla alan var? Hangi oyuncu topu aldığında en fazla zamana sahip olabilir? İşte topu oraya oynamalıydık. Her oyuncu, tüm sahanın geometrisini algılayabilir olmalıydı.'</blockquote>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Bu açıdan, üçlü savunma uzun bir
pratik ve aslında bir oyunu yeniden öğrenme süreci gerektirir.
Özellikle de İngiltere gibi konuya fazlasıyla çekimser yaklaşan
futbol iklimlerinde görülen büyük iniş çıkışlar bu
yabancılıktan doğar. Üçlü savunma geleneğine yatkın ve
fazlasıyla taktiksel bir futbol atmosferine sahip İtalya bir yana,
üçlü savunma pratiğinin günümüz futbolundan büyük ölçüde
çekilmiş olması ve oyuncuların bu yapıya yabancılığı,
herhangi bir hocanın ilk planda üçlü savunma fikriyle işe
başlamasını da büyük oranda imkansız kılar. Juventus, Wigan ve
Hollanda'da olan budur: üçlü savunma Guardiola veya Bielsa'da
olduğu şekilde idealist bir uygulama olarak değil, fakat ileriki
dönemlerde bir zorunluluğun sonucu olarak ortaya çıkar. Savunma
kurgusuna yönelik kaygıları olan üç takım, aynı oyuncu kadrosu
fakat farklı bir geometriyle bu sorunların üstesinden
gelebileceğinin farkına varmıştır. Geçişin bu denli sorunsuz
oluşuysa elbette özel durumlara; Juventus'un bir İtalyan takımı
olma rahatlığına, Martinez'in önceki senelerde tohumlarını
attığı evrensel futbol anlayışına ve tüm sezon üçlü savunma
oynayan Feyenoord'a bağlı olarak gerçekleşir.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Şu hâlde, Manchester United
kariyerine berbat bir başlangıç yapan Louis van Gaal de üçlü
savunma oynama konusundaki tercihini bu şekilde, doğrudan idealist
bir uygulamadan ziyade bir zorunluluk olarak dile getiriyor. Ama
ekliyor: zamana ihtiyacı var ve işe yaramadığı takdirde
kararından vazgeçebilir. Fakat United'ı üçlü savunma oynamaya
iten nedenlerin, yukarıda saydığımız takımlardan biraz daha
farklı olduğunu da belirtmemiz gerekiyor. Nasıl mı?</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-size: large;">Hücum üçlüsü</span></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Louis van Gaal'in Manchester United'da
niçin böylesine yeni bir dizilim kullanmak istediği üzerine
verdiği cevapların büyük çoğunluğu, gerideki değil ilerideki
bir üçlüden bahsediyordu. 4-3-3 oynamaları hâlinde elindeki üç
forvet oyuncusundan ancak birini kullanabileceğine, kadronun belli
pozisyonlarda, örneğin 10 numarada, çok şişkin fakat diğer
pozisyonlarda yetersiz oluşuna ve nihayetinde, yeterli kalitede
kanat oyuncularına sahip olmadığına işaret etmişti. Hem de pek
çok kez. Mata – Rooney – van Persie üçlüsünü, yani elindeki
en değerli ve gerçekten dünya çapındaki üç değerli hücum
oyuncusunu verimli şekilde kullanabilmenin merkezi bir kombinasyonla
mümkün olduğunu söylüyordu. İşte biraz farklı olan burası.
Daha önce bahsettiğimiz takımların tamamı için, üçlü
savunmanın çıkış noktası geri üçlünün yeniden
düzenlenmesiyle başlayan bir denge arayışı olmuştu.
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
United'da ise böyle değil ve
savunmada yapılan beceriksizlikleri, en az oyuncuların sisteme
yabancılığı kadar, hücumda 1-2 şeklinde dizilmenin sadece üçlü
savunmayla mı tamamlanabileceği noktasında aramamız gerekebilir.
Hele ki Blind, Di Maria gibi yeni orta saha transferlerini
düşünürsek. Baklava dilimi şeklinde dizilecek bir orta sahada
Blind, Herrera, Di Maria ve Mata'nın tamamı kariyeri boyunca en
verimli oldukları görevlerde yer alabiliyorken, kuşkusuz bu da
ilerleyen günlerde bir opsiyon olarak öne çıkabilir. Diğer
yandan, Louis van Gaal Hollanda Milli Takımı'nda niçin üçlü
savunma uygulamaları gerektiğini dile getirirken de Sneijder –
Robben – Van Persie'den oluşan dokunulmaz üçlüden söz ediyor
ve dolayısıyla da çıkış noktasını ön alanda yoğunlaştırıyor,
fakat dörtlü savunma oynadıkları vakit tarumar oldukları Fransa
maçını eklemeyi ihmal etmiyordu. Wigan üçlüye geçerek dikine
hücumlarını korkutucu boyuta taşımış, Guus Hiddink'le dörtlü
savunmaya döndüğü ilk maçta 10 dakikada iki gol yiyip bir de
kırmızı gören Hollanda, üçlüye dönerek sorunlarının büyük
kısmını üzerini örtmeyi başarmıştı. United'da bu denli
önemli bir çıkış noktası yok, bunu unutmamamız gerek.</div>
<blockquote class="tr_bq" style="margin-bottom: 0cm;">
"Antrenörler
olarak çok fazla bilgi aktarmak zorundayız. Bana kalırsa,
gerçekten çok fazla. Bunu ilk kez bir havaalanına gitmişsin gibi
düşün. Eğer Manchester'a gideceksem, hangi terminale gitmeliyim?
Uçağım nereden kalkacak? Nereye park etmeliyim? Ne kadar sıra
bekleyeceğim? Sen bunu biliyorsun Gary [Neville]. Bu şehri
tanıyorsun. Bana tüm bu bilgileri aktarmak zorundasın. Oyuncularla
da bu şekilde. Şu anda İngiltere'de arabayı diğer tarafta sürmek
zorundayım ve bu çok farklı. Yolu daha dikkatli gözlemeliyim. Şu
anda oyuncularımın içinde bulunduğu süreç bu, ve kabul et ki
kolay değil.” - Louis van Gaal</blockquote>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Manchester United'ın son yaptığı
sükseli transferler, her ne kadar takımın yeni CEO'su Ed
Woodward'un küçük çaplı bir Los Galacticos inşa etme
hülyalarına bağlansa da bu oyuncuların ortak bir yönü olduğunu
gözden kaçırmamalıyız. Tam da Woodward'un aklındakine uyan son
gün transferi Falcao bir kenara, hepsi de birçok farklı pozisyonu
oynayabilen çok iyi takım oyuncularıydı. Hollanda Milli Takımıyla
kurduğumuz paralelliklere son kez başvuracak olursak, turnuvanın
sonuna doğru sağ bek olarak beliren Kuyt'ı veya İspanya'ya karşı
5-1'lik galibiyet getiren 3-5-2'ye rağmen ertesi maçta
Avustralya'ya karşı 4-3-3 başlamış olmalarını da bir kenara
not etmemiz gerekiyor. Louis van Gaal, Barcelona'daki ilk iki
senesinde tam 8 Hollandalı oyuncu transfer etmişti ve United'da
gerçekleştireceği büyük çaplı değişim bu denli kalın
çizgilerle çizilemeyecek de olsa, belki de bundan çok da farklı
olmayacak. Tek pozisyonu oynayabilen oyuncularla dolu 'şişkin'
kadro, bir an evvel yenileriyle değiştirilecek ve bu arada, eğer
ki sisteme oynamaya elverişlilerse, yaşı kaç olursa olsun
altyapıdan gelen oyuncular da kendilerini bir anda A takımda
bulabilecekler. Takımın 'aklı'nı yukarıya taşıyan, büyük
çaplı ve uzun vadeli bir değişim.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Tüm bunlar kulağa fazla iddialı
geliyor olabilir. Ama modern çağı şekillendiren iki takımı,
Ajax ve Barcelona efsanelerini yaratmış birinden daha aşağı bir
ustalık eseri beklemek kabul edin ki haksızlık olacak.</div>
gunerhttp://www.blogger.com/profile/10486506843834675318noreply@blogger.com5tag:blogger.com,1999:blog-1951312736719357573.post-70837058424326018252014-08-16T02:38:00.000+03:002014-08-16T02:42:24.426+03:00Premier League yeni sezon rehberi<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgO6Sa3KUS38VlHMM8LpKUxUH5N2wO2YbDKc8fiAONk1KIEG177kRiFSraFphEfd5gStIjVWtCNU6BxvJKVlqWDW1l3mf9OajKZl4Vv_RV_lsK0VI2IXBH1EPJnVJv6qNk9EVqTkhKowhU/s1600/epl.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgO6Sa3KUS38VlHMM8LpKUxUH5N2wO2YbDKc8fiAONk1KIEG177kRiFSraFphEfd5gStIjVWtCNU6BxvJKVlqWDW1l3mf9OajKZl4Vv_RV_lsK0VI2IXBH1EPJnVJv6qNk9EVqTkhKowhU/s1600/epl.png" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://www.hayatimfutbol.com/premier-league-2014-2015/"><b>Hayatım Futbol 140. sayıda.</b></a></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Dünya çapında en çok takip edilen,
en zengin ve rekabeti en yüksek lig Premier League, nihayet bu hafta
sonu tekrardan izleyiciyle buluşacak! İngiliz kulüplerinin
Avrupa'daki tökezlemeleri bir yana dursun; Premier League'in marka
değeri, maddi gücü ve bununla beraber acımasız yarışma ortamı,
günden güne değerini artırmaya devam ediyor. Bir düşünsenize,
ligi sonuncu bitiren takımın Şampiyonlar Ligi finalisti Atletico
Madrid'e denk bir yayın geliri aldığı; ve en iyi ihtimalle üç
başlı seyreden diğer büyük liglerin aksine, dört ve hatta beş
takımın şampiyonluk hedefiyle sezona girebildiği başka hangi lig
var?
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Premier League takımlarının son
yıllarda Avrupa kupalarında yaşadığı ciddi gerileme, çoğu
zaman, yoğun fikstür ve buna karşın kış arası verilmemesi gibi
faktörler; ligin bir başka kulvarda eş zamanlı başarıyı zor
hâle getiren zorlayıcı atmosferi üzerinden değerlendiriliyor.
Lakin esas mesele bu olmayabilir. Keza 5 sene öncesine kadar
Şampiyonlar Ligi yarı finallerine üç takımla giren İngilizler,
tam da Benitez, Mourinho, Queiroz gibi değerli futbol
teknikerlerinin adayı birer birer terk edişiyle ivmesini yitirmeye
başlamıştı. Bir süredir, başta Liverpool olmak üzere, büyük
kulüpler nezdinde 'futbol aklı'nın parlak bir şekilde geri
döndüğüne tanıklık ediyoruz ve daha da ciddileşen maddi
güçleriyle, tekrar en tepelere oynayacakları günler çok uzakta
olmayabilir.
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
FourFourTwo bu sayısında,
'diğerlerinden ayrı' yedi elit takımın hocalarını, ve en ortada
da van Gaal'i, kapak yaparak sezonu açıyor ve kimilerine göre,
Premier League tarihindeki en çekişmeli sezonla karşı karşıya
olabiliriz. Agüero'nun 90+3'te attığı golle şampiyonun
belirlendiği sezondan farklı bir çekişme, farklı bir deneyim bu;
çünkü gerçekten uzun bir süredir, bu denli heyecan verici hocayı
bir arada görmüş değildik. Adrenalini asla düşmeyen, fakat
kalitesi bir parça eksik kalmaya yüz tutan Premier League,
önümüzdeki sezonlarda bu konuda da fazlasıyla vaatkar olacak gibi
duruyor.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-size: large;">Top 7 ve diğerleri</span></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Manchester City, Manchester United,
Chelsea, Arsenal, Tottenham, Liverpool ve Everton'ın oluşturduğu 7
kişilik ayrıcalıklı grup, çok ciddi bir sürpriz olmadığı
takdirde, takvimin çok büyük bölümünde ilk 7 sırayı kimseye
kaptırmayacak. Saha içi organizasyonları ve ekonomik güçleriyle
diğer takımlardan en az bir gömlek üstün duruyorlar; ve
geçtiğimiz 5 sezonda, bu monopolü bozma başarısına erişen
yalnızca iki takım, 09/10'da Aston Villa ve 11/12'de Newcastle
United vardı. Diğerleri için tablo 8. sıradan başlıyor.
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Daha önce Blackburn ve Fulham ile
ligin üst yarısına çıkan Mark Hughes'un yeniden şekillendirdiği
Stoke City, ve her şeye rağmen Newcastle United, ligin geri
kalanı arasında bir parça öne çıkan iki takım olarak
düşünülebilir. Onları peşi sıra, kaotik bir sürecin ardından
özüne dönme arayışındaki Swansea, yaptığı tüm satışlara
karşın altyapısında hâlâ bir o kadar oyuncu olan, artık
Eredivisie destekli Southampton ve senelerdir sağlıklı bir birinci
tercih forvet oyuncusuna sahip olamadan sezonu açan West Ham takip
ediyor; ve bilhassa da, seneler önce şimdinin Everton hocası
Martinez'de yaptığı gibi, kulüp içinden oyuncu Garry Monk'u
takımın başına getiren Swansea merakla bekleniyor. Sunderland'le
Hull City'i bir kenara ayırırsak, kalan takımlar, lige yeni
yükselenler ve adanın uyuyan devi Midlands bölgesinin takımları
West Brom'la Aston Villa için, zorlu bir ligde kalma mücadelesi
olacak. Her şeye rağmen, bu 13 takımın arasındaki puan farkları
şaşırtıcı derecede düşük düzeyde seyredebiliyor ve örneğin
iki hafta üst üste kazanan takımın, dört sıra birden atladığına
tanık olabiliyorsunuz.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjHjgZx3Akuvc7ExdKa9tL5eMy17RodloK0RNETXwBRaumon92bDyrYCV-tsPGcY1J06pyCRq2IYar5ENsgSzlJaOLheoSCLzR7g_M0EiRygfeSiq9RNBlt-f8vvxGUp2TBk1QgGBmoFQI/s1600/cesc.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjHjgZx3Akuvc7ExdKa9tL5eMy17RodloK0RNETXwBRaumon92bDyrYCV-tsPGcY1J06pyCRq2IYar5ENsgSzlJaOLheoSCLzR7g_M0EiRygfeSiq9RNBlt-f8vvxGUp2TBk1QgGBmoFQI/s1600/cesc.png" /></a></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-size: large;">Chelsea</span></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<b>-Bu yaz nasıl geçti?
</b></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Chelsea için, aynı daha sonra
Manchester City için söyleyeceğimiz gibi, hemen hemen kusursuz
geçen bir yaz transfer dönemi oldu. Önceki sezon her fırsatta
'yeniden yapılandıklarını' ifade eden Mourinho; sol bek, orta
saha ve forvet olmak üzere takımın açık bir şekilde görülen
tüm eksiklerini tatmin edici transferlerle giderdi ve diğer yandan,
Lukaku, David Luiz gibi takımda düşünmediği oyunculardan önemli
kârlar elde etti. 1 senelik süratli ve başarılı bir değiş
tokuş sürecinin ardından, Chelsea tekrardan büyük ölçüde
'Mourinho takımı' hâline geldi.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<b>-Önümüzdeki sezondan neler
bekliyoruz?</b></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Mourinho'nun meşhur 'ikinci
sezonları'nın emrettiği üzere, şampiyonluk. Lig Kupası'nda
Sunderland'e elenmelerinin ardından, o bildiğimiz, istemediği
takdirde rakiplerine yenilmeyen Chelsea'ye dönüş yaptılar fakat
gerek o tarihten önce ve gerekse de sonrasında, aşamadıkları bir
problem vardı. Chelsea, orta sıra takımlarına karşı oynadığı
maçlarda çok kritik puanlar ve belki de şampiyonluğu kaybetti. Bu
yaz yapılan transferlerle iki adet saf bek oyuncusuna, orta sahada
daha önce sahip olmadıkları bir derin oyun kurucu rolüne ve
'bitirici' bir forvete sahip oldular. Mourinho geçtiğimiz Mayıs
ayında, isim de vererek Diego Costa gibi bir 'bitirici'ye
ihtiyaçları olduğunu söylüyordu. Zayıf rakiplere karşı yeni
silahları, üstüne koydukları kademeli pres anlayışı ve
Courtois'nın gelişiyle ancak daha da güçlenen savunmalarıyla,
Chelsea bu sezon her kupanın adayı.
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<b>-Hangi oyuncu öne çıkabilir?</b></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Hazırlık kampında gösterdikleriyle
<b>Cesc Fabregas</b> fazlasıyla heyecan verici duruyor ve ne Hazard, ne de
Diego Costa, bu sezon en çok bahsedeceğimiz oyuncu sahiden de
Fabregas olabilir. Barcelona ve İspanya milli takımında topa sahip
olma oyunu içinde değersizleşen Fabregas, Chelsea'de Matic'in
yanında yer aldığı iki kale arasında gidip gelen, derin oyun
kurucu ve geç ceza sahası koşucusu rolüyle Arsenal günlerindeki
etkinliğine kavuşabilir. <i>“Orta sahamıza yeni bir boyut
kazandırmak istiyoruz ve Fabregas bunun için aradığımız tipte,
benim '7 numara' şeklinde tanımladığım bir oyuncu. 6 numara
değil, ama 8 de değil; ikisinin arası ve bazen ikisi de. İşte
aradığımız bu.”</i> diyor Mourinho.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEixk_Pp17HMo40BdYkpKlxmFQDtguu6p_4cWa7GhpGduQsnjICD-mqviTROkLHVu8fsSs5Sl6TenlMm6XJHsDUtdOISL007gos1tb5J3JFkUpzt8ZnSpgRbriu9zE8IRSQxm9KmQHt-liY/s1600/ay104556965manchester-engla.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEixk_Pp17HMo40BdYkpKlxmFQDtguu6p_4cWa7GhpGduQsnjICD-mqviTROkLHVu8fsSs5Sl6TenlMm6XJHsDUtdOISL007gos1tb5J3JFkUpzt8ZnSpgRbriu9zE8IRSQxm9KmQHt-liY/s1600/ay104556965manchester-engla.jpg" /></a></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-size: large;">Manchester City</span></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<b>-Bu yaz nasıl geçti?</b></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Manchester City'nin transfer
hedeflerini, hem geçtiğimiz yaz hem de bu yaz herkesler biliyordu;
lakin bu seferkiler bir önceki sezona kıyasla çok daha geç bir
zamanda sonuca ulaştılar. Joe Hart'a değerli bir rakip veya
Hart'ın 'yerine' bir kaleci, yeni bir savunmacı ve orta saha
ihtiyacı geçen sezonun açık bir şekilde gösterdiği ihtiyaçlar
arasındaydı ve hâlihazırda Fernando, Mangala ve Caballero'nun
isimleri de uzun bir süredir gündemi işgal ediyordu. Özellikle de
Kompany'nin yokluğunda City savunması bambaşka bir dengesiz hâl
alıyor; Mangala'nın gelişi, en az Nastasic'in dönüşü kadar
önemli olacak.
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<b>-Önümüzdeki sezondan neler
bekliyoruz?</b></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Manchester City, 4-4-2 dizilimini
korkutucu derecede iyi kullanıyor. Geçen sezonun büyük kısmını
sakat geçiren hücum oyuncularının sağlıklı kalması ve yeni
transferlerin istenilen şekilde adapte olması durumunda,
agresifliklerini sezonun daha büyük kısmına ve daha kusursuzca
yayma imkanı bulacaklar. Kanatlarda oynayan oyuncuların akıllıca
merkeze kıvrılışlarıyla Latin usülü bir 4-2-2-2'ye dönüyorlar
ama bunu bir İngiliz takımının gerçekleştirebileceği direktlik
ve hızla yapıyorlar. City, gole en hızlı yoldan ve bazen de en
basit şekilde, örneğin ortalarla gitmeyi, çok kolaymış gibi
gösteriyor ve denebilir ki, tüm Avrupa'da bu işi onlardan daha iyi
yapanı yok. Çok iyi bir sezon geçirecekleri muhakkak, ama ne kadar
ileri gidebileceklerini biraz da Yaya Toure'nin büyük maçlardaki
pozisyon disiplini belirleyecek.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<b>-Hangi oyuncu öne çıkabilir?</b></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Bu kısmı tahmin etmek biraz zor, ama
olağan şüpheliler Yaya Toure, Agüero, Silva gibilerin dışında
birini söylemek gerekirse, bu oyuncu <b>Stevan Jovetic</b> olabilir.
Sakatlıklarla geçen ilk yılında hanesine koca bir sıfır
yazılmıştı, fakat özellikle de sezonun ilk bölümünde
fazlasıyla şans yakalaması bekleniyor. Jojo'nun Negredo'nun
yaptığı gibi parlak bir başlangıç yapması gerek, kendini
kanıtlaması için çok önemli bir sezon.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEixTYAu9cUThX5-7S48KY9pL8jSBV_JcGUeQqrFT0EpLTnPalGRo3V13elpRpUZIPjF9PoRH23yKWkcSq0O_bYh4WVlYBgctdFf558EBu0bY6pFJJrlcRNJLxJtpXDA3rktlVHr5oFU4ac/s1600/Aaron-Ramsey.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEixTYAu9cUThX5-7S48KY9pL8jSBV_JcGUeQqrFT0EpLTnPalGRo3V13elpRpUZIPjF9PoRH23yKWkcSq0O_bYh4WVlYBgctdFf558EBu0bY6pFJJrlcRNJLxJtpXDA3rktlVHr5oFU4ac/s1600/Aaron-Ramsey.jpg" /></a></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-size: large;">Arsenal</span></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<b>-Bu yaz nasıl geçti?
</b></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Arsenal'in satıcı kulüp değil,
alıcı kulüp rolünü oynadığı ve çok önemli paralar
harcayarak yıldız transferi gerçekleştirdiği bir başka yaz.
Arsenal, bundan böyle gerçekten gözüne kestirdiği bir oyuncuyu,
gerekirse piyasasının üstünde bir meblağ ödemeyi de göze
alarak kadrosuna katabilecek güçte. İşte karşınızda, Calum
Chambers. Arsenal'in The Invincibles'den bu yana en derin kadroya
sahip olduğundan bahsediliyor ama hâlâ bir stopere ve eğer Wenger
de uygun görürse, bir defansif orta sahaya ihtiyaçları var. Yine
de bu yazın en başarılı işi, Almanya milli takımının fitness
koçu Shad Forsythe ve ekibinin transfer edilmesi olabilir.
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<b>-Önümüzdeki sezondan neler
bekliyoruz?</b></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Arsenal geçen sezonun sonunda FA Cup'ı
kazandığında, kupasız geçen kemer sıkma döneminin sona
erdiğini müjdeliyordu. Bu yıl, hiç değilse, ligi rahat bir
şekilde üçüncü sırada bitirecek konuma ulaşmalı ve
Şampiyonlar Ligi'nde son 16'dan bir yukarısına geçebilmeliler.
Keza önceki sezonlarda Arsenal'i yarı yolda bırakmış olan
meselelerin hemen hemen hepsi, artık geçerliliğini büyük ölçüde
yitirmiş gözüküyor. Pek çok kulvarı aynı anda götürebilecek
nitelikte geniş bir kadroları var; geleneksel sakatlık sorunlarını
elden geçirecek yeni bir ekiple çalışıyorlar ve lider karakterli
birden fazla oyuncuya, en başta da Aaron Ramsey'e sahipler. Fakat
bu sezon içinde en fazla öne çıkacak olan konu, 'esneklik' olacak
gibi duruyor. Arsenal, maçtan maça farklı dizilim ve stratejilere,
örneğin Community Shield maçında olduğu gibi üç orta sahalı
düzene, veya Alexis Sanchez'i en uca yerleştirdiği bir başkasına
kolayca geçebilecek bir kadro yapısına sahip.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<b>-Hangi oyuncu öne çıkabilir?</b></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Geçtiğimiz sezon kaldığı yerden
devam etmeye hazırlanan <b>Aaron Ramsey</b>'nin, başka bir boyuta, 5 yıl
öncesinin Cesc Fabregas'ı seviyesine çıkacağı bir sezon bizi
bekliyor olabilir. Arsenal'ı tepetaklak eden sezon ortasındaki
sakatlığı nedeniyle yalnızca 1700 dakika süre aldığı sezonu
10 gol ve 9 asistle bitirmişti; sağlıklı kalması hâlinde,
sözünü ettiği Lampard ve Gerrard ölçeğindeki orta saha golcüsü
istatistiklerine ulaşması aslında o kadar da zor gözükmüyor.
Arsene Wenger, bu yazın en güzel hikayelerinden birinde, Ramsey'nin
geçen sezon gerçekleştirdiği sıradışı çıkışı şöyle
anlatıyordu:<i> “Bir gün Aaron'ı karşıma aldım ve ona şöyle
dedim: 'İnsanların senden hoşlanmadıklarına inanmıyorum. Ama şu
an için, oyun tarzını beğenmiyorlar.' Daha basit şekilde
oynaması gerekiyordu. Ve sonra, bambaşka bir oyuncu olarak geri
döndü. O konuşmayı yaptığımız gün, bunu başarabileceğini
biliyordum.”
</i></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiIFAaW8SCh9OIltKS8w_gCyEgYNOEabzdxG_Imy-VwqNr4fqkxrhHjsEFDh5NZbsKTDpuI94eye0cFvsq3ygu7sp9-fuDcDl9OzFMXRNCRMUI4sF1LAHrThd6uYqKlDSc6Q2Zl73l7ldY/s1600/1280672-27606111-1600-900.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiIFAaW8SCh9OIltKS8w_gCyEgYNOEabzdxG_Imy-VwqNr4fqkxrhHjsEFDh5NZbsKTDpuI94eye0cFvsq3ygu7sp9-fuDcDl9OzFMXRNCRMUI4sF1LAHrThd6uYqKlDSc6Q2Zl73l7ldY/s1600/1280672-27606111-1600-900.jpg" /></a></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-size: large;">Manchester United</span></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<b>-Bu yaz nasıl geçti?</b></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Manchester United'da Sir Alex Ferguson
sonrası hayat asıl şimdi başladı: Louis van Gaal'e merhaba
deyin! Karakteri, medyayla ilişkisi ve dehası üzerine her gün
yeni bir yazıya denk gelebildiğimiz şu günlerde, van Gaal
şüphesiz ki ligin yeni en popüler ismi oldu. Adeta karşısındakini
hazır ola geçiren kendinden emin ses tonu ve keskin üslubuyla,
basın toplantılarında hiçbir soru işaretine yer bırakmıyor ve
bu arada, United'ın içinde bulunduğu durumun net bir profilini
ortaya koyuyor. Parlak hazırlık maçı performanslarına karşın,
en azından iki veya üç yüksek bedelli transfere çok net biçimde
ihtiyaç duyan Manchester United'ın fazla ağır davrandığını
düşünebilirsiniz; ama emin olun, bu sefer geçen yazki gibi
olmayacak. Ne yaptıklarını biliyorlar. van Gaal, kadronun
hâlihazırda şişkin ve dengesiz olduğuna vurgu yaparken,
transferde acele etmeyeceğini belirtiyordu: <i>“Ferguson'ın yerine
geçmek daha kolay olacaktı. Parçalanmış bir takım
devralıyorum!”
</i></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<b>-Önümüzdeki sezondan neler
bekliyoruz?</b></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Avrupa'da yer almamanın ne büyük bir
avantaj sağladığını önceki sezon Liverpool ile tecrübe
etmişken, her türlü olumsuzluğa karşın, van Gaal destekli
United'ın kendini ilk dört sıra içine atamaması büyük bir
hayal kırıklığı olacak. Hazırlık kampının büyük kısmında
3-5-2 dizilimini kullandılar ve öyle gözüküyor ki, van Gaal'in
ifade ettiği şekliyle 'özel kanat oyuncuları olmayan' Manchester
United'ın mevcut kadrosu için, şimdilik en doğru strateji bu.
Aynı Hollanda Milli Takımı'nda olduğu gibi, ikili gruplar hâlinde
oynadıklarında defoları ortaya çıkan fakat üçlü savunmada
dengeli bir 'ünite' oluşturabilme ihtimalleri doğan Smalling,
Jones ve Evans; ayrıca da yeniden serbest merkez rolüne kavuşan
Mata için, 3-5-2 sahiden umut verici duruyor.
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<b>-Hangi oyuncu öne çıkabilir?</b></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
“Antrenmanlarda futbolcuların
bacaklarını değil, beyinlerini çalıştırıyorum.” diyen van
Gaal, Roma karşısında 2-0 öne geçiren golde Rooney'nin Mata'ya
orta sahadan asistini örnek gösteriyordu.<i> “Bu pas inanılmazdı!
Bunu beyniyle yaptı ve Mata da beynini kullanarak tam o anda doğru
yere koşuyordu.”</i> Özellikle son yıllarda, İngiliz oyunculara has
bir şekilde taktik zekasının yetersizliği, uzun paslarını
akılsızca göndermesi ve potansiyelini harcadığı eleştirileriyle
hedef tahtasına oturtulan <b>Wayne Rooney</b>'nin, hak ettiği saygıya
ulaşması için van Gaal çok ama çok değerli bir fırsat. Wazza,
geçtiğimiz günlerde takım kaptanlığına getirildi ve belki de,
Rafa Benitez'in yönlendirmeleriyle dünya çapında başka bir üne
kavuşan Steven Gerrard gibi, kariyerinde yeni bir sayfa açmaya
hazırlanıyor.
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjPOL2Y4iLLllf0b4MuABqaTbBikST4BX2JKN7Fsjy8r13O-usPn9RlJhvzdbYmMJJI8fkUN8mktYgDLBbsC7yfhDWrd2F0QaswMTQtOMlTROW8KlfeNrzBlouokiMxd-Iu8jdbVbPQEXQ/s1600/Jordan-Henderson.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjPOL2Y4iLLllf0b4MuABqaTbBikST4BX2JKN7Fsjy8r13O-usPn9RlJhvzdbYmMJJI8fkUN8mktYgDLBbsC7yfhDWrd2F0QaswMTQtOMlTROW8KlfeNrzBlouokiMxd-Iu8jdbVbPQEXQ/s1600/Jordan-Henderson.jpg" /></a></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-size: large;">Liverpool</span></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<b>-Bu yaz nasıl geçti?</b></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Liverpool'daki ilk sezonu sırasında
Brendan Rodgers, karşılaştığı bir yığın zorluktan
bahsederken, “Menajerliğin problemi şurada: uçağı aynı anda
yapmanız ve uçurmanız gerekiyor!” demişti. O günlerde
bahsettiği altı transfer döneminin sonuna geldik ve kabul
etmeliyiz ki, fazlasıyla iyi bir iş başarmış durumda,
fazlasıyla. Liverpool sürekli yeni bir 'challenge'la karşımıza
çıkıyor; sürekli birilerini yanıltmak zorundalar ve bu kez
yapmaları gereken, Luis Suarez'siz ama daha fazla alternatifli
kadrolarıyla, bir yandan Avrupa'da yer alıp diğer yandan bir sezon
daha kendilerini ilk dört sıra içine atabilmek olacak. Liverpool
bu yaz transfer döneminin tüm Avrupa'da en hareketli kulüplerinden
biri ve bütün gerekli pozisyonlar için umut verici, potansiyeli
yüksek transferler gerçekleştirdiler. Bu transferlerin belki de
tamamının ortak özelliğiyse, birden fazla pozisyonda oynayabilen,
oyun bilgisi yüksek oyuncular olmalarıydı. Rodgers böylesini
uygun görüyor.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<b>-Önümüzdeki sezondan neler
bekliyoruz?</b></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Liverpool, Suarez'in ayrılmasıyla gol
yükünü paylaştıracağı yeni oyuncular, yeni roller bulacak ve
bilhassa Daniel Sturridge için çok önemli bir sezon olacak. Pek
dile getirilmese de, Suarez'in varlığı bir yandan takımın geri
kalanını ona göre 'ayarlama' ihtiyacı hissettiriyordu; aynı
Steven Gerrard'ın durumunda olduğu gibi. Bu oyuncular tam olarak
Rodgers'ın kafasındaki 'takım oyuncuları' değillerdi; lakin
reddedilemeyecek düzeyde katkı yapan, hatta en büyük katkıyı
yapan ve bu nedenle uygun bir rol bulunması gereken 'bireysel'ler
olarak öne çıkıyorlardı. Büyük bir hayranlıkla izlediğimiz
geçtiğimiz sezon içinde, 3-5-2'den baklava 4-4-2'ye veya 4-3-3'e
maçtan maça ve dönemden döneme çok iyi geçişler yapan
Liverpool'un, rakiplerine göre en önemli avantajı yine bu özelliği
olacak; fakat bu sefer daha da güçlü bir şekilde, daha iyi bir
'kollektif'le. Liverpool'un 'yeni Tottenham' olmaması için tüm bu
transferleri doğru bir şekilde, doğru zamanlarda harmanlaması
gerekiyor; Rodgers'a yine büyük iş düşecek.
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<b>-Hangi oyuncu öne çıkabilir?</b></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Pek çok insan hâlâ, “Eğer<b> Jordan
Henderson</b> 90. dakikada o kırmızı kartı görmemiş olsaydı,
Liverpool son haftalarda şampiyonluğu elinden kaçırmayacaktı!”
diye düşünüyor. Henderson, asla bitmeyen enerjisi ve Rodgers'ın
mentörlüğünde geliştirdiği oyun bilgisiyle, Liverpool'un her
maçında, ki buna hazırlık maçları da dahil, 90 dakika oynuyor
ve sanki onun oynamadığı zamanlarda doğru gitmeyen bir şeyler
olduğunu hissediyorsunuz; sanki bir şeyler eksik. Suarez'in
yokluğuna adapte olacak Liverpool'da, bu sezon yeni bir rol alacak:
ceza sahasına geç koşularını biraz daha sık yapan, daha fazla
hücumu düşünen bir Henderson. <i>“O çok güçlü ve harika bir
takım oyuncusu; asla bencil oynamıyor. Bu sene ceza sahasına daha
fazla girmesini istiyoruz.”</i> diyor Rodgers. Henderson'ın hazırlık
kampındaki gol istatistikleri de hiç fena gözükmüyor. 10 golü
aşacağı bir sezona hazırlıklı olun.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEglTKAOYJi_Yy9J2NnBRlnUP1ibaZRva4dr7orW5W1haGCqmtXtYIofUFXPSXWl137TMxbgNDCEW7Kfu6Jx1nJF5eEVyY5PKSn-CE_lzTPn7FK5Fmmd4OI8QJUCKAXgUWntcSzqSGB8vys/s1600/20142207_Actionimages_pochettino.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEglTKAOYJi_Yy9J2NnBRlnUP1ibaZRva4dr7orW5W1haGCqmtXtYIofUFXPSXWl137TMxbgNDCEW7Kfu6Jx1nJF5eEVyY5PKSn-CE_lzTPn7FK5Fmmd4OI8QJUCKAXgUWntcSzqSGB8vys/s1600/20142207_Actionimages_pochettino.jpg" /></a></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-size: large;">Tottenham</span></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<b>-Bu yaz nasıl geçti?</b></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
İstikrarsız hamlelerine alıştığımız
Tottenham için, beklenmedik ölçüde başarılı ve tedbirli bir
yaz transfer dönemi oldu. Kyle Walker'ın geçmeyen sakatlığı ve
Ben Davies'in tam olarak hazır olmaması sebebiyle, sezona
taraftarın bir türlü sindiremediği bek ikilisi Rose ve
Naughton'la başlayacak gibi duruyorlar; lakin gerek bu bölgeye
yapılan transferler gerekse de hazırlık maçı performanslarıyla,
Tottenham doğru yolda ilerleyen bir takım görüntüsü sergiliyor.
Pochettino'nun niçin 'aranan' adam olduğunu sanırım en iyi
açıklayansa, bir Spurs blogger'ına ait şu cümle olmuştu:
“Poch'un çalışma tarzı, Villas-Boas'ın boğucu
organizasyonuyla Sherwood'un sınır tanımayan özgürlüğü
arasında, mükemmel bir noktada duruyor.”</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<b>-Önümüzdeki sezondan neler
bekliyoruz?</b></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Tottenham'dan bu seneki beklentimiz ilk
planda başarı; o kutsal, ulaşılmaz dördüncü sıra hedefi
olmamalı. Marcelo Bielsea'dan etkilenmişliği olan bir hoca olarak
bilinen Pochettino'nun, hazırlık kampında ortaya koyduğu, aslında
4-3-3'ü andıran, organize fakat diğer yandan yaratıcı
oyuncularına özgürlük tanıyan 4-2-3-1 dizilimi, önceki sezon
Southampton'ı yakından takip edenler için yabancı gelmeyecek.
Tottenham, oyunu kendi yarı sahasında kurarken kılı kırk yarıyor
ve bu esnada beklerini öne atarken, kanat oyuncularından biri de
üçüncü orta saha gibi merkeze yaklaşıyor. Beklerin öne
çıkmasıyla merkeze doğru hareketlenen ve çoğu zaman birbirine
çok yakın konuşlanan üç hücum oyuncusu, üçüncü bölgede bir
anda gerçekleşen hücumlarla skora gitme yolu arıyorlar. Kısacası
Spurs'ün yeni bir kimliğe kavuşma yılı olacak. Böylece sezon
sonunda gerekli kadro temizliğini de yapmaya başlayabilirler.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<b>-Hangi oyuncu öne çıkabilir?</b></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Bu yıl tüm gözler Tottenham
tarihinin en pahalı transferi Erik Lamela'nın üzerinde olacak,
kuşkusuz. Gıyabında “Aranıyor!” ilanları çıkarılan,
baştan sona kaosla geçmiş önceki sezonda; sakatlıklar, ülkeye
adapte olamama gibi sorunlar yaşamış ve ilk 11'de başladığı
maçlar bir elin parmaklarını geçmemişti. Pochettino'nun kısa
vadedeki en önemli etkisinin, vatandaşı Lamela'yı takıma
kazandırmak olacağına inanılıyor. <i>“10 numara mı olacak, yoksa
kanatta mı oynayacak? Bunu duruma göre değiştireceğiz. Benim
felsefem iyi bir organizasyon içinde oyunculara serbestlik tanımak;
sadece Erik için değil, herkes için.”</i> diyor Pochettino.
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiWMEzmgCZiWH2IaqcU3WB7GlAiDqFRo-JuQTQEiHVHYPI5pHP-4QR2N0ZQ03GsPCHu1BNdT30DhrusavxREaBnczH2u5evuCEiNZOvsR659awYeEezo29lJIrslgbtRtUhvvl55fisGw0/s1600/Roberto-Martinez-014.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiWMEzmgCZiWH2IaqcU3WB7GlAiDqFRo-JuQTQEiHVHYPI5pHP-4QR2N0ZQ03GsPCHu1BNdT30DhrusavxREaBnczH2u5evuCEiNZOvsR659awYeEezo29lJIrslgbtRtUhvvl55fisGw0/s1600/Roberto-Martinez-014.jpg" /></a></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-size: large;">Everton</span></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<b>-Bu yaz nasıl geçti?</b></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Bu yazın ana maddesi olan Romelu
Lukaku'nun ipuçlarını, aslında geçtiğimiz Mart ayında vermeye
başlamıştı Roberto Martinez. “Bir transfer döneminde 10,
diğerinde 6 milyon pound harcıyoruz; aslında burada para yok
değil. Hakkımı yaza saklamak, maaşları düşürmek ve genişçe
bir hareket alanı yaratmak istiyorum.” Bonuslarıyla beraber 28
milyon pound'u bulan Lukaku transferi, Martinez tarafından
hedeflerinin büyüklüğünü ortaya koyan 'gerçek bir bildiri'
olarak tanımlanıyor. Hocanın ESPN'de Dünya Kupası yorumculuğu
yaptığı süreçte övgülerini eksik etmediği, 'Messi'yi kitleyen
adam' Muhamed Besic, yazın bir diğer önemli transfer hamlesi.
Everton'daki optimist hava aynı Martinez'in ilk geldiği günkü
gibi taze, ve bir an için yazının merkezine kendimizi koymamız
gerekirse, eğer en büyük başarıların peşinden koşmuyor ve
geniş kitle kulüplerinden hoşlanmıyorsanız, Everton Premier
League'in tartışmasız en harika takımı. Martinez de öyle.
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<b>-Önümüzdeki sezondan neler
bekliyoruz?</b></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Everton'ın bu sezon ligdeki hedefi,
geçtiğimiz sene başladığı 'topa sahip olma' oyununu daha da
mükemelleştirmek ve en iyi ihtimalle Tottenham'ın üzerinde
bitirmek olmalı. Martinez'in açıklamalarına bakılacak olursa,
tamamen lige yoğunlaşıp ilk dört sırayı zorlamak yerine Avrupa
Ligi'ne gerekli önemi vermeyi, ve belki de, bu kupayı kazanmayı
istiyorlar. Düşük gelirleri ve uzun yolculukları nedeniyle
İngiliz takımlarının mütamediyen reddettiği Avrupa Ligi'ne
farklı, alışılmadık bir yaklaşım bu. Ama Wigan'ın
başındayken, küme düşme hattındayken bile FA Cup'ı göz ardı
etmemiş ve en sonunda Manchester City'i finalde yenerek mucizevi bir
başarıya imza atmışlardı. Çünkü futbol bir kupalar oyunu, ve
bunlara ihtiyacınız var. 'Futbol kulüpleri inşa etmekten büyük
zevk aldığını' söyleyen ve takım çalıştırmaya asla yalnızca
saha içi odaklı bakmayan Martinez için, Everton rejiminin bir
başka heyecanla beklenen yılı.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<b>-Hangi oyuncu öne çıkabilir?</b></div>
<br />
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Belki bazıları tercihini Ross
Barkley'den yana kullanacak; ama bu başlığın kahramanı Romelu
Lukaku olmalı, başka kim olacaktı ki? İmza sonrasında, “Rom,
potansiyeliyle dünya futbolundaki en iyi 9 numara tercihi. İlerleyen
yıllarda çok özel bir oyuncuya evrildiğini göreceksiniz ama
çalışmaya ve standardını korumaya devam etmesi gerekiyor.”
diyordu Martinez. Sürekli ilk 11'de oynamak isteyen Lukaku için,
harika bir ilişki kurduğu ve derin saygı duyduğu Martinez'in
takımına geri dönmek fazlasıyla kolaydı. “Roberto Martinez
transferimdeki esas sebep, o harika bir hoca.” Lukaku'nun
istikrarlı olarak 20 golün üzerine çıkan bir oyuncu olma zamanı
sizce de gelmedi mi?</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
* * *</div>
<div style="margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
<span style="font-size: large;">Tahmin</span></div>
<div style="margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
1 - Chelsea</div>
<div style="margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
2 - Manchester City</div>
<div style="margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
3 - Arsenal </div>
<div style="margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
4 - Manchester United</div>
<div style="margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
5 - Liverpool</div>
<div style="margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
6 - Everton</div>
<div style="margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
7 - Tottenham</div>
<div style="margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
8 - Stoke City</div>
<div style="margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
9 - Newcastle United</div>
<div style="margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
10 - Swansea City</div>
<div style="margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
11 - West Ham United</div>
<div style="margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
12 - Sunderland</div>
<div style="margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
13 - Southampton</div>
<div style="margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
14 - Hull City</div>
<div style="margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
15 - Aston Villa</div>
<div style="margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
16 - Queens Park Rangers</div>
<div style="margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
17 - Leicester City</div>
<div style="margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
18 - West Bromwich Albion</div>
<div style="margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
19 - Crystal Palace</div>
<div style="margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
20 - Burnley</div>
gunerhttp://www.blogger.com/profile/10486506843834675318noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1951312736719357573.post-61016213411910225232014-08-08T19:02:00.002+03:002014-08-08T21:48:56.508+03:00Ramsey yeni Gerrard olmaktan nasıl kurtuldu?<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiA2XOw81GVqbckRPglExRA9v51MSHGDAJGno59jfW3bMxCHMzMQBEZHgcSulXcdDGPtcKojZTnXlF2nz3-ZR8uBrhcDIf07YAixMTR1MBmZ8FuyTxiU4wM_w3ZL7BWtqmoy87Imy4e4UA/s1600/ramsey.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiA2XOw81GVqbckRPglExRA9v51MSHGDAJGno59jfW3bMxCHMzMQBEZHgcSulXcdDGPtcKojZTnXlF2nz3-ZR8uBrhcDIf07YAixMTR1MBmZ8FuyTxiU4wM_w3ZL7BWtqmoy87Imy4e4UA/s1600/ramsey.png" /></a></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-size: x-small;"><a href="http://fourfourtwo.com.tr/2014/08/08/ramsey-yeni-gerrard-olmaktan-nasil-kurtuldu/">http://fourfourtwo.com.tr/2014/08/08/ramsey-yeni-gerrard-olmaktan-nasil-kurtuldu/</a></span></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Geride bıraktığı büyüleyici
sezonun ardından, David Beckham'ı andıran yeni imajıyla daha da
iddialı bir şekilde karşımıza çıkan Aaron Ramsey,
'soyunma odasında sesi yüksek çıkan' oyunculardan biri hâline
gelişini, nasıl olup da bu kadar iyi bir şekilde dönmeyi
başardığını ve gelecek sezon için hedeflerini anlatıyordu. </div>
<blockquote class="tr_bq" style="margin-bottom: 0cm;">
<i>“Başarılı takımlar, her zaman için gol sayısı yüksek
orta sahalara sahip olmuştur. Gerrard ve Lampard gibi oyuncular bunu
senelerdir başarıyor. Benim amacım da onlardan biri olmak.”</i></blockquote>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Aaron Ramsey, bundan sadece bir sene
önceye kadar, aynı şu anda Wilshere için söylenebileceği gibi,
kariyeri düşüşe geçmek üzere olan ve beklenen olgunlaşmayı
hâlâ gösteremediği için fazlasıyla tartışılan bir oyuncuydu.
Çoğu zaman, gereksizce ve takımın ritmini bozacak şekilde dikine
oynamaya çalışıyor, uzun paslar deniyordu. 17 yaşında,
Arsenal'e henüz imza attığı dönemde söylediği şekliyle,
'<i>Steven Gerrard'ın oyun tarzını her zaman için beğenmiş ve onu
model almış'</i> bir oyuncudan başka ne beklenebilirdi ki? Ama bu
şekilde, kendini Arsenal taraftarına kabul ettirmesi mümkün
değildi.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Direkt oynamaktan vazgeçmeyen, fakat
basit tercihler yapmayı da öğrenen, taktiksel kavrayışı yüksek
bir orta saha gol makinesine dönüşümünün nasıl başladığını
en yalın hâliyle anlatan kişi, Amerika'daki hazırlık kampı
sırasında Arsene Wenger olacaktı.</div>
<blockquote class="tr_bq" style="margin-bottom: 0cm;">
“<i>Bir gün Aaron'ı karşıma aldım
ve ona şöyle dedim: 'İnsanların senden hoşlanmadıklarına
inanmıyorum. Ama şu an için, oyun tarzını beğenmiyorlar.' Daha
basit şekilde oynaması gerekiyordu. Ve sonra, bambaşka bir oyuncu
olarak geri döndü. O konuşmayı yaptığımız gün, bunu
başarabileceğini biliyordum.”</i></blockquote>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Steven Gerrard, başta Şampiyonlar
Ligi kupası ve birden fazla sayıdaki yılın oyuncusu ödülleri
olmak üzere, yakaladığı tüm başarılara karşın, taktik
disiplini sıklıkla tartışılmış ve hangi pozisyonda oynaması
gerektiği konusunda bir türlü mutabakata varılamamış bir oyuncu
olmuştu. Öyle ki, <i>“Gerrard'sız Liverpool daha mı iyi?”</i>
fikrini işleyen, hem de saygın yazarlar tarafından yazılmış pek
çok yazıya hâlâ denk gelebilir, ve aynı konseptin Wayne Rooney,
Jack Wilshere gibi pek çok başka İngiliz oyuncu için de geçerli
olduğunu görebilirdiniz. Gerrard, çok yönlü oldukları ölçüsünde
oyunu tutkuyla oynayan, ve bu yüzden her daim en büyükler arasında
gösterilen, diğer yandan taktiksel yetkinlikleri ve ne kadar 'takım
oyuncusu' oldukları hususunda derin şüpheler uyandıran 'İngiliz
sendrom'lu oyuncuların başında geliyordu.
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Wenger'in telkini ve belki de,
Wenger'in 20 seneyi bulacak önderliğinde farklı bir hüviyete
bürünen Arsenal taraftarının tepkisiyle, Aaron Ramsey böyle bir
kariyer seyrine girmekten kıl payı kurtulmuş oldu. Onun rol modeli
hâlâ Steven Gerrard olabilir. Fakat başkalarının gözünde, Kıta
Avrupa'sının trend orta sahalarıyla, örneğin sakatlık
öncesindeki İlkay Gündoğan kalıbında oyuncularla
karşılaştırılacak.</div>
<br />
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Bu gibi durumlarda, Arsene Wenger'in ne
denli önemli bir futbol adamı olduğunu bir kez daha anlıyorsunuz. </div>
gunerhttp://www.blogger.com/profile/10486506843834675318noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1951312736719357573.post-79067154855438639832014-07-19T14:54:00.003+03:002014-07-19T15:15:24.304+03:00Muzip, dindar ve golcü: Demba Ba<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhkBmEQ7ZSLaAuu4gjqpVCd_yBXqDX4NEC7ydOt5PaJ_fmm4WAt_lGiZONtq_QtzcDGoKLmc3vBJ-1brE81YEZEvQkKzzviSHtdtiKXn7qborVmzgp6zYV8qYCHiNT61WeEoCWI64qt2cI/s1600/demba.png" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhkBmEQ7ZSLaAuu4gjqpVCd_yBXqDX4NEC7ydOt5PaJ_fmm4WAt_lGiZONtq_QtzcDGoKLmc3vBJ-1brE81YEZEvQkKzzviSHtdtiKXn7qborVmzgp6zYV8qYCHiNT61WeEoCWI64qt2cI/s1600/demba.png" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Demba Ba, kariyerine <i>Patrick Vieira tarzı</i> bir orta saha olarak başlamış; fakat daha sonra top kazanma işinin ona uygun olmadığında karar kılınmış. Uzun bacakları ve fuleli adımlarını gördüğünüz vakit, Vieira'nın hiç de kötü bir benzetme olmadığına siz de hak vereceksiniz.<br />
<i><a href="http://hayat-yuvarlaktir.blogspot.com.tr/2013/07/jean-marc-bosmann-afrika-miras.html">(Patrick Vieira template, işte bunlar hep Jean-Marc Bosman'ın mirası...)</a></i></td></tr>
</tbody></table>
<div style="text-align: center;">
<br />
<b><a href="http://www.hayatimfutbol.com/muzip-dindar-ve-golcu-demba-ba/">Hayatım Futbol 137. sayıda.</a></b></div>
<div style="text-align: center;">
<br /></div>
<div style="text-align: center;">
<i>Premier League’in en yüzü gülen adamı Demba Ba, muzipliğini artık Türkiye’de yapacak olmasının yanı sıra gollerini de Beşiktaş için atacak.</i></div>
<br />
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Dünyada en fazla izlenen ligin, en göz
önündeki oyuncularından biri olarak Beşiktaş'a transfer oluyor
Demba Ba. Öyle ki, Premier Lig'e ayak bastığı Şubat 2011'den bu
yana yalnızca altı oyuncudan daha az gol atmayı (43) başarmış;
imzaladığı zorlayıcı kontratlar ve can sıkıcı menajerleri
nedeniyle, istisnasız her transfer döneminde adı en fazla
zikredilen oyuncular arasında yer almış birinden bahsediyoruz.
Üstelik bu gol rekorunu yakalarken, ligden düşen West Ham'da,
tablonun ancak orta-üst sıralarına oynayabilen Newcastle'da
oynuyor; ve son olarak Chelsea'de ikinci tercih olarak görülüyordu.
Tahmin ediyoruz ki, daha önce rast gelmediğiniz yeni bir şeyler
söylememiz çok kolay olmayacak. Demba Ba'nın oyun tarzı, sakatlık
problemleri ve dini yönü hakkında hemen herkes bir şeyler
biliyor. Yine de, bunların biraz daha üzerine gidip belli noktaları
keskinleştirmemiz gerekebilir.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-size: large;">Sakatlık meselesi</span></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Demba Ba'nın sol dizindeki sakatlığın
tam olarak ne olduğunu, ve 2009'daki ikinci operasyonda neyin ters
gittiğini bilemiyoruz. Elimizde doktor raporları yok, bunlar
paylaşılmıyor. Kesin olan şu ki, Demba Ba kariyerinin hemen
başında çok ciddi bir sakatlık geçirdi ve bundan 3 yıl sonraki
ikinci operasyonu sırasında dizinde yeni bir travma meydana geldi.
İyileşmesi sonrası yeni bir kulüp arıyor ve Stoke City'le imza
aşamasına gelmişken kulübün sağlık testlerinden geçemedi, ve
bu olay, yani Ba'nın dizine şüpheyle yaklaşılması, İngiltere'de
imzaladığı tüm kontratların -daha sonra bahsedeceğimiz meşhur
sözleşme fesih bedelleriyle beraber- ana maddesi oldu. “Ba'nın
kronik sakatlığı mı var?” kaygısının oluşturulmasında,
şüphesiz ki, Demba Ba'nın 'bir saatli bomba' olduğunu söyleyen
Tony Pulis'in büyük payı vardı. West Ham ile 'maç başı
üzerinden' anlaştığı konuşuluyordu ve daha sonra Newcastle
menajeri Pardew de 'çok kötü görünen bir MRI taraması'ndan
bahsedecekti. Bunlar bir yana, en fiziksel ve tempolu ligde, üç
buçuk sezonda toplam 6000 dakikanın ve sezon başına yaklaşık 20
maçın üzerine çıktı. Hâlâ, sakatlığının eskiden şüphe
uyandıran ve fakat artık geride kalmış bir mesele mi olduğunu,
yoksa ileride nüksetmesi muhtemel derin bir sorun mu teşkil
ettiğini bilmiyoruz. Bunu ancak doktorlar biliyor. Lakin yaşananları
art arda sıralayıp bir anlam çıkarmayı denersek, sakatlık
haberlerinin esas olarak Premier Lig'e ilk geldiği vakitler yediği
veto üzerinden serpilip geliştiğini söylemek yerinde olacak. Keza
Demba Ba uzun süredir yeni bir ciddi sakatlık yaşamış değil,
fakat şüpheler de bitmek bilmiyor. Belki Pulis o sözü
söylemeseydi...</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiXRGeZx9qXYQ-lsG_IqH49wDjXtFJFwaUmtkoYthjzylJXKY5vp31urt7TKrP1k3DytbSOvtCVKuA0qDMlSVSgJmfIaTzzrFA_YOs8D9Nv62BnFt_fm-aYL-5mc8mthuIhHhIJLVGdCZc/s1600/dembaknee.png" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiXRGeZx9qXYQ-lsG_IqH49wDjXtFJFwaUmtkoYthjzylJXKY5vp31urt7TKrP1k3DytbSOvtCVKuA0qDMlSVSgJmfIaTzzrFA_YOs8D9Nv62BnFt_fm-aYL-5mc8mthuIhHhIJLVGdCZc/s1600/dembaknee.png" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><i>Hayır, Demba Ba'ya ait değil.</i><br />
Sportif aktivite kaynaklı tibia kırıklarında, futbol %80,1 ile açık ara en tepede bulunuyor. Hatta tibia kırığı vakalarının tümünde de %24,7 gibi bir paya sahip. <br />
<span style="font-size: xx-small;"><a href="http://www.msdlatinamerica.com/ebooks/RockwoodGreensFracturesinAdults/sid1337350.html">(http://www.msdlatinamerica.com/ebooks/RockwoodGreensFracturesinAdults/sid1337350.html) </a><br /> (Court-Brown CM, McBirnie J. The epidemiology of tibial fractures. J Bone Joint Surg 1995;77B:417–421. )</span></td></tr>
</tbody></table>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Peki nasıl sakatlanmıştı? 21
yaşındayken Belçika'da, Mouscron'da oynuyordu ve ilk üç maçının
tamamında gol attıktan sonra dördüncüsünde, yaptığı ters
hareketle bacağındaki iki kemiği birden kırmayı başardı.
2006'da yapılan ilk operasyonda doktorlar tibia kemiğine bir çivi
yerleştirdiler ve 8 ay sonra tekrardan futbol oynayabilir hâldeydi.
Daha sonra, iyileşen kemikten çiviyi çıkarmak üzere 2009'da
yapılan ikinci operasyonda, ters bir durum ortaya çıktı. Ba'nın
internet sitesinde, “Çivinin çıkarılması sırasında
muhtemelen bazı parçaların dizin hassas noktalarına temas ettiği
ve nükseden ağrının bu sebepten olabileceği..” yazıyor.
Sonrasını biliyorsunuz.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-size: large;">9 numara Demba Ba</span></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Demba Ba bir 9
numara mı? Veya öyleyse bile, Beşiktaş'ın 9 numara laneti
hakkında ne düşünüyor olabilir? Henüz Papiss Cisse'nin
transferi gerçekleşmemiş ve Demba Ba, Newcastle hücumlarının
tartışmasız odak noktası olarak neler yapabileceğini yeni yeni
göstermeye başlamışken, Kasım 2011'de bir röportajda tam da bu
meselelerden bahsediliyordu. Ba'nın kariyerindeki en parlak sezonu
olacak 2011-12'nin henüz başında Pardew'un söyledikleri,
Beşiktaş'ta kullanılabileceği rol üzerinden de önemli detaylar
sunuyor.</div>
<blockquote class="tr_bq" style="margin-bottom: 0cm;">
“<i>Onu West
Ham'da oynadığından farklı bir şekilde kullanıyorum. Bir
bağlantı oyuncusu, köprü gibi ve bu şekilde ilerleme kat etmeyi
başardığımızı düşünüyorum. Teknik açıdan çok iyi ve biz
de oyuna daha fazla katılmasını olanaklı kılıyoruz. Pres
altındayken topu ileride tutacak birine ihtiyaç duyuyoruz ve Demba
bunu fazlasıyla iyi yapıyor. Nasıl zaman kazanması gerektiğini,
topu nasıl bizde tutması gerektiğini, nasıl faul alması
gerektiğini çok iyi biliyor.</i></blockquote>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<i><br /></i></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhHIR4Ny_Gdkm8WI-VhzmIBHPBhpnDA_0db_tGo5_O1K5N68YbMl2-r8uf5zWRxmhKjctuF6Inaq-_E0WIKBexdki6nbGjFVVW2I9MzhoZcRlE52FQGtUOk6rGGH7DvdNaDD93kwlJDoH4/s1600/Demba-Ba.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhHIR4Ny_Gdkm8WI-VhzmIBHPBhpnDA_0db_tGo5_O1K5N68YbMl2-r8uf5zWRxmhKjctuF6Inaq-_E0WIKBexdki6nbGjFVVW2I9MzhoZcRlE52FQGtUOk6rGGH7DvdNaDD93kwlJDoH4/s1600/Demba-Ba.png" /></a></div>
<blockquote class="tr_bq" style="margin-bottom: 0cm;">
<i>Onun saf bir 9
numara olduğunu düşünmüyorum. Daha ziyade bir 10 numara gibi
görüyorum ve bana kalırsa bu rolde çok başarılı oluyor. Dürüst
olmak gerekirse, eğer ona 9 numarayı verseydik -19 numara
giyiyordu- üzerindeki tüm o gol atma baskısıyla bugünkü
başlangıcı yapabilir miydi, bilemiyorum. 9 numarayı vermemek,
sezon başında bilinçli olarak yapılmış bir tercihti.”</i></blockquote>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Demba Ba, geçen
seneki hücumlarında Hugo Almeida'yı gerek geriden koşucular için
bir soluklanma noktası, gerekse de doğrudan bir gol silahı olarak
kullanan Beşiktaş için fazlasıyla yerinde, bu işlerin ikisini de
hemen hemen iki gömlek daha iyi yapabilen bir hücum oyuncusu
transferi. Demba Ba, ceza sahası içinde aklınıza gelmeyecek bir
vuruş yapabilir, veya bir anda akrobatik bir dokunuşla beklenmedik
bir gol çıkarabilir. Ama yalnızca bu değil, başta Oğuzhan
Özyakup olmak üzere, Beşiktaş'ın geriden gelen ceza sahası
hücumcuları için de Almeida'dan çok daha alternatifli oyunlar
sunabilir. Umarım basitçe bir 9 numara olarak düşünülmüyordur.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-size: large;">Profesyonel futbolcu</span></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Demba Ba'nın iyi
bir profesyonel olduğunu söyleyen pek çok farklı kişiye; Jose
Mourinho'ya, Alan Pardew'a ve daha başkalarına da rast
geleceksiniz. Yalnız, bu işin bir de başka boyutu var. Bazıları
için, ki sayıları hiç de az değil, Demba Ba <i>football
mercenary</i> şeklinde çağrılan konargöçer futbolculardan bir
tanesi ve evet, bu anlamda iyi bir profesyonel, fazlasıyla iyi.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Şunu kesin olarak
belirtmemiz gerekiyor: Demba Ba'nın bu imajında, doğrudan kendisi
sorumlu değil. Futbolu yalnızca ekmek teknesi olarak gördüğünü
umarsızca söyleyen, ve daha geçtiğimiz günlerde saha içinde
Kamerun milli takımdan arkadaşıyla kavga eden Assou-Ekotto gibi
biri değil, kesinlikle. “Gençken, eğer futbolcu olamazsam bile
yine de futbol oynamaya devam edeceğim, diyordum. Her zaman için
yapmak istediğim şey buydu.” Demba Ba'nın saha içi ve dışı
hareketlerinde bu doğallığı, bilakis sempatik tavırları
görebilirsiniz. Lakin konu bu değil. Demba Ba'nın transfer
işleriyle kalabalık bir menajer ekibi ilgileniyor ve açıkçası,
tek derdi futbol oynamak olan Demba, buna karşın sanki futbol
oynadığı kulüp önemsizmişçesine bir tavır içine giriyor.
Newcastle'a transferinde örneğin, “Niçin Newcastle Demba?”
diye sorulduğu vakit, “Bu işi menajerlerime bıraktım ve en iyi
teklifin Newcastle'dan geldiğini söyledikleri için buraya imza
attım.” diyordu. West Ham'la yaptığı kontratta kulübün küme
düşmesi hâlinde serbest kalma maddesi vardı; daha önce
Hoffenheim'dan da sorunsuz ayrılmamıştı ve Newcastle'la yaptığı
kontrata da 7 milyon pound'a serbest kalma maddesi ekletmişti.
Haftalık maaşını 80 bin pound'a çıkaran yeni bir kontrat yapmak
üzere menajerleri bu maddeyi gündeme getiriyor, ve sonrasında
Chelsea'ye transferi de bu madde sayesinde gerçekleşiyordu. Her şey
bittiğinde, Pardew futbolcusunun çevresindeki yanlış
yönlendiricilere ateş püskürüyordu. Beşiktaş'ın yakın
tarihte menajerlerle yaşadığı sıkıntılar düşünüldüğünde,
Demba Ba'yla yaşanacak olası bir anlaşmazlıkta oyuncunun bu
geçmişini bir kenara not düşmek gerekecek.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Diğer yandan,
Demba Ba denince artık ilk akla gelen <i>Müslüman futbolcu</i>
algısı. Şu anda Ba'ya olan ilgi, bu tip durumlardaki pireyi deve
yapma hâlimiz gibi gözüküyor; lakin mesele bundan biraz daha
fazlası. Aslında motivasyonunuzun ne olduğunun çok önemi yok:
Gareth Bale için profesyonel bir oyuncu olarak yaşamak o kadar da
zor değildi; çünkü zaten hiçbir zaman içkiden hoşlanmadığını
söylüyordu. Ba ise bu gücü dini inançlarından alıyordu, hem de
çok güçlü bir şekilde. “Benim enerjim inancımdan geliyor.
Herkesin bir enerji kaynağı var; ailesi, çocukları ve bazıları
için inançları. Ben onlardan biriyim. Her zaman böyleydim.”
Newcastle'da sayısı sekizi bulan Müslüman futbolculara atıfta
bulunarak, “Yaşam şekilleri profesyonel hayatlarına fazlasıyla
yardımcı oluyor.” saptaması yapan Pardew, işi maç günlerinde
kullanılmak üzere dua odaları yapma fikrine kadar götürüyordu.<br />
<br />
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="270" src="//www.youtube.com/embed/4bYfao0la_k" width="480"></iframe>
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br />
Tüm bunlar bir
yana, benim için Demba Ba demek büyük, hem de çok büyük gülen
bir adam demek. Dwight Yorke'dan sonra Premier Lig'in gördüğü en
büyük gülüşlü futbolcu dendiğini hatırlıyorum. Ve şurup!
İngiltere'nin en çekilmez spor insanlarından biri olan Geoff
Shreeves'in müdahil olduğu röportajı bile eğlenceli hâle
getirebilmişti. Shreeves, “Haydi bana kimsenin bilmediği bir
sırrını söyle..” diye üstelediğinde, bir süre düşündükten
sonra “Şurup!” cevabını yapıştırmıştı. “Şurup!
Şurubun ne olduğunu biliyor musun? -Elbette.”</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<i>“Çilekli
şurup. Su içerken içine şurup damlatıyorum, hem de her gün! 10
yıldır böyleyim, şurupsuz yapamıyorum!”</i></div>
gunerhttp://www.blogger.com/profile/10486506843834675318noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1951312736719357573.post-7760952528046417132014-07-07T09:58:00.002+03:002014-07-07T10:32:02.539+03:00Hangi ekol?<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjN86gUCj-hPcg3uDXmnChu7v-wRtzx6oEnNZGe06MRyr5rLfUTPccEJ5YUt_zHzOUGJcreek_nn2-clTcEXr0lbEJ2KsOSTxcuOw67BDNJL1C8BY10oBEb5LsBqnS5MQf6EQVhFB9Xlx8/s1600/aysal.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjN86gUCj-hPcg3uDXmnChu7v-wRtzx6oEnNZGe06MRyr5rLfUTPccEJ5YUt_zHzOUGJcreek_nn2-clTcEXr0lbEJ2KsOSTxcuOw67BDNJL1C8BY10oBEb5LsBqnS5MQf6EQVhFB9Xlx8/s1600/aysal.png" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://www.hayatimfutbol.com/hangi-ekol/"><b>Hayatım Futbol 135. sayıda.</b></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
<i>Galatasaray, Alman ekolü
hülyasıyla açtığı, başka bir belirsizliklerle dolu sezona
merhaba diyor. Belirsizliklerin esas nedeniyse elbette ki Cesare
Prandelli değil.</i></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
1 Temmuz 2014 tarihi itibariyle 2014-15
sezonu resmi olarak başlamışken, Galatasaray futbol takımının
ne idari yapılanması, ne yeni forma sponsoru, ne yeni hocası, ne
de gidecek ve gelecek oyuncuları belirlenmiş durumdaydı. Cesare
Prandelli ismi yüreklere biraz olsun su serpmiş olsa da, getiriliş
süreci neticesinde, tüm bu meselelerin üzerindeki sis perdesini
ortadan kaldırmıyor. Açıklamalarına bakacak olursak, Financial
Fair Play nedeniyle eli kolu bağlı olan Ünal Aysal, elindeki
imkanlardan fazlasını talep etmeden şampiyonluğa ulaşabilecek
yeni bir marka teknik adamla anlaştığını düşünüyor, ve belki
gerçekten de öyle. Taraftarın ağzına bir parmak bal çalmak ve
bundan önemlisi, olmazsa olmaz Şampiyonlar Ligi geliri ve
reklamından mahrum kalmamak açısından dördüncü yıldız
mottosuyla servis edilen şampiyonluk hedefi, Galatasaray'ın kısa
ve uzun vadedeki tek hedefi hâline gelmiş durumda. Peki
Galatasaray'ın planı nedir? Ne zaman bir futbol aklı oluşturmaktan
bahsedebileceğiz?
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Galatasaray'ın tüm sorunlarının
temelinde, uzun vadeli plânların yaratılamaması, ve bunun, yani
büyük resmin bir türlü görülememesi neticesinde, kısa vadede
ortaya çıkan ve ancak işleri daha da içinden çıkılmaz hâle
getiren tutarsız kararlar yatıyor, ve gittikçe sona yaklaşıyoruz.
Galatasaray saha dışında yakaladığı başarıları; sponsorluk
anlaşmalarınu, reklam ve marka transferleri, bunların belki de
tamamını saha içinde başardıklarına borçluydu, ve saha
içindeki tutarsızlık sürdüğü takdirde, bunlardan da mahrum
kalmayla karşı karşıya kalacak. Prandelli'yi getirmek, tek başına
düşünüldüğünde harikulade bir iş olarak yorumlanabilir; fakat
öncesinde yaşananlarla değerlendirildiğinde, Fatih Terim'in
gönderilmesinin ardından, boştaki yüksek profilli hocalara
Şampiyonlar Ligi kozunu kullanan Galatasaray'ın birbirine uymayan
hamlelerinden bir başkasıyla karşılaşıyoruz. Ünal Aysal'ın
ortaya attığı hedeflere uygun düşebilecek yegâne yerli hoca
takımdan uzaklaştırıldı; belli ki Roberto Mancini'yle yola devam
etmeme kararı da öncelikle etrafı kolaçan ederek alınmamıştı
ve Lucescu ile Tuchel'den red yanıtı alan Galatasaray, yine ne
yaptığını tam olarak bilmez bir şekilde, başka bir yüksek
profilli hocanın peşinden gidiyordu. Aşık olduğu ülkede büyük
çaplı bir projenin tam ortasında yer alan Klinsmann'ın veya Dünya
Kupası'ndan sonra emekli olacağını sayısız kez açıklayan
Hitzfeld'in adaylar arasında olduğu haberleriyse ancak bu
hedefsizliği daha net gösteren örnekler olabilirdi, ama Alman
ekolü hedefinin değil.
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Geçtiğimiz günlerde çıkan bir
habere göre, yeni sezon kamp programını belirlemek zorunda olan
Galatasaray, götürülecek oyuncuları Mancini'nin verdiği
direktiflere göre belirleyecekti. Galatasaray'ın şu çok konuşulan
kadro çıkmazlarını bir de Roberto Mancini'nin kalması ihtimaline
göre ve Roberto Mancini'nin ayrılma sebepleri üzerinden konuşmamız
gerek.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-size: large;">La Gazzetta'dan okuyun</span></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Ülkenin futbol
ortamının yabancı düşmanlığı ve düşük entelektüel düzeyi
hemen her fırsatta kendini belli ediyor. Geldiği günden bu yana
yorumcularımıza bir türlü kendini kabul ettiremeyen Sneijder'in,
Meksika maçında “Koşmuyor!” eleştirisine tanık olduğunu
duyuyoruz; Roberto Mancini'nin dolaştırdığı kağıt, sonraki
yıllarda da hatırlanacak eğlenceli bir ritüele dönüşebilecekken,
bazı taraftarlar için bir utanç kaynağı hâline gelebiliyor. Şu
hâlde, Türkiye'de 6 ay geçiren Mancini'nin bir, iki, belki de üç
farklı profiliyle karşılaşıyoruz. Bir grup için, belki
futboldan anladığı dahi şüpheli olan işe yaramazın teki veya
daha aklıselim yargılama yapabilen ama yine Mancini'nin
gönderilmesi tarafında olanlar için, Galatasaray'a artı değer
katması imkansız biriydi. Roberto Mancini'yle röportaj
gerçekleştirmiş gazeteciler ise ağız birliği etmişçesine,
mütevaziliğinden, sıcaklığından ve göründüğü gibi biri
olmadığından dem vuruyorlardı. Bir de bunların dışında,
İtalya'da verdiği röportajlarla ülkemize konu olan Mancini vardı.
Roberto Mancini'nin gelecek sezonda Galatasaray'ı çalıştırmayacağını
da ilk kez İtalya'dan, La Gazetta dello Sport'tan öğrenmiştik.
Türk muhabirlerden, Galatasaray kulübünün kendisinden, KAP'tan
önce...</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjq9t55eFq91OCRO5VTeuiIzHE1oorW5Q_ajtFJINeStYSR9ar_Bf5jo-01589Ig1Z4MJQB6I5pTseHApMxJmYK7R5rE6qJsT4vpJnZFdTmnTm_Nda7P_u7ryY21nMZaaPn1cNbuQy0QqY/s1600/lagazzetta.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjq9t55eFq91OCRO5VTeuiIzHE1oorW5Q_ajtFJINeStYSR9ar_Bf5jo-01589Ig1Z4MJQB6I5pTseHApMxJmYK7R5rE6qJsT4vpJnZFdTmnTm_Nda7P_u7ryY21nMZaaPn1cNbuQy0QqY/s1600/lagazzetta.png" /></a></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Mancini'nin
aklından geçen somut birtakım fikirlere La Gazetta aracılığıyla
ulaşmamız mümkündü; keza Türkiye'de çıkanlar hiçbir zaman
böyle şeylerle ilgilenmez, genelde ülkeyi nasıl bulduğuyla
başlayan, kemikleşmiş ve futbol dışı ağırlığı fazla olan
bir tür soru dizisini izlerdi. Ayrılmasından henüz birkaç gün
önce, ilk geldiği günkü enerjiyi başkandan alamadığını ima
eden açıklamalar yaparken, gelecek sezonda takımda kalmak
istediğini ve transferleri de buna uygun olarak gerçekleştirmek
istediğini söylüyordu. Levent Tüzemen'in -dünkü telefon
bağlantısında Prandelli'nin kariyerinin sonuna gelmiş biri
olduğunu iddia eden Tüzemen'in- ısrarla önümüze koyduğu
meşhur 40-50 milyon euro'luk bütçe isteği, hocanın o röportajda
bahsettiği Fabio Quaglierella, Seydou Keita gibi isimlerden mi
oluşuyordu o hâlde? İşin aslı, takımın eksiklerini en sonunda
tartmış ve bütçenin farkında olan Mancini'nin, buna uygun ve
fakat belli kalitedeki oyuncuların alınması yönündeki isteğiydi.
Galatasaray'ın orta sahada yaşadığı sıkıntı ve
alternatifsizlik ortadayken, bugün Roma'yla kontrat yapabilecek
kadar hâlâ futbolcu olan ve Drogba'nın aksine kenarda oturduğu
vakit ülke çapında krizlere gebe olmayacak Keita, orta saha
alternatifi için sahiden kötü bir transfer hedefi miydi örneğin?
Her geçen gün bir sonra gelecek hoca için içinden çıkılmaz bir
hâl alan Galatasaray kadrosunun, bir transfer dönemliğine,
gerçekten takımın başındaki hocanın istekleri doğrultusunda
şekillenmesi herkesin yararına olacaktı. Mancini, Manchester
City'nin geçen sezonki şampiyon kadronun mimarı bendim derken
aslında haksız değildi; doğru oyuncuyu getirme hususundaki
yargılamalarına güvenilebileceğini biliyorduk. Hocanın ne tip
transfer hedeflerinin peşinden koşacağını, ve bunların, bu
sezon görülen defoları yüksek ihtimalle örteceğini tahmin
edebiliyorduk. Lakin belli kesimler tarafından pohpohlanan 'kötü'
algısı ve Galatasaray'ın yeni ekonomik realitesinde Mancini'nin
doğru adam olarak görülmemesiyle, Mancini'nin de bahsettiği
üzere, Aysal'ın ilk vakitlerde koyduğu hedefler değişmeye
başladı ve fakat sorunun, Türk medyasının aktarmaya çalıştığı
şekliyle maddi yönü, en azından Mancini açısından, muhtemelen
çok daha düşüktü. Mancini'nin tek gerçek beklentisinin tutarlı
bir çalışma ortamı olduğu da reddettiği tazminatıyla hemen
hemen belli olmuştu aslında.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Ünal Aysal,
Cesare Prandelli'nin çok fazla yeni transfer istemediğinden, ya da
daha doğru bir ifadeyle, şartları bu şekilde konuştuklarından
bahsediyor. Galatasaray'ın son birkaç transfer döneminde düzenli
olarak erozyona uğrayan kadrosu, Prandelli'nin küçük
dokunuşlarıyla tekrardan bir kazanana dönüşebilir mi?</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-size: large;"><br />
</span></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-size: large;">Bazı benzer alışkanlıklar</span></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Financial Fair
Play ve Türkiye Ligi'nin yabancı sınırlamasından henüz haberi
olmuşçasına acil önlem planlarına geçen Galatasaray'da,
Sneijder'in transfer olması düşüncesi dahi eskisi kadar uçuk
gelmiyor. Lakin eğer kalacaksa, Galatasaray'ın derin kadro
mühendisliği sorunlarının miladı kabul edilebilecek Sneijder
transferinin, artık radikal bir şekilde kesin olarak çözüme
kavuşturulması gerekiyor. Bir önceki sezonun aksine, takım için
önemini ve takıma bağlılığını su götürmez bir şekilde
kanıtlamış Sneijder'i merkeze koyan yeni bir takım düzenine
geçmek, transferleri buna göre yapmak lazım geliyor. Olcan Adın,
tüm bunların dışında sadece yerli oluşu ve kalitesiyle,
şablonlar ve teknik adamlar üzeri bir transfer; fakat Prandelli'nin
de bu meselenin ehemmiyetini ilk fırsatta kavraması fazlasıyla
değerli olacak. Tekrardan bir beyin jimnastiği yapacak olursak,
Mancini yönetimindeki Galatasaray'ın ilk yapacağı işlerden
birinin bu olacağını büyük bir güvenle söyleyebiliriz.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgXaOy7OtHGjFaG9xBXW_Q-r5aRSL2FjVZ-1TwrhQ2XsNl0_PWT6EiK96YszKAlQI996hLiCDR8doPXgEHqfsMKkMLWYIbHd_OhhjU1aIOJ4fytedIXGH36uv6MC2kXQtZBbeTk9FRoohk/s1600/cesare.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgXaOy7OtHGjFaG9xBXW_Q-r5aRSL2FjVZ-1TwrhQ2XsNl0_PWT6EiK96YszKAlQI996hLiCDR8doPXgEHqfsMKkMLWYIbHd_OhhjU1aIOJ4fytedIXGH36uv6MC2kXQtZBbeTk9FRoohk/s1600/cesare.png" /></a></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Prandelli ve
Mancini'nin iyi giyinmeleri ve İtalyan olmaları haricinde ortak bir
noktaları olmadığını söyleyenlerin çıkacağına eminiz. Büyük
oranda haklılar da. Fakat yerli medyada yazılacakları şimdiden
tahmin etmek o kadar da zor değil. Dünya Kupası öncesi basın
toplantılarının birinde, “7 maçın 7'sinde farklı dizilimler
kullanarak şampiyon olduğumuzu hayal ediyorum.” şeklinde bir
beyanat veren, teknik açıdan ilk akla gelen özgünlüğü
'esnek'liği olan bir hoca Prandelli. Bu bir yana, elindeki bütün
iyi orta saha oyuncularını aynı anda sahada görmekten hoşlanıyor;
patlayıcı kanat oyuncularından ziyade, parlak, yaratıcı oyun
kurucuları tercih ediyor. Fiorentina'da Montolivo'yu hatırlayın.
Uzunca bir süre hangi pozisyonda en verimli olabileceği tartılmış
ve belki bu uzun denemeler tatmin edici bir sonla noktalanmamıştı
bile! Ama Montolivo harika bir sanatçıydı ve takımdaki yeri
tartışılamazdı. 'İtalyan!', 'Üçlü savunma!', 'Takımın
ayarlarıyla oynuyor!' homurdanmalarını şimdiden duyuyor gibiyim.
İki hocanın karakterlerinin ve futbola bakış açılarının benzerlik
gösterdiğini söylemek fazla iyi niyetli bir çıkarım olacak,
diğer yandan şaşırtmayacaktır.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Ali Ece'nin
“Prandelli, Selçuk İnan'dan Pirlo yaratır!” çıkışı bu
bağlamda yerini buluyor olsa gerek. Pirlo değil, ama belki
Montolivo. Onun da eleştireni çok.</div>
gunerhttp://www.blogger.com/profile/10486506843834675318noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1951312736719357573.post-54297362435063218982014-07-07T09:32:00.000+03:002014-07-07T14:00:25.176+03:00Brezilya 1970<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg4V2hgPsQGr1nPsIoLUzjceDA6toEm7NTvn-ADcesMEQDtn4AF1xQ8OiyhsO-gE75RV-GLZW-juZ6wgT9aSQGCE7iGRBFozF88Ml0dGuzTtfo68h-8gf82GwPSaa8ih2FTbNjPI14p2vE/s1600/pele.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg4V2hgPsQGr1nPsIoLUzjceDA6toEm7NTvn-ADcesMEQDtn4AF1xQ8OiyhsO-gE75RV-GLZW-juZ6wgT9aSQGCE7iGRBFozF88Ml0dGuzTtfo68h-8gf82GwPSaa8ih2FTbNjPI14p2vE/s1600/pele.png" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div style="text-align: center;">
<b><a href="http://www.hayatimfutbol.com/brezilya-70/">Hayatım Futbol 132. sayıda.</a></b></div>
<blockquote class="tr_bq" style="margin-bottom: 0cm;">
<i>“Brezilyalılar, yalnız onlara
bahşedilmiş olan yeteneklerinden gurur duyuyorlardı; ama sanki bir
o kadar da, oyun hakkında bir şeyler söylemek istiyor gibiydiler.
Bir oyunu sevmeden o oyunda dünyanın en iyisi olamazdınız; ve
hepimiz, o gün Azteca'da, büyük bir hayranlık ve coşkuyla maçı
izleyen herkes, sanki bir tür 'oyuna hürmet' gösterisine tanıklık
ettiğimizi hissetiyorduk.” </i></blockquote>
<blockquote class="tr_bq" style="margin-bottom: 0cm; text-align: right;">
<i>İskoç spor yazarı Hugh
McIlvanney, Brezilya'nın 4-1 kazandığı final maçında</i></blockquote>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
1970 Dünya Kupası, pek çok açıdan,
bugünkü şekliyle bildiğimiz Dünya Kupalarının ilkiydi. İlk
kez, tüm dünyada canlı ve renkli televizyon yayını yapılıyor;
Meksikalı gazetecilerin ortaya attığı <i>grupo de la muerte, </i>ölüm
grubu tabiri, bundan böyle ölümsüzleşiyor; Adidas Telstar,
siyah-beyaz çokgenli Dünya Kupası futbol toplarının ilki
oluyordu. 1961'de İtalya'da başlayan Panini serüveninin ilk Dünya
Kupası baskıları, 1970 Meksika'da yapılmıştı. Oyuncu
değişikliği hakkı ve sarı-kırmızı kart uygulamaları, ilk kez
bu kupada ortaya çıkıyordu. 1970, tüm dünyada takip
edilebilirliğin önemli bir boyut atladığı ve getirdiği
yeniliklerle, modern Dünya Kupası izleyicisinin hayal gücünü
meşgul eden pek çok konunun temellerini atan unutulmaz bir turnuva
olarak tarihe geçmişti. Lakin, bu kupanın hayal ile gerçek
arasında gidip gelen efsanevi betimlemelerinin en değerli öğesi,
kuşkusuz ki, John Motson'ın deyişiyle 'tüm futbol fantezilerimizi
gerçekleştirmeyi başaran' sihirli Brezilya takımı idi.
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Belki de, tarihin gördüğü en iyi
takım oldukları algısı doğru değildi. Belki, İspanya 2012
onları çoktan sürklase etti bile; veya belki, böylesine bir
futbol takımının ortaya çıkması, ancak taktik ve fiziksel
gelişimin atıl kaldığı bir dönem içinde mümkündü, ve
tekrarı imkansızdı. Fakat onların niçin özel olduğunu ararken
baktığımız yerler de, Güney Amerika elemeleri dahil olmak üzere,
tüm maçlarını kazanarak kupaya ulaşmaları gibi hayranlık
uyandıran istatistikler; veya maçı ne kadar domine ettikleri,
turnuvayı ne kadar golle tamamladıkları gibi kıyaslamalar
üzerinden sonuca varmaya çalışan değerlendirmeler olmamalıydı.
McIlvanney, bu ayrımı en iyi yapanlardan biri olmuştu. Başka
takımlar da sizi heyecanlandırmayı başarabiliyor ve onlara saygı
duyuyorsunuz, diyordu. <i>“Fakat Brezilyaları izlemek, derin ve
doğal bir haz veriyor; sanki saf bir fiziksel deneyimden
geçiyordunuz.” </i>Renkli televizyonların karşısında, altın
sarısı formalı adamların tiyatrosunu büyüleyerek izleyen yüz
binlerce insanın hissettikleri, kuşkusuz bundan farklı değildi.
Brezilya 1970, artık tarihin en iyisi olmuştu.
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-size: large;">Saldanha'nın sürgünü</span></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Brezilya;
dünya şampiyonu İngiltere ve Avrupa şampiyonu İtalya ile beraber
turnuvanın üç önemli favorisinden biri olarak gösteriliyordu.
Yine de, 1966'ta gruptan çıkamadıkları akıllardaydı ve dengesiz
savunma hatları, hiç de Dünya Kupası kazanabilecek bir
takımınkini andırmıyordu. Turnuvanın başlamasına üç aydan az
bir zaman kala, João Saldanha kovulacak ve yerine, dünya
şampiyonu oldukları iki kupada da ilk 11 oyuncusu olan Mario
Zagallo getirilecekti. Ama bu görev değişimi, saha içi nedenlerle
açıklanabilir değildi.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg4wrdfjzEgopHHCPZ9LponIxacB1v3w-YUWin8TC7Ifqis9CCCX90QmpJcJXoErB0g8v23vQZCxqXlukHw1AVEzVkYvh4UW5bYWaylA5onH11GvhgO76C2vFps2c_DknMMwMXouao-YS4/s1600/1970.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg4wrdfjzEgopHHCPZ9LponIxacB1v3w-YUWin8TC7Ifqis9CCCX90QmpJcJXoErB0g8v23vQZCxqXlukHw1AVEzVkYvh4UW5bYWaylA5onH11GvhgO76C2vFps2c_DknMMwMXouao-YS4/s1600/1970.png" /></a></div>
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
1964'ten bu yana dikta rejimiyle
yönetilen Brezilya'nın yeni lideri, bir sene önce, general Emilio
Garrastazu Medici olmuştu. Medici, aynı zamanda fanatik bir
Flamengo taraftarıydı ve hatta, favori oyuncusu Dario'nun Flamengo'ya transferinde doğrudan etkili olduğu söyleniyordu. Eski
bir gazeteci ve Komünist Parti üyesi olan Saldanha, Dario'yu milli
takım kadrosuna almadığı Arjantin maçında beklenmedik bir
yenilgi aldığında, hükümet kanadından tepkilerle
karşılaşacaktı. Bunun üzerine, sonunu hazırlayan o meşhur
karşı cevap ortaya çıktı: <i>“Ben kabinenin nasıl kurulduğuna
karışmıyorum; başkan da benim tercihlerime karışmamalı.”</i></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Saldanha; Tostao ve Pele'nin benzer
oyuncular olduğunu savunuyor ve savunma yönünden memnun olmadığı
Pele'yi takıma almamayı düşünüyordu. Bu durumda, efsaneler
arasına yazdığımız Brezilya takımının ortaya çıkması asla
mümkün olmayacak ve aynı turnuvada, en yaratıcı iki oyuncusu
Mazzola ve Rivera'yı değişmeli kullanan İtalya gibi, sadece
'saygı uyandıracak' bir takım olmakla yetinmek zorunda
kalacaklardı. 1958 ve 1962 şampiyonluklarında kullanılan 4-2-4
dizilimini geri getiren Zagallo, halkın da isteğine uyarak,
elindeki yaratıcı oyuncuların tamamına ilk 11'de bir rol bulmayı
başarıyor ve savunması dahi ofansif oyuncularından kurulu
fantastik bir takım ortaya çıkıyordu.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-size: large;">4-2-4</span></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<a href="https://www.blogger.com/null" name="firstHeading"></a>Brezilya'nın
'beş 10 numaralar' olarak bilinen hücum oyuncularından hiçbiri,
gerçek anlamda bir merkez forvet değildi. Ortaya çıkan doğaçlama,
akışkan futbolun -<i>joga
bonito'nun-</i> en can alıcı
noktası aslında buydu: öncelikle yaratıcı özellikleriyle öne
çıkan beş oyuncuyla ve gerçek bir forvet kullanmadan
oynuyorlardı. Takımın kağıt üzerindeki merkez forveti Tostão,
gol becerileri kadar, ve belki bu becerilerinden de önce, oyun
zekası -eski bir doktordu- ve paslarıyla bilinen bir futbolcuydu.
Sürekli hareket halindeki 9 numara, sol iç oynayan <span lang="en">Pelé'yle
muazzam bir uyum yakalayacaktı. Sağ kanatta rakiplerin başını
döndürme misyonu Garrincha'dan Jairzinho'ya geçmiş; 'altın sol
ayak' Gerson, Didi'nin orta saha organizatörü görevini üstlenmiş
ve merkezi oynayan sol kanat, yani bizzat Zagallo'nun oynadığı rol
ise, 'Bay Bıyık' Rivelino'ya teslim edilmişti. Böylece, iki kez
Dünya Şampiyonu olan kadronun dinamikleri bir nevi tekrardan vücut
bulmuş oluyordu. Turnuva başlamadan 1-2 ay önce ortaya çıkan,
oyuncuların pek çoğunun kulüp takımlarındaki esas rollerinde
sahne almadığı bu takım, gelmiş geçmiş en iyilerden biri
olarak anılacaktı.</span><br />
<span lang="en"><br /></span>
<br />
<div style="text-align: center;">
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="270" src="//www.youtube.com/embed/Pv4vTQA2img" width="480"></iframe><span lang="en">
</span></div>
</div>
<br />
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<span lang="en">Kupada oynadığı 6
maçta 7 gol yiyen ve bir o kadar net pozisyonu da kalesinde gören
Brezilya, muhtemelen, Dünya Şampiyonu olmuş takımlar arasında en
kötü savunma hattına sahip olanlardan biriydi. Gollerin hemen
hemen tamamı, kaleci Felix'in bireysel hatası veya savunma
hattının, çoğu zaman gereksizce, kendi yarı alanında yaptığı
paslar esnasında topu kaybetmesi sonucunda gerçekleşmişti.
Yetmezmiş gibi, sağ bek Carlos Alberto'nun sonu gelmez
bindirmeleriyle, takımın şekli 3-1-6 gibi daha da içinden
çıkılmaz bir hâl alabiliyordu. </span><span lang="en"><i>Transition</i></span><span lang="en">dan
en az hasarla çıkma ve ayak işleri göreviyse, yalnızca 1 sene
önce ilk milli maçına çıkmış olan 19 yaşındaki Clodoaldo'nun
omuzlarına yüklenmişti. Tarihin en iyi takımı, final maçının
son golünü tarihin en iyi golü olarak hafızalara kazırken,
Carlos Alberto'nun deyişiyle 'karnavalı başlatan' oyuncu, kendi
yarı alanında dört İtalyan'ı birden çalımlayarak topu sola
açan, takımda teknik özellikleriyle belki de en son akla gelecek
Clodoaldo oluyordu.</span></div>
gunerhttp://www.blogger.com/profile/10486506843834675318noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1951312736719357573.post-53807987851157576232014-06-08T21:57:00.006+03:002014-07-07T08:51:34.888+03:00İngiltere, Avustralya ve Japonya<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgDQ0j89YXVAmky8_82VWBhxEvw3EsKrkEZy5TIhTJZx-WOutMI5rWGX7kFRazwCWBPV_I4GIB-wiQq-E5ADsQSOI69l-2YyKgKZmKycSYzOIO7MCJt1DTjl87N_v3ldOgNj5wsOsYJfWY/s1600/hf.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgDQ0j89YXVAmky8_82VWBhxEvw3EsKrkEZy5TIhTJZx-WOutMI5rWGX7kFRazwCWBPV_I4GIB-wiQq-E5ADsQSOI69l-2YyKgKZmKycSYzOIO7MCJt1DTjl87N_v3ldOgNj5wsOsYJfWY/s1600/hf.png" height="320" width="238" /></a></div>
<div style="text-align: center;">
<br /></div>
<div style="text-align: center;">
<i>Hayatım Futbol ekibinin hazırladığı <b><a href="http://www.hayatimfutbol.com/Sayilar/131/hayatimfutbol-131sayi.pdf">Dünya Kupası rehberi</a></b>nden.</i></div>
<div style="text-align: center;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
<span style="font-size: x-large;">İngiltere</span></div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<i>"İngiltere bu kez farklı.
Gerçekten farklı. Kadro çok genç ve oyuncular, üzerlerinde baskı
hissetmiyorlar. Belki bu kez ikinci tura dahi çıkamadan elenecekler
ama belki, böylesi göründüğü kadar kötü değildir."</i></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<i><br /></i></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgmXQnRXGi4glGu_Mgw2jjOEX-J5sLr_Kutg0bpDZz8Ucti5GJqfjgA5VtFDPXRfBmpPjTHEFudkT9VtqKy_JnWPTcvdQY3eOAD8z5WvUFlXogNDJZwmiQia1KhKv8xmXsbYV9IcuCJ8mo/s1600/England-football-team--010.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgmXQnRXGi4glGu_Mgw2jjOEX-J5sLr_Kutg0bpDZz8Ucti5GJqfjgA5VtFDPXRfBmpPjTHEFudkT9VtqKy_JnWPTcvdQY3eOAD8z5WvUFlXogNDJZwmiQia1KhKv8xmXsbYV9IcuCJ8mo/s1600/England-football-team--010.jpg" height="180" width="320" /></a></div>
<br />
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<a href="https://www.blogger.com/null" name="docs-internal-guid-d6744c92-3fe6-e02b-a000-6445324dc1d5"></a>
Geleneksel sorunlarından arınmış bir İngiltere'nin başında
Hodgson'ın olacağı kimin aklına gelirdi ki? Nihayetinde, göreve
gelişinin ertesi gününde, Cockney aksanıyla alay eden manşetler
atılan birinden bahsediyoruz. Hodgson'a dair beklentiler en başından
itibaren çok düşüktü ve öyle ki, İngiltere, orta kalite
rakipler karşısında dahi topa sahip olamadığında, o alıştığımız
yıkıcı yorumlarla pek karşılaşmıyorduk. Yani, ne bekliyorduk
ki? Garip bir şekilde, bu 'iddia'sız İngiltere, o bitmek bilmeyen
kötü havayı dağıtmak üzere belki de nesillerdir bekleniyordu.
4-4-2'yi eleştirenlere Dortmund'un da bu şekilde oynadığı
cevabını vermesi gibi, Hodgson'ın pek çok davranışı hâla kötü
şakalara konu olabiliyor; lakin bundan önemlisi, sakin ve 'düşük
profilli' tavrının, ülke milli takımını ciddi ölçüde
rehabilite edici etkisi. Bir düşünsenize; futbolcu eşlerinin,
yaşlanan kadronun konuşulmadığı, ve hatta Lampard'la Gerrard'ın
aynı takımda etkin görev paylaşımı yapabildiği bir Dünya
Kupası olacak! İngiltere, 1958'den bu yana ilk kez bu kadar genç
bir kadroyla turnuvaya katılıyor ve bu oyuncuların pek çoğu,
yeni nesil, teknik ve taktik yönü güçlü oyuncular. Kadronun ne
kadar genç olduğuna dair sadece şu örneği vermek yeterli
olabilir: Barkley ve Wilshere, 2002 Dünya Kupası'nı okulda
izlediklerinden bahsediyorlar. Garantici ve 4-4-2 dizilimine bağlı
bir hoca olarak bilinen Hodgson, genç oyuncu grubu tercihi dışında
bir diğer sürprizi de bu noktada yapmıştı. İngiltere'nin ilk
11'inin ne olacağını gerçekten kimse tahmin edemiyor. Kaleci,
geri dörtlü, Gerrard ve Rooney'nin yerleri garanti, peki ya
sonrası? Hangi dizilimle oynayacakları, 4-2-3-1 mi, yoksa 4-3-3 mü,
bunu dahi tam olarak bilemiyoruz. Şunu söyleyebiliriz ki, Hodgson
rakibe göre değişikliğe gitmekten hoşlanıyor ve en genel
hâliyle, oyunu domine edemeyeceğini bildiği güçlü rakiplere
karşı üçlü orta saha kullanırken, diğer durumda 4-2-3-1'i
tercih ediyor. Lakin bu da değişebilir. Kadroda, aynı takımlardan,
en başta da Liverpool'dan, çok fazla oyuncu var ve özellikle
'Liverpool şablonu', İngiltere'nin Dünya Kupası'ndaki A plânı
olabilir. Şunu biliyoruz ki, bu İngiltere fazlasıyla yeni ve
gerçekten hiç de fena değil. Ama İngilizler umut etmek
istemiyorlar. Bundan gerçekten çok çektiler, ve bir daha geri
dönmek yok.
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<i>Takımın yıldızı</i></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Elbette Wayne
Rooney. Bazıları için, İngiltere'nin iyi bir Dünya Kupası
geçirmesi doğrudan Wayne Rooney'nin performansına bağlı. Rooney,
bir süredir büyük turnuvaların en büyük bir hayal kırıklığı
ve bu kez, bir bahanesinin olamayacağından bahsediyorlar.
Rooney'nin oyuna katkısı, hücum hattının en önündeki eleman
olması veya hemen forvetin arkasında oynamasına bağlı olarak
ciddi ölçüde değişkenlik gösterebilir, ve artık çok daha
kesin olarak biliyoruz ki, Rooney, o ikinci adam olarak oynadığında
gerçekten dünya çapında bir oyuncuya dönüşüyor. Hodgson şu
sıralar muhtemel bir Sturridge – Rooney partnerliğinden
bahsediyor, herkes için en iyisi olacak. Keza Sturridge'den daha
formda ve tek forvet oynamaya daha müsait başka bir oyuncuları da
yok.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhdPu06qJF4gnNKTP5DyeN2ag2qDSMfrjEHi4N8XPvybJgnV2KL7a28VPxGfqALj8uPfrelfz0bZWvnujeIrSEGtiGAf6a2dJb45xOFL4RKJXIUhSemj2foOddhf0Lta5wA44Kt29Hyaiw/s1600/eng.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhdPu06qJF4gnNKTP5DyeN2ag2qDSMfrjEHi4N8XPvybJgnV2KL7a28VPxGfqALj8uPfrelfz0bZWvnujeIrSEGtiGAf6a2dJb45xOFL4RKJXIUhSemj2foOddhf0Lta5wA44Kt29Hyaiw/s1600/eng.png" height="320" width="223" /></a></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<b><br /></b></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<i>Gözler onda</i></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Belki biraz suni
bir gündem, ama gözlerin Jack Wilshere'de olacağını
söyleyebiliriz. Başta Gerrard olmak üzere, 'lider' konumundaki pek
çok oyuncu tarafından sürekli 'gelecek' şeklinde lanse edilen
Wilshere, İngiltere orta sahasında topla en fazla haşır neşir
olabilen oyuncu ve özellikle de orta sahayı üçlemeleri
gerektiğinde, farklı bir opsiyon sunacak bilhassa kişi o olacak.
Buna karşın, yeri garanti olan Gerrard'ın yanındaki doğru
tamamlayıcı Wilshere olmayabilir. Dribbling yetisi yanında,
konsantrasyonu üst seviyede olduğu takdirde gerçek bir savasçıya
da dönüşebiliyor lakin bu yeterli gelmeyebilir ve daha enerjik,
pozisyon bilgisi daha yüksek bir oyuncu tercih edilebilir. Wilshere
bir yana, özellikle de Lallana veya Welbeck gibi daha az adı
zikredilen oyuncular arasından bir 'x-factor' çıkabilir.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<i>Teknik direktör</i></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
İngiliz futbol
dergisi When Saturday Comes, milli takımı meşhur Jekyll and Hyde
romanı üzerinden görmeyi uygun görmüş. Hodgson'ı bir karede
'bilge, deneyimli, sofistike Avrupalı' olarak, diğerindeyse
'1930'lerde kalmış Cockney' olarak gösteriyorlar. Epey eğlenceli,
ama durum gerçekte de bundan pek farklı değil. Konu İngiliz
futbolcusu veya menajeri olduğunda, bakış açıları bir anda
değişebilir ve zıt duygular en uç kutuplarda belirebilir.
Kariyerini uzun yıllar yurt dışında sürdüren nadir
İngilizlerden biri olan Hodgson, buna karşın oyun stratejileri
kısır bulunan biri olarak biliniyor ve pek de saygıyla
karşılanmıyordu. Şu anda durum değişmiş gözüküyor ama her
an, yeniden tersine dönebilir. Hodgson, ilk milli takım deneyiminde
İsviçre'yi 28 yıl aradan sonra 1994 Dünya Kupası'na taşımayı
başarmıştı.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
* * *</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-size: x-large;">Avustralya</span></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<i><b>"</b>Avustralya turnuvanın en
zayıf ekiplerinden biri ve belki de en zor grupta yer alıyor. Puan
almaları dahi çok güç olacak; ama taraftarları ve Ante
Postecoglou'nun getirdiği yeni oyun stiliyle yine de turnuvanın iz
bırakan takımlarından biri olabilirler."</i></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjCTYSCp9epw3nH385QNlWoHFnTFpMXW1okcpLf9ecAyURQdHqSbz3nzYItBrm_sUW4agpEtwI2BA7Uo8s3JwMoP1OhE5jWj1L9lNKF5tiQkwKHEjKs1xKXl1XaN4rGv3FOXD37N-gKVpA/s1600/timcahills_cabir1n3cffr15rcimmnaircc.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjCTYSCp9epw3nH385QNlWoHFnTFpMXW1okcpLf9ecAyURQdHqSbz3nzYItBrm_sUW4agpEtwI2BA7Uo8s3JwMoP1OhE5jWj1L9lNKF5tiQkwKHEjKs1xKXl1XaN4rGv3FOXD37N-gKVpA/s1600/timcahills_cabir1n3cffr15rcimmnaircc.jpg" height="191" width="320" /></a></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
FIFA dünya sıralamasında 59. sırada
yer alan Avustralya, Brezilya'ya giden ülkeler arasında en düşük
puanlı olanı. Üst üste üçüncü kez Dünya Kupası'na katılacak
olan Kangurular, altın jenerasyondan oyuncuların bir bir emekli
oluşuyla her sonraki kupada kendilerini daha zayıflamış hâlde
buldular, ve şu anda, en güçsüz hâlleriyle karşımızdalar. Üst
üste alınan 6-0'lık Fransa ve Brezilya mağlubiyetlerinin ardından
geçtiğimiz Ekim ayında göreve gelen Ange Postecoglou, takıma
bambaşka bir hava getirmeyi başardı ve genç, dinamik, yeni bir
takım vaadinde bulunuyor. 4-2-3-1 diziliminde, süratli kanat
oyuncularını çabuk bir biçimde kaçırmayı düşünen, direkt,
agresif, ülkenin spor kültürüne uygun bir stilin peşindeler ve
Ekvador'a karşı ilk yarıyı 3-0 önde bitirdiklerinde, ne kadar
iyi olabileceklerini herkese gösterdiler. Fakat takımın en önemli
hücum silahı, hâlâ, altın jenerasyonun son kalan üyelerinden 34
yaşındaki Tim Cahill; ve gidecekleri çok yol var. Ekvador'dan da
ikinci yarıda 4 gol birden yemiş ve maçı 4-3 kaybetmişlerdi.
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<i>Takımın yıldızı</i></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Tim Cahill takımın
gol ayağı ve en kilit oyuncularından biri. Artık kariyerini
ABD'de devam eden tecrübeli orta saha oyuncusu, milli takımda
forvet olarak değerlendiriliyor. Everton'da David Moyes'un Fellaini
öncesi 'forvet arkasında doğru yerlere koşu yapan, hava toplarına
hakim, golcü orta saha'sını oluşturan Cahill, geleneksel bir
forvet değil; fakat bir golcünün sezilerini ve tutkusunu taşıyor.
Elemelerde Avustralya'nın en golcü oyuncusu olmayı başardı ve
her zaman, duran toplarda çok önemli bir silah olabilir. Takım
kaptanı Mile Jedinak da, saha içi liderliği ve hızlı hücumları
başlatacak keskin ilk paslarıyla bir diğer önemli isim. Aynı
zamanda takımın en formda oyuncusu; Crystal Palace'da harika bir
sezonu geride bıraktı.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgv4tbyqAMEWYi9V5nJCQnovBOzdk_1liK3YzSVWKhVhCHujZMzVAz7knGaUOdYm1J1iYZWuaxcF3n9hMhA0MMZIsiKLT8ZCUUZHFtgL0d9IzimCz6JNerlw0VzcQ64e_pkSOYNYlO8uZs/s1600/aus.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgv4tbyqAMEWYi9V5nJCQnovBOzdk_1liK3YzSVWKhVhCHujZMzVAz7knGaUOdYm1J1iYZWuaxcF3n9hMhA0MMZIsiKLT8ZCUUZHFtgL0d9IzimCz6JNerlw0VzcQ64e_pkSOYNYlO8uZs/s1600/aus.png" height="320" width="220" /></a></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<i>Gözler onda</i></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Güçlü rakipleri karşısında kendi oyunlarını biraz olsun göstermeyi başarabilirlerse, seyircinin ilgisini çekecek baş aktörler yeni nesil, patlayıcı kanat oyuncuları olacak. Leverkusenli Kruse sakatlığı nedeniyle turnuvayı kaçırıyor ve son olarak, Kewell’dan bu yana ülkenin gördüğü en yetenekli oyuncu kıyaslamaları yapılan Rogic de aynı nedenle 23 kişilik kadraja girmeye başaramadı. Fakat Leckie ve Oar hâlâ değerli silahlar olabilirler. Utrecht’te forma giyen Tommy Oar’ın birebirde adam geçme başarısı ve Cahill’e açacağı ortalar, Avustralya hızlı hücumları için fazlasıyla değerli. Avustralya’nın ‘tanınmadık’, potansiyelli gençleri için Dünya Kupası çok değerli bir sıçrama tahtası.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<i>Teknik direktör </i>
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="font-weight: normal; margin-bottom: 0cm;">
Avustralya liginde
4 kez şampiyonluk yaşayan Ange Postecoglou, ülkenin en başarılı
futbol adamlarından biri. Sadece kazandığı şampiyonluklar değil,
oynattığı hücum futboluyla da büyük beğeni toplayan Atina
doğumlu hoca, takımın stilini değiştirmeyi ve daha önceki
'sıkıcı' görüntüsünden de kurtarmayı başarmış durumda.
A-League'i en iyi bilenlerden biri olarak yerel ligden daha fazla
oyuncuya forma şansı veriyor ve hatta, Brisbane Roar'lu Franjic,
Luke Wilshere gibi 80 kez milli olmuş bir oyuncunun önünde yer
alabiliyor. 5 yıllık sözleşmeye imza atan Postecoglou'nun
sempatik yaklaşımı ve yenilikçi oyun tarzı, futbolun hiçbir
zaman bir numaralı spor olmadığı bu ülkede, oyuna olan ilgiyi de
ciddi ölçüde arttırabilir.
<br />
<br /></div>
<div style="font-weight: normal; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="font-weight: normal; margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
* * *<br />
<br /></div>
<div style="font-weight: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-size: x-large;">Japonya</span></div>
<div style="font-weight: normal; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<i><b>"</b>Avustralya'nın
bir önceki çalıştırıcısı Osieck'e göre 'tarihteki en iyi
Japonya', bu kez son 16'dan ötesine geçebilecek mi?"</i></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<i><br /></i></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjVWxX3DZtFKbt0smQuaiQPLdG2OyAdWNpsI-ZtKTDl71cvVW7Bd-EFRutMKy1FMbXfF0bCF6O1fXAMfyMhUIwOrBvzfKvr5ELCLiibjUivKFzUbmO80air_ZNRqRonAasqqtoWGBdiKAE/s1600/Alberto-Zaccheroni.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjVWxX3DZtFKbt0smQuaiQPLdG2OyAdWNpsI-ZtKTDl71cvVW7Bd-EFRutMKy1FMbXfF0bCF6O1fXAMfyMhUIwOrBvzfKvr5ELCLiibjUivKFzUbmO80air_ZNRqRonAasqqtoWGBdiKAE/s1600/Alberto-Zaccheroni.jpg" height="273" width="320" /></a></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Dünya Kupası bileti alan ilk ülke
olan Japonya'da, beklenti ikinci turu görmek. Göreve geldiğinde,
“Esnek taktikler ve hücum setleri üzerine öğretmek istediklerim
var.” diyen kurt hoca Zaccheroni, aklındakileri büyük ölçüde
aktarmayı başardı. Avrupa'da oynayan oyuncuları ve
J-League'dekilerle başarılı bir denge kuran Japonya, üçüncü
bölgede seri, kısa paslaşmalarla gol arayan bir takım. Hücum
setlerinde iki ofansif beki çok aktif olarak kullanıyorlar ve golle
sonlanan ani pas sekansları çoğu zaman buradan başlıyor. Kanadı
kullanan iki oyuncuya, sürekli kanatlara açılan merkez oyun kurucu
Honda ve bazı zamanlarda bir dördüncüsü daha yaklaşıyor ve
bunun gibi, dar alanlarda rakipten daha fazla olmayı başararak kısa
ve dikine oynamaya çalışıyorlar. Japonya'nın bu 'merkezi' oyun
stilinde, beklerin sürekli bindirmeleri; gerek oyunu genişletme,
gerekse de rakip savunmayı şaşırtma açısından hayati önem
taşıyor. Ve yine böyle anlarda, Kagawa'nın soldan içeri kıvrılıp
denediği uzaktan şutlar, kilidi açmada değerli bir silah
olabilir.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<i>Takımın yıldızı</i></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Keisuke Honda,
takımın tartışmasız en önemli oyuncusu. Sürekli hareket
hâlinde ve onu bazen oyun kurulumunda geriye top almaya gelirken,
bazen kanatları çoklarken, bazen de ceza sahasındaki öldürücü
son pası atarken görebiliyorsunuz. Eğer oyunu hiç beklenmedik bir
anda değiştirecek biri varsa o da Honda ve eşsiz topa vuruş
tekniğiyle, Japonya'nın kullandığı her serbest vuruşu önemli
bir gol pozisyonuna dönüştürebilir. Honda, Japonya'nın akışkan
futbolunun en önemli, vazgeçilmez unsuru; ve takımın hücum
gücünü başlı başına birkaç kat yukarıya çekiyor. Fakat çok
da iyi bir sezon geçirmedi ve form durumu soru işareti yaratabilir.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgNQ0QanWZDcW0amIuahTYyNZKpD1sEwN8-ZqBETJL9HKahfXlJAvm8BjTr-MUnMVePujQ6aKoEQ9NBbK60eqEyQKDO06CPngnc0FbhYyApWyfYUEhcjH33q0PC4ElJ9eLnB0C_frT7Xus/s1600/jap.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgNQ0QanWZDcW0amIuahTYyNZKpD1sEwN8-ZqBETJL9HKahfXlJAvm8BjTr-MUnMVePujQ6aKoEQ9NBbK60eqEyQKDO06CPngnc0FbhYyApWyfYUEhcjH33q0PC4ElJ9eLnB0C_frT7Xus/s1600/jap.png" height="320" width="221" /></a></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<i>Gözler onda</i></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Japonya milli
takımının en formda oyuncusu, bu sezon Mainz formasıyla
Bundesliga'da 15 gol atan Shinji Okazaki'ydi; lakin gözler kuşkusuz
ki Shinji Kagawa'ya çevrili olacak. Manchester United'a transfer
olduğu günden bu yana fazla forma şansı bulamayan ve gıyabında
parodi twitter hesapları açılan Kagawa, Honda'nın ardından 'fark
yaratabilecek' ikinci en önemli oyuncu olarak gözüküyor ve soldan
dahil olduğu setler, Japonya için fazlasıyla değerli. Jürgen
Klopp, Manchester United'da sol kanada hapsolmasını 'kalbi kırık'
bir şekilde izlediğini söylerken, onu dünyadaki en iyi
oyunculardan biri olarak tanımlıyordu. Shinji'ye milli takımda da
merkez rolü yok.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<i>Teknik direktör</i></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Milan'la
Scudetto'yu kazandığı günler geride kalmışken, ilk kez bir
milli takım çalıştıracaktı Zac. Beklentilerin çok üzerine
çıktı ve hiç de 'herhangi bir yabancı' olmadı. Hatta bir
keresinde, kendini 'yarı yarıya Japon' olarak tanımlıyordu. 61
yaşındaki hoca, kuşkusuz Japon halkı tarafından da fazlasıyla
seviliyor ve herkes, çıkıştaki Japon futboluna yeni bir yön
verdiği konusunda hemfikir. 3-4-3 dizilimiyle bilinen Zaccheroni,
bundan da vazgeçti, ve belki de Kagawa ve Honda'yı bir arada
oynatabilmek için olacak, 4-2-3-1 ile yola devam ediyor. “İnanıyorum
ki, Japon oyuncular kendilerinden daha [fiziksel olarak] güçlü
Avrupalılar ve Amerikalılar karşısında, o kendilerine has
tekniklerini göstererek üstün gelecekler.”</div>
gunerhttp://www.blogger.com/profile/10486506843834675318noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1951312736719357573.post-73133415215745445192014-05-23T21:48:00.002+03:002014-05-24T11:04:08.559+03:00Tiki-taka öldü mü?<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhOjmVYDGjWsBBKKlH8969tUIWXhPx6fB5iW23Bhsz67WD_PaC_-QVc9uLEVB35Vs4UjjUAwQxc2cgDMWLYWiPzSpM_J-mvO6hvA1Ti4aieV-PwTf23HrSeIp_vKSvYq0a7GGS_05U87bQ/s1600/Bayern-Munich-coach-Pep-G-014.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhOjmVYDGjWsBBKKlH8969tUIWXhPx6fB5iW23Bhsz67WD_PaC_-QVc9uLEVB35Vs4UjjUAwQxc2cgDMWLYWiPzSpM_J-mvO6hvA1Ti4aieV-PwTf23HrSeIp_vKSvYq0a7GGS_05U87bQ/s1600/Bayern-Munich-coach-Pep-G-014.jpg" height="240" width="400" /></a></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
<i>Hayatım Futbol 129. sayıda.</i></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Franz Beckenbauer'in korkunç tiki-taka
hikayelerinin arttığı şu günlerde, Uli Hoeness'in bilgeliğine
belki de her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. “Bol farkla
kazandığımız maçlar, veya hezimete uğradıklarımız...
Bunların ardından asla güçlü çıkarımlar yapmamalıyız.”
diyordu. Kontra ataktan attıkları gollerden memnun olmayan
Guardiola'nın, bizleri uyarmaya çalıştığı mesele de biraz
buydu aslında. Bol farklı galibiyetler yanıltıcı olabiliyordu.
Bayern'in 'iyi uygulanamayan' tiki-taka'sı dahi en iyi takımların
pek çoğu için fazlaydı, ama sistem henüz istenilen seviyeye
çıkamamıştı. Karşılarında muazzam bir Real Madrid
bulduklarındaysa, 'bir felsefenin ölümü!'nden bahsedenler
çıkacaktı. Aslında olan biten fazlasıyla basitti, ve 5-0
kazandıkları maçlardan o kadar da farklı değildi. Guardiola,
modifiye 2-3-5'e varasıya takımı sayısız mikrodeneye tabi
tutmuş, fakat istediği mükemelliğe ulaşmayı başaramamıştı.
“Real Madrid maçından sonra sistemime daha da inandım. Topla
yeterince iyi oynayamıyoruz!” beyanı, birilerini iğneleme
düşüncesiyle yapılmamıştı. Sorun apaçık şekilde felsefede
değil, uygulamadaydı ve hatta biraz daha ileri giderek, Real Madrid
hezimetinin Guardiola'nın elini güçlendirdiğini dahi
söyleyebilirdik. Süddeutsche Zeitung, 'Bayern'in yeniden inşasının
asıl şimdi başladığını' düşünüyordu.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<div style="text-align: center;">
* * *</div>
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Okuduklarınız sinir bozucu geliyor
olabilir. Samimi bulmuyor, zorlama bir Guardiola savunması
yaptığımızı düşünüyor olabilirsiniz. Biliyoruz, pek çoğunuz
tiki-taka'yı sevmiyor. Belki korkak, belki küstah, belki de sadece
sıkıcı buluyor. Haklı olabilirsiniz. Yine de tüm bunlar,
tiki-taka'ya yöneltilen eleştirilerin şeklini doğru kılmıyor.
Tiki-taka'nın tırnak içinde halka inememesinde, bazı basit teknik
ilişkilerin anlaşılamaması ve salt sistem olarak değil ama bir
felsefe olarak da değerlendirilememesinin önemli rol oynadığına
inanıyoruz.
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Guardiola'nın Real maçı sonrası
söyledikleri arasından, “Topla çok kötü oynadık ve eğer kötü
oynarsanız, kötü savunursunuz.” bölümü, iyi bir başlangıç
noktası olabilir. “Topa sahip olursanız savunmanız gerekmez,
çünkü yalnızca bir top vardır.” aforizması, başka bir
şekilde dile getirilmekteydi. Top sirkülasyonunun en değerli
savunma silahı olarak kullanıldığı bu oyun felsefesinde, savunma
oyuncularının boylarının kısa olması veya saf birer savunma
oyuncuları olmamaları üzerinden acımasız eleştiriler
yapılabiliyor. En basitinden bu örnek dahi, savunma oyuncularının
aslında savunma oyuncuları olmaması üzerinden sistem eleştirisi
yapılmasının, aslında bazı basit teknik ilişkilerin
anlaşılamamasından kaynaklandığını ve entelektüel yönü
zayıf bir eleştiri şekli olduğunu göstermemize yardımcı
olabilir. Böyle bir yanılgı, Liverpool'u çalıştırdığı
dönemde uyguladığı alan savunması ciddi tepki toplayan Rafa
Benitez'in durumundan pek de farklı değil. Eğer Benitez'e hak
verirsek, belki tiki-taka'ya da sempatiyle yaklaşmayı
başarabiliriz.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Kornerlerde alan savunması uygulayan
Liverpool'un yediği goller, hâliyle, alan savunmasının bilindik,
göze batan sorunlarından ileri geliyordu. Ertesi gün, 'işte yine
alan savunması!' diye haykıran futbolcu eskisi yorumcularla
karşılaşmanız işten bile değildi. Benitez'in bu eleştirilere
yanıtıysa, her zaman için çok net ve basit olmuştu:
Liverpool'un, kornerlerden en az gol yiyen takım olduğu
istatistiğini gösteriyordu. Kornerlerde alan savunması, kökten
bir çözümdü ve bu yüzden en iyisiydi. Lakin en iyi şekilde
uygulanamadığında komik durumlara düşürebiliyordu ve
dolayısıyla çözüm, alan savunmasından vazgeçmek değil fakat
alan savunmasını daha da idealize etmek olmalıydı. Barcelona ve
savunma oyuncuları nezdinde yapılan eleştiriler de bundan farklı
değil ve hatta doğası gereği tıpatıp aynıydı. Mascherano'nun
en kritik anda vurdurduğu kafa topu, sistemin esasında savunma
güvenliğini korkutucu boyutlara çıkardığı gerçeğini
değiştirmiyordu ve çözüm, basitçe Mascherano yerine uzun boylu
birini koymak olmayabilirdi.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgKnz0tnDWhtReZUHJftUcUVUrabcJxAdRu8xyVdgafvc-XeA5UZQKNvaNIaCho6mRb1Jwkd67tzWUekWKShu2shV1_D9A6-wZWIM0_4p9lVa25-lzzgZJVCT_aGcAj0Jh3nPtDl-6iInM/s1600/17083625.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgKnz0tnDWhtReZUHJftUcUVUrabcJxAdRu8xyVdgafvc-XeA5UZQKNvaNIaCho6mRb1Jwkd67tzWUekWKShu2shV1_D9A6-wZWIM0_4p9lVa25-lzzgZJVCT_aGcAj0Jh3nPtDl-6iInM/s1600/17083625.jpg" height="235" width="320" /></a></div>
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Gerekli yaratıcı unsurlar
eklenemediği takdirde defansif bir seyre dönüşen tiki-taka, tüm
yolların 'kontrol' fikrine çıktığı, oyunun tüm dinamiklerinin
topa sahip olma düşüncesi üzerinden tekrardan şekillendiği bir
felsefe olarak tanımlanabilir. Tiki-taka'yı basitçe bir sistem
olarak anlamak yerine, felsefi boyutları ve ilham kaynaklarıyla
birlikte gördüğümüzde, belki sıkıcı değil ama 'soğuk'
olduğu noktasındaki fikrimiz değişmeye başlayabilir.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Makine yakıştırmalarının aksine,
amatör ruhun yüceltilmesini en tepeye koyan bir anlayıştan
bahsediyor Guardiola. “Dünyanın neresinden olursa olun, futbolcu
olmaya karar veren herkesin hikayesi aynıdır. Hayatlarının bir
gününde, koca bir şehirde veya küçük bir kasabada, oynadıkları
futboldan büyük bir zevk almışlardır. Barça'nın çok komplike
bir sisteme sahip olduğu söylense de aslında sistemimiz bu kadar
basit: topa sahip oluyoruz ve topu bizden kapmaya çalışmalarını
istiyoruz.” Kusursuzluğa, kazanmaya yönelik oluşturulan tüm
teknik detayların arkasında gizli olan bu: Guardiola, hiçbir baskı
hissetmeden sadece futbol oynadığı için zevk alan, mekanlar üstü
bir takım oluşturmak istiyor. Tiki-taka'yı açıklamaya
uğraşırken, Total Futbol etkilenmelerine göz atabilir ve örneğin
Ruud Krol'un işaret ettiği fiziksel rejenerasyon meselesi gibi,
topa sahip olma oyununun getirdiği pek çok devrimsel düzeydeki
yeniliğe atıfta bulunabiliriz. Fakat Guardiola'nın 'özel'liği,
tüm bu felsefeyi yeni bir kusursuzlukta sunması dışında ,Victor
Valdes'e söylediklerinde yatıyor.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
“<i>Sürekli gerginsin, çünkü
sadece başarılı olmayı diliyorsun. Eğer bu şekilde devam
edersen, kariyerin sona erdiği vakit bu mükemmel işten hiçbir
zevk almamış hâlde emekli olacaksın!”</i></div>
<br />
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Tiki-taka ölmüş değil. Muhtemelen,
seneye çok daha hazır ve güçlü bir şekilde yeniden sahnede
olacak. Hem sahi, ölmesini niye bu kadar çok istiyorsunuz?</div>
gunerhttp://www.blogger.com/profile/10486506843834675318noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1951312736719357573.post-32475015976599418442014-05-23T21:42:00.001+03:002014-05-23T21:43:48.520+03:00Mancini kalsın!<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgvx5jyZNIvHU35AZd7okeIs7cYpdcYLB0ht8I_NJUiQgOpK8BhgVikuLsA07Pc3ZLGyIeFjlW940PCoSSfIuLUjxjjM7iyUsI3_pMQXCLXuRY2O5Vx5x15Hv0KjlnswYF2PAz8qx05e14/s1600/1194243-24959898-1600-900.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgvx5jyZNIvHU35AZd7okeIs7cYpdcYLB0ht8I_NJUiQgOpK8BhgVikuLsA07Pc3ZLGyIeFjlW940PCoSSfIuLUjxjjM7iyUsI3_pMQXCLXuRY2O5Vx5x15Hv0KjlnswYF2PAz8qx05e14/s1600/1194243-24959898-1600-900.jpg" height="225" width="400" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<i><a href="http://www.hayatimfutbol.com/mancini-gitmeli-mi-kalmali-mi/">Hayatım Futbol 129. sayıda.</a></i></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Galatasaray'ın bu sezon gösterdiği
performansın hayal kırıklığı olduğu ve geleceğe yönelik çok
da umutlu çıkarımların yapılamadığı su götürmez bir gerçek.
Ama bu bataklıkta Roberto Mancini'ye biçilen rol biraz haksız.
Türk futbolunun ksenofobik yapısı ve Fatih Terim rejiminin son
dönemlerinde ortaya çıkan derin sorunlara yeterince işaret
edilememiş olması, bu durumun ortaya çıkmasındaki en önemli iki
etken gibi gözüküyor.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Bugün yapılan eleştirilerin çok
büyük kısmının doğrudan Mancini'ye değil, erozyona uğrayan
futbol şubesine yapılması gerekiyordu. Bu kış transfer dönemi
de dahil olmak üzere, son 3 transfer döneminin tamamında özensiz
ve ihaleyi teknik adama yıkan transfer politikalarının izlenmesi,
'kendi pozisyonunda oynatılamayan oyuncular ordusu' takımın ortaya
çıkmasındaki gerçek suçlu idi. Top rakibe geçtiğinde tüm
takımın topun arkasına geçmesini isteyen Mancini'ye mi, yoksa
oyuncuları alışık olmadığı yerlerde oynayan Mancini'ye mi
kızdığımızı çoğu zaman bilmiyoruz. Belki de böyle bir
ayırdın olduğunun dahi farkında değiliz.
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Henüz Fatih Terim baştayken de rakibe
kolayca gol imkanı tanıyan ve maçları çevirmek için şekilden
şekile girmek zorunda kalan sezon başındaki takımı ne çabuk
unuttuk? Alışık olmadığı iç oyuncusu görevinde oynuyan Selçuk
İnan, geçen sezonun ikinci yarısından beri bu çıkmaza hapsolmuş
durumda. Sneijder'in solda kullanılması eleştiriliyorken, Terim
rejiminde merkezde oynayan Sneijder'in mi yoksa şu yapıdaki
Sneijder'in mi daha verimli olduğu niçin tartışmaya açılmıyor?
Terim'in, Semih'in partneri olarak Dany'i, Mancini'nin ise Hakan
Balta'yı tercih etmesi, takım kimyasının ne denli bozulduğundan
başka bir şey anlatmıyor aslında bizlere. Mancini, Balta
tercihini 'takımda topu en iyi oyuna sokan stoper' şeklinde
açıklarken, Dany de tüm beceriksizliklerine karşın önde oynayan
savunma değerli bir parça olabiliyor. Aslında iki futbolcunun
kalitesi de yeterli değil ve farklı futbol mantalitelerine sahip
iki hocanın farklı çözümleri olarak takımda yer bulmayı
başarıyorlar.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Mancini'ye dair hoşnutsuzluğun artışı
esas olarak ligin ikinci yarısına denk geliyor. Oldukça başarısız
geçen bir transfer dönemi; hocanın yerli oyuncu piyasasına
yabancılığı, yurt dışından istediği oyuncuların alınamaması
ve transfer komitesinin göz boyayan niteliksiz transfer
girişimleriyle felaket bir şekilde noktalandı ve daha kötüsü,
bir algı yanılması yarattı. Alınan oyuncular, Mancini'nin
takımdaki mevcut sorunları çözmesine yardımcı olacak özellikte
değillerdi ve yarardan ziyade Mancini'ye yeni bir eleştiri kanalı
işlevi gördüler. Bunların dışında bir diğer kırılma
noktası, Bruma ve Aydın Yılmaz'ın beklenmeyen sakatlıkları
oldu. Amrabat'ın da çoktan Malaga'ya kiralanmış olmasıyla,
Galatasaray'ın opsiyonları büyük ölçüde 4-3-3 formasyonu içine
sıkışmış kaldı ve bu yapının alan parselizasyonunda yarattığı
pek çok sıkıntıyla karşılaşıldı. İvedilikle stoper
transferi isteyen ve muhtemelen bu fikirle Dany'nin gidişine izin
veren Mancini'nin son günde Burdisso transferiyle karşılaşması,
bu transfer döneminin en iyi özeti olabilir. Hocanın yerli
pazarında daha iyi şekilde yönlendirilmesi ve yabancı
transferlerinin de kesinlikle daha düzgün planlanması gerekiyordu.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Mancini'nin arayışları, sanki bu
karışıklığın sonucu değil de esas nedeniymiş gibi sunuluyor.
Bu arada, Mancini'nin kötü bir iş yaptığı noktasında
birleşiyor, bu hocanın aurasını tartışmayı unutuyor ve takıma
katabileceği değerler üzerinden değerlendirmeyi göz ardı
ediyoruz. Esasında Fatih Terim'in Sneijder'le yakalayamadığı
paralellik ve Mancini'nin sol kanatta dahi olsa, daha iyi bir oyun
alanı yaratması üzerinden çok basit bir örneklemesini
sunabiliriz bunun. Adı geçen Terim, Lucescu gibi hocaların tüm bu
karışıklıklara karşın takıma şu ankinden daha çok puan
toplatacağına ve 'daha az krizdeymiş gibi' göstereceği
noktasında hemfikiriz. Lakin Mancini tam da bu noktada ayrılıyor.
Daha lüks, daha eğitimli bir futbol vaat ediyor ve bunun yolları
daha karışık. Eğer Mancini'nin iyi bir hoca olduğuna kendimizi
inandırabilir ve 'aksiliklere rağmen Mancini' şeklinde
bakabilirsek, Burak Yılmaz'ın daha iyi bir 'futbolcu' olmaya
başlaması gibi detaylar ilgimizi çekmeye başlayabilir.
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Bir sonraki transfer döneminin hata
kaldırma lüksü yok. Ve Mancini'nin kendini biraz olsun
sevdirebilmesi için, bu transfer dönemine ihtiyacı var.</div>
gunerhttp://www.blogger.com/profile/10486506843834675318noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1951312736719357573.post-10396917290013962072014-05-23T21:37:00.003+03:002014-05-24T11:08:54.404+03:00Kaplanlar Wembley'de!<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjImdbtpJTEtMk5hbH4a-_iZ1_OxCJ-xYvJYWv_OjOb7zEdbedS6f8gDwUFBrHB_1oy82T40qUwcK7CT1xZLr_B-2SJ5PxN66VDB6mhTUHzW-9ypVj5KeX9Swggx0IzIaoV9qx-lueQ1u8/s1600/unnamed.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjImdbtpJTEtMk5hbH4a-_iZ1_OxCJ-xYvJYWv_OjOb7zEdbedS6f8gDwUFBrHB_1oy82T40qUwcK7CT1xZLr_B-2SJ5PxN66VDB6mhTUHzW-9ypVj5KeX9Swggx0IzIaoV9qx-lueQ1u8/s1600/unnamed.jpg" height="265" width="400" /></a></div>
<br />
<a href="http://www.fourfourtwo.com.tr/2014/05/17/kaplanlar-wembleyde/"><span style="font-size: x-small;">http://www.fourfourtwo.com.tr/2014/05/17/kaplanlar-wembleyde/</span></a><br />
<br />
Hull City için çalkantılı ama unutulmayacak bir sezon geride kalıyor. Yoksa Hull Tigers mı demeliydik? Mısırlı sahibi tarafından adı Tigers olarak değiştirilmek istenen kulüp, 110 yıllık tarihindeki ilk FA Cup finaline çıkıyor. Birden çok 'ilk'e sahne olan bu sezonda, Liverpool'a karşı ilk galibiyetlerini aldılar; yeri gelince 6-0 kazandılar ve belki de hiçbir zaman düşme korkusu yaşamadılar. Tony Pulis tarafından 'yılın menajeri' olarak işaret edilen Steve Bruce, ödülü kazanmayı başaramamış olabilir; ama bu mütevazi kulübün tarihindeki en başarılı sezon ve en güçlü kadroyla karşı karşıya olduğumuza şüphe yok.<br />
<br />
<b>Hull Tigers</b><br />
<br />
Hull City'nin hikayesi trajik, ama bir o kadar da bilindik. Premier Lig'de geçirdiği 2 sezonun ardından büyük borçlanmalarla küme düşen kulüp, Assem Allam'a satışının açıklandığı 18 Ekim 2010'da iflas etmekten yalnızca 4 gün uzaklıkta, kaderine terk edilmiş hâldeydi. Nasır rejiminden kaçarak 1968'te İngiltere'ye yerleşen Mısırlı bir iş adamı olan Allam, “42 senedir bu bölgede yaşıyorum, artık borcumu ödeme vakti geldi.” diyecekti. Çatlak ses duymaya tahammül edemeyen bu iyi niyetli ihtiyara gerçekten de çok şey borçlular. Bruce'a bakacak olursak, “O olmasaydı, bırakın Hull City'i, ortada herhangi bir kulüp olmayacaktı.”<br />
<br />
4 senelik sürede kulübe aktardığı para 70 milyon pound'u aşan Allam, bundan sonraki aşamanın kulübü kendi kaynaklarıyla Premier Lig'de yarışabilir hâle getirmek olduğunu söylüyor. Hull Tigers meselesi de bu esnada hortlamış. “Kısa isimlerin etkisi çok daha çabuk görülür, bunu tüm pazarlama ders kitapları yazar.” derken, FA'de Hull City Tigers olarak kayıtlı olduklarını ve yaptığının kulübün adını değiştirmek değil, aslında 'kısaltmak' olduğu gibi ilginç bir savunma yapıyor. “Sizce hangisini kaldırsaydım? Hull ismini kaldıramam; ama City'i veya Tigers'ı kaldırabilirim. Ne yani, kaplanı, gücün sembolünü mü kaldırmamı önerirdiniz?”<br />
<br />
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhg3Fq1FXhICbM-SukLWKp2rHc20-_9kgv8Lthv5zRc8sVqA4XaqG5hqR8oKiDlyVXynYtIRYUImFmaqcMOqrmvF_g6dj_alWdS51y38JCadF_GbMBMj9nH5NJi09v1sEwCJWSh0ny8Lds/s1600/unnamed+(1).jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhg3Fq1FXhICbM-SukLWKp2rHc20-_9kgv8Lthv5zRc8sVqA4XaqG5hqR8oKiDlyVXynYtIRYUImFmaqcMOqrmvF_g6dj_alWdS51y38JCadF_GbMBMj9nH5NJi09v1sEwCJWSh0ny8Lds/s1600/unnamed+(1).jpg" height="160" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><a href="http://www.youtube.com/watch?v=edgwYedLYYs">No to Hull Tigers! (üzerine tıklayın)</a></td></tr>
</tbody></table>
<br />
Bu kararında ısrarlı olunca, kulübün tarihine hakaret edildiğini söyleyen taraftarlarca 'Ölene kadar City!' adlı bir kampanya tertip edilecek ve buna karşılık daha beter bir uzlaşmaz tavır sergilediğinde, iki taraf arası atışmalar başlayacaktı. “İstedikleri zaman ölebilirler!” diyen Allam, kulüpten ayrılmakla tehdit ediyor; aynı grubun cevabıysa “Biz Hull City'iz, ne zaman istersek o zaman öleceğiz!” oluyordu. Hareketli günler geride kaldıktan sonra, bunun bir anti-Allam protestosu olmadığı ve çoğunluğun onay vermesi durumunda isim değişimine karşı çıkılmayacağı açıklanacaktı.<br />
<br />
Olayların en kısa ve belki de doğru özetini yapansa, tarafsızlığını ilan eden Bruce'tu. “İsim değişikliği konusunda iki tarafın argümanlarını da anlayabiliyorum. Ama bundan daha önemli bir şey var ki, o da harika işler başardığımız.”<br />
<br />
<b>“Neden olmasın ki?”</b><br />
<br />
Steve Bruce'u Hull City'nin başına geçmeye ikna eden, basit bir “Neden olmasın ki?” dürtüsü olmuş. Şöyle açıklıyor: “Çevremdeki herkes aynı şeyi söylüyordu: Hull'a gidemezsin! Championship büyük bir basamak inme, hem orada nasıl başarılı olacaksın? Halbuki Championship gerçek bir rekabet alanıydı, Premier Lig'in aksine, orada her şey mümkündü. Bir an 'neden olmasın ki?' diye düşündüm. Anlaşamadığım üç-dört başka Premier Lig kulübü olmuştu; 10 aydır işsizdim. Neden olmasın?”<br />
<br />
Hull City'nin diğer kulüplerden farkı neydi? O sıcaklığı, 'dürtü'yü Hull'da hissetmesinin sebebi neydi? Assem Allam'la yaptığı ilk iş görüşmesini anlatıyordu. “Bana inanılmaz düşük bir maaş önerdi, gerçekten akıl almazdı. Kendimi tutamayarak gülmeye başladım ve ona bu parayı 1984'te kazandığımı söyledim! İyi bir diyalog kurmuştuk ve bu hiç değişmedi.”<br />
<br />
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhu7kHSnsg0JthjY2FmRSIzD_18xtuYWskuODLVm4rku67NnBizg15YmNFg1FUGq3YbJW-MHZX_9SHibYiSWTC6eqSCkkwL1JdDT9hBzLdr8V7jO_CEM1Ubv6WVxDjn7PYKpOEBEvHzoHA/s1600/unnamed+(2).jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhu7kHSnsg0JthjY2FmRSIzD_18xtuYWskuODLVm4rku67NnBizg15YmNFg1FUGq3YbJW-MHZX_9SHibYiSWTC6eqSCkkwL1JdDT9hBzLdr8V7jO_CEM1Ubv6WVxDjn7PYKpOEBEvHzoHA/s1600/unnamed+(2).jpg" height="192" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Assem Allam.</td></tr>
</tbody></table>
<br />
“Ama bir şey daha söylemişti. 'Steve, benim bir menajere, ama gerçekten bu işten anlayan birine ihtiyacım var. Senin yaptıklarına kesinlikle karışmayacağım.' Sözünü sahiden de tuttu. Beni bir kez olsun 'Niçin 4-4-2 oynadın?' gibi şeylerle aramadı. 'İyi iş başardın.' demek için dahi aramıyordu! 2-3 haftada bir düzenli olarak çay içmeye gidiyoruz ve biliyorum ki, bir problem olduğunda onu rahatlıkla arayabilirim. Bana hiç karışmıyor ve istediğim şekilde yönetmeme izin veriyor.”<br />
<br />
Hull City'nin başarısının perde arkasında yatan, bu benzersiz başkan-yönetici ilişkisi. Yine çay toplantılarında birinde olacak, bir forvet almaları gerektiği Bruce tarafından başkana iletilmişti. Bugün Hull City'nin ligde kalmasında en önemli virajlardan biri olarak, toplamda 14 milyon pound harcadıkları Shane Long ve Nikica Jelavic ara transferleri gösteriliyor.<br />
<br />
<b>Nasıl bir takım? </b><br />
<br />
3-5-2 ve 4-4-2 arasında geçişler yapan esnek bir takım Hull City. Kendi oyunlarını kabul ettirmeye çalıştıklarındaysa dinamik, önde basmaya çalışan bir oyun tercih ediyorlar. Southampton menajeri Pochettino'nun, 'Hull City'i kendine en yakın takımlardan biri olarak hissetmesi' boşuna olmamalı. Jelavic-Long ikilisinin tam da bu oyun yapısına uygun, enerjik oyuncular olmasıysa yeni bir pencere açıyor; keza Bruce'un, bir önceki işi Sunderland'den veya Birmingham City'den tam da böyle bir aşamada kovulduğu akla geliyor. Kulüpleri stabilize ediyor, iyi transferler yapıyor ve limitlerinin üzerine çıkarıyordu; ama tablonun üst yarısına geçirecek stile ulaşamıyorlardı. Bu 'limit', eski kafalı, albenisiz bir Kuzeyli olarak zihinlerde yer etmesinde, “İnternetten pek hoşlanmıyorum!” gibi açıklamaları kadar önemliydi şüphesiz. Halbuki enkaz halindeki bir kulübü düzlüğe çıkarmak istiyorsanız, Bruce ilk aklınıza gelmesi gereken kişilerden biriydi, ve Allam haklıydı, bu işten iyi anlıyordu.<br />
<br />
Aaron Ramsey'nin önderliğindeki Arsenal'i yenmeleri gerçekten pek kolay değil. Ramsey varken, Arsenal başka bir takım. O presi yarıp geçiyor; kapalı oynuyorsanız, türlü türlü yeni setlerle karşınıza çıkıyorlar. Eğer bir şansları olacaksa, Tom Huddlestone'un kusursuz Hollywood paslarına her zamankinden daha çok ihtiyaçları var. Gününde bir Huddlestone, bu ne yazık ki çok sık olmuyor, en az Ramsey kadar belirleyici olabilir.gunerhttp://www.blogger.com/profile/10486506843834675318noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-1951312736719357573.post-6208147605935916302014-05-16T21:38:00.002+03:002014-05-16T21:43:06.411+03:00Martinez diyorsa bir bildiği var!<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiVTHpMAGqj7H-vqUx7lEGqLGKW9e6YtJDMdKfiBl8cY-33oGEYJ8yosmI4OkZhfiFmN9uJfqUxjmqaOa-IFlexV2OKQkmO1KI6Iwa6ukhyphenhyphents8HDDeei9_Q-NBy_00v5b_O82SFNTivx24/s1600/maxresdefault+(1).jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiVTHpMAGqj7H-vqUx7lEGqLGKW9e6YtJDMdKfiBl8cY-33oGEYJ8yosmI4OkZhfiFmN9uJfqUxjmqaOa-IFlexV2OKQkmO1KI6Iwa6ukhyphenhyphents8HDDeei9_Q-NBy_00v5b_O82SFNTivx24/s1600/maxresdefault+(1).jpg" height="180" width="320" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
<i><a href="http://fourfourtwo.com.tr/2014/05/12/martinez-diyorsa-bir-bildigi-var/"><span style="font-size: x-small;">http://fourfourtwo.com.tr/2014/05/12/martinez-diyorsa-bir-bildigi-var/</span></a></i></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Roberto Martinez'i nasıl bilirsiniz?
Blaugrana fabrikasından çıkan dâhilerden biri olarak mı? O hâlde
yanılıyorsunuz. Yolu bir şekilde Barcelona'dan geçenlerin çığır
açıcı işler başardığı günümüz futbolunda, alışık
olmadığımız, sıradışı bir Katalan Martinez. Kariyerine
Barcelona'da değil, babasının antrenör olduğu Balaguer'de
başlamış ve 22 yaşında, o zamanın dördüncü kademe takımı
Wigan Athletic'e transfer olmuştu. Cruyff'un '93 model
Barcelona'sını en büyük ilham kaynağı olarak açıklarken, bir
yanlış anlaşılma olmaması açısından itinayla ekliyordu: </div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<blockquote class="tr_bq">
<i>“Hayır, Barcelona taraftarı değildim. Babamın takımını
tutuyordum.”</i></blockquote>
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
1995'ten bu yana kariyerini Britanya'da
sürdüren ve beş yıl önce İskoç bir bayanla evlenen 'Bobby',
kendini bir İspanyol'dan daha çok İngiliz gibi hissettiğini
söylemişti. İngiltere futbolunun gelişimine yönelik yapılan
tartışmalara 'biz' diye başlayan cevaplarla katılırken, her
seferinde de, İngilizlerin çizdiği karamsar tabloya karşı bir
tutum sergiliyordu. Euro 2012 vesilesiyle yapılan röportajların
birinde, “İngiliz oyuncuların İspanyollar kadar teknik
olamayacağı algısından nefret ediyorum.” diyecekti.
“Son beş senede başardıklarımıza (Wigan'ı kast
ediyor olmalı) bakılırsa, İngiliz futbolcu da teknik olabilir!”</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Dışarıdan
birinin perspektifinden, İngiliz futbolunun sorunları ona daha
farklı görünüyordu. Martinez'e göre en büyük sorun, geri
kalmış olduğu söylenen altyapı yöntemleri değil; 18-21 yaş
aralığındaki oyunculara, olgunlaşma ortamının
sunulamamasıydı.<br />
<blockquote class="tr_bq">
<i>“Gelişmemiz gereken dönem, 18'den 21 yaşa
kadar olan dönem olmalı; çünkü 18 yaşına kadar, en az dünyanın
geri kalanı kadar iyiyiz. </i><i>18'den sonrası,
sadece çok az oyuncunun başarabildiği bir atlama. Yetenek tek
başına yeterli değil. Atlamayı sadece 'daha iyi profesyonel'
olmayı başarabilenler yapıyor.” </i></blockquote>
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Ertesi sene Everton'ın
başına geçtiğinde, yine aynı fikir üzerinde duracak ve bu kez,
Gerard Deulofeu ile Luke Garbutt'u karşılaştıracaktı. Aynı
yaştaki iki oyuncudan Deulofeu, Championship seviyesindeki bir ligde
Barcelona B takımında oynarken; Garbutt, Cheltenham'a kiralık
yollanmış ve o da çok kısa sürmüştü. İngilizler, oyuncuların
pişirilmesi kısmında sınıfta kalıyordu.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
FA başkanı Greg
Dyke'nin bu hafta içinde açıkladığı 'B takımları' projesi,
ülke genelinde büyük tepki aldı. Roberto Martinez ise yine karşıt
saflardaydı. Bunu 'çok, çok heyecan verici!' bulmuştu. Öyle
ya, neresinden bakarsanız 2 senedir gayet sesli bir biçimde dile
getirdiği proje tam da buydu!</div>
<br />
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Dyke'nin
bahsettikleri, sahiden de İngiliz futbol piramidinin benzersiz
yapısına yönelik ciddi bir tehdit oluşturuyor. Ama bir de şöyle
düşünün: Martinez diyorsa bir bildiği var!</div>
gunerhttp://www.blogger.com/profile/10486506843834675318noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1951312736719357573.post-47615249338344527132014-05-09T22:49:00.001+03:002014-05-24T11:16:27.999+03:00Mucizeler mümkün!<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiEHwxb9jYCMLFrPMfWZrSUtsWXVMrs2p8kh6yO4kCjDxe1erB0SzoldVlINtT3SOhe_lt5Pes50ZUGBMGCSPw-q-IL-mZz27eeg_VW4y5yXGyt2y5AgXXx8ZZOFcxhiooDDhAL69bRmtU/s1600/BnG7_VnCMAAvzrv.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiEHwxb9jYCMLFrPMfWZrSUtsWXVMrs2p8kh6yO4kCjDxe1erB0SzoldVlINtT3SOhe_lt5Pes50ZUGBMGCSPw-q-IL-mZz27eeg_VW4y5yXGyt2y5AgXXx8ZZOFcxhiooDDhAL69bRmtU/s1600/BnG7_VnCMAAvzrv.jpg" height="253" width="400" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Tick all the boxes!</td></tr>
</tbody></table>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-size: x-small;"><br /></span>
<span style="font-size: x-small;"><i><a href="http://fourfourtwo.com.tr/2014/05/04/mucizeler-mumkun/">http://fourfourtwo.com.tr/2014/05/04/mucizeler-mumkun/</a></i></span></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Gus Poyet'nin başa gelişiyle
toparlanma emareleri gösteren Sunderland, daha sonra bunu sonuca da
yansıtmayı başarmış ve hatta ocak ayının tamamında yalnızca
bir beraberlik alıp diğer tüm maçlarını kazanmıştı. Evet,
hâlâ ligin dibindeydiler ama eksik maçlarını tamamladıklarında,
orta sıralara tırmanmaları bekleniyordu. Sunderland, iyi futbol
oynamaya başlamıştı. Bir alt ligde Brighton'a oynattığı pas
futboluyla beğeni toplayan Poyet, 4-1-4-1 formasyonu içinde Ki
Sung-Yueng'i önemli bir 'kontrol' oyuncusuna, Adam Johnson'ı
hırpalayıcı bir kanada ve Fabio Borini'yi golcü bir
kanat-forvete dönüştürüyordu. Fakat ne olduysa, Manchester
City'e kaybettikleri Lig Kupası finalinden sonra olacaktı. Bir daha
kazanamadılar. 5-1 kaybettikleri Tottenham maçıyla mağlubiyet
serileri 4 maça uzarken, Poyet maç sonunda malumu ilam edecekti:
“Sıralama bazen yalan söylemez. Artık ligde kalmak için bir
'mucize'ye ihtiyacımız var!”</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Sonraki hafta, Everton kalesine 20
küsür şut gönderdikleri maç bir kez daha hüsranla
sonuçlanacaktı. Poyet, artık işin içinden çıkamadığını
dile getiriyordu. “Bu kulüpte bir şeyler ters gidiyor ve bunun ne
olduğunu bir an önce bulmam gerekiyor. Her hafta, sorunun ne
olduğunu bulduğumu düşünüyorum; ama hayır, belli ki hâlâ
bulmayı başarmış değilim. Düşünüyorum da, Steve Bruce'un
ikinci yılı niçin tepetaklak gitmişti? Martin O'Neill'da, Di
Canio'da ters giden neydi? Şu anda ters giden ne?” Sunderland'in
son 12 aydaki üçüncü menajeriydi. Kulüp bir türlü düzlüğe
çıkamıyordu.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<b>Mucize adam Wickham</b></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Mucize çağrısına cevap, bundan 1
önceye kadar Leeds United'da kiralık oynayan Connor Wickham'dan
gelecekti. Hem de ne cevap! Premier Lig'de Nisan Ayının En İyi
Oyuncusu seçilen Wickham, 3 maça 5 gol sığdırırıyor ve
Sunderland, rakip ayırt etmeksizin her önüne geleni bozguna
uğratıyordu. Mannone'nin 88'de acemice yediği gol olmasa,
Manchester City de ellerinden kurtulamayacaktı. Jose Mourinho, (Chelsea) kariyerinde iç sahadaki ilk lig mağlubiyetini Sunderland'den tattı.
Cardiff City'i 4-0'la darmaduman ettiler. Ve son olarak, 1968'den bu
yana ilk kez, Old Trafford'dan 3 puanla döndüler.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEikDjxUhOGWqJogUfE_lkKsY55tnxtxVTjcJNT10ud9SJFc1EeHIbsGTakAsUkSY-rHjmfe68eq4hHtykKYGcmIuXPQnjSCpGPHRYlGjSD9JhBFhZ9yt4DYMNtXc6wKu0kd7xWh1zlX8yY/s1600/4376345.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEikDjxUhOGWqJogUfE_lkKsY55tnxtxVTjcJNT10ud9SJFc1EeHIbsGTakAsUkSY-rHjmfe68eq4hHtykKYGcmIuXPQnjSCpGPHRYlGjSD9JhBFhZ9yt4DYMNtXc6wKu0kd7xWh1zlX8yY/s1600/4376345.jpg" height="216" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Connor Wickham.</td></tr>
</tbody></table>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Steve Bruce'un 3 sene önce 12 milyon
pound'a transfer ettiği Wickham, Sunderland kariyerinde yalnızca 1
gol atabilmiş ve bir türlü beklentileri karşılayamamış bir
futbolcuydu. Fakat 21 yaşına henüz basan bu genç için, Poyet'nin
başka planları vardı. Onu Leeds'ten geri çağırdığı vakit,
“Bir çözüm arayışındayız ve bu çözümün Wickham
olabileceğini düşünüyoruz.” diyecekti. “Bizi ayağa
kaldıracak, takıma yeni bir 'hava' getirecek birine ihtiyacımız
var. Eğer böyle bir 'etki' yapmayı başarabilirse, çok büyük
bir iş başarmış olacak.”</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Kuşkusuz Poyet dahi bu kadarını
beklemiyordur.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<b>Devir mucize devri değil!</b></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Geçen sezonu 17. sırada bitiren
Sunderland, bu sene de bir şekilde, 'mucize'lerin yardımıyla,
ligde kalmayı başarmış gözüküyor. Peki ama Poyet'nin sorusuna
geri dönersek, kulüp niçin bir türlü yolunu bulamıyor? Diyelim
ki, Steve Bruce ezeli rakip Newcastle'ın taraftarı olduğu bilinen
bir hocaydı ve kendini kabul ettirmesi hiçbir zaman kolay
olmayacaktı. O hâlde, çocukluktan Sunderland taraftarı olduğu
bilinen O'Neill'a ne demeli? Açık ki, Poyet'in de işaret ettiği
üzere kulübün sorunları bunlardan daha derin.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Temelde yatan sorun, Sunderland'in
senelerdir stabil bir yönetim modeli kuramamış olmasından
kaynaklanıyor. Kulübü satın aldığı günden bu yana elini taşın
altına koymaktan çekinmeyen Amerikalı başkan Ellis Short da,
başarısız Bruce ve O'Neill denemelerinden sonra artık 'Kıta
Avrupalı' bir yönetim modeline geçilmesi gerektiği fikrini
paylaşıyor. Bu anlayışla başa getirilen Paolo Di Canio ve onla
paralel çalışan futbol direktörü Roberto de Fanti gerçekten
felaket seçimler olmuşlardı. Poyet'se böyle değil. Bu karmaşa
içinde devraldığı takımı çok geçmeden felsefesine uygun bir
yapıya dönüştürmesi ve en sonunda dipten çıkarması, onu bu
sezonun en önemli performans gösteren menajerleri arasına
yükseltiyor.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgYAakWdjOIT38rZuacjY2xnAv5bExWPMj_oH3VpMOc4eMYZId7EVwUsPR-cjNfU3G4GB8HMdH8QAgQ6-HIXBQ9ja3Pt2I1VK3t7h0EKfwSaxDZSS-WpxMyPP3AnuJV15MwCa-vgI6BSWg/s1600/p11poyetGETTY.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgYAakWdjOIT38rZuacjY2xnAv5bExWPMj_oH3VpMOc4eMYZId7EVwUsPR-cjNfU3G4GB8HMdH8QAgQ6-HIXBQ9ja3Pt2I1VK3t7h0EKfwSaxDZSS-WpxMyPP3AnuJV15MwCa-vgI6BSWg/s1600/p11poyetGETTY.jpg" height="240" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><a href="http://gfycat.com/ThoseFluffyJellyfish"><b>Manchester United maçından bir sekans (üzerine tıklayın). </b></a><br />
Sunderland, Gus Poyet'nin başa gelişiyle ne oynadığını bilen ve keyif veren bir takıma dönüştü. </td></tr>
</tbody></table>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Önümüzdeki sezon, onu çok daha zor
bir görev bekleyecek. Artık 'sorunun ne olduğunu' tam olarak
anlayabilmesi ve doğru temeller üzerinde yükselen bir Sunderland
inşa etmesi gerekiyor. Kendinden önce gelenlerin hataları üzerinde
durmak, gerçekten de iyi bir başlangıç olabilir. Danny Welbeck,
Danny Rose gibi kiralık oyuncuların üzerinde yükselen ve bunların
ertesi sene geri dönmesiyle ciddi bir 'kimlik kaybı' yaşayan Bruce
rejimi örneğin... Borini ve Ki'yi kaybedecek Poyet'nin, bu soruna
doğru bir şekilde yaklaşabilmesi son derece önemli
olacak. Esasında buradan, Sunderland'in kadro yapısının önemli
bir dinamiğine de geçiş yapabilir. Oyuncuların büyük kısmı
kendini ispatlama gereği duymayan, orta-kalitedeki Premier Lig
oyuncularından oluşuyor, ve bunun değişmesi gerekiyor. Martin
O'Neill'ın acı deneyimlerinin hatırlattığı üzere, çok iyi bir
yarım sezon, iyi bir ikinci sezon planlayıcısı olacağınıza
garanti değil. Poyet ilk testi geçti ama asıl meydan okuması
bundan sonra başlayacak.</div>
gunerhttp://www.blogger.com/profile/10486506843834675318noreply@blogger.com7tag:blogger.com,1999:blog-1951312736719357573.post-86528264022088928182014-04-21T14:05:00.004+03:002014-04-21T14:10:47.049+03:00Ukrayna'da birlik çağrısı<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEintHDP7alm0es8PMOEQQLDG0ASIQE-2-INwJtEI8guKiSdre7eCh7v45lGg0Mtp-V55J9XkwsATLaj7vzsvFWdL0NSgFzIqZ76DmRo_SFpPFJltGLC3QXLWrTsiBV2ofj_VeYv7y-s5EQ/s1600/ukrayna.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEintHDP7alm0es8PMOEQQLDG0ASIQE-2-INwJtEI8guKiSdre7eCh7v45lGg0Mtp-V55J9XkwsATLaj7vzsvFWdL0NSgFzIqZ76DmRo_SFpPFJltGLC3QXLWrTsiBV2ofj_VeYv7y-s5EQ/s1600/ukrayna.png" height="223" width="400" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<i>Hayatım Futbol 126. sayıda.</i></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<i><br /></i></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
İki gün önce Kiev Olimpiyat
Stadı'nda oynanan Dinamo – Shakhtar maçının konusu, bu kez
ezeli rekabet değildi. Beklendiği üzere, 70 bin kişilik statta
büyük bir Ukrayna bayrağı koreografisi oluşturuldu ve birlik
çağrıları yapıldı. Bundan yaklaşık bir ay önce de, ligin
başlamasının gecikmesi üzerine iki takımın ultras'ları bir
dostluk maçı tertip etmişlerdi. Tüm bu olanlar, 10 yıl evvelki
Turuncu Devrim öncesi Shakhtar'ın turuncu rengi üzerinden akıldışı
spekülasyonların yapılabildiği dönemden çok farklıydı.
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Futbol takımlarının ultras grupları,
Maidan olayları sırasında çok önemli aktörler olarak öne
çıktılar. Hâlihazırda polisle çatışmaya alışkındılar ve
güçlü, kararlı erkeklerden oluşuyorlardı. 21 Ocak'ta 'dikta
kanunları' olarak anılan düzenlemenin yürürlüğe girmesi
üzerine, Dinamo Ultras grubu “Kiev için, Ukrayna için!” diğer
taraftar gruplarını da sokakları 'tituşki'lerden temizlemeye
desteğe davet ediyordu. Tituşki, hükümetin parayla tuttuğu sokak
holiganları için kullanılan bir tabirdi. Bu çağrıya ilk destek,
Rus yanlılarının çoğunlukta olduğu Doğu illerinden biri olan
Dnipropetrovsk'tan geldi. Daha sonra, Metalist, Shakhtar ve Kırım
takımı Sevastopol gibi diğer Rus yanlısı şehirlerin Ultrasları
da onlara katıldılar. Taraftar gruplarının sokağın
'güvenliğini' sağlamadaki bu etkin rolü, milliyetçi parti
Svoboda'nın lideri Oleh Tyahnybok gibilerce büyük takdirle
karşılanacaktı.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br />
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="270" src="//www.youtube.com/embed/EB1KxC_WA9o" width="480"></iframe>
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<i>Dinamo-Shakhtar maçından, "Daly.rak Putin!"</i><br />
<br />
Taraftar gruplarının 'ateşkes'i bir
yana, pek çok kulüp derin bir belirsizliğin eşiğinde. Kırım
ekibi Tavriya Simferopol, bunlardan biri. Kulübün para sağlayıcısı
Dymtro Firtash'ın geçtiğimiz ay Viyana'da tutuklanmasının
ardından uzun dönemde nasıl ayakta kalacakları meçhul. Benzer
durumdaki Arsenal Kiev çoktan iflasını açıkladı ve son dönemde
ülkenin en büyük güçleri arasında kendine yer eden Metalist'i
dahi benzer bir son bekleyebilir. Yanuçenko hükümetinin
düşmesiyle, hükümet tabanlı oligarkların usulsüzlükleri de
bir bir ortaya çıkıyor ve Metalist'in sahibi Kurchenko gibiler
sahneden çekiliyorlar. Serhiy Kurchenko'nun hesapları dondurulmuş
durumda ve Metalist'i yeni bir oligark satın alana kadar, kulüp
büyük bir çıkmazda. Ama Tavriya'nın sorunları bunlardan apayrı.
Kırım'ın Rusya'ya katılmasıyla, Ukrayna'nın tüm ekonomik
desteğini kestiği kulüp, Dinamo Kiev'le yapacağı maç için 13
saatlik tren yolculuğu yapmak zorunda kalmıştı. Dahası,
önümüzdeki sezon Rus Ligi'nde mi yoksa Ukrayna Ligi'nde mi
oynayacaklarını dahi bilmiyorlar.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Oligarklar; futbol kulüplerinin devam
edebilmesi kadar, Ukrayna'nın tek devlet olarak kalabilmesi
sürecinde de çok önemli aktörler olarak öne çıkıyor.
90'lardaki kaostan beslenerek ülkenin en zenginleri konumuna
yükselen bu elit grup, bu şekilde kalabilmek için artık 'stabil'
bir ortama tabi ve bundan da önemlisi, olası bir Rus
entegresyonunda, 'büyük' kardeşleri tarafından yutulmaya gebe .
Yeni kurulan hükümet tarafından, özellikle de Doğu
vilayetlerinde politika sahnesine sürülen oligarklar, bu
vilayetlerin yöneticileri olarak atandılar. Dnipro'nun sahibi Ihor
Kolomoysky, Dnipropetrovsk'un ve Sergei Taruta, Donbass'ın başına
geçti. Ülkenin en zengin adamı ve Shakhtar'ın sahibi Rinat
Akhmetov ise şu an için 'politikadan uzak durmak istediğini'
söylüyor. Kim bilir?</div>
<br />
<span style="font-size: x-small;">Bazı ek okumalar için...</span><br />
<span style="font-size: x-small;">- <a href="http://futbolgrad.com/">http://futbolgrad.com/</a></span><br />
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-size: x-small;">- <a href="http://www.lrb.co.uk/v36/n06/james-meek/putins-counter-revolution">http://www.lrb.co.uk/v36/n06/james-meek/putins-counter-revolution</a></span></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-size: x-small;">- <a href="http://www.nytimes.com/interactive/2014/02/27/world/europe/ukraine-divisions-crimea.html">http://www.nytimes.com/interactive/2014/02/27/world/europe/ukraine-divisions-crimea.html</a></span></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-size: x-small;">- <a href="http://aeon.co/magazine/living-together/why-national-honour-trumps-rationality/">http://aeon.co/magazine/living-together/why-national-honour-trumps-rationality/</a></span></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-size: x-small;">- <a href="http://www.newyorker.com/online/blogs/books/2014/03/the-great-1979-novel-that-predicts-russias-crimea-invasion.html?utm_source=tny&utm_campaign=generalsocial&utm_medium=facebook&mbid=social_facebook">http://www.newyorker.com/online/blogs/books/2014/03/the-great-1979-novel-that-predicts-russias-crimea-invasion.html</a></span></div>
gunerhttp://www.blogger.com/profile/10486506843834675318noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1951312736719357573.post-36383389582226396032014-04-08T01:43:00.000+03:002014-04-08T01:47:26.409+03:00Ferguson: Emri ben verdim!<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiVWR09rq0yFQTNWodtYNqIFd5iJTzePZ7o1wpOkoSwJZow37MaAEO0ELLpUQ9lW3wJCoKromESUW6CJ1HT9ZRAOu_QqnDTT10SykP6XIaNXqrNgSG6avzEadPLv0kUsiRUtpE9sosJQOc/s1600/kapakbuolsunbeyler.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiVWR09rq0yFQTNWodtYNqIFd5iJTzePZ7o1wpOkoSwJZow37MaAEO0ELLpUQ9lW3wJCoKromESUW6CJ1HT9ZRAOu_QqnDTT10SykP6XIaNXqrNgSG6avzEadPLv0kUsiRUtpE9sosJQOc/s1600/kapakbuolsunbeyler.jpg" height="266" width="400" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<i>Hayatım Futbol 124. sayıda.</i></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<i><br /></i></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<b>"O kadar kişi varken, neden David Moyes?"</b></div>
<blockquote class="tr_bq" style="margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: inherit;"><i>“<span style="font-size: small;">İskoçların
çoğu inatçı, iradeleri çok sağlam insanlardır. İskoçya'yı
terk etmeleri gerekirse, bunu yalnız bir neden için yaparlar.
Başarılı olmak! İskoçlar, geçmişlerinden kaçmak için terk
etmezler. Bunu, ancak daha iyi olmak için yaparlar. Mevzubahis
meslekleri, emekleri olduğu vakit, en ciddi tavırlarını
takınırlar. Bunlar, onlar için paha biçilemez değerlerdir.
İnsanlar bana gelip, 'Maçlar esnasında yüzünüz hiç gülmüyor.'
diyordu. Halbuki 'Gülümsemek için değil, maçı kazanmak için
oradaydım.'</span></i></span></div>
</blockquote>
<blockquote class="tr_bq" style="margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: inherit;"><i><span style="font-size: small;">David
de bu özelliklerin bir kısmına sahip. Ailesini yakından
tanıyorum. Babası David Moyes Sr., gençliğimde futbol oynadığım
Drumchapel'de antrenörlük yapıyordu. Drumchapel'i 1957'de terk
ettiğimde, David Sr. henüz genç bir adamdı; dolayısıyla David
Jr.'la doğrudan bir karşılaşmamız olmadı. Ama onların
hikayelerini biliyorum. Bu kadar önemli bir göreve getireceğiniz
biri için, böyle temellere sahip olmak önemli bir değerdir.”</span> </i></span></div>
</blockquote>
<blockquote class="tr_bq" style="margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
<div style="text-align: left;">
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: inherit; font-size: small;"><i>Sir
Alex Ferguson</i></span></div>
</div>
</blockquote>
<br />
<div style="text-align: center;">
* * *</div>
<div style="text-align: center;">
<br />
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: inherit;">Sıradan değerlendirme ölçütlerini kullanarak, David
Moyes'un daha fazla zamana ihtiyacı olduğunu savunmak pek kolay
değil. Her şey bir yana, onunla devam edilmesi gerektiği fikrini
doğuracak bir potansiyele sahip değil. Hiç değilse, teknik açıdan
bakarsak böyle. Alınan başarısız sonuçlar ve kötü futbolun,
geleceğe yönelik umutların ışığında telafi edilebildiği
yerde, Moyes'un vaat ettiği nedir? Onu, örneğin, Liverpool'daki
yarım sezonu sonunda haklı bir biçimde kovulan Hodgson'dan farklı
kılan ne? Sir Alex Ferguson garantisi mi?</span></div>
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm; text-align: left;">
<span style="font-family: inherit;"><br /></span>
<span style="font-family: inherit;">Ferguson'ın Moyes tercihi kötü, hatta berbat olarak
değerlendirilirken, çoğu zaman Pep Guardiola, Jürgen Klopp ve en
çok da Jose Mourinho gibi isimlerin niçin göz ardı edildiği
üzerinden yorumlar yapılıyor. Dünyanın en büyük kulüplerinden
biri olan Manchester United'a yakışan, bu isimler büyüklüğünde
biri değil miydi? Bu karşılaştırmaya girişirken, David Moyes'ın
taktiksel çıkmazlarını öne çıkarmak, açıkçası biraz yavan
kalıyor. Zaten hiçbir vakit inovatif biri olarak parlamış
değildi. Bu isimlere kıyasla, böylesine büyük bir iş için
fazlasıyla tecrübesiz olan Moyes, Brendan Rodgers veya Roberto
Martinez gibi yeni nesil hocalar arasında da sayılamazdı.
Dolayısıyla, sebep bu da değildi. Ferguson'ın iş modeli, bu
genelgeçer ölçütler içine sıkıştırılamıyordu ve varisini
belirleme zamanı geldiğinde, bunun böyle olduğu en net şekliyle
ortaya çıkacaktı. Onun aklındaki varis, United'ın kendine has
dinamiklerini özümseyebilecek, bu geleneği devam ettirebilecek
biri oldu. Peki ama bu ne demek?</span></div>
<div align="LEFT" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-size: small;"><br /></span></div>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh8WpfgYHQuIn30wpu0xR2ztk3jrhROS4AKXbSw3LC4a2USSJ-cMtQQkmPspnWbSXi7C6qolWdxdBtwjNngMG232JVoIykh2M9P7KJr5UJTTSEJ48NhZipnq2TTB_DKeCtBpyjfjoco5SA/s1600/4362625-6881525.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh8WpfgYHQuIn30wpu0xR2ztk3jrhROS4AKXbSw3LC4a2USSJ-cMtQQkmPspnWbSXi7C6qolWdxdBtwjNngMG232JVoIykh2M9P7KJr5UJTTSEJ48NhZipnq2TTB_DKeCtBpyjfjoco5SA/s1600/4362625-6881525.jpg" height="213" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">"The Chosen One."</td></tr>
</tbody></table>
<div align="LEFT" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-size: small;"><br /></span></div>
<div align="LEFT" style="margin-bottom: 0cm;">
Manchester United, tüm diğer elit kulüpler arasında
apayrı bir yere sahip. Önemli bir ekonomik güçleri ve dünya
çapında büyük bir taraftar potansiyelleri var; ama örneğin Real
Madrid gibi, en başında bu yapı üzerinden tanımlanmıyor. Şeyh
ve oligarkların ihtiraslı hamleleriyle türeyenlerden veya
Barcelona gibi, öncelikle birtakım teknik değerlerin idealize
edilmesiyle en büyük olanların ise tamamen dışında. Manchester
United'ın gücü, her şeyin üzerinde kesin ve tartışmasız
'kontrol'e sahip olan Alex Ferguson'ın iş anlayışına
dayanıyordu; ve bu anlayışın temelinde, Ferguson'ın biraz da
gururla anlattığı, İskoç işçi sınıfı etiği vardı. Mesele,
her şeyin Ferguson tarafından birebir görülmesi değildi. Ama
işin bütün yönleriyle anlaşılabilmesi ve organizasyonun
tamamında kesin bir kontrole sahip olunması şarttı. Ferguson,
antrenmanlarını dünyanın en iyilerinden olan Rene Meulensteen'e,
basın toplantılarını Mike Phelan'a emanet etti. Vaktiyle de
Carlos Queiroz ve nicelerinden fazlasıyla yararlanmıştı.
Ferguson, en genel hâlleriyle olan biteni anlama, ve onları yönetme
noktasında dünyanın en iyisiydi.</div>
<div align="LEFT" style="margin-bottom: 0cm;">
<br />
<span style="font-family: inherit;">İşçi sınıfı, aslında bir metafor. Sir Alex
Ferguson'ın Manchester United'ı, Bill Shankly'nin Liverpool'u
ölçüsünde 'kızıl' bir takım asla olmadı. Olan aslında şuydu:
Ferguson'ın gençliğinde, Glasgow'un sosyopolitik ortamı mükemmel
bir okuldu ve iyi bir öğrenci olan Ferguson için, işçi sınıfının
değerleri çok değerli bir başlangıç noktası olacaktı. Bazı
şeylerin, örneğin klasik 4-4-2 oyun yapısının revize edilmesi
gerektiği oldu. Sir Alex, 2000'lerin başında bu zorunluluğun
farkına vardığını ifade ederken, Dwight Yorke'u takıma monte
edişini örnek gösteriyordu. Bir başka zaman, Spaletti'nin
devrimsel 4-6-0'ı ilgisini çekecekti. Fakat 'işçi sınıfının
değerleri' olarak ifade edilenler, belki de en başından beri hiç
değişmeden kaldı. Kulüp içinde oluşturulmaya çalışılan
havanın en temelinde, sahiden bu vardı. Ferguson, 2011'de bir
açıklamasında şöyle söylüyordu:</span></div>
<div align="LEFT" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<blockquote class="tr_bq" style="margin-bottom: 0cm;">
“<span style="font-size: small;"><i>Biz
işçi sınıfıydık. Bugünkü çocuklar değil. Bazıları öyle
olduğunu düşünüyor olabilir, ama değiller. Onların babaları
ve dedeleri belki öyleydi, fakat zaman değişti. Yine de yapmanız
gereken, onları işçi sınıfı ilkelerine inandırmak; gerçekten
de, sanki işçi sınıfıymışçasına hissetmelerini sağlamak.
Onlara, çalışmanın ne denli ayrıcalıklı olduğunu fark
ettirebilmelisiniz. Oyuncularıma tüm hayatları boyunca çalışmanın
kolay bir şey olmadığını söylüyorum, ama buna değer.”</i></span></blockquote>
<div align="LEFT" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div align="LEFT" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: inherit;"><br /></span>
<span style="font-family: inherit;">Moyes'u herkesten bir adım öne çıkaran, kuşkusuz
onun da bu ortamın içinden gelen biri olmasıydı. Moyes'un
döneminde, Glasgow eski havasını yavaş yavaş kaybediyordu ve
belki Moyes, Ferguson kadar iyi bir öğrenci değildi. Ama tüm
bunların ne ifade ettiğini biliyordu, ve aynı Ferguson gibi, o da
benzer bir anlayışla futbola yaklaşıyordu. Emekli olmasının
ardından Ferguson, “Manchester United'a geldiğim anda, aklımda
yalnızca bir şey vardı.” diyecekti. “Bir futbol kulübü inşa
etmek! Tepeden tırnağa, en aşağıdan başlayarak.” Moyes'un
Everton'ı dönüştürmesi, tam da böyle bir şeydi. 2002'de
geldiği Everton; küme düşme potasında, finansal olarak doğal
kısıtlamalara tabi ve her anlamda krizde olan bir kulüptü. 10
sene sonra ayrıldığındaysa, her yönden gelişmiş ve kendi
sınırları dahilinde modern bir kulüp bırakıyordu. Ferguson'ın
da, iyi bir miras bırakmaktan anladığı tam olarak buydu.</span></div>
<div align="LEFT" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-size: small;"><br /></span></div>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgv3erbbyrenMbfGa5q2WY8o96tOWO8_EX6U7NGomdjB5KAdXcBTHMp-c8A6QhvhPjVPdsDLlasN0gDXuiECkVC20zjFODvrJ0CAT18s-a67ik0zCKdp7cHVv4H2JQUqeu_4lyPmq5-j5Y/s1600/BkKQ_KyCIAA0Tj6.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgv3erbbyrenMbfGa5q2WY8o96tOWO8_EX6U7NGomdjB5KAdXcBTHMp-c8A6QhvhPjVPdsDLlasN0gDXuiECkVC20zjFODvrJ0CAT18s-a67ik0zCKdp7cHVv4H2JQUqeu_4lyPmq5-j5Y/s1600/BkKQ_KyCIAA0Tj6.jpg" height="235" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">"Take a selfie!"</td></tr>
</tbody></table>
<div align="LEFT" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: inherit;"><br /></span>
<span style="font-family: inherit;">Ferguson, “bir kulüp yaratmak, istikrar ve tutarlılık
getirir.” demişti. Çalıştığı yerlerde üç sezondan fazla
kalamayan Mourinho'nun başardığı ise bundan farklıydı. O, çok
iyi 'takım'lar yaratıyordu. Önemli başarılar kazanıp ayrıldığı
kulüplerin, o ayrıldıktan sonra girdiği kriz hâli ortadaydı.
Ferguson'ın zihni bundan farklı işliyordu. Topu kaybettikten sonra
6 saniye içinde geri kazanma kuralı koyan Guardiola gibi, Sir Alex
Ferguson'ın da sihirli bir sayısı vardı örneğin. Ona göre, bir
futbol maçını kazanmak için yalnızca 8 oyuncunun iyi oynaması
yeterliydi. Hatta daha ileri giderek, tüm kariyeri boyunca yalnızca
altı maçta, 11 oyuncunun tamamının iyi oynamış olduğunu
söylüyordu. Bir başka vakit, V şeklinde uçan göçmen kuşların
bilindik hikayesini anlatmıştı. İlk sıradakiler kanat çırparken,
ikinci sıradakiler bu işten muaftı ve daha sonra görev değişimi
oluyordu. Bu, takım oyununu anlatmak için kullanılmış bir
alegoriydi. Nicky Butt, John O'Shea gibi kısıtlı oyuncular,
kadronun ahengine bu anlamda önemli bir hizmet etmenin yanında bir
misyon daha üstleniyordu aslında. Böylesine oluşturulan bir
takım, daha sonraki takımlara yapılacak geçişlerde uğranacak
hasarı da en aza indiriyordu. Ferguson, asla geleceği düşünmeden
bugünü kurgulamazdı. Başarılı takımların döngülerinin
yaklaşık 4 sene içinde sona erdiğini söylerken, plânlarını
buna göre yapmaları ve sürekli yeni 'takım'lar oluşturmaları
gerektiğinden söz ediyordu. Mourinho, sahiden de Manchester
United'a onun kadar iyi bakabilir miydi?</span></div>
<div align="LEFT" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: inherit;"><br /></span>
<span style="font-family: inherit;">David Moyes, Glasgow okulunun henüz tarih sahnesinden
çekilmediğini kanıtlamak zorunda. Ve bunun için hâlâ zamanı
var.</span></div>
gunerhttp://www.blogger.com/profile/10486506843834675318noreply@blogger.com12tag:blogger.com,1999:blog-1951312736719357573.post-80306703474356108382014-03-29T00:12:00.001+02:002014-03-29T00:26:37.534+02:00Geç de olsa Fabian Delph<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgOAfo2umT9x8gblgkJjCA9c65_4iSR_4xnUl449W1OT99MNqVL9XGc4wlPYq2duqDXDkzXTzB4ur4ED-3u3bgbScl2v5r3rYw679_R82EWN6i3GuOEkuap5-8e-oAHUVLVE02O3WZ0pU0/s1600/hi-res-177601264-aston-villa-player-fabian-delph-in-action-during-the_crop_exact.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgOAfo2umT9x8gblgkJjCA9c65_4iSR_4xnUl449W1OT99MNqVL9XGc4wlPYq2duqDXDkzXTzB4ur4ED-3u3bgbScl2v5r3rYw679_R82EWN6i3GuOEkuap5-8e-oAHUVLVE02O3WZ0pU0/s1600/hi-res-177601264-aston-villa-player-fabian-delph-in-action-during-the_crop_exact.jpg" height="320" width="320" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<i>Hayatım Futbol 123. sayıda.</i></div>
<br />
<div style="margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
<b><i>"Fabian Delph, 2009'da
İngiltere'nin en parlak genç oyuncularından biri olarak Aston
Villa'ya transfer olmuştu. O potansiyele geç de olsa karşılık
vermeye başladı ve duracak gibi gözükmüyor."</i></b></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Chelsea bundan iki hafta önce Villa
Park'ta ağır bir mağlubiyet alırken, maçın tüm kırılma
anlarında Aston Villa'nın yerinde duramayan orta saha oyuncusu
Fabian Delph vardı. Villa'nın 4-3-3 dizilişinde, sahanın sol
tarafında genişçe bir alandan sorumlu olan Delph, önce 68.
dakikada Willian'a ikinci sarı kartı aldırdı; 15 dakika sonra da
sezonun en fantastik gollerinden birine imza attı. Aynı Willian'ı
attırdığı pozisyonda olduğu gibi, kendi yarı sahasında
kazandığı topla aniden hızlanacaktı. Yoluna çıkan Matic'e ayak
çabukluğuyla bir çalım atıyor, sol kanattaki Albrighton'i görüp
koşusuna devam ediyor ve Albrighton'ın bekletmeden açtığı
ortada, top arkasına düşmesine rağmen topuğuyla köşeye
'doğaçlama' bir vuruş yapıyordu! Maç boyunca sol koridorda rakip
hücumlarını başarıyla karşılamış, orta sahada çok kritik
toplar kazanmış ve merkezden delici çıkışlar yapmıştı.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Aslında bunların hiçbiri, ve
Delph'in bu maçta gösterdiği ekstrem performans Villa taraftarı
için yabancı değildi. Hatta attığı gol bile. Aston Villa
kariyeri, sezon kapatan sakatlıklar ve kulüp içi karışıklıklarla
başlayan Delph'in, ilk lig gollerini atması için 4 sene kadar
beklemesi gerekecekti; ama bu sene itibariyle başladığı
gollerinin tamamı, izleyeni yerinden kaldıran, çok özel goller
oldular. İşin doğrusu, 2009 yazında Premier Lig'e ayak bastığında
ondan beklenen tam da böyle bir şeydi. Uzaktan şutlarıyla
jeneriklik goller atan, sahayı kolayca dikine kat eden, geleceği
çok parlak bir box-to-box oyuncusu etiketiyle geliyordu. Geçen
sezonun ilk yarısında gösterdiği performansla ilk 11'deki yerini
garantileyen ve bir zamanlar bahsedilen potansiyelinden kesitler
sunmaya başlayan Delph, ikinci yarıdaysa kanatlanıp uçuşa geçti
ve yükselmeye devam ediyor. O, henüz kendini bu seviyede
görmediğini söylese de, “Delph nerede, Hodgson?” artık salt
Villa taraftarının sorduğu bir soru değil.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<b>Leeds'de mucize sezon</b></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Delph'in Leeds
United'la League One'da geçirdiği ilk tam sezon öylesine
etkileyiciydi ki, bu tek sezon, Arsenal, Aston Villa gibi devleri 6
milyon pound'un cüzi bir bonservis bedeli olduğuna ikna etmeye
yeterli olmuştu. Sezon sonunda, League One'ın En Değerli Oyuncusu
ödülünü kıl payı kaçıracak; ama Yılın Genç Oyuncusu'nu pek
tartışma götürmeden kazanacaktı. Oyunu büyük bir tutkuyla
oynuyordu Delph. Çok fazla işi bir arada yapabilmesinden önce,
izleyenleri büyülemesi en başta bu yüzdendi. En imkansız anlarda
kayarak topa atlamaları, bir anda yaptığı dönüşler ve asla
bitmek bilmeyen enerjisi, Delph topu aldığında tribünde başka
bir heyecana neden oluyordu. Fakat hepsi bir yana, Aston Villa'ya
transfer olmadan evvel yalnızca bir tam sezon profesyonel futbol
oynamıştı ve onun bu 'toy'luğu, ne yazık ki istenmedik sonuçlar
doğuracaktı.</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi83BIIAVvZjgpVcdgr5BTeAjv4xS5eD6rEDwOioI0_-2T5mwfWygI1WWimkeY1puRf4qe0wGF_vzt-6l-VA7FGie-0DLbmI9pmgs6UAfKeRZIrE4GEIjbNQaI5SVK_wjcscVPVR3fp39g/s1600/download.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi83BIIAVvZjgpVcdgr5BTeAjv4xS5eD6rEDwOioI0_-2T5mwfWygI1WWimkeY1puRf4qe0wGF_vzt-6l-VA7FGie-0DLbmI9pmgs6UAfKeRZIrE4GEIjbNQaI5SVK_wjcscVPVR3fp39g/s1600/download.jpg" height="235" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Aston Villa'da iz bırakan savunma oyuncularından biri olan Steve Staunton, o sıralarda Leeds United'da yardımcı antrenörlük yapıyordu. Staunton'a göre, 6 milyon pound Delph için 'kelepir' bir fiyattı! Şöyle demişti: <br />
<br />
“Onu, artık fazla rastlamadığımız eski tip orta saha oyuncularından biri olarak tanımlayabilirim. Her şeyden ama her şeyden biraz biraz yapabiliyor. Coşkusu ve topla yapabildikleriyle insanları sürüklüyor. Premier Lig atmosferinden etkileneceğini düşünmüyorum. Büyük bir kalabalığın önünde oynamaya alışkın ve hatta bana öyle geliyor ki, meydan okuma ona daha iyi geliyor.”</td></tr>
</tbody></table>
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Sorun,
iki lig arasındaki uçurumun çok büyük olması veya Delph'in
mücadeleden sinmesi değildi. Tersine, kendine çok fazla
güveniyordu. Ama ince bacakları ve dengesiz hamleleri League One
için dahi soru işaretiyken, Premier Lig'e çabuk adapte olması hiç
de kolay görünmüyordu. Daha kötüsü oldu. “Delph'in top çalma
sanatını öğrenmesi gerek!” diyen Aston Villa hocası Martin
O'Neill'dan yalnızca bir ay sonra, çok ciddi bir diz sakatlığı
geçirecek ve geri dönmesi yaklaşık bir yılı bulacaktı.
O'Neill, öngörülerinde haklı çıkmıştı. “Onun
agresifliğinden feragat etmesini istemiyorum, çünkü bu onun oyun
tarzının bir parçası. Ama kendisi için çok tehlikeli olan
şekilde davranmamayı da öğrenmesi gerekiyor.” demişti.
“Öğrenmeli, çünkü vücudu sakatlığa çok açık. Top
çalmanın da bir tekniği var.”</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<b>Paul Lambert'la yeniden doğuş</b></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Böylece, Delph'in
Villa'daki ilk sezonu kısa bir parlama döneminin ardından
sakatlıkla noktalanıyor ve ertesi sezonun da dörtte üçü
kaçıyordu. Üçüncü yılında, Martin O'Neill'ın sezonun
başlamasına bir hafta kala verdiği istifayla sarsılan Villa, üst
üste altıncılıkla bitirdiği sezonların ardından ligde kalmayı
zorlukla başaracaktı. O'Neill döneminde büyük bir mali yükün
altına giren kulüp, transfer harcamalarında ciddi bir kısıtlamaya
giderken bu durum en çok da Delph gibi forma şansı bekleyen genç
oyunculara yarayacaktı. Takımın başına, alt liglerden aldığı
tanınmamış oyuncularla Norwich City'de mucizeler yaratan Paul
Lambert getirildi ve Delph'in yükselişi başlamış oldu.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgdOIME2SX1XJMT_BOUcWQ7vtL36AQPwbjaK7CLnoTOQ8mraMG90Ac0PZBHl2HJpN5xA-amb2onGAJETvD3hcLjouEVlHHi-sT54p_gIbK6gFJKZ5WHxpf_dwgl1Y3iA5CCzUP7qXw7ZAA/s1600/delph.gif" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgdOIME2SX1XJMT_BOUcWQ7vtL36AQPwbjaK7CLnoTOQ8mraMG90Ac0PZBHl2HJpN5xA-amb2onGAJETvD3hcLjouEVlHHi-sT54p_gIbK6gFJKZ5WHxpf_dwgl1Y3iA5CCzUP7qXw7ZAA/s1600/delph.gif" height="179" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Fabian Delph'in Aston Villa kariyerindeki ilk lig golü. 2013-14 sezonu, 14. hafta, Southampton deplasmanı. 80. dakikada gelen bu golle, maçı 3-2 Villa kazanacak. Diğer üç golü de izlerseniz, ikinci paragraftaki "Delph'in kötü golü yok!' iddiamıza hak vereceğinizi düşünüyoruz.<br />
<a href="https://www.plus9.co.uk/move.gif">1) Lig Kupası maçı, Rotherham.</a><br />
<a href="http://cdn2.sbnation.com/assets/3929443/Delph1c.gif">2) Maç Villa Park'ta, rakip West Brom. West Midlands derbisi. Ama mevzubahis Villa'yken, karşınıza ne çıkacağını asla bilemezsiniz. İlk 10 dakikada 2 gol yiyen takım 2-0 geriye düşüyor. 12. dakikada Weimann 2-1, 24'te Bacuna 2-2 yapıyor. 37'de bir gol de Fabian Delph attığında, inanılmaz bir geri dönüşe imza atmış olacaklar! Maçı 4-3 Villa kazanıyor.</a><br />
<a href="http://farm4.staticflickr.com/3780/13173863483_9e7e695966_o.gif">3) Ve malum Chelsea golü.</a><br />
devam edecek...</td></tr>
</tbody></table>
<span id="goog_1831270651"></span></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br />
Geçen sezon
Avrupa'nın 5 büyük ligindeki en genç ikinci kadroya sahip olan
'yenilenmiş' Aston Villa'da, Fabian Delph büyük saygı gören bir
figür, bir 'lider' hâline gelmiş durumda. Geçen seneki köklü
değişimde altyapıdan yükseltilen oyunculardan biri olan Andreas
Weimann, “Standardı çok yükseğe koyuyor ve herkesten aynısını
yapmasını bekliyor. Sahada sürekli bağırıp çağırıyor, bizi
yüreklendirmeye çalışıyor.” diyor. Villa'nın bu fazlasıyla
özgün 'kolej takımı' havası, Delph gibi bir karakterin kendini
ifade etmesi açısından belki de en harika ortamı sağlıyor.
Tecrübeli bir oyuncu grubunun arasında, önce 'rol' oyuncusu olarak
takıma dahil olan ve zaman içinde daha 'özel' görevlere evrilen
genç oyuncu modelinden farklı biri Fabian Delph. Çoğu durumda,
işleyen bir çarkın içine dahil olmak genç oyuncular için en
doğru modelken, belki de Delph için ciddi bir 'kısıtlama' teşkil
ediyor. Delph, 'aynı anda her işi yapmaya çalışarak' kendini
buluyor. O'Neill'ın söylediği gibi, agresifliğini kısıtlayarak
veya sorumluluklarını azaltarak gelişimini 'yönlendirmeye'
çalışmak, doğru bir yaklaşım değil. Bu açıdan, Steven
Gerrard'a benzetilebilir. Tam olarak hangi 'özel' göreve
evrileceğini henüz kestirebilmiş değiliz ve kim bilir belki de
Gerrard gibi, 33 yaşına geldiğinde hâlâ böyle olacak.
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<b>Peki ne kadar iyi olabilir?</b></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Delph artık çok
daha olgun bir oyuncu, ve top çalma 'sanatı'nı da büyük ölçüde
öğrendi. Fiziği her geçen gün daha iyiye gidiyor ve güçlendikçe,
kafasındakileri çok daha rahat yapabilir hâle geliyor. Geçen
sezon dribbling sonrası en iyi ihtimal yerden cılız şutlar
çıkarabilen bir oyuncuyken artık en tepeye ve kuvvetle
vurabiliyor. Fakat hâlâ gideceği çok yol var. Ortaya koyduğu
'efor'la akla gelen bir oyuncudan, gerçek bir çok yönlü orta
sahaya dönüşmesi için en başta 'pas' özelliğini geliştirmesi
gerekiyor. Delph, iyi bir oyun kurucu değil. Delici ara paslar ve
ters kanada uzun toplar gönderebilecek nitelikte ve bu özelliğini
de aktif hâle getirdiği takdirde, gerçekten saygın şekillerde
anılabilir. Şu anda İngiltere Milli Takımı için önündeki en
önemli engel muhtemelen bu. Delph, potansiyeli çok yüksek bir
futbolcu fakat şu an için bir orta sıra takımındaki 'savaşçı'
figürden fazlası değil. Ross Barkley veya Adam Lallana gibi
öncelikle 'kumaş'ıyla gündeme gelmiyor. O da bunun farkında, ve
repertuarına yeni şeyler eklemek için her gün antrenmanda daha
fazla vakit geçiriyor.</div>
gunerhttp://www.blogger.com/profile/10486506843834675318noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-1951312736719357573.post-30869312321912308132014-03-15T14:54:00.001+02:002014-03-15T14:57:58.594+02:00Selçuk İnan sorunsalı<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgOspNL82pjhI4RbynWqsayumnku2YFCfq_H-FU8DCfegZN8haP8eGu8rsRHuK-LRp63MgIZbdV8Xe_yzT8_V5lwIvCbbYlOHQppVcg0h6DZBGCE_wiIds9CE7JD5om1WEZW1m9k2DQCHs/s1600/277688.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgOspNL82pjhI4RbynWqsayumnku2YFCfq_H-FU8DCfegZN8haP8eGu8rsRHuK-LRp63MgIZbdV8Xe_yzT8_V5lwIvCbbYlOHQppVcg0h6DZBGCE_wiIds9CE7JD5om1WEZW1m9k2DQCHs/s1600/277688.jpg" height="216" width="320" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<i>Okumadan önce, bir uyarı. Bu yazının üzerine daha fazla eğilmem, bazı şeyleri biraz daha olgunlaştırmam gerekirdi ve bunun yanında maç içinden karelerle görsel bir sunum da eklenmeliydi. Şu anki hâli, üçüncü kez okumadığım, aklımdakileri bir an önce yazıya geçirmek istediğim, az önce yazdığım taslak hâli. Yoğunluktan dolayı ancak önümüzdeki hafta sonu tekrardan üzerine eğilmeye başlayabilirim, ama şu durumda, yazıdaki fikirler üzerine yorum alabilirsem ayrıca sevineceğim. Üç-dört haftadır gözüme çarpan bazı basit gözlemlerden oluşuyor aslında, vardığım bu ilk sonuca o kadar da güvenmiyorum; bu yüzden.</i></div>
<br />
<i>Selçuk İnan'a ne oldu, niçin böyle oynuyor?</i><br />
<br />
1 - Üçlü forvetin arkasında, merkezden bir çoklayıcı, bir forvet arkası gerekiyor. Pası verdikten sonra anlamsız, direkt öne doğru koşuşları bu yüzden. Bir örnek: Drogba geriye pas çıkarsa, veya bire-iki yapmak istese, veya dönen top olsa; orada birinin olması gerekiyor.<br />
<br />
2 - Peki bu Sneijder olamaz mı? Neden Sneijder olmuyor? Bunun ilk nedeni, Mancini'nin bekleri çok fazla öne çıkararak bir oyun kurgulaması, ve bu yapıda kesin olarak bir orta saha oyuncusunu savunmayı üçleyecek, melez bir pozisyonda düşünmesi. Bu durumda orta sahayı iki kişiden kurmak, aslında orta sahayı tek kişiyi düşürmek anlamına geliyor ki, bu Mancini için kabul edilemez; takımın kuracağı denge için sağlıklı olmaz. Manchester City'de 4-2-3-1 oynuyorken, yani orta sahayı 1+2 değil, 2+1 kurguluyorken, Toure'yi ön alanda oynatmak için de Jong ve Barry'i şart koşuyordu, özellikle de büyük maçlarda. 'Koruyucu' orta sahanın tek olmasını fazlasıyla dengesiz görüyor olmalı. Bu da, tekrardan, Galatasaray'ın ilk orta sahasının aslında orta sahadan daha çok, beklerin öne çıkması hâlini dengeleyen, özel bir görev üstlendiğini gösteriyor. Brezilya'da bu uygulama geleneksel olarak bir defansif, bir ofansif bek kullanılarak yapılıyor; geride bu şekilde üçlü duruluyor ve hatta çift orta sahalar da birinci volante, ikinci volante şeklinde 1+1 şeklinde bölünüyor. Bu bir kenarda dursun, yazıda bahsedilebilir.<br />
<br />
Şu durumda, Selçuk-Felipe Melo ikilisi, daha önce dahil oldukları yapılardan, örneğin ilk sezon uygulanan 4-4-2'den çok farklı bir görev üstlenmiyor gibi görünüyor. Box-to-box görev yapan orta ikili kurgusu. Fakat burada şöyle bir fark var. Sneijder'in soldaki varlığı, sol kenarda yapılan aksiyonların akıcılığı ve oyuncunun daha rahat alan bulabilmesi üzerine şekilleniyor. Sneijder'in merkezde görev alamaması 1) bekler nedeniyle orta sahalardan birinin daha önce bahsedildiği gibi geriye çakılması gereği ve bu durumda orta sahayı iki oyuncudan kuramaması ile başlıyor. Devamında, Sneijder'in, takımın esas ofansif beki Telles'le yapabileceği verimli pas alışverişleri, Mancini'nin belki de Sneijder'de David Silva örneğini görmesi (çok doğru bir yaklaşım olmadı), Sneijder'in kariyeri boyunca sola deplase olma alışkanlığı, merkezin aksine topu solda aldığında kaleye daha rahat yüzünü dönebilmesi, kanattan oyun kurulumuna daha rahat katılabilmesi ve çok önemli olarak, topla içeri doğru döndüğünde ters kanada mükemmel paslar atabilmesiyle tamamlanıyor. Esas olarak önüne atılan toplarla, sprinter özelliğiyle verimli olabilen Burak Yılmaz için özel bir silah hâline geliyor bu, ve bu sene, en az Telles-Sneijder kenar işlemeleri kadar öne çıkan bir desen hâline gelmeye başladı. Lakin burada şöyle bir sorun var. Serbest oynadığı söylenen Sneijder aslında pek de öyle değil. Gerçekten serbest olan bir Sneijder'i birinci bölgedeki oyun kurulumu aşamasında gördüğümüzü söyleyebiliriz. Kanat rolü ve Telles'in öne çıkışları buna imkan tanıyor. Sneijder'i sol kenar üzerinden geriye top almaya gelirken değil, daha başka zamanlarda, daha serbest pozisyonlarda da geride top almaya gelirken görebiliyoruz. Lakin hücumda böyle değil. Gerçekten gezgin bir Sneijder'i görmemiz demek, hücum aksiyonlarında daha fazla merkezde 'top alan' ve buralardan pas, şut imkanları bulan Sneijder'le mümkün. Sneijder'in merkezdeki varlığı çoğu zaman ancak ceza sahasına geç koşularla oluyor.<br />
<br />
3 - O hâlde şöyle bir durum var. Forvet arkasında bir oyuncu oynatmak, yalnızca oyuna yaratıcı bir unsur katmakla alakalı değil; tamamen mekanik bir mesele aynı zamanda. Daha Anglosakson geleneğe uygun olarak, bu oyuncu uzun topları indiren hedef oyuncunun boşalttığı alanlara kaçacak biri olabilir; veya Latin geleneğe uygun teknik bir orta saha. Aslında mesele, sahayı doğru şekilde kullanmakla alakalı. Bek oyuncuları için sahayı genişletme kavramı gibi, merkezden de 'ikinci' bir oyuncu bulundurmanız gerekiyor. Belki dönen topları toplamak, belki o son öldürücü pası yapmak veya savunmanın dengesini bozacak bire ikiler yapmak için. İşte Galatasaray'ın şablonunda bu ikinci oyuncu Selçuk 'olmak zorunda' oluyor. Bu oyuncu Sneijder değil. Daha önce 4-4-2 oynayan Galatasaray'da, Necati'nin veya Elmander'le Baros'tan birinin burayı 'doldurması', Selçuk-Melo ikilisinin o dönemden bugüne farkı. Melo'nun rolü değişmese de Selçuk artık box-to-box'tan farklı bir şey. Bu çok garip, ya da bana öyle geliyor. Selçuk oyun kurulumunda, takım karşı yarı sahaya geçtiğinde, daha geride kalıp pas opsiyonu olmak veya oyunu geride akıcı hâle getirmek yerine bir anda ön alana, Drogba ve Burak'ın doldurduğu alanların yakınına gidiyor. Buna dikkat çekilmemiş olması benim gerçekten çok garibime gidiyor. Selçuk'u 'sahada ne yaptığını bilmeyen' bir adam hâline sokan, bu yeni rolü. Nitekim Chelsea maçında topuğuyla verdiği şahane tek pas, son Karabük maçında ceza sahası hemen dışında Scholes-vari bir pozisyonda topun önünde kalması, Bursa maçında yine o civardan yaptığı şahane plase bu rolün sonucu, bu rolü harika gösteren detaylar. Daha teknik ve vizyoner bir oyuncu olan Selçuk İnan'ın, böylesine daha 'mekanik' bir role girmesi onun düşen performansındaki en büyük etken. Bu rolü, Wesley Sneijder akıl almaz bir verimle oynayabilir: mekanik, anlık koşular ve 'forvet'e ait özellikler. Aslında Inter'de yaptığı da tam olarak buydu. Ama bu rolü üstlenmesi, yukarıda saydığımız nedenlerden ötürü gerçekleşemiyor. Bu arada söylemeyi unuttuk: rakip yarı sahaya geçildiğinde, savunmaların arası özel rolü olduğunu söylediğimiz orta saha ve Melo nispeten aynı seviyeye geliyor ve Selçuk'u ön alana attıran biraz da bu.<br />
<br />
4 - Peki nasıl düzelebilir? Açıkçası Sneijder'in David Silva gibi bir sanatçıdan ziyade, 'mekanik' bir güç olduğunun kavranması ve belki de tekrardan eski 2+1'li Selçuk-Melo önünde Sneijder'e dönmesi bir çözüm olabilir. Ama çıkmazlar çok fazla. Şu hâlde Telles'in çıkışlarının dengesine inanılmıyorken ya o durumda? Hele ki Sneijder oynamıyorken orada Bruma veya bu tip bir kanat oyuncusunun oynayacağı anlamına gelecek ve büyük bir sorun. Dahası, bu yapı içinde tolere edilebilen ve gol atamamasına karşın 'eğreti' durmayan Burak Yılmaz 4-2-3-1'in kanadında büyük bir fiyasko olacak. Üstüne Hamit Altıntop'a bir rol bulunamaması (bunu ciddi bir sorun olarak görmüyorum elbet, ama şu anki düzene Hamit'i dahil etmek için çok daha uygun) veya tekrar kanatta kullanma fikri gibi durumlar doğurabilir. Aslında sürpriz değil, şu an düzen gerçekten de takımı en dengeli hâle sokan düzen. Ve çözümleri bunun üzerinden yaratmamız gerekiyor. Belki de, Wesley Sneijder'i daha fazla merkeze doğru serbestleştiren ve Selçuk'u Telles'in arkasını toparlayan role sokmak, yani daha önce baklavadaki gibi bir yapıya evrilmek bunları çözecek. Şu anda aslında epey statik bir saha içi yerleşimi izliyoruz. Zaman içinde, Selçuk ve Sneijder'in bu deplaseleri kendi 'insiyatif'leriyle yapabilecek hâle gelmeleri, ki Mancini böyle hamlelerin peşinde olan bir hocadır, sistemi bambaşka bir hâle sokabilir. Sol içte konuşlanmış Selçuk'un attığı ara pasla hızlanan Telles, onla beraber geriye doğru açılan savunma hattı ve bir anda yay civarında boşta kalan Sneijder.. Veya Selçuk'un pasında merkezde topla buluşan Sneijder'in tek pasla Telles'i görmesi ve Telles'in çizgiye inmesi gibi.. Lakin şu an görünen, adeta bir inverted-winger gibi oynayan Sneijder, ve forvet arkası Selçuk İnan. En önemli aşama, iyi bir taktisyen ve düşünür olan Mancini'nin, şu anki en 'dengeli' yapıyı bulması gibi böyle bir yapı üzerine de yoğunlaşma arayışına girmesi. Eğer ki buna yönelik bir adım atarsa, her şey daha güzel olabilir. Dahası, ayrılması muhtemel olan Drogba yerine Burak'ın tekrardan merkeze çekilmesi ve kenardaki 'şutör', 'delici' forvet rolünü Gabbiadini gibi bir isime vermek çok yeni olasılıklar doğurabilir. Burak'ın forvet oynadığı takımda topun ön alanda tutulamaması ve sanki her topun 'duvardan dönmesi', ilk sezonki 4-4-2'den sonra Galatasaray'da önemli bir sorun olmuştu. Bu sorun Mancini'nin uyarılarıyla minimize edilebilirse, Drogba gibi bir değerin pek çok artı niteliğine rağmen, Burak'ın delici gücü ve onun boşalttığı alana geçecek oyuncunun bu rolü daha iyi oynayabilecek olması hücum gücünü birkaç gömlek yukarıya çekebilir.<br />
<br />
Hepsi bir yana, bahsettiğimiz oyuncular Selçuk İnan, veya son paragrafta Burak Yılmaz. Dany için 2173231 madde sayan Önder Özen gibi olmak istemiyorum (dinlerken ben de müthiş keyif aldım ama ne yazık ki farklı algılanabiliyor), fakat bazı şeyleri anlatabilmek için tane tane yazmak gerekiyor. Yoksa Selçuk çok iyi de çevresi kötü, Dany müthiş oyuncu deme taraftarı değilim. Her nasıl ki Dany müthiş bir oyuncu değil ama alınmasının belli bir mantığı varsa, -mantıklı olduğunu savunmakla mantığından bahsetmek ayrı şeyler-, Selçuk da düşüşte ve bunun belli bir mantığı var. Bu kadar.gunerhttp://www.blogger.com/profile/10486506843834675318noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1951312736719357573.post-59184856327649626082014-03-01T01:07:00.003+02:002014-07-12T02:20:16.411+03:00Mesut'a ne oldu?<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiPghXV002LUoeDBv-0yr1evKokbVpeke5xcn0_4y5YHoHman3PPvfA-c-vuUjokhv4X1B1z2FChMxL9cwtkHt1k9zr4gI9Z-1Mwz1rKuTleG8Ce1RHeq06eGjqrH9tW6etWx-H9Q9Tsuo/s1600/185350341.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiPghXV002LUoeDBv-0yr1evKokbVpeke5xcn0_4y5YHoHman3PPvfA-c-vuUjokhv4X1B1z2FChMxL9cwtkHt1k9zr4gI9Z-1Mwz1rKuTleG8Ce1RHeq06eGjqrH9tW6etWx-H9Q9Tsuo/s1600/185350341.jpg" height="266" width="400" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<i>Hayatım Futbol 119. sayıda.</i></div>
<br />
<div style="margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
<b><i>"Mesut
Özil'in balayı bitti. Bir süredir ne kadar özel bir oyuncu
olduğu değil, niçin formunun bu kadar düştüğü tartışılıyor.
Neden böyle oldu acaba?"</i></b></div>
<div style="margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
<b><i><br /></i></b></div>
<div style="margin-bottom: 0cm; text-align: left;">
Mesut Özil'in Premier Lig'e ayak
basışı gerçek bir sükseye neden olmuştu. Arsenal, senelerdir
askıya aldığı yüksek bonservisli yıldız transferini,
fazlasıyla ikna edici biri isimle gerçekleştiriyordu. En üst
klasmandaki oyuncular arasında, 'Arsenal genleri'ne bu kadar oturan
bir başkasından söz edebilmek mümkün değildi. Mesut'un gelişi,
Wenger'in 'ilk yıldız transferim, kulübün kaderini değiştiren
adam' dediği Dennis Bergkamp'la karşılaştırılıyordu. Sadece
saha içindeki benzerliği nedeniyle değil, ama tüm kulübün
'hava'sını birkaç kat yükselttiği için böyleydi. 'Ö
fenomeni', haftalar geçtikçe daha da büyüdü. Mesut Özil'in
büyüleyici asistleri artık basit birer pas olmaktan çıkmış,
Arsenal'in momentumunu her seferinde bir kat daha yukarıya çıkaran
unutulmaz anlara yükselmişti. Ama sonra bir şey oldu. Ve aynı
Mesut'un yükselişi gibi, Mesut'un düşüşü de bir mite dönüştü.
En son Bayern karşısında bir penaltı kaçıran Mesut Özil, 13
maçtır gol atamıyor ve yalnızca 2 asist yapabilmiş durumda. Pek
çok fikir ortaya atılıyor; sahiden, Mesut'a ne olmuş olabilir?</div>
<div style="margin-bottom: 0cm; text-align: left;">
<b><i><br /></i></b></div>
<div style="margin-bottom: 0cm; text-align: left;">
<b>1 – Walcott & Ramsey</b></div>
<div style="margin-bottom: 0cm; text-align: left;">
<b><i><br /></i></b></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Düşüncemiz o
ki, Mesut Özil'in sahadaki etkisinin 'hissedilemeyecek' düzeye
gelmesinde en önemli etken bu iki oyuncunun sakatlığı oldu.
Arsenal, çok yoğun bir maç programına girdiği aralık ayından
beri Walcott ve Ramsey'den yararlanamıyor. Arsenal'in oyunu, bu
ikilinin varlığında çok başka bir forma bürünebiliyor ve
Mesut'un etkisini daha fazla 'hissedebilmemiz' için bu 'form'a,
onlara ihtiyacımız var.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgRW9p_DbJSJtHjOsYcZCERxnjASDZ6Y9KBEfOK2ZTXE2q3_nkQ3yDUpiky8exdkDw9TmYlVP0p_yOSezBfPA-ajSE_ECdQIouVAmbfNDrwGevLhQu6EJabjcptyDIm-yuneBx64hs_jIg/s1600/unnamed+%25281%2529.png" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgRW9p_DbJSJtHjOsYcZCERxnjASDZ6Y9KBEfOK2ZTXE2q3_nkQ3yDUpiky8exdkDw9TmYlVP0p_yOSezBfPA-ajSE_ECdQIouVAmbfNDrwGevLhQu6EJabjcptyDIm-yuneBx64hs_jIg/s1600/unnamed+%25281%2529.png" height="128" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">"Wilshere'in Arsenal'ı"</td></tr>
</tbody></table>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEixXf2DDKUM7WGgHNPtYWX3ka3NmDMQijJMwRBuIJGaHftOC5LbiAXKXZzjYi0mmkZs4lftWj-CnC4jjh-NegqXYTPT8z7rOh69y1GdPd59JwZcv0JoJ0BOpo2b41XvnyhxWu6K1qjlHPs/s1600/unnamed.png" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEixXf2DDKUM7WGgHNPtYWX3ka3NmDMQijJMwRBuIJGaHftOC5LbiAXKXZzjYi0mmkZs4lftWj-CnC4jjh-NegqXYTPT8z7rOh69y1GdPd59JwZcv0JoJ0BOpo2b41XvnyhxWu6K1qjlHPs/s1600/unnamed.png" height="143" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">"Ramsey'nin Arsenal'ı"</td></tr>
</tbody></table>
<div style="margin-bottom: 0cm; text-align: left;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm; text-align: left;">
Karşımızda iki
farklı Arsenal var. Birinde dümene Jack Wilshere geçiyor,
diğerindeyse Aaron Ramsey. Bu iki oyuncunun farklı oyun stilleri,
Arsenal'in hücum setlerine doğrudan etki ediyor. Jack Wilshere'in
Arsenal'i, topu çok daha fazla ayağında tutuyor. Dar alana
sıkıştırıyorlar ve buralarda yaptıkları muhteşem işlerle
gole gidiyorlar. Ramsey'nin Arsenal'i ise daha direkt. Geniş alanda
oynuyor ve bir anda hızlanıp kusursuz şekilde bitirebiliyorlar.
Arsenal'in bu sezon attığı gollerin bir kısmı, bu açıdan
şaşırtıcı derecede karakteristik özellikler gösteriyor.
Rosicky'nin bu hafta sonu Sunderland'e attığı bilardo golünü
hatırlayın. Giroud'nun tek dokunuşla son pası verişine kadar,
Wilshere'in Norwich'e attığının karbon kopyasıydı. Mesut
Özil'in de biri kafayla olmak üzere iki gol attığı bu maç,
Ramsey ve Wilshere'in aynı anda sahada olması durumunda Arsenal'in
elindeki çok farklı opsiyonların ciddi bir göstergesi olmuştu.
Ve yalnız Norwich'e karşı değil, bundan 10 gün önce Napoli'ye
karşı da benzer bir performansı göstermişti Arsenal. Ramsey'nin
sağ kenardan hızlandığı pozisyonda, Mesut harika bir bitirişle
golü atıyor; maç hızını kesmeden bir gol de Giroud'ya
attırıyordu. Oyunun hızlandığı her an; hayal edilebilecek en
doğru pası atan, o durumdaki atağı en iyi şekilde yönlendiren
Mesut Özil, sahadaki diğer oyunculardan birkaç kat yukarıya
çıkıyor. Oyunun biraz daha kısa paslarla ince ince işlenmeye
yoğunlaştığı, 'tiki-taka'ya döndüğü durumdaysa, Mesut'un
etkisini aynı ölçüde 'hissetmek' mümkün olmuyor.<b><i> </i></b></div>
<div style="margin-bottom: 0cm; text-align: left;">
<b><i><br /></i></b></div>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh2YYuZw4eYdZ4xotSLDham9p1X1fjsmvvvcue4LFKQkoaUfdu0PEKdNUSTgepZlps6aIyNgrIOP68T55iiTc27GKv7JwtO1BMao39kxkU9WDfKpdBnzKpQWASTH-Zs7KPNUlWFjU8qAv0/s1600/mesutperfectpass.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh2YYuZw4eYdZ4xotSLDham9p1X1fjsmvvvcue4LFKQkoaUfdu0PEKdNUSTgepZlps6aIyNgrIOP68T55iiTc27GKv7JwtO1BMao39kxkU9WDfKpdBnzKpQWASTH-Zs7KPNUlWFjU8qAv0/s1600/mesutperfectpass.jpg" height="204" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><div style="margin-bottom: 0cm;">
<i>“Oyunun
hızlandığı her an, hayal edilebilecek en doğru pası atan, o
durumdaki atağı en iyi şekilde yönlendiren Mesut Özil.”</i></div>
</td></tr>
</tbody></table>
<div style="margin-bottom: 0cm; text-align: left;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<b>2 – Bergkamp örneği</b></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Takıma geliş
hikayelerinden oyun stillerine, Dennis Bergkamp ile Mesut Özil
arasında sayısız benzerlik kurulabilir. Bergkamp'ın ne denli kült
bir figür olduğu, bu hafta sonu Emirates Stadı önüne dikilen
heykeli ve ondan birkaç ay önce piyasaya sürdüğü harika
biyografisi sırasında duyduğumuz hikayelerle şu günlerde bir
daha pekişiyor. Lakin Bergkamp'a dair algımızda hâlâ belli
çarpıklıklar olabilir. Dennis Bergkamp, kariyerinin hiçbir
döneminde 90 dakikanın tamamında ağırlığını hissettiren bir
oyuncu olmamıştı. Tersine, maçın büyük periyotlarında
oyundaki varlığı dahi unutuluyor gibiydi. Bergkamp'ın kariyeri,
daha ziyade Newcastle'a attığı akıl almaz gol veya Ayala'yı
şaşkına çevirdiği top kontrolü gibi 'an'larla dolu. Bergkamp
demek, 'büyüleyici an'lar demekti. </div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiNRtA7QlXhzAbWlpue3nRcUuqqqGNiT5eM8U0Xj7vrBPujSh5Nr3A5G-eJPAeGHe9dDt4vQLH7fSVdq2KtWsjzaLXneEsbhyUbCramEjMPSdbQBdc511G9WXBboC39ldLGXJSOjn8VGXU/s1600/BhFaPWHCEAEQd7z.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiNRtA7QlXhzAbWlpue3nRcUuqqqGNiT5eM8U0Xj7vrBPujSh5Nr3A5G-eJPAeGHe9dDt4vQLH7fSVdq2KtWsjzaLXneEsbhyUbCramEjMPSdbQBdc511G9WXBboC39ldLGXJSOjn8VGXU/s1600/BhFaPWHCEAEQd7z.jpg" height="320" width="316" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><div style="margin-bottom: 0cm;">
Dennis Bergkamp'ın
geçtiğimiz aylarda çıkan biyografisi 'Stillness and Speed'de,
kariyerinin son dönemlerinde Wenger'le yaşadığı zıtlaşmaların
anlatıldığı bir bölüm yer alıyor. Artık yaşı epey ilerleyen
ve yavaşlayan Hollandalı, Wenger'in takımında fazla süre
alamamaya başlamış. Kendisini verilerle savunan hocaya bir gün
patlayacağı tutuyor: <i><b>“Maçın kaderini değiştirdiğim öldürücü
pasım hangi istatistiğe giriyor?!”</b></i></div>
</td></tr>
</tbody></table>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: left; margin-right: 1em; text-align: left;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi6Ndp6MwgNUbGafkDq4JsToKWXg9HSmMNgvVoyW06VgAZsbGj3Gh1eEptuf8bkYzfb-ZhzsYbeIFSppxJDTVyxOEgEd9xauOkCm-5kvT675xQHqNyen_c4DnkrHyzpW99poATdPV72EJ0/s1600/Bg8hIxPIAAAAEYH.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; margin-bottom: 1em; margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi6Ndp6MwgNUbGafkDq4JsToKWXg9HSmMNgvVoyW06VgAZsbGj3Gh1eEptuf8bkYzfb-ZhzsYbeIFSppxJDTVyxOEgEd9xauOkCm-5kvT675xQHqNyen_c4DnkrHyzpW99poATdPV72EJ0/s1600/Bg8hIxPIAAAAEYH.jpg" height="320" width="196" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><div style="margin-bottom: 0cm;">
Dennis
Bergkamp'ın ilk dönemleri de </div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
oldukça zor geçmişti!</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<b><i>"Bergy: boşa harcanmış para"</i></b></div>
</td></tr>
</tbody></table>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Mesut Özil'in
kalitesi, 5 büyük lig içinde en çok asist yapan oyuncu gibi
sayısal verilerle desteklenmeye çalışılsa da, aslında bu
yeterli değil. Gerçek şu ki, Mesut'un 'hiçbir şey yapmadığını'
düşündüğümüz, bir önceki bölümdeki ifadeyi tekrarlayacak
olursak, oyundaki varlığını 'hissedemediğimiz' maçlarda dahi,
Mesut Özil çok önemli bir figür olarak varlığını sürdürüyor.
Mesut'un varlığı, sahadaki her hareketin daha kusursuz
yapılacağının en büyük garantörü. Oyunun biraz hızlandığı
durumlarda, bu mükemellik rakip arkadaşına atacağı bir ara pas
şeklinde belirebilir. Ama böyle olmak zorunda değil. Oyun daha
yavaş aktığında da, basit top kontrolleri ve koşularla oyunun
gidişatına 'fark ettirmeden' etki edebiliyor Mesut Özil.<br />
<br />
Wenger,
onu oyunun 'hizmetkar'ı olarak tanımlıyordu. “Mesut, takıma
yepyeni bir teknik kalite, vizyon ve çok güçlü bir şekilde
kollektif oynama arzusu getirdi. Onun tek bir efendisi var ve o da
futbol. Oyun ondan ne talep ediyorsa onu yapıyor; egosu hiçbir
zaman oyunun önüne geçmiyor. Aynı bütün büyük oyuncularda
olduğu gibi...” </div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Mesut Özil'in
daha az etkili olduğu dönemler elbette olacak. Fakat ona
yönelttiğimiz eleştiriler, salt oyundaki devamlılığı veya
sayılar üzerinden gelişiyorsa, bir kez daha düşünmemiz
gerekebilir.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<b>3 – Vur Giroud'ya!</b></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Şu sıralar saha
dışında yaşadıklarıyla gündeme gelen Olivier Giroud, Arsenal'e
dair olumsuz bir yorum yapılacağı vakit her nedense hep ilk akla
gelen isim oluyor. Bir şeyler ters gitmeye başladığında, sorunu
Giroud'da aramak yerine başka yerlere bakmalıyız.
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Oliver Giroud,
hâlihazırda en üst klasmandaki forvetler arasında değil; belki
hiçbir zaman olamayacak da. Ama onun çok önemli bir görevi var:
takımın geri kalanını 'oynatıyor'. 'En' ayarını yapan kanat
oyuncuları gibi, Arsenal'in 'boy'unu ayarlayan bir oyuncu Giroud.
Hâlâ zaman zaman dağılma emareleri gösterse de, gün geçtikçe
daha 'sağlam' bir takım olmaya doğru ilerleyen Arsenal'de, ön
alandaki oyuncularla geridekilerin bağlantısını sağlayan,
kollektif yapının dağılmasını önleyen en kilit oyuncu
o belki de. Giroud; ön alandaki presi başlatıyor, geriden gelen koşuculara
duvar oluyor, gerektiğinde uzun top opsiyonu hâline geliyor ve dar
alanda müthiş tek pas servisleri yapıyor. En üst düzeydeki
forvet oyuncularının 'patlayıcılığına' veya gol tutkusuna
sahip olmayabilir. Ama sırf bu yüzden, onu haksızca yargılamaktan
vazgeçsek iyi olacak.
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhunnc8BK9H49x7bUlnfQA3-ZchMtdd-P-mfQmVrqVYwn1GvLfrBo1H8MyLNeUOHiq4ZmLxNqKc9Ll5Qeqn8G1R4nIFI7xbqrXNYm-AMtDoj7D2dmgMiKtwUTEOr6qEy2WCNM7coM41l-8/s1600/unnamed+(2).png" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhunnc8BK9H49x7bUlnfQA3-ZchMtdd-P-mfQmVrqVYwn1GvLfrBo1H8MyLNeUOHiq4ZmLxNqKc9Ll5Qeqn8G1R4nIFI7xbqrXNYm-AMtDoj7D2dmgMiKtwUTEOr6qEy2WCNM7coM41l-8/s1600/unnamed+(2).png" height="137" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Mesut'un henüz çıktığı ilk maçta Giroud'ya verdiği gol pası.</td></tr>
</tbody></table>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgrZcZGBLTBdNcjXWdHbh_nmXCMYmP8ceQpVIHAUsN99Pzgh5_dzf3K-LxibWhWBi-ox2ELcmg9wHql1x8SSfjMiuLf22Wt4__-ym4bsjCPdpVuky4vGncDdOj9yPdKO5nG6Cw8E7Io2ro/s1600/unnamed+(3).png" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgrZcZGBLTBdNcjXWdHbh_nmXCMYmP8ceQpVIHAUsN99Pzgh5_dzf3K-LxibWhWBi-ox2ELcmg9wHql1x8SSfjMiuLf22Wt4__-ym4bsjCPdpVuky4vGncDdOj9yPdKO5nG6Cw8E7Io2ro/s1600/unnamed+(3).png" height="143" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Kaleci Boruc'a pres yapan Giroud topu çalıp golü atıyor. Geçen hafta benzer bir golü Sunderland'e de atmayı başardı. Yer olsa Giroud'nun ceza sahası içi doğru koşu/yalancı koşularını ve yüksek gol yüzdeli tek vuruşlarını da koyacaktık. Son vuruşları kötü, ama tek vuruşları iyi. (Yukarıdaki golde de bekletmeden topun altına çok iyi giriyor, tek vuruşla gol.)</td></tr>
</tbody></table>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Mesut Özil'in
keskin paslarını değerlendirecek bir forvet olmamasından yakınıp
okları Giroud'ya yöneltmek, bu durumda çok doğru değil. Mevzu,
Giroud'nun 'iyi niyetli' olması da değil. Arsenal'in, örneğin
Higuain gibi bir oyuncuyla, aynı ölçüde kollektif bir takım
olabileceğinin garantisi gerçekten yok. Ve aslında, Mesut çıktığı
ilk maçta, henüz 10. dakikada, savunma arkasına attığı pasta
Giroud'ya golü attırmıştı. Sorun, Olivier Giroud değil. Sadece,
Mesut'un düzenli olarak o pasları atmak için arayacağı oyuncunun
illa ki bir santrafor olması gerekmiyor. Walcott gibi, bir uzak
forvet de olabilir. Ne yazık ki, sakatlıkların şekillendirdiği
Arsenal'de, şu anda bu tip bir uyum yakalayacağı oyuncu yok gibi
gözüküyor.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<b>4 – Wenger okulu</b></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Mesut'un 'yolunu
kaybetmesinde', tüm bunların dışında bir etken daha var. Ama bu
kısım biraz karışık. Öyle ki, Mesut'u şu günlerde nispeten
'verimsiz'leştiren futbol ortamı, uzun vadede onu gerçekten
'olması gereken' oyuncu hâline getiren en değerli unsur olarak
anılabilir. Arsene Wenger'in, oyuncularını el üstünde tutan,
onların 'öznel'liklerine derin saygı gösteren futbol anlayışı,
Real Madrid'de gösterdiği performansla dünyanın en iyi 10
numarası konumuna yükselen Mesut Özil'i bu tanımların da
üzerinde bir figüre dönüştürebilir.
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Sahada ne
yapılması gerektiği hakkında kesin 'direktif'leri olan Mourinho,
Klopp gibi taktisyenlerin aksine, Arsene Wenger'in futbol aklı,
oyuncuların kendi kararlarını alması gerektiği fikrini taşıyor.
Wenger'in düşüncesine göre, Robert Pires gibi, Dennis Bergkamp
gibi dehalardan maksimum şekilde verim almanız ancak bu şekilde
mümkün. Fransız hoca, birbirini yalnızca 'teknik' değil ama
psikolojik olarak da tamamlayan, ayrı ayrı 'karakter'lerin
oluşturduğu kusursuz kollektifler yaratmak istiyor. Bu sezon her
maç farklı bir skorerin çıkması ve daha önceki kısımlarda
bahsettiğimiz Wilshere ve Ramsey'nin takımları meselesini, bu
anlamda bir iyiye gidiş olarak yorumlayabiliriz.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh4u5-IaHdyh-rFYK9dO_2iqQEKFflSbIegsCtWBXY3CiyrsZfvY0PpnavxvLbNrVbUhKxdwxiq79K8TSRnFhQpa7RcMmbNhnc8o831cu1I8gDTd32ZpGPWOZPW91lN_8o6Z9gzR_DdDD0/s1600/hi-res-160536716-mikel-arteta-of-arsenal-in-action-during-the-barclays_crop_exact.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh4u5-IaHdyh-rFYK9dO_2iqQEKFflSbIegsCtWBXY3CiyrsZfvY0PpnavxvLbNrVbUhKxdwxiq79K8TSRnFhQpa7RcMmbNhnc8o831cu1I8gDTd32ZpGPWOZPW91lN_8o6Z9gzR_DdDD0/s1600/hi-res-160536716-mikel-arteta-of-arsenal-in-action-during-the-barclays_crop_exact.jpg" height="320" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><div style="margin-bottom: 0cm;">
<b>“Wenger
tarafından takımın teknik lideri olduğu ilan edilen Mikel
Arteta.”</b></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Wenger'in
kullanmayı çok sevdiği bir tabir olan 'lider' meselesi mühim. Her
takımda iki-üç lider olduğunu söyleyen Patrick Vieira, meseleyi
şöyle izah ediyordu.<i> “Dennis (Bergkamp) bizim liderimiz, ilham
kaynağımızdı. Thierry Henry'nin golü atacağını, Dennis'in
kimsenin yapamayacağı bir şeyi yapacağını biliyorduk.
Biliyorduk ki Sol Campbell gerideki işleri organize ediyordu ve
biliyorduk ki, kırmızı kart görecek biri varsa, o da bendim.”</i></div>
</td></tr>
</tbody></table>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Wenger için,
Mikel Arteta ve Mesut Özil'in ayrı bir yeri var. Bu oyuncuları, takımın
'teknik' liderleri; yani taktik zekası en yüksek, strateji
belirleyen oyuncular olarak tanımlıyor. Mesut'un böyle bir
yapılanma içindeki yeni rolüyse, Mourinho'nun takımındakinden
büyük farklılıklar gösteriyor. Oyuncuları saf birer kazanan
hâline getiren Mourinho'da, 'keskin'likler öne çıkıyordu. Mesut
Özil'i bir anda bu kadar tepeye çıkaran ama diğer yandan, 'az
koşması' gibi eleştirilere tabi tutan yapı, böyle bir yapıydı.
Mesut'un topu alış zamanları, onun en tehlikeli pası atacağı
zamana özel olarak denk getirilmekteydi sanki. Wenger'in takımında
ise oyunculara hazırlanan 'ortam' bu şekilde değil. Mesut Özil'in
'doğaçlama' oynamasına daha fazla imkân tanıyabilecek, Mesut'u
aynı Pirlo gibi, Zlatan gibi, golleri veya asistlerinin üzerinde
başka bir oyuncuya, bir 'fenomen'e dönüştürebilecek bir yapı
bu. Fakat şu an için, Mesut'un epey çalışması şart.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Ancelotti'nin
iddia ettiği üzere 'savunma'sı üzerine değil, ama belki fiziği
ve hepsinden daha çok da şutları üzerine. Wenger, onu Bergkamp'la
kıyasladığı vakit, Hollandalı'nın başlangıçta bir forvet ve
Mesut'un bir orta saha olmasından bahsediyordu. “Dennis'in
kariyeri, fiziksel kalitesine adaptasyonuyla şekillendi. Vücudu
daha fazla skor üretmeye izin vermediğinde, daha büyük bir
'hazırlayıcı' oldu.” Mesut Özil için, tam tersini söylemek
mümkün. Wenger, Mesut'un şutları konusunda daha cesur olması
gerektiğini ve bu konuda daha çok çalışması gerektiğini
söylüyor. Bunları başardığı takdirde, Fransız hocanın Zidane
karşılaştırması çok daha gerçekçi olacak.</div>
gunerhttp://www.blogger.com/profile/10486506843834675318noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1951312736719357573.post-14865303675022300282014-02-22T12:48:00.002+02:002014-02-22T12:58:14.222+02:00Mancini ve Mourinho üzerine<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiJ9DxFuP4SIm_azalmsrznxIkQ_MXH-BQDIh-r403kRcuKuOdfmMQGU3fJfkwM9v5So64NuU3S0yN8KW6yibYhKoUhoHxVskgM_1Mzf-Qhyphenhyphen_E4vR37XjDYrYVj_pKhmbPQc-4sheTV6qY/s1600/pg-68-mourinho-getty.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiJ9DxFuP4SIm_azalmsrznxIkQ_MXH-BQDIh-r403kRcuKuOdfmMQGU3fJfkwM9v5So64NuU3S0yN8KW6yibYhKoUhoHxVskgM_1Mzf-Qhyphenhyphen_E4vR37XjDYrYVj_pKhmbPQc-4sheTV6qY/s1600/pg-68-mourinho-getty.jpg" height="240" width="320" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<i>Hayatım Futbol 118. sayıda.</i></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<i><br /></i></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Roberto Mancini ve Jose Mourinho'nun
futbola bakış açıları birbirinden epey farklılık gösteriyor.
Ama bu farkı ortaya koymak için, alışıldık yolların çok da
yeterli olmadığını düşünüyoruz. İki hocanın favori
dizilimleri veya oyun tarzları yerine, ilgiyi antrenman metotlarına
çekerek çok daha fazla şey anlatmak mümkün olabilir. Mourinho,
antrenmanları 'fikirleri pratiğe dökmek için en iyi yol' olarak
tanımlıyor. Biz de buradan başlayacağız.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<b>Jose Mourinho</b></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Chelsea dergisinin Ocak 2014 sayısında,
Jose Mourinho'nun 'metodoloji'sini anlattığı bir bölüm yer
alıyor. “Farklı düşünce biçimleri var. Bazıları taktik,
bazıları fiziksel çalışmaya ağırlık veriyor.” diyor
Mourinho. “Ama bunun yanında 'global' bir metottan söz
edebilmeliyiz ve sanırım bunu dünyada ilk uygulayanlardan biri
benim. Her çalışmada taktiksel, fiziksel, teknik ve psikolojik
olmak üzere dört ayrı unsuru göz önünde bulunduruyoruz.”</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Jose Mourinho'nun ele aldığı konular
yalnızca futbola değil, herhangi bir iş sektörüne de kolaylıkla
entegre edilebilir duruyor. Burada, futbolun geldiği
profesyonellikten farklı bir durum var. Kuşkusuz en az Mourinho
kadar profesyonel olan Pep Guardiola'nın, en azından bir bölümde
tutkuyla futbol taktiklerinin geçmişinden bahsettiğini
görebilirdiniz. Ama Jose Mourinho bunu tercih etmiyor. Onun futbolla
ilişkisinde, oyuna 'duygusal' bir bağlılığın izlerini
bulabilmeniz hiç kolay değil. Üst düzey futbolcular yaratırken
izlediği yol, size bilhassa şaşırtıcı gelebilir.
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: left; margin-right: 1em; text-align: left;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj8Y4a9FdESg39WJj7CEcJ06Hk7-RkRpNHqucZ90xKveQkPKo5l98zAZRt3cuAl8qs2ghj_KuXhI6vihgLQ9ou6NotP1o3WJZIDrOVFrkDU8yd46B0jznpra4y9O69cWFm21kHTIWqC_RM/s1600/1115-jose-mourinho.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; margin-bottom: 1em; margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj8Y4a9FdESg39WJj7CEcJ06Hk7-RkRpNHqucZ90xKveQkPKo5l98zAZRt3cuAl8qs2ghj_KuXhI6vihgLQ9ou6NotP1o3WJZIDrOVFrkDU8yd46B0jznpra4y9O69cWFm21kHTIWqC_RM/s1600/1115-jose-mourinho.jpg" height="320" width="236" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Mourinho metotları üzerine çok daha fazlasını<br />
içeren doyurucu ve keyifli bir yazı için<br />
<span id="goog_1380494978"></span><span id="goog_1147132588"></span>Blizzard dergisinin 8. sayısındaki<br />
<b><a href="https://theblizzard.co.uk/product/issue-eight/">"Mourinho's Cult of Personality"</a></b><br />
yazısına<b><span id="goog_1147132589"></span><span id="goog_1380494979"></span></b> bakabilirsiniz.<br />
<br />
Mourinho'nun ilgi duyduğu 'beyin merkezli<br />
öğrenme' metotunun öncülerinden<br />
Michel Bruyninckx üzerine doyurucu bir<br />
yazı için de<a href="http://sportsillustrated.cnn.com/2011/soccer/12/17/blizzard.sinnott.mental/"><b> şurası.</b></a> Bruyninckx, artık<br />
Milan için çalışıyor.</td></tr>
</tbody></table>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Mourinho, oyuncuların zihnini manipüle
etmekle işe başlıyor. Düşüncesi şu: Söylediklerimin aslında
kendi fikirleri olduğuna inanırlarsa, o zaman bana tamamen bağlı
olabilirler. Bu yöntem, 'yönlendirilmiş keşif' olarak
adlandırılıyor. “Bu teoriyi pratikte uygulamak çok kolay değil.
Özellikle de sizden, otoriteden gelen emirleri kolaylıkla kabul
etmeyecek elit oyuncularınız varken. Antrenmanları belirli bir
düzene göre inşa ediyorum ve zamanla, zamanla onlar da aynısını
hissetmeye başlıyorlar. En sonunda, hepimiz aynı sonuca
varıyoruz!” diye açıklıyor. Ibrahimovic, Drogba gibi
oyuncularla kurduğu ilişkiye bakarsak, oldukça başarılı da
olmuş.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Bu aşamadan sonra yapılan, bir nevi
'omurilik hafızası' deneyi. Bu tabir, bisiklet sürmek, örgü
örmek gibi, bir kez öğrendikten sonra çoğunlukla düşünmeden,
bilinçsizce yaptığımız hareketler için kullanılıyor.
Mourinho'nun en temel fikri de bundan çok farklı değil. 'Tactical
Periodization' adıyla bilinen analitik yaklaşımında, futbolu dört
aşamaya bölen değerli bir bölüm yer alıyor. Oyun; savunma,
savunmadan hücuma geçiş, hücum ve hücumdan savunmaya geçiş
olmak üzere dörde bölünmüş. Oyuncuların maç içinde bu
'aşama'ları kendi başlarına fark etmeleri, daha doğru ifadeyle,
'hatırlama'ları isteniyor. Çünkü Mourinho bu senaryoları onlar
için antrenmanlarda çoktan oluşturmuş bile! Bu antrenmanlar
sıklaştıkça, maç içindeyken aniden antrenmandaki yerleşimler
göz önüne gelip hatırlanabiliyor ve futbolcuların tepkisi çok
daha çabuk gerçekleşiyor. Yani bir robot gibi oluyorlar. Ya da
acaba öyle mi?</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Mourinho, bu sonuca varmaya karşı
çıkıyor. Bu öğrenim metoduyla robot gibi tahmin edilebilir
değil, fakat kendi üzerindeki 'kontrol'ü arttırmayı başarmış
futbolcular yaratmayı hedefliyor. Ne yapılması gerektiğini çok
daha kolay kavrayabilen, daha hızlı karar veren, daha çok çözüm
üretebilen oyuncular. Inter'de çalıştığı dönemde dört
üniversite öğrencisinin tez konusu olan Mourinho metotları, bu
denli 'beyin' üzerine odaklı oluşuyla okuyanları şaşırtıyor.
“İnsanların ne yaptığım üzerine genel bir fikri var.” diyor
Mourinho. “Ama çoğu zaman yetersiz.”</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<b>Roberto Mancini</b></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Roberto Mancini ise karar alma
sürecinde oyuncuların çok daha 'aktif' rol almasından yana ve her
oyuncuyla bireysel olarak ilgilenmeye değer veriyor. “Capello gibi
bazı hocalar oyuncularla arasına mesafe koymaktan hoşlanır, ben
böyle değilim.” diyor. Mourinho'dan apayrı seyreden futbolculuk
kariyeri ve bu esnada çalıştığı hocalar, Mancini'nin
anlayışında en önemli iki belirleyici olmuş.
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Roberto Mancini, İtalyan futbolunun
gördüğü en yaratıcı futbolculardan biriydi ve sahada ne
yapılması gerektiğini anlamak için bir başkasının sözüne
çoğu zaman ihtiyaç duymamıştı. Sampdoria'yı şampiyonluğa
taşıyan Vujadin Boškov'a göre, devre arasında taktiksel
konuşmalara girişen Mancini'nin tespitleri çok nadiren yanlış
çıkıyordu. Hatta bunun ötesine geçtiği de oldu. Kariyerinin
ilerleyen döneminde Sven-Göran Eriksson'la çalışırken, hocaya
orta sahada oynaması gerektiğini söylemiş ve UEFA Kupası'nı
kazanacak kadronun en kilit isimlerinden biri artık forvet değil,
orta saha oynayan Roberto Mancini olmuştu. Mancini, Eriksson için
'kardeşim kadar yakın' diyor. “Benim için bir öğretmendi.
İtalya'ya geldiğinde 5-3-2 oynuyorduk. Sven, 4-3-3 veya 4-4-2
oynamayı tercih etti. Çok farklı taktiksel alternatifler gösterdi,
bu önemliydi.”</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgbUvx6voYJqCAfb-81KAkmzMbbrZ_RL48DGg9lWqg2Cj7MUtU4kwGozNwiJ-TQ8lFISOAnxX49nii7ybnbBctCmVp-4eCF284D6M6Uw3qf_pPgYcAPciqfy0_WYZh-K4Y3z-ycWNdcGM0/s1600/Mancini-Eriksson.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgbUvx6voYJqCAfb-81KAkmzMbbrZ_RL48DGg9lWqg2Cj7MUtU4kwGozNwiJ-TQ8lFISOAnxX49nii7ybnbBctCmVp-4eCF284D6M6Uw3qf_pPgYcAPciqfy0_WYZh-K4Y3z-ycWNdcGM0/s1600/Mancini-Eriksson.jpg" height="258" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Lazio günlerinden, Roberto Mancini ve Sven-Göran Eriksson.</td></tr>
</tbody></table>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Antalya kampındaki en şaşırtıcı
gelişmelerden biri, futbolcularıyla özel olarak ilgilenen; savunma
oyuncularına nerede duracağını, orta saha oyuncularına nerelere
koşacağını birebir gösteren Mancini olmuştu. Bunu Türkiye'deki
çalışma şartlarının yarattığı özel bir durum olarak
düşünmeyin. İlk çalıştığı kulüp olan Fiorentina'da, 33
yaşındaki Marco Lanna da şaşkınlığını dile getirmekten
kendini alamamamıştı. “Ondan çok etkilendim. Kariyerimde daha
önce bu denli 'pedagojik' bir yaklaşım tercih eden biriyle
çalışmamıştım” diyordu. "Hocalar tekniğinizi
kusursuzlaştırıyor ama gerçekten bir şey öğretmiyorlar. Bence
Mancini koçluğa atılırken ilk olarak bunu sorgulamıştı."
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Roberto Mancini, sahada olup bitene
dair oyuncularının algılarını geliştirmek, daha fazla düşünen
ve futbol hakkında daha fazla fikri olan oyunculara sahip olmak
istiyor. Bu şekilde, onun saha içinde uygulayacağı taktiksel
değişimlere daha rahat cevap verebilir, ama bundan önemlisi, çok
daha iyi futbolculara dönüşebilirler. 'Futbolu bir bilim olarak
gördüğünü söyleyen' Toure'nin Mancini'yle çalışmaktan
duyduğu memnuniyet kuşkusuz bu yüzden. Lakin bu yaklaşım, her
oyuncuda aynı olumlu etkiyi yaratmıyor. Manchester City'nin 3-5-2
oynadığı dönemde taktikleri eleştiren İngiliz oyuncu Micah
Richards'la girdiği diyalog, bu duruma yakın zamandan bir örnek.
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Mantalite, Mancini'nin kullanmayı en
sevdiği kelimelerden biri. Başarılı olmak için kulübün ve
oyuncuların 'mantalitelerini değiştirebilmenin' öneminden sık
sık bahsediyor. Daha fazlasını talep eden, kaybetmekten nefret
eden bir takım kimliği oluşturmak onun için çok önemli. “Bazı
kulüplerde, örneğin Chelsea'de buna ihtiyaç duymazsınız.”
diyor Mancini. “Kazanma kültürü orada zaten var. Ama benim
istediğim böyle bir şey değil. Meydan okumayı seviyorum.
Futbolculuğumda Juventus'a veya Milan'a gitmek yerine Sampdoria'da
kalıp Sampdoria'yla beraber büyümek istemiş, büyük kulübe
gittiğim için büyük oyuncu olarak anılmak istememiştim.”
Geçtiğimiz günlerde “İyi oyuncular, kazanmak istedikleri zaman
kazanırlar.” dediğinde de aslında bunu anlatmak istiyordu. Ancak
bu 'mantalite'yi yerleştirmek biraz zaman alacak.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<b>Taktiksel tercihleri</b></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Porto'da 4-3-1-2 ve Chelsea'de 4-3-3
dizilimiyle öne çıkan Mourinho, Inter'den bu yana istikrarlı
olarak 4-2-3-1'i kullanıyor. Lakin son Chelsea takımında bu yapıda
önemli bir değişim yaşanıyor. Inter'de Wesley Sneijder ve Real
Madrid'de Mesut Özil'i 'serbest' rollerle görevlendiren ve bu
oyuncuları bilinçli olarak takımın katı savunma kurgusundan ayrı
bir yere koyan Mourinho, bu kez daha 'melez' bir oyuncu tipinin
peşinde. Sihirbaz Mata'nın dışlanışı ve arkadaki ikiliyle
kolaylıkla bütünleşebilen 'hibrid' roldeki Oscar'ın yükselişi
bunun bir göstergesi. Mourinho'nun sürekli dile getirdiği üzere,
'Chelsea'de uzun süre kalmak' isteyişi, dolayısıyla daha kompleks
bir yapı oluşturma çabası ve Mesut Özil'in izole kaldığı Real
Madrid'in geçen sene yaşadığı hayal kırıklıkları, bu
değişimdeki en önemli pay sahipleri gibi gözüküyorlar. Tüm
bunların yanında asla değişmeyense, hepimizin bildiği üzere
Mourinho takımlarının ölümcül kontra atakları ve gerideki
sağlam duruşları oluyor.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgQZnpDE9dOmWMXiFY-mBYddtb3rxx9Ojp4DqKb-oFjTD3YnokMUU2iGE-CywOV2LVt_AOSruYwR4j5sQOMb_g9mkmMG7ixllJVSPlBKBjiTufDYEEMJcu0eIyb7yH5O8QdCXiEx95_wfI/s1600/Javier+Zanetti.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgQZnpDE9dOmWMXiFY-mBYddtb3rxx9Ojp4DqKb-oFjTD3YnokMUU2iGE-CywOV2LVt_AOSruYwR4j5sQOMb_g9mkmMG7ixllJVSPlBKBjiTufDYEEMJcu0eIyb7yH5O8QdCXiEx95_wfI/s1600/Javier+Zanetti.jpg" height="193" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><b><a href="http://www.amazon.com/Roberto-Mancini-Footballing-LIfe-Story/dp/1906850518/ref=sr_1_1?ie=UTF8&qid=1393064985&sr=8-1&keywords=roberto+mancini">Luca Caioli'nin yazdığı Roberto Mancini biyografisinde</a>,</b> Inter'de iki hocayla da çalışma fırsatı bulan Javier Zanetti'nin Mourinho ve Mancini'yi karşılaştırdığı bir bölüm yer alıyor. Zanetti'nin sözleri şu şekilde:<br />
<br />
"Çok farklılar, kesinlikle. İkisinin de çok güçlü karakterleri var, ama futbolu bakış açıları birbirinden tamamen farklı. Mou için topa sahip olma ve savunma yapma oyuna dair temel detaylar ama taktikleri tamamen rakibin oyunu üzerine kuruluydu. Bundan öte, Portekizlinin takımıyla kurduğu bağ Mancini'den çok farklı."<br />
<br />
<i><b>-Mancini'yi tanımlamak isteseniz, ilk aklınıza gelen ne olur?</b><br />Zanetti: </i>Kesinlikle karizması ve futbola dair düşüncelerini karşısındakine aktarma gücü.<br />
<br />
<i><b>-Peki Mancini'nin futbola yaklaşımını nasıl tanımlarsınız? Öncelikle hücum mu? Öncelikle defansif mi? Ya da fazlasıyla defansif mi?..</b><br />Zanetti: </i>Hayır, böyle olduğunu düşünmüyorum. Mancini maçlara geride bekleme düşüncesiyle çıkmıyor. İyi bir savunma ve sürekli hücum tehdidi yaratabilmenini dengesini kurmak istiyor ve bunlardan daha önce de, sürekli topa sahip olmak.<br />
<br />
<i><b>-Arjantin'den size Mancini'yi hatırlatan bir isim söyleyin.</b><br />Zanetti: </i>Daniel Passarella. 1978'de Dünya Şampiyonu olduğumuzda takımın kaptanıydı. Passarella, Inter'de benden önce oynayan Arjantinli ve 1998 Dünya Kupası'nda milli takımdaki hocamızdı. Çok güçlü bir karizması vardır, aynı Mancini gibi.</td></tr>
</tbody></table>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
3-5-2, Roberto
Mancini'nin favori B plânları arasında kuşkusuz ön sıralarda
yer alıyor. Çalıştırdığı kulüplerde bu yapıya bir şekilde
yer açmaktan kendini alamıyor gibi. Fakat 3-5-2, A plânı olarak
tercih ettiği bir dizilim değil ve 4-2-3-1, 4-4-1-1 gibi pek çok
başka dizilim bu yapının önünde tercih edilebilir. Mancini için
dizilimlerin kendisinden ziyade, dizilimler arası geçişler
yapabilmek ve mümkün mertebe 'hibrid' bir oyuna evrilmek daha büyük
bir önem taşıyor. Hücum kombinasyonları da bu fikre paralel
seyrediyor. Oyuncuların akıcı şekilde yer değiştirmesi ve bu
şekilde rakip bloklarının organize yerleşimini bozma düşüncesi,
onun tarzının 'artistik' bileşenini oluşturuyor. İlk kulübü
Bologna'nın o zamanki futbol direktörü Paolo Borrea'ya göre,
Mancini'nin takımları aslında fazlasıyla Eriksson'unkilere
benziyorlar. “Bütün orta sahalar birbirine yakın oynuyor, kısa
pas yapıyorlar, topa sahip olmayı seviyorlar ve sonra bam! Aniden
hücuma çıkıyorlar.”</div>
gunerhttp://www.blogger.com/profile/10486506843834675318noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1951312736719357573.post-86542690221846271252014-02-15T13:25:00.001+02:002014-02-15T13:28:19.267+02:00Moyes ne düşünüyor?<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj9RsnknesUlGhBsJJ-S_4BwhL-aodnqJk4oTYFdmw4gtdgyBG8pX7ic1mdf7fBs9cl-ICW3nv-CytDY6Cjca-NjaXVEihjg9DBXgNmHojZcJpoFbVoU7F0jW5ttAgk-hPH_NDPkOfPVU8/s1600/o-DAVID-MOYES-facebook.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj9RsnknesUlGhBsJJ-S_4BwhL-aodnqJk4oTYFdmw4gtdgyBG8pX7ic1mdf7fBs9cl-ICW3nv-CytDY6Cjca-NjaXVEihjg9DBXgNmHojZcJpoFbVoU7F0jW5ttAgk-hPH_NDPkOfPVU8/s1600/o-DAVID-MOYES-facebook.jpg" height="200" width="400" /></a></div>
<br />
<div style="text-align: center;">
<i>Hayatım Futbol 117. sayıda.</i></div>
<br />
<div style="margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
<i><b>"David Moyes'un tekdüze taktikleri
fazlasıyla can sıkmaya başladı. Acaba ne kadar zaman daha aynı
şeyleri denemeye devam edecek?"</b></i></div>
<div style="margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
<i><b><br /></b></i></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
United'ın sezon
başında gösterdiği performans için çok kutuplu bir analize
girişmemiz zorunluydu. Görevi Alex Ferguson'dan devralmanın
dünyanın en zor devir teslimi olduğunu söyleyerek söze
başlayabilirdik. İster istemez, konu oradan kadroya gelecekti.
Manchester United, geçen yıl şampiyon olduğunda dahi ligin en
güçlü kadrosuna sahip olan takımı değildi. Glazer ailesi,
senelerdir hasıraltı edilen tüm meselelerin baş sorumlusuydu ve
kulübün kaçınılmaz gerilemesi için belki de en başta onları
suçlamak gerekiyordu. Moyes'ın yetersizliği, nispeten alt sıralara
itilmişti. Fakat artık öyle değil. Manchester United'daki
sorunların David Moyes'a ait olan kısmı son haftalarda öylesine
ayyuka çıkmış durumda ki, şu anda başka türlü bir yazı
yazabilmek mümkün olmuyor.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Görünen o ki,
Moyes'un A planı orta açmak üzerine kurulu. B planıysa, daha
fazla orta!
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Bu pazar oynanan Fulham maçı, ne
kadar ileri gidebileceklerini görmek açısından ilginç bir
deneyimdi. Manchester United, maçı tam 81 ortayla tamamladı! 5
büyük Avrupa Ligi baz alındığında, son 5 senedir bir maçta bu
kadar fazla orta açan bir takım çıkmamıştı. Daha ilginci,
United'ın attığı 2 golün de bu şekilde gelmemesi ve Fulham'ın
açtığı 4 ortada 2 gol bulması oldu. Bir şeyler ters gidiyor, bu
kesin.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhttg6ACC3x9U8Ew5Q4d1k8M_gXuLtTZCF3ufmdZ2M_HkoUIcMg9ICrSmgZIkvqTBBAtwEHP234NEV31C795xABYgyJeiWGh0qT7soUVzo9Ii0Z6wFZssUiQOnlPYhTxUnJn6za4PhHTpU/s1600/BgDbrGLIIAEhFV7.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhttg6ACC3x9U8Ew5Q4d1k8M_gXuLtTZCF3ufmdZ2M_HkoUIcMg9ICrSmgZIkvqTBBAtwEHP234NEV31C795xABYgyJeiWGh0qT7soUVzo9Ii0Z6wFZssUiQOnlPYhTxUnJn6za4PhHTpU/s1600/BgDbrGLIIAEhFV7.jpg" height="244" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Artık Fergie time yok, Moyesie time var! United son dakikalarda attığı gollerle 3 puan kazanan takımdan, son dakikalarda yediği gollerle 1 puana razı olan takıma terfi etti.</td></tr>
</tbody></table>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<b>Şanssızlık olabilir mi?</b></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
David Moyes, takımın sonuca gitmeyi
başaramadığı maçları istikrarlı şekilde 'şanssızlık'
olarak yorumluyor. United, bu sene sahiden de kalesinde olağanüstü
goller görüyor ama baş suçlu gerçekten bu olabilir mi?
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Şanssızlık söyleminden daha tatmin
edici bazı gerçekler olduğu aşikar. Bu kadar üst üste tekrar
ettikten sonra, şans faktörünün kendisinin de sorgulanması
gerekiyor. Manchester United, mucizevi gollerden daha fazlasını,
kendi savunma kurgusundaki ciddi beceriksizliği neticesinde yiyor.
Açıkçası, geçen sene de bu anlamda farklı değildiler. Bir ara
Reading'den ilk yarıda 3 gol yedikleri dahi olmuştu. Ama aynı
maçın ilk yarı skoru, United lehine 4-3'tü. Manchester United'ın
gerideki kırılganlığı ve orta sahadaki kalite eksikliği,
yazının başında değinmeye çalıştığımız geçmişten gelen
problemler, bunu bir kenara koymak gerek. Fakat artık yediklerinden
daha fazlasını atamıyorlar ve gol bulmak için başvurdukları
yollara bakılırsa, ilk olarak 'şans'ı suçlamakta çok da haklı
değiller.
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Şans biraz da sizin elinizde. Bu
faktörü tamamen göz ardı edemeyebilirsiniz ama kesinlikle kontrol
edebilir ve minimize edebilirsiniz. Bu nedenle ki, üst düzey,
proaktif oyun anlayışını takip eden takımlar sorunları
öncelikle kendilerinde arıyorlar. Tüm bunları idare edebilecek
kadar kontrol sahibi olmaları gerektiğini düşünüyorlar.
United'ın tek boyutlu hücum plânıysa, takımın mevcut
potansiyelini yansıtmada yetersiz kalıyor, ve kalacak da. Oyunu
daha geniş boyutlarıyla kontrol altına almayı başaramadığınızda,
şanssızlık elbet daha rahatsız edici hâle geliyor.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<b>Ters giden ne?</b></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: left; margin-right: 1em; text-align: left;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi12tXMmvY1Qukj6zXyrgI4WoiJvw3JPcWCOTsnUF275YEw_cvdZfP2dvCZYeKRHBCugaBh559iI86X-r2h9WX4mo5TKM4_Neat9PjlvrHkuEIPCFXskDprn8Q8lM4bG4qdaLxmUOsVccc/s1600/BgDADPdCQAA70Kh.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; margin-bottom: 1em; margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi12tXMmvY1Qukj6zXyrgI4WoiJvw3JPcWCOTsnUF275YEw_cvdZfP2dvCZYeKRHBCugaBh559iI86X-r2h9WX4mo5TKM4_Neat9PjlvrHkuEIPCFXskDprn8Q8lM4bG4qdaLxmUOsVccc/s1600/BgDADPdCQAA70Kh.jpg" height="320" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Fulham maç programından.</td></tr>
</tbody></table>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Manchester United
artık Old Trafford'da kazanamıyor. Ama bundan daha can sıkıcı
bir durum daha var: sebebi hakkında Moyes'un da yaratıcı bir fikri
bulunmuyor.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Bu kez Old
Trafford'da değil, ama yine öyle maçlardan biri. United aslında o
kadar da berbat oynamıyor. Lakin hücumda çok vasatlar ve Charlie
Adam'ın kendisinin dahi hayal etmediği bir gol atacağı tutuyor.
Maçı 2-1 kazanan Stoke City. Maç sonunda mikrofonlar David Moyes'a
yöneltiliyor.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
“Kazanmak için
ne yapmamız gerektiğini bilmiyorum.” diyor Moyes. “Bence iyi
oynadık.” Aslında oynamamışlardı. Pek çok pozisyon yaratıp
bunları değerlendirememelerinden bahsediyor. “En azından 8-9 kez
çizgiye indiğimizi tahmin ediyorum.” Galiba ters giden kısım
burası.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Çizgiye inmek mi?
Eğer hücumdaki verim parametresi buysa, evet, muhtemelen iyi bir
maçtı. Keza United'ın başka şekilde geliştirdiği bir tehlikeli
akın olmadı.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<b>Biraz sayıların yardımı</b></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Bakın, orta-gol
oyununu kesinlikle küçümsemiyoruz. Şehrin mavi yakası,
Manchester City, şu anda ligin en iyi orta-gol oyunu oynayan takımı.
Bu işi gerçekten dünya çapında yapıyorlar. United'ın yaptığı
ise verimsizce ve yalnızca bu şekilde gol bulmaya çalışmak. İşte
eleştirdiğimiz bu.
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
United'ın bir ay
önce Old Trafford'da Tottenham'a kaybettiği maçın ardından bir
analiz yapılmış. İstatistikler şu an tam olarak güncel değil
ama yine de yol gösterici. Aynı bizim şu an Fulham maçının
ardından söylediğimiz gibi, Tottenham maçı da o an için
United'ın bir maçta açtığı en fazla ortaya tanık olmuş.
United kaybediyordu, rakibi baskı altına almak istemişti ve
tercihi daha fazla orta açmak oldu. 47 orta. O sırada 20. lig
maçını tamamlayan Manchester United'ın, 533 toplam ortayla ligde
birinci sırada yer aldığı yazıyor. Bu arada bu ortaların
yalnızca 90 tanesi isabetli olmuş. Ayrıca kanat oyuncularından
skor katkısı alınamamasına da bir paragraf açılmış. Tek
boyutlu oyunun bir başka sonucu.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgWEfnrdP25qr0fLoKYMglUPF75wFdzzZc02Zj2yKJl5zWEVarhCLJQHcHrWIif_YVQTO-iOE0jtBY2suJg5IfxI5slkgwDZu64ch90DRj706HZdlhjhYvRHOYMgbTIp7O73QxuhRl8iQA/s1600/Blocking-crosses-Fulham.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgWEfnrdP25qr0fLoKYMglUPF75wFdzzZc02Zj2yKJl5zWEVarhCLJQHcHrWIif_YVQTO-iOE0jtBY2suJg5IfxI5slkgwDZu64ch90DRj706HZdlhjhYvRHOYMgbTIp7O73QxuhRl8iQA/s1600/Blocking-crosses-Fulham.jpg" height="222" width="400" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Resmi büyüterek notları okuyabilirsiniz. eplindex'den.</td></tr>
</tbody></table>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Bir istatistik de
henüz geçen haftadan. Manchester United, 2013/14 sezonunda en düşük
oranda merkezden akın geliştiren Premier Lig ekibi. Yalnızca %24.
Önceki senelerde bu alanda 5., 11., 6. ve 8. olan takım şu anda
20. sırada bulunuyor.
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<b>Esas soru: Moyes ne yapmak istiyor?</b></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
David Moyes'un
derinliğini kaybettiği konusunda artık hemfikir olduğumuzu
düşünüyorum. Ama Moyes da elbet uzun topçu Pulis'in orta
takıntılı hâli değil ve bir Stoke City yaratmaya çalışmıyor.
Bu oyun plânının ne ifade ettiğini ve en iyi ihtimalle nelerin
ortaya çıkabileceğini tartışmak için hocanın Everton'ın
günlerine gitmek faydalı olacak.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Fazlasıyla titiz ve aşama aşama
giden bir hoca olarak, Moyes'un 'hücum' oynayan ilk ciddi takımı
geçen sene belirmişti. Bunun öncesinde de ligi sürekli ilk 6 sıra
içinde bitiren ve bir ara Şampiyonlar Ligi ön elemesi dahi oynayan
Everton, fazlasıyla 'reaktif', yani rakibe göre kendini belirleyen
bir takım olarak biliniyordu. Daha fazlasına doğru ilerlemeye
başlayan geçen yılki Everton'ın sorunlarıysa, bu seneki
Manchester United'la büyük oranda paralellik gösteriyordu. Çok
daha olgun bir takım olarak, fazlasıyla tempolu ve hatta keyif
veren bir takımdılar ama maçı koparacak golü atamadıkları için
berabere biten maçlar sezonun karakteri hâline gelmişti.
Kanatlardan en fazla akın eden takım Everton'dı; sol bek Baines de
ligin en çok orta açan oyuncusu. Ama bu takımın yapısında
gerçekten ilgi çekici bazı ögeler de vardı.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg7mkjAKkx8ejVrCuiwL1qismVt7sucsMbgVUDJIOjQa2ghpLJHRj6Om4DeMP11fXDVA2zdEDHvrhkzp8D48NYNIliMn2Ub-TCpb1_Fl5QGelXC0QL7PGj6U8VSfk99aLih174SfWpAAio/s1600/Everton+v+Newcastle+United+-+Premier+League-1328959.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg7mkjAKkx8ejVrCuiwL1qismVt7sucsMbgVUDJIOjQa2ghpLJHRj6Om4DeMP11fXDVA2zdEDHvrhkzp8D48NYNIliMn2Ub-TCpb1_Fl5QGelXC0QL7PGj6U8VSfk99aLih174SfWpAAio/s1600/Everton+v+Newcastle+United+-+Premier+League-1328959.jpg" height="212" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Everton az önce attığı golü kutluyor. Golü hazırlayan ekip: olağan şüpheliler.</td></tr>
</tbody></table>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
David Moyes, dar alanlar içinde
rakipten fazla sayıda oyuncu bulundurarak kombinasyonlar oluşturmak,
bu şekilde rakibe üstün gelmek istiyor. Örneğin, sol koridordaki
Baines – Pienaar – Fellaini uyumu muazzamdı ve muhtemelen bu
seneki Manchester City ile boy ölçüşecek düzeydeydi. Forvet
arkası oyuncu olarak başlayan Fellaini, rakibi bozan bir etmen
olarak sıklıkla kanatlara açılıp üçüncü oyuncu ve sırtı
dönük top tutan kişi oluyor; sol ayağını raket gibi kullanan
Baines, durumun uygunluğuna göre ceza sahasındaki koca adama orta
açıyor veya yanına yaklaşan Pienaar'la al-ver yapıp merkeze
doğru sürüyor; oyun kurucu Pienaar, oyunu ilk aşamada dengeye
getiren isim oluyordu. Everton, oyunun büyük kısmında kanatlarda
3'e 2 veya 4'e 3 gibi üstünlükle kuruyordu. Kenarları çoklayanlar
arasında merkez orta saha başlayan Leon Osman, hatta stoper Phil
Jagielka gibi isimler de vardı. Everton bu şekilde fazlalaşarak
rakibin hattının arkasına geçmeyi başarıyordu. Gibson'ın da
takıma katılmasıyla, orta sahada aniden topu kanatlara açacak
yeni bir isim eklendi ve Everton her şeyi başka bir hızda yapmaya
başladı. Hâlâ büyük ölçüde 'son pas'larını ortalar
üzerinden gerçekleştiren takıma 'boyut' katan yapı buydu, ne
kadar yeterli olabileceği veya Moyes'un ne kadar ileri götürmek
isteyebileceğiyse şu ana kadar tam anlamıyla test edilememiş
durumda. Belki bir sezon daha izlemek gerekebilirdi.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgEyoEqrozQZlZslM1mAz_aPErW3q3w3XOYPHQo40JIKJU4yQ9PbzMJiA0-Dq5UD9Jsj0kWrvypHAaDArIlUUABKhf4hP-6G4XEgQXEIsmzIeptnCH_wjEs7AWpHMSzLeJhhsTApveN-hA/s1600/new-picture-1114.png" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgEyoEqrozQZlZslM1mAz_aPErW3q3w3XOYPHQo40JIKJU4yQ9PbzMJiA0-Dq5UD9Jsj0kWrvypHAaDArIlUUABKhf4hP-6G4XEgQXEIsmzIeptnCH_wjEs7AWpHMSzLeJhhsTApveN-hA/s1600/new-picture-1114.png" height="170" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Everton'ın geçen sene attığı gollerden biri. Sol koridora 'overload' sonucu Pienaar ceza sahası dışında iyi bir pozisyon alıyor. Avantajı kaybolmadan vurup Everton'ı öne geçirecek. Başka bir durumda, aynı bu karedeki bölgede duvar olan Fellaini'nin verdiği pasta topla buluşan Pienaar'ı ve onun ara pasında savunma arkasına kaçan Baines'e tanık olabilirdik.</td></tr>
</tbody></table>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Bu anlayışın Manchester United'a
yansımalarını özellikle son Chelsea maçında görebilmek mümkün
oldu. Welbeck'in arkasında başlayan Januzaj maç boyu sürekli sola
deplase oldu, sürekli bloklar arasına girdi çıktı ve bu şekilde
yakalayabildiği birebirlerde çok etkili paslar çıkarmayı
başardı. Bu kez de savunma ve orta sahadaki zayıflıklar onları
yarıyolda bıraktı.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Taktiksel çıkmazları bir yana, Moyes
hâlâ United'ın aradığı uzun vadeli, bu 'işi' çok yönlü
götürebilecek nitelikte bir isim olabilir. Fakat saha içindeki
çıkmazlar şu anda gerçekten ciddi bir sorun teşkil ediyor.</div>
gunerhttp://www.blogger.com/profile/10486506843834675318noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1951312736719357573.post-10039199552864413712014-02-08T12:25:00.000+02:002014-02-09T00:20:47.534+02:00Tarihin gördüğü en kötü Milan<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjcvUuxMW0zTDk5m-_bVYjI1FRhwQbM16ATNWzeWcGakX__fVQkQdi4jCUaC-cPLeFotEeLLFdQzcP5amPOhWPMvDtyWd4ZP5frMiJbeZZpAhCOlnYJTklQf66VzEgRr1-KIQU2bn8i0iY/s1600/Milan1981_1982.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjcvUuxMW0zTDk5m-_bVYjI1FRhwQbM16ATNWzeWcGakX__fVQkQdi4jCUaC-cPLeFotEeLLFdQzcP5amPOhWPMvDtyWd4ZP5frMiJbeZZpAhCOlnYJTklQf66VzEgRr1-KIQU2bn8i0iY/s1600/Milan1981_1982.jpg" height="175" width="400" /></a></div>
<br />
<div style="text-align: center;">
<i>Hayatım Futbol 116. sayıda.</i></div>
<div style="text-align: center;">
<i><br /></i></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Fikstürün ilk
yarısı tamamlandığında 22 puanla 11. sırada bulunan Milan,
bundan daha kötü olmayı başarabildiğinde Barbara Berlusconi'nin
doğmasına henüz 2 sene vardı. 1981-82 sezonuydu ve o sıralar 16
takımla oynanan Serie A'nın 15 haftası sonunda 15 puan
toplayabilen Rossoneri, sondan üçüncü sırada yer alıyordu.
Sezonun ikinci kısmında ne Baresi'nin dönüşü, ne hocanın ne de
başkanın değişmesi fayda edecekti. Düşecek takımı fotofinişin
belirleyeceği son haftada, Napoli kalecisi Castelli 85. dakikada çok
garip bir gole izin veriyor ve bu da kümede kalan takımın Genoa
olacağı anlamına geliyordu. O sezonun tamamına 21 gol
sığdırabilmiş Milan'ın son yarım saatte bulduğu 3 gol ve
2-0'dan çevirdiği maçın artık bir önemi yoktu. Maç bitiminde
coşkuyla sahaya inen taraftar, Napoli'den gelen geç gol haberiyle
büyük bir yıkıma uğrayacaktı. Milan küme düşmüştü.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<b>80'lerde Serie A</b></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
80'lerin sonu ve
özellikle de 90'lar, İtalyan Ligi'nin altın çağıydı. Platini,
Maradona, van Basten gibi dünyanın en iyi oyuncuları Serie A'da
top koşturuyor; bir zamanlar ayakkabıcı çırağı olan Arrigo
Sacchi'nin dönüştürdüğü Milan, alan savunması ve presli oyunu
başka bir formda sunarak dünya çapında futbolun hüviyetini
değiştiriyordu.
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
80'lerin ilk
bölümü, bu yükselişe ön ayak olan gelişmelerle başlamıştı.
Serie A, 1980-81 sezonunda kulüplere bir adet yabancı oyuncu
oynatabilme hakkı tanıyacağını duyuruyordu. Bu sayı ilerleyen
yıllarda kademeli olarak arttırılacaktı. Ülkenin en köklü
kulüplerinden Milan içinse, 80'lerin ilk yarısı felaket demekti.
1980'de patlak veren Totonero skandalında küme düşürülen takım,
geri döndüğü ertesi senede (1981-82) tekrardan bir alt ligin
yolunu tutacak ve görkemli tarihindeki en karanlık günleri
yaşayacaktı. Ama bu kaotik dönemin çok önemli bir sonucu
olmuştu. 1986 yılına gelindiğinde, serbest düşüşteki kulübü
medya devi Silvio Berlusconi satın alıyordu.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEimdg_N0tkdOy0XUfry4X2NEPAiOTRjWDAiy3mIwn0jrGPS_VQ-cqfWu0kGRimkhISwDJby5UzZf0NkQ6_iFeV71E4hEnVQlDnbqsYCFyPFx5rjkPONGEpGoYS9tCLvsdawYNJNf5SDbAQ/s1600/maxresdefault.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEimdg_N0tkdOy0XUfry4X2NEPAiOTRjWDAiy3mIwn0jrGPS_VQ-cqfWu0kGRimkhISwDJby5UzZf0NkQ6_iFeV71E4hEnVQlDnbqsYCFyPFx5rjkPONGEpGoYS9tCLvsdawYNJNf5SDbAQ/s1600/maxresdefault.jpg" height="209" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Yabancı oyuncu sayısının 2'ye yükseltildiği 1982-83 sezonunda Liam Brady'i Sampdoria'ya yollayan Juventus, Michel Platini ve Zbigniew Boniek'i transfer etti. Harikalar yaratacak bu iki yeteneğin alternatifi ise Bologna'nın bebek yüzlü forveti Roberto Mancini'ydi. Küme düşen Bologna'da 9 gol atan 18 yaşındaki Mancio, gol krallığını 3. sırada bitirmişti. O yaz ailesiyle tatilini geçirdiği yeri ziyaret eden kulüplerin ardı arkası kesilmiyordu. Mancinileri en çok ikna eden proje Sampdoria'nınki oldu. Sampdoria'ya 'evet' dedikten sonra Juventus'un teklifini öğrenen genç Roberto için büyük bir yıkım olmuş olsa gerek. Kendisi sıkı bir Juventus taraftarıydı ve Torino'ya transferi, çok istediği 10 numara pozisyonunda oynatılacağı anlamına gelebilirdi. </td></tr>
</tbody></table>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
İtalyan pasaportu
olmayan yalnız bir oyuncunun oynatılabildiği durumda, takımların
yabancı tercihlerine ayrıca özel anlamlar yüklemek mümkündü.
Kuralın devreye girdiği 1980-81 sezonunda, şampiyon Juventus'un
sükseli transferi Arsenal'den Liam Brady olmuştu. İrlanda'dan
çıkan en iyi sol ayak, Bergkamp öncesi Arsenal'in sanatçı
kontenjanını dolduran isimdi ve İtalya'da da epey bir iz bırakmayı
başaracaktı. Napoli, efsane Ajax kadrosunun savunma oyuncularından
Ruud Krol'ü transfer ediyordu. Krol, sene sonunda Guerin Sportivo
dergisi tarafından yılın oyuncusu seçilecekti. Roma'nın
yıldızıysa Radamel Falcao'nun isim babası olan Brezilyalı oyun
kurucu 'gerçek' Falcao'ydu. En iyi takımlar, en göz alıcı
yetenekleri kapmaya başlamıştı.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<b>Çamaşır makinesi Joe</b></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
O seneyi Serie
B'de geçiren Milan'ın, hemen ertesi sene geri döndüğünde
tekrardan ligin en önemli takımları arasında yer alacağı
düşünülmüştü. Takımın önemli oyuncularından Walter
Novellino, birkaç iyi takviyeyle şampiyon olabileceklerinden
bahsediyor; görüşülen yabancı oyuncular arasında Cruijff, Zico,
Ceulemans gibi isimler yer alıyordu. En sonunda anlaştıkları
isimse.. Joe Jordan olacaktı. Pek de büyük kulüplerin yaptığı
göz alıcı transferlere benzemeyen; ön yargı ve küçümsemeyle
bakılan uzun topçu İngiliz liginden alınan, en önemli niteliği
fizik gücü olan bir İskoç forvet. Onu, 2011'de Gattuso'nun
boğazladığı Tottenham antrenörü olarak da hatırlayabilirsiniz.
Jordan, Milan'ın tepetaklak gidecek sezonunun ilk alameti olacaktı.</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgnlaUB_yn-QQHJuiHhdjDovx3NtubS76Q5JXzQAfbtgRXa_9KhhvmOgs5Y02EaIiq-xcP4q8kBDHKWmw-MWwUG3UcwLM8SJI5pfPIZmMa-13nE658Pxf2ZeC1we4WVUdCw1rcr0ht3kU8/s1600/jaws.png" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgnlaUB_yn-QQHJuiHhdjDovx3NtubS76Q5JXzQAfbtgRXa_9KhhvmOgs5Y02EaIiq-xcP4q8kBDHKWmw-MWwUG3UcwLM8SJI5pfPIZmMa-13nE658Pxf2ZeC1we4WVUdCw1rcr0ht3kU8/s1600/jaws.png" height="116" width="400" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Joe 'Jaws' Jordan, İskoçya Milli Takımı formasıyla (solda). 2011'deki Şampiyonlar Ligi eşleşmesinde yanlış kişiye çatıyor. Gattuso, Jordan'ın 'seni İtalyan piç!' dediğini iddia etmişti.</td></tr>
</tbody></table>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br />
Gol bulabilmek
sahiden ciddi bir sorun olmuştu. Jordan'ın 8. haftada atacağı
gole kadar, Milan 630 dakika boyunca sadece 1 gol kaydedebiliyor ve o
golü de Napoli'den Ferrario kendi kalesine atıyordu. Sene sonunda
Milan'dan daha az gol atan tek takım, ligi son sırada bitiren
Como'ydu. Olmayan iki ön dişi ve sahadaki korkutucu görüntüsü
nedeniyle 'Jaws' lakabı takılan Joe Jordan da Akdeniz sularında
maharetlerini sergileyemiyor ve ligi 2 golle tamamlıyordu.
Gazetelerin maç sonu verdiği puanlara bakılırsa, o sezonun en
kötü performans gösteren yabancı oyuncusu oydu.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<b>Kötü başlangıç, kötü son</b></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Joe Jordan
talihsiz bir tercih olabilirdi. Ama Milan'ın sezonunu gerçekten
derinden etkileyen, Franco Baresi'nin sakatlığı olmuştu. 21
yaşındaki Baresi, daha o günlerde takımın en kilit isimlerinden
biriydi ve Ekim ayı başında sakatlıktan sonra geri dönmesi 4 ayı
bulacaktı. Kariyerinin bitebileceği dahi söylenmişti. Sezonun
ikinci yarısında tekrar oynamaya başladığında, ciddi anlamda
kilo kaybettiğini fark etmemek mümkün değildi.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhLtZWXuN3JELdg3RBA1SYGXpjPn8W9w8NDryPZfZkgjxS6nJ_PIuwwO1E9mhnBIee0GAfPfwdcfiTogvIHvwaGvWSJKNy75dJ31nj1B2RzSSZsSPLyMihxsFETZWnMmZpWcP-HoUmoNL4/s1600/baresi.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; margin-bottom: 1em; margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhLtZWXuN3JELdg3RBA1SYGXpjPn8W9w8NDryPZfZkgjxS6nJ_PIuwwO1E9mhnBIee0GAfPfwdcfiTogvIHvwaGvWSJKNy75dJ31nj1B2RzSSZsSPLyMihxsFETZWnMmZpWcP-HoUmoNL4/s1600/baresi.jpg" height="320" width="231" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Gelmiş geçmiş en iyi savunma oyuncularından biri. Franco Baresi.</td></tr>
</tbody></table>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Baresi'nin
sakatlandığı 4. haftadaki Juventus maçına gelirken, sezonu iki
0-0'lık beraberlik ve 1-0'lık Napoli galibiyetiyle açan Milan 4
puanda bulunuyordu. İtalya Milli Takımı hocası Enzo Bearzot,
sezonu şampiyon Juventus'un hemen arkasında bitirecek
Fiorentina'yla berabere kalan Milan'ın oynadığı oyundan memnundu.
Üst sıralarda bitirecekleri tahmininde bulunuyordu. Fakat Juventus
mağlubiyeti ve Baresi'nin sakatlığıyla başlayan süreçte,
Milan'ın tekrar kazanması için 10 hafta geçmesi gerekecekti.
</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<b>Yeni başkan, yeni hoca</b></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Krizdeki kulüp,
sezon ortasında seçime gidiyordu. Yeni bir başkan seçildiğinde,
sezon başı getirilen Gigi Radice de görevinde fazla kalamayacaktı.
16. haftadaki Udinese mağlubiyeti sonrası, Italo Galbiati Milan'ın
yeni hocası oldu. Ama işler ancak daha da kötüye gitti.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Como'ya 2-0
kaybeden Milan, sonraki iki iç saha maçını tarafsız sahada
oynamak zorunda kalacaktı. Milanlı bir taraftarın attığı taş,
o sene Dünya Şampiyonu olacak İtalya Milli Takımı üyelerinden
Fulvio Collovati'ye isabet ediyor ve olaylar maç sonuna taşınıyordu.
Milan, yeni hoca geldiğinden bu yana sadece 1 galibiyet alabilmişti.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Cezanın
bitmesinin ardından Genoa'yı deplasmanda 2-1 yenecekler, ertesi
hafta bir daha kazanacak ve 30. haftaya, son 5 maçını kaybetmemiş
bir takım olarak gireceklerdi. Ama yeterli değildi. Milan'ın ligde
kalabilmesi için Cesena'yı yenmesi yetmiyordu. Bologna'nın
kazanamaması ve Genoa ya da Cagliari'nin de kaybetmesi gerekliydi.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<b>Ne yaptın sen Castellini!</b></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Söz
konusu İtalya ise, son haftada ne beklemeniz gerektiğinden asla
emin olamazsınız. 16 Mayıs 1982'de yaşananlar da en kısa şekilde
<i>pasticciaccio brutto, </i>yani
'karışık' olarak tanımlanmış. Şüpheli bir karışıklık.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiDteCyupzb1fm_GR_TTuYrzRMkDyX8lrXzs0U6hmQDIsKKEq1vyhr5uL0R18PLI7DIvmxBiQfw1wT-D6Pa5Src45n163NLYxUgpeH5NHbuxFC3kFU7rbtlGqnIDjXO1x0vkZCWhCPxIlM/s1600/alb43_1982.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiDteCyupzb1fm_GR_TTuYrzRMkDyX8lrXzs0U6hmQDIsKKEq1vyhr5uL0R18PLI7DIvmxBiQfw1wT-D6Pa5Src45n163NLYxUgpeH5NHbuxFC3kFU7rbtlGqnIDjXO1x0vkZCWhCPxIlM/s1600/alb43_1982.jpg" height="400" width="291" /></a></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Kazanana 2 puan
verilen sistemde, Cagliari'nin 24, Genoa'nın 23, Milan ve
Bologna'nın 22 puanı bulunuyordu. Lider Juventus'la aynı puandaki
Fiorentina deplasmanına gidecek Cagliari, puan avantajına rağmen
işi en zor olan takımdı. Genoa, dördüncü sıradaki Napoli
deplasmanındaydı. Milan'la Bologna ise Cesena ve Ascoli gibi daha
zayıf rakiplere karşı oynuyordu. Milan, son 5 maçında namağlup
olarak geliyordu ve bundan 4 gün önce bir de Avrupa Kupası
kazanmıştı. 1992'de kaldırılan Mitropa Cup, o tarihlerde ikinci
kademe liglerde şampiyon olan Avrupa kulüpleri arasında
oynanıyordu ve Çek takımı Vitkovice'yi mağlup eden Milan, o
sezonun şampiyonu olmuştu.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Yine
de işler pek de beklendiği gibi gitmedi. İlk yarıyı 1-0 geride
kapattıktan sonra, 63'te bir gol daha yediler. Umutlar tükenmek
üzereydi. Radyodan diğer maçları takip etmeye çalışanlar için,
Genoa'nın Napoli karşısında 2-1 geride olması artık önemsiz
bir detaydı. Derken, dört dakika sonra Joe Jordan'ın gol atacağı
tuttu. Hemen onu takiben bir gol de Romano'dan geldiğinde, işler
bir anda bambaşka bir hâl almıştı. Cagliari maçında gol yoktu
ve Bologna 1-0 gerideydi. Momentumu arkasına alan Milan, bir anda bu
takımlar arasında en avantajlı konuma yükselmişti. Roberto
Antonelli, 82'de skoru Milan lehine 3-2'ye getirdiğinde artık stad
yıkılıyordu. Üç kişiden kurtulan Antonelli, sol çaprazda hemen
hemen imkansız bir açıdan şutu çıkarıyor ve top, gol olması
için gereken tek noktaya doğru süzülüyordu. Bu gol hâlâ Milan
tarihinin en iyi golleri arasında anılıyor. Fakat tam da bu
sıralarda, Napoli'de çok garip bir olay yaşanmaktaydı.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Ligin en iyi
kalecilerinden Luciano Castellini, kendi yarı sahasında topla
oynarken beceriksizce bir hareket yapıyor ve Genoa'ya çok ucuz bir
korner kazandırıyordu. Kazanılan kornerde hemen kale dibinde boşta
kalan Mario Faccenda, skoru 2-2'ye getirecekti. Maçın geri kalanı,
tribünlere gönderilen her vuruşun coşkuyla karşılandığı bir
havada geçiyor ve Cagliari'yle beraber ligde kalmayı başaran son
takım Genoa oluyordu. Kadrosunda Franco Baresi, Mauro Tassotti,
Alberigo Evani gibi kulübün unutulmaz isimleri arasında yer alacak
yetenekleri bulunduran Milan, küme düşmüştü.</div>
gunerhttp://www.blogger.com/profile/10486506843834675318noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1951312736719357573.post-54728343975422762512014-01-12T14:18:00.002+02:002014-01-28T17:36:11.106+02:00"Sıradaki gelsin!"<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEizaT-ZivJR1Sffx22x4qP0cYKbDTnZbAVRVaI_T-YifqlqPHRzZsH-UczHx2shgCJQxi3rM50hPq1U8n08LR-JhcxmMXcCH5J3IRtJlToAKJz-Q3MrKLHvC4d1TcMnaXmKQWWYo0ZgF2I/s1600/BckXGciCYAEAADV.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEizaT-ZivJR1Sffx22x4qP0cYKbDTnZbAVRVaI_T-YifqlqPHRzZsH-UczHx2shgCJQxi3rM50hPq1U8n08LR-JhcxmMXcCH5J3IRtJlToAKJz-Q3MrKLHvC4d1TcMnaXmKQWWYo0ZgF2I/s1600/BckXGciCYAEAADV.jpg" height="220" width="400" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Daha sonra<b> <a href="https://pbs.twimg.com/media/Bc5RgDACQAEMU5K.jpg">şöyle</a></b> bir güncelleme geldi. </td></tr>
</tbody></table>
<div style="margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
<i><br /></i>
<i>Hayatım Futbol 112. sayıda.</i></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Tottenham'dan söz açıldığı vakit,
ezeli rakip Arsenal'i işin içine katmaktan kaçamadığımız anlar
oluyor. Protestan Rangers'tan bahsederken, Katolik Celtic'i
atlayamamamız gibi. Lakin bu rekabet, Old Firm'den farklı olarak
sosyopolitik zıtlıklardan beslenmiyor. Adanın en özel, en gollü
fikstürlerinden biri olan Kuzey Londra derbisinin bugün geldiği
nokta, belki de en sade şekilde St. Totteringham's Day üzerinden
gösterilebilir.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Muzip Arsenal taraftarının, puan
cetvelinde Tottenham'ın üzerinde bitirmeyi garantilediği gün
kutladığı St. Totteringham's Day, son 4 senedir Mayıs ayına
sarkıyor. Lakin Wenger geldiğinden bu yana, Arsenal'i geçmeyi hâlâ
başarabilmiş değiller. Bu esnada denemedik yol bırakmayan ve son
olarak Tim Sherwood'u takımın başına getiren Tottenham, böylece
Levy'nin 12 yılı bulan başkanlığındaki 9. farklı isime yelken
açıyor. 'Ne yaptığını bilen' Arsenal'in karşısındaki 'asla
sıkıcı olmayan' Tottenham imgesi, sanki hiç değişmeyecek gibi
duruyor.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: left; margin-right: 1em; text-align: left;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj1QR-aAplpOVpiANNQtcWSjNt0AdvS4Nrt852Xd_FMHQ-UH9d3g0LtB2URrI6MjiTdumHKkiYryGdWRFKSNI7PtTuI3f8gPDwmMXQOgEMaV9L6PBtAQVHbJmPUkP_JY-Pyw4EysrZEpKg/s1600/tumblr_lbwmf8LrTq1qcdivt.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; margin-bottom: 1em; margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj1QR-aAplpOVpiANNQtcWSjNt0AdvS4Nrt852Xd_FMHQ-UH9d3g0LtB2URrI6MjiTdumHKkiYryGdWRFKSNI7PtTuI3f8gPDwmMXQOgEMaV9L6PBtAQVHbJmPUkP_JY-Pyw4EysrZEpKg/s1600/tumblr_lbwmf8LrTq1qcdivt.jpg" height="320" width="313" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">...</td></tr>
</tbody></table>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Halbuki St. Totteringham's Day'in
gösterdiği üzere bir süredir övgüye nail istikrarlı adımlar
atıyor ve makası iyiden iyiye daraltıyorlardı. Geçtiğimiz yıl
başa getirilen Andre Villas-Boas da 'uzun vadeli bir proje' olarak
tanıtılmış ve Portekizli hoca vaziyeti “Premier Lig'in en
heyecan veren pozisyonlardan birine geliyorum.” şeklinde
açıklamıştı. Sonrası malum. Villas-Boas, %54 ile Tottenham'ın
Premier Lig'deki en yüksek galibiyet oranına ulaşmış hâldeyken,
sezon ortasında kovulacaktı.<br />
<br />
Portekizli hocanın gönderilmesini,
Chelsea'deki dönemini hatırlatan inatçı, idealist tavırları
nedeniyle özel bir örnek olarak görmek doğru olmayacak. Hem zaten
Tottenham bir projeden bahsetmiyor muydu? Kadronun hakkını
veremediği söylenen Villas-Boas, Tottenham'ın 'potansiyel'ini
layıkıyla gerçekleştiremediği için kovulan ilk hoca değil. 4.
olduğu sezonun sonunda gönderilen Redknapp ve 15 sene sonra ilk kez
beşinci sıraya taşıması yeterli görülmeyen Jol de benzer
kaderi yaşayanlar arasındaydı. Oysa Levy artık böyle düşünmekten
vazgeçmiş gibi görünüyordu ve biz de Arsenal'i unutmak
üzereydik.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Daniel Levy'nin çalıştığı isimler
arasında kulüp efsanesi Hoddle, Fransa milli takımı hocası
Santini, en geleneksel İngilizlerden Redknapp ve fazlasıyla
idealist Villas-Boas gibi birbirinden çok farklı özellikte isimler
yer alıyor. Bu garip listeye son eklenen isim Tim Sherwood'sa, daha
önce birinci adamlık görevinde bulunmamış bir futbol adamı.
Üstelik bir Arsenal taraftarı. 5 senedir kulüpte antrenör olarak
görev alan Sherwood'dan beklenen, bir nevi Guardiola etkisi. Gelir
gelmez uyguladığı 4-4-2 dizilimiyle klasik İngiliz hocaları akla
getirmesine karşın, ofansif, agresif tarzından ödün vermeyen,
genç oyunculara kapı açan parlak bir kişi olarak tanımlanıyor.
Juande Ramos'un getirdiği Akdeniz havasının ters tepmesi üzerine
gelen Redknapp tercihi gibi, Sherwood'un cesur ve agresif karakteri
ondan önce gelen Villas-Boas'a zıt özellikler barındırıyor.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Andre Villas-Boas'tan Tim Sherwood'a
bayrak değişimi, Tottenham'ın geleneksel hamleleri içindeki
yerini bu şekilde buluyor. Peki bu genel pencereden bakmayı bir
yana bırakırsak, Villas-Boas rejiminden Sherwood'a geçiş neler
ifade ediyor?</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<b>Selef: Andre Villas-Boas</b></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Andre Villas-Boas'ın Tottenham'ı
niçin bu kadar kısır bir futbol oynuyordu? Bu soruya verilen
cevapların bir kısmı Gareth Bale oluyor. Tottenham bir önceki
sene kendi Premier Lig puan rekorunu kırmasına karşın, pek çok
maçı Bale'in hayati golleriyle kazanmıştı. Bu çıkarımda
incelikle dikkat edilmesi gereken bir nokta var. Gareth Bale'in
performansındaki bu denli yükseliş ve takımın ona aynı oranda
artan bağlılığı, Guardiola döneminde Messi ile Barcelona
arasında gelişen ilişkiye benzetilebilir. Oyuncunun performansının
arttığı ölçüde takımın ona bağlılığı artarken, pek tabi
bunun başka türlü gerçekleşmesi de mümkün olmuyor. O hâlde şu
soruyu sormamız gerek: Bale'in parladığı Villas-Boas düzeni neye
benziyor?</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjZZl1eWIdeqS9qs5aqnvP3n7ylXva1buxAe0P8w6TJbXcjQj8x8qmExHuRFkehXiaGEzWRdfR93p9dISc4XT90HiYZe9OV9TYfM-uurgysiVf67Pv9qczZxx-f-PlvTdhyphenhyphenQQWD0iRlXqc/s1600/avb-push.gif" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjZZl1eWIdeqS9qs5aqnvP3n7ylXva1buxAe0P8w6TJbXcjQj8x8qmExHuRFkehXiaGEzWRdfR93p9dISc4XT90HiYZe9OV9TYfM-uurgysiVf67Pv9qczZxx-f-PlvTdhyphenhyphenQQWD0iRlXqc/s1600/avb-push.gif" height="179" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Maç başı gol ortalaması 1'e kadar düşen Tottenham, attığı golleri bunun gibi tepkilerle karşılamaya başlamıştı. Sıradan bir Avrupa Ligi maçı.</td></tr>
</tbody></table>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br />
Andre Villas-Boas'ı ofansif bir hoca
olarak tanımlamadan önce bir süre düşünmemiz şart. Futbolun
güzelliklerini göstermek isteyen biri olduğu kesin. Ama idealist,
detaycı ve kazanan plâna sahip biri olarak belirtmek çok daha
doğru olabilir. Andre Villas-Boas, prensiplerinden vazgeçmeyen biri
olarak tanımlansa da, aslında henüz bunun doğruluğunu tam olarak
tartabilmiş değiliz. Benzer bir çıkarım Marcelo Bielsa için de
yapılabilir. Kafalarındaki plânın kusursuz işlemesi hâlinde
neler olabileceğini tam olarak görebilmiş değiliz, bunu ancak
anlık parlamalar şeklinde tanık olabildik. Guardiola bu istikrarı
yakalamayı başarmıştı ve bu yüzden daha iyilerine, daha
farklılarına evrilebileceğini, hatta bu işte dünyanın en
iyisini olduğunu görme fırsatı bulduk. Fakat Villas-Boas'ta tam
olarak bilmiyoruz. Çünkü henüz Porto'dan sonra, benzer fikirleri
zirveye taşıma ve dünyaya meydana okuma fırsatı bulabilmiş
değil. Dolayısıyla, idealizmi de kendi içinde çeşitlendirmek
gerekiyor ve Villas-Boas'ın İngiltere'deki hayal kırıklıklarını
Zeman gibi ütopik bir idealist oluşuna bağlamamak gerekiyor.
Kesinlikle öyle değil. Üstelik Villas-Boas'ın aklındaki,
Bielsa'nın yüksek efor isteyen tarzından farklı olarak çok daha
uzun vadede uygulanabilir ve kontrolü elinde tutan bir oyun tarzını
temsil ediyor. Muhtemelen bir sonraki kulübünde de vazgeçmeyecek
ve en çok da bu yüzden.
</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Bir anlığına 2011'e, Porto-Braga
Avrupa Ligi finaline gidelim. Muhtemelen bizler gibi Porto'yu ilk kez
dikkatli bir gözle izlemeye oturan İngiliz spikerler, ilk yarım
saat sonunda tatmin olmadıklarını gösteren şeyler söylemeye
başlamışlardı bile. Ne yani, tüm sezon namağlup gelen,
etkileyici futbol oynayan Porto bu muydu? Topa sahip olma oranı
maviler lehine %70'e dayanmıştı ama sıklıkla savunma
oyuncularının kanatlara attığı uzun toplar üzerinden pozisyon
bulmaya çalışıyorlardı. Bu da maçı bir türlü düzene
oturamamış bir havada gösteriyordu. Villas-Boas'ın pasif oyun
için sık kullandığı bir tabir olan 'top sirkulasyonu', sanki
ancak bir sonraki dikine pası oynamak için gerekli bir mekanizma
gibiydi. Bu şekilde, kanatlardaki Hulk ve Varela rakip kaleye yakın
pozisyonlarda birebir bırakılmaya çalışılıyor ve bu
oyuncuların içeri kıvrılıp attığı şutlarla tehlikeler
yaratılıyordu. Porto'nun hücumları çok ani gelişiyor; orta saha
ve ön alan oyuncularının artık birbirini kusursuzca tamamlayan
serbest yer değiştirmeleriyle bu ritüel rakip için tahmin
edilemez hâle getirilmeye çalışılıyordu. Belki ilk izlendiğinde
mükemelliğini tam olarak kavranamayan, o kadar da etkileyici
gelmeyen; ama korkutucu derecede dinamik ve oyunu kontrol eden bir
takımdı Porto.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: left; margin-right: 1em; text-align: left;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj3KE4WS-4Q18dHxOLEVY4_5QDvupyNkjisPfEOojsIBT3VLVCIh4hgmEcpHS4brpnEc7FmtiLB45BzBBFCyHiiRoT6aBBKR2PnrjOeWGqTVxAik1MuP1wETHlRjcaq6Nj8f4nz-Kzkdrw/s1600/BcGyWSrCYAAPu9H.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; margin-bottom: 1em; margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj3KE4WS-4Q18dHxOLEVY4_5QDvupyNkjisPfEOojsIBT3VLVCIh4hgmEcpHS4brpnEc7FmtiLB45BzBBFCyHiiRoT6aBBKR2PnrjOeWGqTVxAik1MuP1wETHlRjcaq6Nj8f4nz-Kzkdrw/s1600/BcGyWSrCYAAPu9H.jpg" height="320" width="212" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Good old days.</td></tr>
</tbody></table>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Değerli bir kanat oyuncusundan,
sürekli ve mesafe tanımaksızın goller atabilen Ronaldo cinsi bir
makineye dönüşen Bale'e bu ışıkta bir daha bakılmalı. İlk
senede genellikle sıkıntı içinde kazanılan maçlar,
Villas-Boas'ın inatçı olduğu sisteminin yarattığı geri
tepmeler olarak düşünülebilir. Fakat bu ilk sezonda, örneğin
Manchester United'ı Old Trafford'da 1989'den beri ilk kez yendikleri
maçta olduğu gibi, çok ciddi taktiksel oynamalar, pratik
uygulamalar da geliştirilmişti ve Villas-Boas'ın Chelsea'deki
inatçı tavrından uzaklaştığı düşünülmüştü. Zaten 2-0
gerideyken 10 kişiye düşülen maçta, hâlâ ısrarla çizgi
savunma oynamaya devam edilmesi ve devamında gelen 5-0'lık hüsransa
bu sezonun bir özeti. İkinci sezona kendi takımını oluşturmak
için daha uygun bir oyuncu grubuyla başlayan Villas-Boas, önde
çizgi savunma yapmakta ve kanat oyuncularının içe kıvrılarak
şut atmaktan ibaret olduğu kısır düzende devam etmekte ısrar
ediyordu. İlerleyen haftalarda bu yapı büyük eleştiriler
alacaktı. Tottenham, Porto'nun dinamizminin ve tahmin
edilemezliğinin yanına yaklaşamıyor; buna karşın, aynı yapı
içinde sonuç almaya çalışıyordu. Villas-Boas zaman içinde bu
düzen üzerinden mükemmele ulaşabilir miydi? Bilemiyoruz. Lakin
kovulmasının ardından gelen haberler, yazın yapılan
transferlerden yalnızca Paulinho ve Soldado'da ısrarcı olduğuna
işaret ediyor. Paulinho'nun box-to-box oyunu, Soldado'nun dikey
oyuna yatkın saf bir golcü oluşu ve futbol direktörü Baldini'nin
transferi olarak lanse edilen Lamela'nın bir türlü süre
bulamaması bu düşünceyi doğrular nitelikte gözüküyor.</div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<b>Halef: Tim Sherwood</b></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
Sherwood'la beraber 1-0'lık
galibiyetlerden 3-2'lik galibiyetlere geçiş yapılmış durumda.
Hocanın getirdiği pozitif hava en başta Adebayor ve sonra da
taraftardan iyi bir geri dönüş alırken, Tottenham'ın oynadığı
4-4-2'nin ne kadar genel geçer olabileceği şimdilik oldukça
şüpheli gözüküyor. Sorun 4-4-2'nin modern futbol içinde kendine
üst düzeyde yer bulamayacağı gibi bir kaygıdan doğmuyor. Şayet
Atletico Madrid ve Manchester City bu sezon çok yerinde örnekler
sunuyorlar. Tottenham'ın 4-4-2'si klasik İngiliz 4-4-2'sine
benzemiyor, ama sorun şu ki rakibe çok büyük açıklar verebilir.</div>
<br />
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjAED_uAq1zL1uP3nBgIJOZQklXMWaBntspYJKB02H6GiokRCnjyztlHaXRxszt-qOz2Jz1AHk3V4v3hjvOdbgUygny9CjIEa4WQFLJnuvhd1_bQXbahKxVKenkpl36SZt0EIVC2g8M8bI/s1600/arsenal-2-spurs-0-tim-sherwood.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjAED_uAq1zL1uP3nBgIJOZQklXMWaBntspYJKB02H6GiokRCnjyztlHaXRxszt-qOz2Jz1AHk3V4v3hjvOdbgUygny9CjIEa4WQFLJnuvhd1_bQXbahKxVKenkpl36SZt0EIVC2g8M8bI/s1600/arsenal-2-spurs-0-tim-sherwood.jpg" height="192" width="400" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">"Merkeze, merkeze doğru Eriksen!"<br />
<br />
<i>"4-4-2 oynadığımızı düşünmüyorum. Benim gördüğüm, sahanın her alanını doldurmaya çalışan 11 kişi. Bence bu sizin bahsettiğiniz 4-4-2'ye benzemiyor. Adebayor derine gelip top alıyor, kanat oyuncularımız içeri kıvrılıyor. Bence merkezde hiçbir zaman iki oyuncuyla kalmadık." </i><br />
(Tim Sherwood, 2-0 yenildikleri Arsenal maçı sonrası)</td></tr>
</tbody></table>
<div style="margin-bottom: 0cm;">
<br />
Sherwood'un ilk yaptığı iş,
Villas-Boas'ın şans tanımadığı Adebayor'u geri çağırmak oldu
ve 4 maçta 3 gol atan Togoludan fazlasıyla iyi bir karşılık
almayı başardı. Sol kanattaysa saf bir oyun kurucu olarak
tanımlanan Eriksen oynuyor ve hatta ona merkezde de Sigurdsson gibi
bir ofansif orta saha oyuncusu ve Dembele eşlik edebiliyor. Bu
yapıda oyuncuların serbestçe sorumluluk alması ve akıcı bir
şekilde yer değiştirmeleri daha mümkün oluyor, esasen sistem
bundan besleniyor fakat oyuncu karakterleri gereği savunma ve orta
saha arasında ciddi boşluklar görülebiliyor. Bu bahsettiklerimiz
Manchester City'i yakından gözlemleyenler için hiç de yabancı
gelen konular olmamalı. Öyle ki, ligi kasup kavuran takımda
Toure'nin geride bıraktığı boşluklar geçtiğimiz günlerde
yorumcu Dietmar Hamann tarafından tartışmaya açılmış ve
Roberto Mancini dönemlerinde de bu oyuncunun hedef maçlarda orta
üçlünün en önüde oynatıldığı hatırlatılmıştı. İki
takım da defolarını kısmen hücum güçleri ve topla ilişkileri
neticesinde telafi ediyorlar fakat Tottenham'ın muhtemelen City
ölçüsünde üst düzeyde uygulayamayacak olması gelecek günlerde
dizilim değişikliğini beraberinde getirebilir. Daha önce
Tottenham genç takımlarını çalıştıran Tim Sherwood, burada
4-3-3 oynatan bir isim olarak biliniyor. 2-0 yenildikleri Arsenal
maçı sonrası 'Sizce orta sahada mı geriye düştünüz?' sorusuna
verdiği Önder Özenvari net 'Hayır.' cevabıysa karşımızdakinin
oldukça ciddi, bilimsel cevaplar veren Villas-Boas'tan çok daha
renkli biri olduğunu gösteriyor. Evet, Tottenham asla sıkıcı
değil.</div>
gunerhttp://www.blogger.com/profile/10486506843834675318noreply@blogger.com0