Başarılı olan model,
kurtuluş arayanlar için örnek teşkil etmeye devam ediyor.
Yıllarca Barcelona modelini duyduk, sıra Dortmund'da mı?
|
'Dortmund modeli',
bugünlerde yeni bir yapılanmaya gitmek isteyen kulüplerin favori
jargonu. Liverpool menajeri Brendan Rodgers'tan, Valencia vakfının çiçeği
burnunda başkanı Aurelio Martinez'e ve hatta Trabzonspor'un başkan
adaylarından Muharrem Usta'ya kadar çok çeşitli isimler 'Dortmund
modeli'ni takip etmek istediklerinden bahsediyorlar. Bu modeli
gerçekleştirmeye en yakın kulüpse, alışılmadık bir şekilde,
İngiltere sınırları içinde yer alıyor. Aston Villa, önümüzdeki
yıllarda çok daha geniş kesimlerce titizlikle takip edilmeye
başlayabilir.
Dortmund modeli
Borussia
Dortmund ve Alman futbolunun dünya çapında gördüğü yoğun ilgi
henüz çok yeni. Dolayısıyla 'Dortmund modeli' de. Buna karşın,
pas oyununun kavramlarının olur olmadık yerlerde kullanılması ve
bu oyunun yüceleştirmeyle eş zamanlı olarak değersizleştirilmesi
gibi Dortmund modeli de bir anda herkesin ağzına pelesenk olmuş
durumda. Aston Villa kısmına geçmeden evvel, bu model nedir,
sınırları nerede başlıyor, nerede bitiyor ve niçin bu kadar
önemli, bunun bir tartışmasını yapmak zorundayız.
Barcelona
veya Ajax gibi yerleşmesi zor, uygulanması çok daha zor idealist
sistemlerin aksine, Dortmund modeli barındırdığı Germen
kimliğiyle fazlasıyla teknik ve pratik. Nihayetinde, 5 sene içinde
hemen hemen hiç yoktan Avrupa'nın zirvesine çıktılar ve görünen
o ki, bir süre daha orada kalmalarını sağlayacak fikirlere
sahipler. Peki Dortmund'un bu başarısı nasıl karşılanıyor?
Futbol
'takım'larının yükselişi
Görünen
o ki, ilk planda anlaşılan 'keşfedilmemiş yetenekleri ucuza satın
alıp bu oyuncuları yıldız hâline getiren' Dortmund idi. Yapılan
analizler üç aşağı beş yukarı bu fikri esas alıyor. Diğer
yandan, benzer bir yolu senelerdir takip eden Porto'yu göz önünde
tutarak, Dortmund'un niçin farklı bir durum ortaya çıkardığını
düşünmemiz gerekiyor. Stadyumları daha mı büyük? Seyircileri
mi daha fazla? Yoksa sadece Klopp mu? Belki de bu projenin ekonomik
sonuçlarını öngörmeye çalışmaktan vazgeçmeliyiz, çünkü bu
şekilde yaparak farkını anlamaktan uzaklaşıyoruz.
'Dortmund
modeli', temelinde 'futbol takımı'nın yeniden yüceltilmesi
anlamına geliyor. Günümüzde 'futbol kulüpleri' yüceltilirken,
yani saha içinde gerçekleşenin yardımcı aktörleri olarak
ekonomik faktörler ve daha pek çoğu öne çıkarılırken, bu
oyundan gerçekten anlayan bir hocanın elinde, 'gerçek bir takım'ın
neler yapabileceği unutuldu. Ekonomik belirleyiciliğin artmasıyla
şampiyonluk hayallerinin ancak belli kulüplere tanındığı bir
futbol ortamı yaratıldı. Bir örnek olarak, İngiltere'de Arsenal,
Liverpool gibi kulüpler başarısızlıklarını ekonomik nedenlere
bağlıyor; teknik yetersizliklerini bu şekilde gizlemeye
çalışıyorlar.
Buna
karşın, iflasın eşiğinden üç sene sonra Dortmund'a
şampiyonluğu getiren, o seneye özgü rastlantılar veya üç
senenin sonundaki ekonomik büyüme olamazdı. O yılki şampiyonluk
rastlantı değildi, çünkü Dortmund ertesi sene bir kez daha
şampiyon oldu ve ekonomiyle de bağdaştırılamazdı; Avrupa'nın
en zengin kulüpleri arasında değillerdi. Hâlâ da değiller. Ama
Dortmund hâlâ Avrupa'nın en güçlü beş takımı arasında
sayılabilir. 'Dortmund modeli', kendi monopollerini yaratan yeni
futbol düzeni içinde, 'eski büyük'lerin yeniden sahneye
çıkabilmesi açısından çok değerli bir örnek teşkil ediyor.
Ekonomik güçlenmenin sonucu olarak zirveye çıkan takımların
aksine, Dortmund modeli, saha içi güçlenmenin sonucu olarak
ekonomik büyümeyi sağlıyor.
En önemli
belirleyici: Hoca
Dolayısıyla,
Dortmund modelinin başlangıcını 'ucuz yeteneklere' dayandırırsak,
yanlış bir şekilde sonuçtan işe koyulmuş oluyoruz. Bu modelin
esas belirleyicisi, bu ucuz ve ego sahibi olmayan sporcuları kazanan
bir takıma harmanlayacak, korkusuz, çılgın bir hoca.
Başlangıç ancak hocayla tanımlanabilir. Esasında, Bilbao
şehrinin takımı ile herkesi büyülüyerek Avrupa Ligi finaline
çıkan Bielsa ve Wigan ile FA Cup'ı kazanan Martinez gibi Latin
hocalar da bahsettiğimiz futbol kulübü yüceltmesinin
temsilcileri. Çok daha basit oyuncularla, bu oyuncuları doğru
şekilde şekillendirerek çok büyük işler başarılabilir; ama
öncelikle, bu oyunculara o güveni aşılamak ve oynatılan futbolun
sınırlarının çok geniş olması, korkusuz ve idealist olmak
gerekiyor. Bielsa ve Martinez, özellikle de Bielsa, birer futbol
dahileri ancak tam olarak kazananları olarak görülmediği için bu
bağlantı da fazla önemsenmemekte.
Son
olarak da, bu modelin ikinci sırada gelen belirleyicisi 'çok genç kadronun' sonuçlarından bahsetmeliyiz. 'Takım'ın zaman içinde büyümesiyle
bu oyuncular da engellemez şekilde büyümekte ve daha büyük
ekonomik güce sahip takımların ilgisini çekmekteler. Neticesinde,
saha içi başarıların ekonomik kazanımları olurken, oyuncuların
satımından gelecek daha büyük kârlarla, takımın duraklama
göstermeksizin ekonomik büyümesi sağlanıyor. Saha dışında bu
atılım yapılırken, gidenlerin yerini doldurmanın çok da zor
olmamasıyla esas olan saha içinde devamlılık baltalanmıyor. Bu
oyuncular Klopp'un yönlendiriciliğinde belli kalıplar içinde
yıldızlaşıyorlar ve geriye gitmek şöyle dursun, satışlardan
gelen kârlar sonucu daha büyük paralara transfer edilen yenileri, saha içi devamlılığı da bir adım öteye götürüyor.
Bu oyuncuların takım kalıbı içindeki yıldızlaşmaları o kadar
baki ki, Nuri Şahin, Shinji Kagawa gibileri bir sonraki
kulüplerinde ciddi zorluklar yaşadılar. Çözüm, bir sene daha
fazla kalıp daha komple bir oyuncu olmakta yatıyor olabilir.
Dortmund
modelini, önce Porto'yla ve sonra da Bielsacılıkla karşılaştırarak
farkını ve sınırlarını çizebiliriz. Porto'dan daha idealist,
Bielsa'dan daha pratik ve taraftarıyla, saha içindeki bütünlüğüyle
modern bir 'futbol takımı'. Genç oyuncuları parlatıp büyük
paralara satma fikrinden önce, onların yeteneği ve heyecanı bir
futbol dahisine teslim edildiğinde kazanmaya saha içinde
başlandığını kanıtlıyor.
Denizaşırı İskoç
Dortmund
modelini bu şekilde açıkladıktan sonra, niçin Aston Villa'yı en
'yakın' takım olarak gördüğümüzü anlatmak daha kolay olacak.
Metodolojiyi takiben hocadan başlamak en doğrusu.
1996
yılında Şampiyonlar Ligi'ni kazanan Borussia Dortmund kadrosunun
en önemli üyelerinden birisi de geçtiğimiz sene Aston Villa'nın
başına getirilen Paul Lambert idi. Koçluk lisanslarının önemli
bir kısmını da Almanya'dan alan İskoç menajer, Aston Villa'ya
gelmeden evvel Norwich City'de başardıklarıyla adanın en heyecan
verici hocaları arasına adını yazdırmıştı. Norwich'in
Colchester'a 7-1 kaybettiği maçtan sonra takımın başına
getirilen Lambert, hemen o sezonda takımı Championship'e çıkarttı
ve ertesi yıl da vakit kaybetmeden Premier Lig'in yolunu tuttu.
Premier
Lig'deki ilk sezonunu 12. sırada bitiren ve ligin en fazla gol atan
7. takımı olan Norwich, bu sonuçlarla sınırlı bir takım
değildi. Rakibe göre 3-5-2, baklavalı 4-4-2, 4-2-3-1 gibi çok
çeşitli formasyonları deneyen ve kendi taraftarınca bile çılgınca
görülen Lambert, 'dünyanın en iyi ligi'ne yükseldiğinde bildiği
yoldan vazgeçmedi. Dahası, transferleri alt liglerden, genç, yerli
oyunculardı. Örneğin bunlardan en önemlisi, Huddersfield'dan
transfer edilen Anthony Pilkington'dı.
Lambert'ın
tüm bu başarılardan sonra sancılı bir süreçle Norwich'ten
ayrılması ve Aston Villa'yı tercih etmesi tartışma konusu
olmuştu. İngiltere'nin en büyük kulüplerinden biri olmasına
karşın, o yılı 16. sırada bitiren, Stoke City'nin ardından
ligin en sıkıcı futbolunu oynayan Aston Villa'yı.
Uyuyan dev Aston
Villa
En
değerli iki oyuncusu Ashley Young ve Stewart Downing'i 2 sene önce
satan, o vakitten beri hemen hemen yalnızca alt liglerden oyuncu
transfer eden Aston Villa, iki ay önceki bir veriye göre hâlâ
ligin en yüksek oyuncu maaşı ödeyen dokuzuncu takımı. Pek
çoklarınca ligin en zayıf kadrolarından biri olarak görülen, bu
seneyi bir kez daha 16. bitiren ama en çok maaş veren dokuzuncu
takım. Devam edersek, iki sene evvel satışların başladığı
vakit 90 milyon pound'luk yıllık gelirinin %90'ını maaşlara
ayıran bir kulüp. Paul Lambert'ın devraldığı Aston Villa'nın
içinde bulunduğu batak, en kısa yoldan bu şekilde açıklanabilir.
Dortmund'a gelirken Mainz'la küme düşen Klopp'un aksine Lambert
sürekli yükselen bir isimdi ve şu şekilde, Norwich'in çok daha
iyi bir takım olduğu muhakkaktı. O hâlde niçin Aston Villa'yı
tercih etti?
The Holte End |
Aynı
Borussia Dortmund gibi, Aston Villa etki alanı çok geniş bir
futbol kulübü. 1888'de Futbol Ligi'nin kurucu başkanını
çıkarmış, 1982'de Avrupa Şampiyonu olmuş, aralarında Prens
William, başbakan Cameron gibi figürlerin bulunduğu taraftarlara
sahip, İngiltere'nin ikinci en büyük şehri Birmingham'ın bir
numaralı kulübü. Borussia Dortmund ölçüsünde bir taraftara
sahip olmasa da, Rönesans mimarisiyle eşsiz bir stadyuma sahip,
klasik bir İngiliz kulübü Aston Villa. Şu hâlde, Norwich'te
yapılan bir devrimin benzeri Aston Villa'da yapıldığında çok
daha büyük çaplı sonuçları olacaktı.
Değişimler ve
sancılar
Bir
de Lambert'ın ilk sezonu sonrası Aston Villa'ya bakalım. CIES'ın
verilerine göre, geçtiğimiz sene Avrupa'nın 5 büyük ligindeki
en genç ikinci kadroya sahip. Tüm sezon boyunca oynayanların yaş
ortalaması yalnızca 24,18. Bu aynı zamanda bir Premier Lig
rekoruydu. Juan Pablo Angel'den sonra ilk kez Villalı bir futbolcu
ligde 15 gol barajını geçmeyi başardı. 19 gol atan Benteke'ye
geçtiğimiz hafta 25 milyon pound değer biçiliyordu. Diğer
yandan, 69 golle ligin en çok gol yiyen üçüncü takımı ve
Chelsea'ye 8-0 kaybederek en farklı kaybedeni de yine Aston
Villa'ydı. Bir heyecan geldiği muhakkak.
Düşük
transfer bütçesinden şikayet etmeyen Lambert, iki Hollanda Ligi
transferi ve Belçika'dan Benteke'yi saymazsak tüm transferlerini
İngiltere'nin alt liglerinden yaptı. İngiltere'nin en
akademisinden biri olarak bilinen Villa akademisinin son mezunları
da sonunda şans buldular. Bu arada, takımın en pahalı oyuncusu
Darren Bent de takıma uyum sağlayamadığı için uzaklaştırıldı.
Bir önceki sene ligden düşmekten güçbela kurtulan bir takımın,
bu takviyelerle ancak ligde kalmayı başaracağı söyleniyordu ki,
öyle de oldu. Villa bir kez daha 16. bitirdi. Fakat inanılmaz iniş
çıkışlarla geçen senenin sonunda çok büyük kazanımları
oldu.
“Silkelen ve devam
et!”
WhoScored.com'un
inceci verilerine göre geçtiğimiz yıl tam 10 farklı formasyon
kullanan Aston Villa, bu arada çok gol yedi ve çok fazla oyuncu
kullandı. Ortak payda, Villa'nın hücuma yönelik oyun yapısı ve
ölümcül kontra ataklarıydı. Lambert dinamik ve dikey oynayan bir
takım kurma arayışındaydı; yalnız, bunun için en doğru
formasyonun ve oyuncu grubunun hangisi olduğu ancak mart ayına
doğru netlik kazandı.
Kış
transfer dönemine girilirken 15 gün içinde 8-0, 5-0 ve 3-0
kaybeden Villa, serbest düşüşüne mani olmayı bildi ve ligin
sonuna güçlü girerek ligde kalmayı başardı. Burada en dikkat
çekici ayrıntı, Villa'nın 4-3-3'e geçmesinde en büyük pay
sahibi olan kış transferi Sylla'nın Fransa ikinci liginden
transfer edilmiş olmasıydı. Lambert, en tehlikeli durumlarda dahi
genç takımına olan inancından vazgeçmiyor. Geçen yıla kadar
birtakım 'bilinmeyenler' ve 'şans tanınmayanlar' topluluğu olan
bu oyuncular, şimdilerde ligin en heyecan verici oyuncuları
arasındalar. Crewe'den transfer edilen Westwood ve Sheffield
United'dan gelen Lowton, yakın zaman önce milli takım hocası
Hodgson'ın takibi altındaydı. Villa'daki bu benzersiz ortamı,
sanırım en iyi şekilde kaleci Guzan anlatacak.
Yediği onca gole rağmen, Mignolet'nin hemen arkasında sezonun en büyük çıkış yapan kalecisi olarak rahatlıkla sayılabilir. |
“Herkes
hata yapıyor. Kaçırılan bir gol, ters bir pas, kötü bir
müdahale. Fakat hiçbir zaman başkalarının yaptığı gibi bize
korku salmıyor. Her zaman oyuncularının arkasında. İlk söylediği
'silkelen ve devam et!' oluyor. 'Dinleyin! Hepiniz iyi
oyuncularsınız, şimdi gidin ve kendinizi sahada gösterin.' Fakat
sadece motivasyon değil. Onun oynamak istediği belli bir oyun tarzı
var ve bu şekilde oynamamız gerektiğini de açık bir şekilde
ifade ediyor. Oyuncularına özgürlük tanıyan biri, ama sahada
takım olarak ne yapmamız gerektiğini bize aktarma konusunda da
oldukça disiplinli.”
Gerçekten ne kadar
iyiler?
Yeni
sezon için yapılan altı transferin tamamı, resmi siteye
verdikleri röportajlarda ortak bir dil kullanıyorlar: “Aston
Villa genç oyunculara değer veren çok büyük bir kulüp, bir aile
ortamı var ve bu projenin parçası olacağımızdan dolayı çok
mutluyuz.” Hızlı bir stoper, yeni bir kanat oyuncusu, yeni bir
sol bek, Benteke'yi yedekleyecek bir forvet gibi tüm ihtiyaçlar
halledilirken geçen sene izlenen yol takip ediliyordu. Bunların
ikisi Danimarka, biri Polonya ve bir diğeri Hollanda liginden
transfer edilen, görece tanınmamış oyunculardı. Leandro Bacuna
ismi bugün kimse için fazla heyecan verici değil, fakat Aston
Villa'yı yakından takip eden taraftarlar, onun hakkında okudukça
4-3-3'ün sağ içi olmak için ne kadar uygun özellikleri olduğunu
görüp önemli beklentilere girebiliyorlar. Lambert'ın yalnızca
bir sene içinde kazanmayı başardığı güvenin bir göstergesi.
Geçtiğimiz yılki filmin baş rol oyuncuları: Lambert ve Benteke. |
Takım
kimliğini kazanma kaygısıyla geçen bir yıldan sonra, Aston Villa
asıl sınavını ikinci yılında verecek. Böylece ilk
göstergelerin gerçekten bizim gördüğümüz kadar büyük
sonuçlara gebe olup olmayacağını daha net anlayabiliriz. Kesin
olan şu ki, kulüp olarak tarihsel benzerlikleri, hocası, genç
kadro yapısı, idealist oyun anlayışı ve daha şimdiden
değerlendirmeyi başardığı oyuncularıyla Avrupa'da Dortmund
modelini en yakın takip eden takım Aston Villa.
Ek: Geçtiğimiz sene bu dönemlerde yazılmış, blogun Paul Lambert selamı.
Ek 2: Gelecek sezondan 'muhtemel' görüntüler,
- Merkezden 20-30 metre kat ediş sonrası atılacak Agbonlahor golleri
- Aynı anda bir golcünün son vuruşuna ve Veli Kavlak ciğerine sahip olan Andreas Weimann'ın özel bir oyuncu olduğunun daha net anlaşılması. 10 golü rahat bulacaktır; o arada rakip kanatları da tüm saha peşler.
- Adam olacak çocuk: Gary Gardner
- Hipsterların yeni gözdesi olarak Ashley Westwood. İngiltere'nin Carrick dilencileri -haklı dilenciler- şimdi de bu adama yüklenecek.
- Biraz kilo almış, dengesini toplamış gibi Fabian Delph. Beyni de geliştiyse çok ciddi sol iç performansı ve Leeds'teki uzaktan goller gelebilir.
- Genel olarak çok fazla uzaktan gol atılır bu yıl.
Ek: Geçtiğimiz sene bu dönemlerde yazılmış, blogun Paul Lambert selamı.
Ek 2: Gelecek sezondan 'muhtemel' görüntüler,
- Merkezden 20-30 metre kat ediş sonrası atılacak Agbonlahor golleri
- Aynı anda bir golcünün son vuruşuna ve Veli Kavlak ciğerine sahip olan Andreas Weimann'ın özel bir oyuncu olduğunun daha net anlaşılması. 10 golü rahat bulacaktır; o arada rakip kanatları da tüm saha peşler.
- Adam olacak çocuk: Gary Gardner
- Hipsterların yeni gözdesi olarak Ashley Westwood. İngiltere'nin Carrick dilencileri -haklı dilenciler- şimdi de bu adama yüklenecek.
- Biraz kilo almış, dengesini toplamış gibi Fabian Delph. Beyni de geliştiyse çok ciddi sol iç performansı ve Leeds'teki uzaktan goller gelebilir.
- Genel olarak çok fazla uzaktan gol atılır bu yıl.
2 yorum:
hocam keyifle okudum yazınızı. özellikle sahanın dışıyla ilgilenmekten içiyle ilgilenmiyoruz tespiti çok yerinde. fakat ben dortmund modeli olarak görmesem de, epl'de gelecek vaat eden takım olarak swansea city'i görüyorum. çok sağlam oyuncu grubu oluşturdular. iki üç yıla yüksek ücretlere oyuncuları kapış kapış gidecektir. onlar hakkında da sağlam bir değerlendirme gelirse çok iyi olur vallahi.
Evet, Swansea'nin Dortmund'la alakasi yok ama onlarin projesi de bir o kadar onemli ve paraya degil oyun stilinin yillar icindeki evrimine dayaniyor esas olarak. Martinez'le basladiktan sonra hep ayni akil uzerinde devam ettiler ve kulubun bugun geldigi pozisyon ortada. Swansea"yi ligin en guzel ve gercekten guclu takimlarindan biri olarak goruyorum ama bana kalirsa son vadede geldikleri nokta Moyes'un Eveton'indan fazla olmayacak. Elbette bunu elestiremeyiz ama duzenli olarak ilk 7ye girebilecek bir takimdan fazlasi olabileceklerini dusunmuyorum. Aston Villa ise bence yillar icinde bugun Tottenhamin geldigi noktanin bir benzerine ulasabilir, gorecegiz.
Eylul ortasina kadar yazi yazmam pek mumkun gorunmuyor :) Yorum icin tesekkurler.
Yorum Gönder