Roberto Mancini'nin Sampdoria'daki futbolcu günlerinden itibaren yazımı sanırım şimdiden tamamlanmıştır veya yakın zamanda tamamlanacak. Fiorentina'da başkan çatışmasıyla ayrılan Terim'in yerine getirilen isim olduğundan bahsedilecek, aldığı kupalar söylenecek ama Avrupa'da başarısız olduğu da tembih edilecek. Bunların tamamının yazılması kesin olarak gerekli, fakat diğer yandan yetersiz. Çünkü gerçekten, Roberto Mancini'nin Galatasaray'a neler getirebileceğinden bahsetmiyor.
Roberto Mancini,
yalnızca medyada adı geçen diğer hocalar arasından değil, kendi
başına da benim için birinci tercih olabilirdi. Çünkü Fatih
Terim'in gönderiliş mantığı, miras alınacak kadro ve yönetimin
transfere bakışının toplamında genel bir mantık arıyorsak,
Roberto Mancini bu mantığa uyan bir isim. Ne gibi özel faktörlerin
rol oynayacağını, ne kadar başarılı olabileceğini tartışmak
belki çok kolay değil; ancak niçin kağıt üzerinde iyi bir
tercih olduğunu tartarak daha önemli konulara değinebiliriz.
Fatih Terim'in yerinin
dolmayacağı duygusallığıyla elbette pek çok Galatasaray
taraftarı için yetersiz bulunacak ve belki de Bielsa gibi bir isim
onun yerine tercih edilir olacak. Fakat artık Fatih Terim'in
olmadığı, ve onun olmadığı yerde çok başka bir yapılanmanın
olacağı gerçeğinin farkına varmak ve daha çok, Fatih Terim'in
mirası sonrası nasıl bir hoca profili üzerine gidilmesi gerektiği
üzerinden düşünmek durumundayız. Kulüplerdeki saha içi
devamlılığın en önemli etkenlerinden biri, bu geçişleri doğru
şekilde yapabilmek. Yazı boyunca anlatacağım meselelerin tamamı
benim açımdan bu temele dayanıyor; Aysal'ın futbol mantığı ve
Terim'in mirası doğrultusunda, Terim sonrası Galatasaray için
Mancini'yi yerinde bir atama olarak görüyorum.
Kadrosunun
yaş ortalaması neredeyse 30'u bulacak Galatasaray'a çılgın bir
taktik deha getirip bizi eğlendirmesini beklemek fazlasıyla
hayalcilik. Bielsa tercihi saha içinde bu yüzden, saha dışında
da korkutucu derecede asosyal bir insan olması nedeniyle taca
çıkıyor. Antrenman tesislerin inşaatı yüzünden başkanla
takışabilen, odasına kimseyi sokmayıp kilitli tutan bir kişiden
bahsediyoruz. Neticesinde, Terim'in yerine gelecek kişi öncelikle
zorunlu olarak kadronun yapısından ve sonra da yönetimin
transferlerin 'kurumsal' yönüne önem veren tutumundan dolayı,
belli taktik esneklikler gösterebilen ve başarı endeksli bir hoca
olmalıydı Bu tanım aslında birebir Fatih Terim'i karşılıyor
fakat geldiğimiz süreçte Galatasaray'ın yeni hocasının Roberto
Mancini oluşu, İtalyan hocanın bu tanıma ek olarak kendinden
üsttekilerle çok daha başarılı bir paralellik yakalamasıyla
açıklanıyor. Nihayetinde bir İtalyan.
Para
babası kulüp sahiplerinin ilk tercihleri, sanki değişmez bir
kural gibi İtalyan hocalar oluyor. Chelsea'nin ilk döneminde
Ranieri, Manchester City'de Mancini ve Monaco'da tekrar Ranieri gibi.
Hatta Monaco'nun ilk tercihinin de Mancini olduğu, Guardian
gazetesinin yaptığı özel haberle ortaya çıkmış, Mancini'nin
geçen yaz Monaco'yla uzun süren görüşmeler yaptığı
anlaşılmıştı. Bu liste PSG'de Ancelotti, Zenit'te Spalletti
örnekleriyle de çoğaltılabilir; ancak bu son iki isim bizim
vermek istediğimiz örneğe tam olarak uymuyorlar. Ranieri ve
Mancini çok yüksek ihtimalle uzun vadeli isimler olarak görülmemiş,
'geçiş' hocaları olarak düşünülmüştü. Ancelotti ve
Spalletti'de ise beklentiler daha uzun vadeli idi.
İtalyan
hocaların futbolun 'iş' yönünde dünyada bir numara olmaları,
dolayısıyla yöneticilerle yakaladıkları uyum ve başarı
endeksli mentaliteleri, planlarının ilk aşaması olarak 'kupa'
koyan takımlar için onları bir numaralı tercih yapmakta. Örneğin
Monaco ölçeğinde bir takımın, yaptığı sükseli transferlerle
bir an önce Ligue I'i kazanması gerekliyken, Ranieri'nin uzun
vadedeki yeterliliği ancak bu gerçekleştikten sonra
tartışılabiliyor. Saha içi, saha dışı dengesinde saha dışının
bu aşamada ciddi bir baskınlığı var; ve “Futbol 'takımı'nı
nasıl daha iyi yapabiliriz?”den önce “Futbol 'kulübü'nü
nasıl daha iyi büyütebiliriz?” fikri öne çıkıyor. Şu an
Galatasaray'ın da benzer bir durum içinde olduğu söylenebilir.
Saha dışının doğrudan saha içi için çalışması için en
azından bir iki sene daha geçmesi gerekli; fakat o esnada saha
içindeki başarıların da sürmesi isteniyor.
Şampiyon, defansif, yıldızsever. Hangisi en doğru? |
Roberto Mancini'ye dair en önemli eleştiriyse, muhtemelen çok para harcadığı yönünde olacak. Bir paragraf yukarıdaki profile uygun olarak, Inter'i 15 yılı aşkın zamandan sonra ilk kez şampiyon yapan ve bunu iki kez daha başaran, City'e iki kupa kazandıran ama bu arada çok para harcayan Mancini. Fakat Mancini'nin bunlardan önceki Fiorentina ve Lazio kariyerine bakarsak, iflasın eşiğindeki iki kulübe iki İtalya Kupası kazandırmış bir hocayla karşılaşıyoruz. Dolayısıyla, Mancini'nin çok harcıyor oluşu tek başına doğru ve yeterli değil. İlk söylenmesi gereken 'ancak para harcadığında başarılı olabilen, bu yüzden Galatasaray'a uyumsuz' değil; 'kazanan' hoca, risksiz hoca Mancini olmalı.
Mancini
her şartta kazanıyor. İngiltere'de çıkmış röportajlarından
biri, masa tenisinde kaybetmeye tahammül edemeyen 9 yaşındaki
Roberto'nun, raketi kuzeninin kafasına fırlattığıyla başlıyor.
Fiorentina, Lazio, Inter, Manchester City... Çalıştığı her
kulüpte en az bir kupası var ve büyük takımlardaki 'çok
harcayan' yapısı ancak kazanma özelliği üzerine yerleşebilecek,
çekingen oyun yapısıyla açıklanabilir. Evet, parası olan
kulüplere geçen Mancini çok harcamış ve daha fazlasını
istemişti; hatta Manchester City'de 'geçiş' hocası olarak
kalmasının ve o eşiği geçememesinin en önemli sebebi de,
İtalyan usülü taktiklerin, temposu düşük futbolun limitlerinin
belli, ve daha fazlasını kazanabilmek için talep ettiklerinin
fazla olmasıydı. Fakat bu meselenin “Mancini'nin çok para
harcadığında başarılı olması”yla ele alınmaması
gerektiğini düşünüyorum. Mancini'yi aynı anda kupa canavarı ve
bir sonraki aşama için limitli bir hoca yapanın, iki önceki
cümlede sözünü ettiğim karakter olduğunu söylemek çok daha
doğru olabilir.
Son
olarak, ve esas olarak, taktikler... Hocanın saha içindeki muhtemel
etkilerine değinmek üzere başladığım bir yazı, söylenmesi
gereken pek çok şeyle beraber buraya kadar uzamış oldu. Özellikle
son paragrafta söylenenler Mancini'yi Catennacio savunma okulunun
bir temsilcisi olarak tanıttıysa hata bende. Bu yüzden öncelikle
'il trequartista'dan başlamak en iyisi.
Coverciano tezleri
İtalya
Futbol Federasyonu'nun Floransa'daki merkezi yerleşkesi Coverciano,
aynı zamanda çok değerli bir kütüphaneye de ev sahipliği
yapıyor. Burada, antrenörlük lisansı alan kişilerin futbol
üzerine tezleri bulunuyor. Futbolculuk kariyerinde ülkenin en
değerli 10 numaralarından biri olan Roberto Mancini'nin bitirme
tezi de 'il trequartista' olmuş: oyun kurucu.
Trequartista Mancini. - Tezin İtalyanca orjinali şuradan okunabilir: http://fliiby.com/file/50584/n7u6eyas84.html - Uğur Karakullukçu'nun girişimiyle ilk kısmını İngilizce'ye çevirtmeyi başardık, o da şurada: http://www.soccertranslator.com/2013/10/part-i-of-tactical-thesis-trequartista.html (İkinci kısım ve Uğur'un Türkçe'ye çevirisi de çok geçmeden gelecektir.) |
“... Oyun kurucu kullanımının bir diğer önemli yönü, bloklar arasında boşluklar bulmayla ilgili. Dar alanda becerileri yüksek olan bu oyuncular, savunma bantları arasına kolayca girip çıkabiliyorlar. Bu şekilde topu kendi takımlarında tutmaya yüksek oranda yardımcı olmaları da, oyunun akışı için de ayrıca değerli bir durum. Yalnız merkezden değil, kanatlara yanaşarak da bir şekilde boşluk bulabilir, çözümler üretebilir (daha önce, oyun kurucuların futbolun mevcut gidişatı içinde hâlâ oyunu farklılaştıran, beklenmedik işler yapan unsur olduklarından bahsediyor) ve bu alanlardan buldukları boşluklarla takım arkadaşlarını ortalar, paslarla besleyebilirler (Rui Costa'nın asistlerinin sol çaprazda yoğunlaştığına dair grafik paylaşılıyor.) Özellikle kanatlarda, asist opsiyonlarının artışından bahsedilebilir, ama bu daha çok da oyuncunun kişisel özelliklerine bağlı olarak farklılık gösteriyor. Örneğin Zauli ve Micoud, sıklıkla kenarlara yanaşmalarına karşın nadiren orta açıyorlar. Eğer alan bulamazlarsa, diyelim ki sıkı bir markaj altındalarsa, bu sefer geriye top olmaya gelirler, çünkü mümkün mertebe oyunun içinde kalmak isterler. Bu durumda dahi, top hakimiyetini sürdürme yanında ön alandaki koşucu forvetler için alanlar yaratırlar (Amerikan futbolundaki quarterback'lere benzetiyor) ve bu yüzden 1 veya 2 koşucu forvet bulundurmak avantajlı olabilir (Yazı, değişik tipteki oyun kurucuların -dribbling'i öne çıkan Zidane veya daha çok uzun pas oynayan Veron gibi- özelliklerinden bahsederek devam ediyor.)”
Il
trequartista'dan bu pasaj, Manchester City'nin şampiyon olduğu
sezonu ligde 6 gol, 17 asistle bitiren David Silva'nın üstlendiği
rol hatırlandığında ayrı bir değer kazanıyor. Roberto
Mancini'nin futbol anlayışı merkezi oyuncular kullanma ve top
hakimiyeti üzerine kurulu. Bu yapı genelde 4-4-2'nin kanatlarında
Silva, Nasri gibi değerli oyuncuların oyuncuların kullanımı veya
4-3-1-2, asimetrik 4-2-3-1 gibi sistemler üzerinden şekilleniyor.
Nispeten yavaş gelişen ve bu anlamda garantör, paslı oyun tarzına
farklılık katan Silva gibi trequartistalar ve çokça, başka
bireysel yetenekler olmakta. Hâliyle, oyunu yavaş oynadığınız
noktada sistemden değil bireylerden alınan verimi öne
çıkarıyorsunuz ve bu anlamda, yalnız Silva değil, Toure gibi
oyuncuların da artan hücum rolleri Mancini'nin City'deki dönemine
dair öne çıkan notlar. Diğer yandan, City'nin fazlasıyla bu
oyuncular üzerine kuruluşu, dolayısıyla 'mekanik' bir düzen
oturtamaması, Mancini'nin bahsettiğimiz 'limit'ini oluşturmuştu.
Silva'nın sakatlığında takım ciddi yara aldı ve yeni yıldızlar
gelmediğinde Mancini'nin takımı yerinde sayar hâle geldi. Wesley
Sneijder'in sağlıklı kalması hâlinde takımdaki etkisinin ciddi
düzeyde artacağı günler yakın gözüküyor.
Sneijder, Amrabat ve
futbolcu algısı
Wesley
Sneijder'in 'formsuz'luğuna, 'top oynamama'sına değinmeden önce
bir paragrafı Nordin Amrabat'a ayırmak istiyorum.
Bizdeki
popüler futbol algısı fazlaca yetenek ve ön yargı üzerinden
yürüyor, bu yüzden de bazı şeyleri kaçırıyoruz diye
düşünüyorum. Örneğin Nordin Amrabat. Amrabat'ın limitli bir
oyuncu olduğu konusunda herkes hemfikir, ama sohbet o noktada
bitmekte. Geçen yıl Şampiyonlar Ligi'nde Galatasaray'ın en önemli
3-4 performansından birini ortaya koymuş ve hepsinde karakteristik
servisler yapmış Amrabat'tansa bahsedilmiyor. Oyuncuların ancak
belli desenler içinde verim verdiklerini unutuyoruz. Nordin Amrabat,
oyun vizyonu yetersiz ve dar alanda yapabilecekleri sınırlı bir
oyuncu olarak Galatasaray'ın oynadığı 4-4-2'de başarısız
olmuştu. Yukarıdaki iki özelliğinden dolayı kalitesi de
tartışılır bir oyuncudur. Fakat 4-2-3-1'in sol kanadında
başlayan, açık alan bulan ve bu zamanlarda topu hızlıca öne
taşıyan, sağa çekip açtığı ortalarla Burak'a harika ortalar
kesen ve hatta Manchester United veya Napoli'ye karşı olduğu gibi
çok değerli şutlar çıkarabilen bir oyuncu gerçeği de var. Ki
bunu bir kez değil, hemen her seferinde yapmış durumda. Bu durumda
Amrabat'ın rolüne yönelik tartışmalar yapılması gerekirken,
olay 'gereksiz' oluşuyla kapatılıyor.
Eleştirilmeliler, ama çok da haklı nedenlerle eleştirilmiyorlar. |
Buradan Sneijder'e gelelim. Yaz hazırlık kampında attığı gollerle yeni sezonda harika bir Sneijder olacağı beklenmişti, ama yine öyle olmadı. Peki hazırlık kampındaki ve geçen senenin son dönemi Sneijder'inin gösterdikleri neydi? Topu üçüncü alana sabırlı bir şekilde getirebilen ve bu alanda bir süre tutabilen Galatasaray hücumlarında Wesley Sneijder geçen seneden beri fark yaratıyor. Buna ceza sahasıı yay civarından attığı golleri, Real Madrid maçındaki arkaya koşuları ve golü, al verlerle üçüncü bölgedeki hareketliliğini, dikey gidişlerini ekleyebilirsiniz. Inter döneminde adeta ikinci forvet gibi oynayan, Mancini'nin tanımına uygun olarak özellikle sol kanadı sürekle çoklayan ve sürekli hareket halindeki Sneijder'den çok farklı özellikler göstermiyor. Sorun şu ki, takım kurgusu inanılmaz ölçüde bozulan ve blokları fazlaca hızlı geçmeye çalışan Galatasaray'da, Wesley Sneijder edilgenleşiyor. Burada, Ajax okulundan çıkmasına rağmen sanki yıldan yıla eski 10 numaralara evrilen tek tip Sneijder'in vasıflarına da aynı Amrabat gibi vurgu yapmamız lazım; fakat konuşulması gereken yalnızca bu kadarla kalmamalı.
Roberto
Mancini'nin oyun kuruculara bakışı ve futbol tarzıyla Galatasaray
hem son yıllarda mecburen artan şekilsel dengesizliğine hem de
Wesley Sneijder'e çözüm üretebilir. Bana göre Fatih Terim
döneminin saha içi dengesi en yüksek takımı ilk yıla aitti;
sonraki yıllarda hızlı oynama düşüncesiyle top hakimiyeti ve
pozisyon alış şekilleri istikrarsız hâle bürünmüştü.
Mancini'nin yavaş ama sakin oyun biçimi Türkiye Ligi için
handikap gibi görünse de Galatasaray bu yapıyı yüceltecek ve tam
da Mancini'ye uygun, Drogba, Sneijder gibi isimlere sahip. Bu arada
Drogba'nın ceza sahasında nasıl bir güç olduğunu da
unutabiliyoruz. Tempoyla oynanmaya çalışılan baklava
denemelerinde Drogba da zamanının çoğunu başka bölgelerde
geçiriyor ve etkinlikten uzak kalıyordu. Onun dar alanda duvar
olabilir özelliği; bu alanlarda vereceği kararlar; bunun yanında
ceza sahasında Burak'la oluşturabileceği uyum çok değerli
alternatifler yaratıyor. Galatasaray'ın bu yapıya en çok
yaklaştığı maç sanırım geçen seneki Kayserispor
karşılaşmasıydı; özellikle Melo'nun attığı gol
Galatasaray'ın baklava dizilimi ile neler yapabileceğinin
göstergesiydi. Sanırım Mancini'nin gelişiyle bu tip golleri daha
sık görebiliriz.
Savunma duruşu ve
Bruma
Her
şey çok güzel ve Mancini topa sahip olmayı seviyor; peki
kaybettikten sonra planı nedir? Topu kaybettikten sonraki savunma
yerleşimi modern futbolda belki de en önemli itici güçlerden.
Guardiola'nın Bayern'deki 4-1-4-1 evrimi örneğin, daha çok işin
savunma kısmıyla alakalı. Mancini'ye gelindiğinde, top
kaptırıldığında fazla bir şey yapmıyor ki fazlasıyla İtalyan
derken kastımız biraz da buydu. Geçen sene Bayern karşısında
yarı sahasından çıkamayan 3-5-2 Juventus'u hatırlayın; temposu
düşük ve daha çok top hakimiyetine kurulu bir takım olarak
Mancini'nin Avrupa'daki başarısızlıklarını hatırlatıyorlardı.
Diğer yandan, başarabilirlerse çok etkili kontra ataklar da
yapıyorlar ama Bayern gibi fazlasıyla mekanik takımlar buna pek
izin vermiyorlar. Mancini takımı da topu kaptırdıktan sonra
genellikle çok bariz bir strateji izlemeyip geriye çekiliyor ve
tekrar kazanmayı bekliyordu ki bu bir sorun teşkil edebilir.
Bu
savunma dizilimi Inter ve Manchester City'de basitçe 4-4-2 veya
4-3-1-2 olarak belirmişti ama City'de kullandığına benzer şekilde
Galatasaray'da da 4-2-3-1 geçişlerini sık yapması olası
gözüküyor. Genç oyunculara dair özel bir ilgisinin olmadığı
biliniyor, fakat Bruma 'sadece' bir genç oyuncu değil ve bu
durumda, takıma farklılık katan özelliğiyle zaman içinde yerini
sağlamlaştıracağını ve 4-2-3-1 geçişlerine ön ayak olacağını
düşünüyorum. Onun öncesinde, geçen senenin ilk dönemlerinde
kullanılan baklava diziliminin oyun yapısına benzer bir iş
çıkacağı düşüncesindeyim. Emre Çolak, Engin Baytar gibi
oyuncuların daha fark yaratacak roller üstlenmeleri de
beklenebilir.
Sonuç ve sonrası
Sonuç
olarak, Galatasaray'ı iki sene evvelki görüntüsüne yaklaştırması
muhtemel ve bu anlamda benim açımdan doğru bir tercih Mancini.
Merkezi oyuncular kullanmayı seven, hatta yıldız oyuncular olmadan
sisteminin farklılaştırmakta zorlanan bir isim. Bu açıdan da
Galatasaray kadro yapısına uyuyor. Bu yıl büyük kaos ve bir
şeyler söylemek kolay değil; Ocak transfer döneminde çıkacak
bir kriz dahi olabilir. Ama her şey yolunda giderse, gelecek sene
için ligi çok rahat domine edecek, taktiksel olarak stabil, daha az
gol yiyen ve rahat rahat izlenecek bir Galatasaray'ın çıkacağını
beklemekte hakkımız var. Türkiye Ligi, süreklilik kazanabilen,
dengeli en küçük taktiksel yapıyla kazanılabilen bir lig. Malum
olaylı sezonda Fenerbahçe'nin arkasında bitiren Trabzonspor,
şampiyon Bursaspor ve Terim'in ilk senesindeki Galatasaray birer
örnek. İki senenin sonundaysa, futbolcularıyla anlaşamayan, fazla
transfer isteyen, sevimsiz Mancini de ortaya çıkabilir. Bu durumda,
aynı daha önceki görevlerinde olduğu gibi 'teşekkür edilir' ve
yaratılan yeni düzenle çok daha uzun vadeli bir hocaya
yönelinebilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder