Üçlü savunmayı işler bir oyun
planına çevirmeyi başaran hocalar dahi, işe ilk başladıkları
vakit bu fikirle yola çıkmış değillerdi. Antonio Conte'nin
Juventus'taki ilk ayları, 4-2-4 diye bahsettiği bir dizilimin
gölgesinde geçiyor; ertesi sezon aynı sistemi devam ettirerek FA
Cup'ı kazanan -ama bu kez ligden düşmekten kurtulamayan- Wigan'a
14 lig maçında mucizevi bir şekilde 27 puan kazandıran üçlü
savunma, ancak sezon ortasında, şubat ayında ilk kez görücüye
çıkıyordu. Louis van Gaal'in Hollanda Milli Takımı için 3-4-1-2
tasarılarıysa, yeri dolduramayan orta saha oyuncusu Strootman'ın
sakatlığı sonrası takım kaptanı van Persie'yle beraber izlemeye
gittiği -o zamanlar üçlü savunma uygulayan- Feyenoord maçlarından
birinde şekillenmeye başlamıştı. Bu satırları okuduğunuz
sıralarda muhtemelen çevresindeki herhangi biriyle çoktan
hararetli bir tartışmaya girmiş olacak Marcelo Bielsa'nın, veya
bu sezon başı itibariyle Pep Guardiola'nın üçlü savunma
tercihlerine bakacak olursak, üçlü savunmaya burun kırılmasındaki
ana nedeni defansif bir şablon olması fikrinde aramak çok da doğru
olamaz. Fakat yine de, en düşünceli hocaların dahi hayal gücünü
zorlayan tüm imkanlarına karşın, üçlü savunmanın büyüsü
çoğu zaman gerçeklikle uyuşmuyor ve üçlü savunma, popülaritesi
her ne kadar artsa da, ancak belli özel durumlar neticesinde gelişen
bir strateji olarak belirmeye devam ediyor. Peki ama neden böyle?
Yaptığı her işte çok iyi bir
profesyonel olmayı başaran Gary Neville, İngiltere'nin son kez
üçlü savunmayla oynadığı 2006'daki Hırvatistan hezimetini
şöyle anlatır: “Maçtan birkaç gün önce, hocalar 3-5-2 oynama
fikriyle geldiler. Terry Venables'ın taktiksel olarak değişkenliğe
gitmeye meraklı olduğunu biliyordum, ama bu dizilimde rahat
edememiştim. Benden ne istendiğini bir türlü tam olarak
anlayamıyordum ve benim dışımda en azından birkaç oyuncunun
daha aynı durumda olduğu açıktı.” Seneler sonra, İngiltere
Milli Takımı forması giymiş bir başka sağ bek oyuncusu Micah
Richards, Ajax'tan yedikleri golleri üçlü savunma oynamalarına
bağlayacaktır. Tam da o sezonda birkaç maçlığına baklava
desenli orta saha denemesi yapan Sir Alex Ferguson, 70 yaşındaki
bir United taraftarının “Sahada kaybolmuş koyunlar gibi
koşturuyorlar!” eleştirisiyle karşılaşır. Aslında ne
Ferguson'ın o günkü takımı, ne de geçtiğimiz haftalarda Milton
Keynes Dons'tan birbirinden amatör 4 gol yemeyi başarmış
Manchester United takımının sorunu temelde farklıdır. Oyuncular,
değişen takım geometrisini algılamakta güçlük çekmektedirler.
Takım geometrisi, oyuncular arasındaki
uyumu açıklamaya yarayan takım kimyası kavramından farklı
şeyleri anlatır. Hatırlarsanız, Cesare Prandelli'nin geçtiğimiz
hafta Hürriyet gazetesine verdiği röportajda Mehmet Demirkol'un en
çok dikkatini çeken ifade, Beşiktaş'ın yorumlandığı “Saha
içinde fikir ve geometriye de sahipler.” bölümü olmuştu.
Demirkol, futbol lügatımıza 'geometri' gibi yeni ifadelerin girme
ihtimalini, oyunu algılayış biçimimizi zenginleştirebilecek bir
gelişme olarak yorumluyordu.
Futbola dair birbirinden çok farklı
fikirlere sahip olan Roy Hodgson ve Arrigo Sacchi, size dörtlü
bloklar hâlinde oynamanın ne gibi olasılıklar doğurduğundan
saatlerce bahsedebilir ve aslında içine oyuncuları dahil etmeden
yapacakları tüm bu teorik sohbet, bizim takım geometrisi olarak
andığımız konudan bahsetmektedir. Hodgson'a göre, sahayı enine
en iyi şekilde kaplayan savunma duruşu dörtlü savunmadır ve eğer
beklerinizden biri hücuma çıkacak olursa, geri kalan üç oyuncu
kaymalar yaparak size hâlâ üç oyuncuyla savunma fırsatı
verebilmektedir. Bunu üç oyuncuyla yapamayacağınızı söyler.
Roberto Martinez, savunmada açık vermeden iki bek oyuncunuzu da
aynı anda ve rakibe gerçekten zarar verecek hücum pozisyonlarında
kullanabilmenin üçlü savunmayla mümkün olabildiğini
anlatacaktır. Üçlü savunma kullandığınız takdirde, aynı anda
7-8 oyuncuyla hücum edebilme imkanınız doğar. Fakat Louis van
Gaal'e 90'ların muhteşem Ajax takımını soracak olursanız, belki
de ilk aklına gelen, üçlü savunmanın geriden oyun kurma
hususunda yarattığı avantajlar olacaktır.
Üçlü savunmayla oynayan Wigan, bunu ne şekilde kendi avantajına çeviriyordu? Maç içinden bu karenin ve daha fazlasının açıklamasına şu adresten ulaşabilirsiniz: Breaking down Roberto Martinez's 3-4-3 formation
Burada esas dikkat çekilmesi gereken
nokta, aynı dizilimin farklı şekillerde yorumlanmasından ziyade,
dizilimlerin zorunlu olarak ortaya çıkardığı yeni oyuncu
ilişkileridir. Üçlü savunmanın Wigan'da ve Ajax'ta farklı
şekillerde yorumlanması, bek oyuncularının artık önlerinde
yardımcı bir kanat oyuncusu olmadan oynayacağı gerçeğini
değiştirmez. Dörtlüden üçlüye geçiş, 4-3-3'ten 4-4-2
dizilimine geçişten daha derin, temel bir değişimdir ve
oyuncuların bildiği kuralların büyük kısmı baştan yazılır.
Bunun nedeni, pas açılarındaki ve kontrol edilmesi gereken
alanlardaki dramatik değişimdir ve kanatlardan orta açacağı
bölgelere ulaşmak için önünde oynayan kanat oyuncusuyla yapacağı
pas alışverişlerine ihtiyaç duyan Gary Neville'in içine düştüğü
boşluk aslında buradan kaynaklanır. Oyuncular ne şekilde
davranmaları gerektiğini bilemezler, tüm geometrik hafızaları
uçup gitmiştir.
Ajax 1995 yılında Şampiyonlar Ligi şampiyonu olduğunda van Gaal'in yardımcılığını yapan Gerard van der Lem, takımın sırrını şöyle anlatır: 'Her zaman topun hızı, sahadaki boş alanlar ve zamanlama üzerine konuştuk. Nerede daha fazla alan var? Hangi oyuncu topu aldığında en fazla zamana sahip olabilir? İşte topu oraya oynamalıydık. Her oyuncu, tüm sahanın geometrisini algılayabilir olmalıydı.'
Bu açıdan, üçlü savunma uzun bir
pratik ve aslında bir oyunu yeniden öğrenme süreci gerektirir.
Özellikle de İngiltere gibi konuya fazlasıyla çekimser yaklaşan
futbol iklimlerinde görülen büyük iniş çıkışlar bu
yabancılıktan doğar. Üçlü savunma geleneğine yatkın ve
fazlasıyla taktiksel bir futbol atmosferine sahip İtalya bir yana,
üçlü savunma pratiğinin günümüz futbolundan büyük ölçüde
çekilmiş olması ve oyuncuların bu yapıya yabancılığı,
herhangi bir hocanın ilk planda üçlü savunma fikriyle işe
başlamasını da büyük oranda imkansız kılar. Juventus, Wigan ve
Hollanda'da olan budur: üçlü savunma Guardiola veya Bielsa'da
olduğu şekilde idealist bir uygulama olarak değil, fakat ileriki
dönemlerde bir zorunluluğun sonucu olarak ortaya çıkar. Savunma
kurgusuna yönelik kaygıları olan üç takım, aynı oyuncu kadrosu
fakat farklı bir geometriyle bu sorunların üstesinden
gelebileceğinin farkına varmıştır. Geçişin bu denli sorunsuz
oluşuysa elbette özel durumlara; Juventus'un bir İtalyan takımı
olma rahatlığına, Martinez'in önceki senelerde tohumlarını
attığı evrensel futbol anlayışına ve tüm sezon üçlü savunma
oynayan Feyenoord'a bağlı olarak gerçekleşir.
Şu hâlde, Manchester United
kariyerine berbat bir başlangıç yapan Louis van Gaal de üçlü
savunma oynama konusundaki tercihini bu şekilde, doğrudan idealist
bir uygulamadan ziyade bir zorunluluk olarak dile getiriyor. Ama
ekliyor: zamana ihtiyacı var ve işe yaramadığı takdirde
kararından vazgeçebilir. Fakat United'ı üçlü savunma oynamaya
iten nedenlerin, yukarıda saydığımız takımlardan biraz daha
farklı olduğunu da belirtmemiz gerekiyor. Nasıl mı?
Hücum üçlüsü
Louis van Gaal'in Manchester United'da
niçin böylesine yeni bir dizilim kullanmak istediği üzerine
verdiği cevapların büyük çoğunluğu, gerideki değil ilerideki
bir üçlüden bahsediyordu. 4-3-3 oynamaları hâlinde elindeki üç
forvet oyuncusundan ancak birini kullanabileceğine, kadronun belli
pozisyonlarda, örneğin 10 numarada, çok şişkin fakat diğer
pozisyonlarda yetersiz oluşuna ve nihayetinde, yeterli kalitede
kanat oyuncularına sahip olmadığına işaret etmişti. Hem de pek
çok kez. Mata – Rooney – van Persie üçlüsünü, yani elindeki
en değerli ve gerçekten dünya çapındaki üç değerli hücum
oyuncusunu verimli şekilde kullanabilmenin merkezi bir kombinasyonla
mümkün olduğunu söylüyordu. İşte biraz farklı olan burası.
Daha önce bahsettiğimiz takımların tamamı için, üçlü
savunmanın çıkış noktası geri üçlünün yeniden
düzenlenmesiyle başlayan bir denge arayışı olmuştu.
United'da ise böyle değil ve
savunmada yapılan beceriksizlikleri, en az oyuncuların sisteme
yabancılığı kadar, hücumda 1-2 şeklinde dizilmenin sadece üçlü
savunmayla mı tamamlanabileceği noktasında aramamız gerekebilir.
Hele ki Blind, Di Maria gibi yeni orta saha transferlerini
düşünürsek. Baklava dilimi şeklinde dizilecek bir orta sahada
Blind, Herrera, Di Maria ve Mata'nın tamamı kariyeri boyunca en
verimli oldukları görevlerde yer alabiliyorken, kuşkusuz bu da
ilerleyen günlerde bir opsiyon olarak öne çıkabilir. Diğer
yandan, Louis van Gaal Hollanda Milli Takımı'nda niçin üçlü
savunma uygulamaları gerektiğini dile getirirken de Sneijder –
Robben – Van Persie'den oluşan dokunulmaz üçlüden söz ediyor
ve dolayısıyla da çıkış noktasını ön alanda yoğunlaştırıyor,
fakat dörtlü savunma oynadıkları vakit tarumar oldukları Fransa
maçını eklemeyi ihmal etmiyordu. Wigan üçlüye geçerek dikine
hücumlarını korkutucu boyuta taşımış, Guus Hiddink'le dörtlü
savunmaya döndüğü ilk maçta 10 dakikada iki gol yiyip bir de
kırmızı gören Hollanda, üçlüye dönerek sorunlarının büyük
kısmını üzerini örtmeyi başarmıştı. United'da bu denli
önemli bir çıkış noktası yok, bunu unutmamamız gerek.
"Antrenörler olarak çok fazla bilgi aktarmak zorundayız. Bana kalırsa, gerçekten çok fazla. Bunu ilk kez bir havaalanına gitmişsin gibi düşün. Eğer Manchester'a gideceksem, hangi terminale gitmeliyim? Uçağım nereden kalkacak? Nereye park etmeliyim? Ne kadar sıra bekleyeceğim? Sen bunu biliyorsun Gary [Neville]. Bu şehri tanıyorsun. Bana tüm bu bilgileri aktarmak zorundasın. Oyuncularla da bu şekilde. Şu anda İngiltere'de arabayı diğer tarafta sürmek zorundayım ve bu çok farklı. Yolu daha dikkatli gözlemeliyim. Şu anda oyuncularımın içinde bulunduğu süreç bu, ve kabul et ki kolay değil.” - Louis van Gaal
Manchester United'ın son yaptığı
sükseli transferler, her ne kadar takımın yeni CEO'su Ed
Woodward'un küçük çaplı bir Los Galacticos inşa etme
hülyalarına bağlansa da bu oyuncuların ortak bir yönü olduğunu
gözden kaçırmamalıyız. Tam da Woodward'un aklındakine uyan son
gün transferi Falcao bir kenara, hepsi de birçok farklı pozisyonu
oynayabilen çok iyi takım oyuncularıydı. Hollanda Milli Takımıyla
kurduğumuz paralelliklere son kez başvuracak olursak, turnuvanın
sonuna doğru sağ bek olarak beliren Kuyt'ı veya İspanya'ya karşı
5-1'lik galibiyet getiren 3-5-2'ye rağmen ertesi maçta
Avustralya'ya karşı 4-3-3 başlamış olmalarını da bir kenara
not etmemiz gerekiyor. Louis van Gaal, Barcelona'daki ilk iki
senesinde tam 8 Hollandalı oyuncu transfer etmişti ve United'da
gerçekleştireceği büyük çaplı değişim bu denli kalın
çizgilerle çizilemeyecek de olsa, belki de bundan çok da farklı
olmayacak. Tek pozisyonu oynayabilen oyuncularla dolu 'şişkin'
kadro, bir an evvel yenileriyle değiştirilecek ve bu arada, eğer
ki sisteme oynamaya elverişlilerse, yaşı kaç olursa olsun
altyapıdan gelen oyuncular da kendilerini bir anda A takımda
bulabilecekler. Takımın 'aklı'nı yukarıya taşıyan, büyük
çaplı ve uzun vadeli bir değişim.
Tüm bunlar kulağa fazla iddialı
geliyor olabilir. Ama modern çağı şekillendiren iki takımı,
Ajax ve Barcelona efsanelerini yaratmış birinden daha aşağı bir
ustalık eseri beklemek kabul edin ki haksızlık olacak.
5 yorum:
Abi eline sağlık gene döktürmüşsün :) Peki Hull City şablonu için ne düşüyorsun abi? Hele hele Dawson sonrası ?
Hull City 3-5-2 oynadığı 15 maçın 1'ini kazandı gibi bir istatistik okudum sanki geçenlerde, belki yanlış da hatırlıyor olabilirim, ama genel olarak pek yaramadı gibi gözüküyor onlara.
Hull'un şablonu doğrudan kadro yapısından doğmuş olsa gerek: Elmohamady her zaman için ne sağ açık ne sağ bek ama gayet yerinde bir wing-back'ti mesela. Dengeyi bulamadıkları için yakın zamanda 4-4-2'de sabitlenebilirler tekrar.
Abi bir de ben sana mail hesabından ileti göndermiştim. Ancak, gunercalis@hayatimfutbol.com hesabına gönderdim. O yüzden görmedin galiba. O iletiyi burda paylaşmak istiyorum. Stoke oyuncuları ile ilgili bir iletiydi. Şöyle ki,
-Shawcross'un PL'de büyük bir takım stoperi olma ihtimali ve olduktan sonra ne tarz bir rolde nasıl bir performans göstereceği,
-Robert Huth çok genç yaşta şans bulmaya başlamasına rağmen (ben sadece geçen yıl ilk dönemki maçlarını seyrettim, genç yaşta şans bulduğunu Transfermrkt'te gördüm) niçin Chelsea'de bir Terry olamadığı, şeklinde :)
Bunu tamamen unutmuşum :)
Ryan Shawcross muhtemelen Stoke'un uzun top oyunundan mütevellit biraz göz ardı ediliyordu, zaten klasik bir savunmacıdır. Yani konsantrasyon, topu bloklama gibi alanlarda usta. Bu yüzden de büyüklerin/Hodgson'ın ilgisini çekmiyor olabilir. Daha büyük bir takımda ben de merak ediyorum.
Huth, Chelsea'nin bu ilk dönem transferlerindendi; Mourinho'nun ilk dönemindeki Cech, Drogba.. gibi çok büyük başarıya ulaşmadı çoğu. Huth geçen sezon sonu sakatlanınca yerini Wilson'a kaybetti Stoke'da, bu sezon iyileşti ama hâlâ Wilson oynuyor. Çok sert oyuncudur ama o da Stoke'un geride kurulan savunmasının ekmeğini yiyenlerden biraz da.
@hayatimfutbol mailini kontrol etmiyorum pek, ayda yılda bir.
Ancak mesela Terry, "İnvincibles Arsenali"nde oynasa çok rezil durumlara düşüebilirdi. Keza AVB zamanında Walcott karşısında çok kötü bir performansı vardı. Çünkü AVB yüksek çizgide bir defans hattında oynatmıştı bu adamı ve rezil olmuştu. Huth top tekniği iyi ancak topla çıkma becerisi nasıl bilmiyorum. Ve çok zeki aynı zamanda sert bir defans. Bütün bu özellikleriyle Teryy adlı arkadaşı çok andırıyor abi . Yani ben buradan yola çıkarak sormuştum.
Yorum Gönder