“Avrupa futbolunun
insani değerlerini geri kazanması gerek. Gençler üzerinden
yürütülen sahte transfer politikası son bulmalı ve biz sahip
olduğumuz değerleri savunurken, aramızdaki en küçüklerin de
kişiliğini, kimliğini korumak zorundayız.”
Michel
Platini, 2007'deki UEFA Başkanlık seçimi konuşmasından
Temel insan haklarının
futbol kolu olarak lanse edilen Bosman kuralları, 1995'te yürürlüğe
girerek futbolu derinden değiştirdi. Endüstrileşen futbol,
böylece tek dünya ekonomisine daha net bir şekilde entegre edilmiş
oldu. Bu anlayış içinde, Afrikalıların konumu da aynı Doğu
Avrupalı veya Latin Amerikalı paydaşları gibi daha iyi şartlar
için ülkesini terk etmiş serbest ekonomi göçmenliğine
indirgenebiliyor. Kağıt üzerinde doğru görünen bu düşünce,
Avrupalıların 19. yy koloniyel ırkçı alt fikirlerinin devamı
olarak bu bölge insanlarına gösterdikleri ön yargı ve
hissiyatsızlık; bunun yanında Afrika'nın yapısal ve ekonomik
olarak diğer bölgelerden çok geride olmasıyla farklı bir
hüviyete bürünüyor ve haklılığını büyük ölçüde
yitiriyor. Latin Amerika ülkelerinden farklı olarak, Afrika'nın
ekonomik geriliği yanında kültürel ve yapısal bütünsüzlüğü;
yani aynı oranda gelişmiş, oturmuş bir kimliğe sahip olmaması,
Avrupa'nın kıta üzerindeki manipülasyonunu ciddi seviyelere
getiriyor. Bu durum, insani açıdan üzücü sonuçlar doğurmasının
yanında bir süredir ülke futbolunu da yıkıcı bir kimliksizliğe
itmiş durumda. Yazının esas ilgilendiği alan, bu son cümleyle
özetlenebilir.
Avrupa'nın 'çekici'liği
Global göç
mekanizmasında, göç alan ülkelerin cazibeleri olarak 'çekim' ve
göç veren ülkelerin yetersizlikleri olarak 'itim' kavramından söz
etmek mümkün. Bu ikili ilişki Afrika açısından
değerlendirildiğinde, insan akışındaki esas etkenin 'itim'
olduğunu görüyoruz. Avrupa'nın daha iyi yaşam şartlarından
önce gelen, Afrika'nın yoksulluğu oluyor. Bu durumu çarpıcı bir
şekilde ortaya koyan 2005 yılına ait bir BBC anketi, eğer tercih
şansları olsa kendi ülkelerinde yaşamayı tercih edeceğini
söyleyen vatandaşlara ancak dört Afrika ülkesinde rastlamaktaydı.
En uçtaki Fildişililerin %84'ü, fırsat yaratıldığı takdirde
yurt dışına göç edeceğini oyluyordu.
Bosman kuralları
Afrika'nın ekonomik ve kültürel ortamıyla birleştiğinde, futbol
alanında yeni bir gerçeklik ortaya çıkardı. İnsan hakları
boyutuyla yürürlüğe giren kurallar, Afrika futbolunda neo-liberal
koloniciliğin başka bir boyuta ulaşmasına hizmet eder hale geldi
ve bu topraklardan çıkan oyuncular, talihsizce, Avrupalı
kulüplerin gözünde sanki bir ham madde gibi cansız ve tek düze
görüldüler. Bu kuralların sağladığı hukuksal tabanla uluslar
arası şirketler olma özelliğini hemen hemen tamamlayan futbol
kulüpleri, ekonominin basit prensiplerinden güç almaya
başlamışlardı. Satıcı ülkelerden alınan ham maddeler
işlenerek yüksek meblağlara satılıyor ve kâr katlanarak
artıyordu. Bu durumdaki ucuz, işlenmemiş 'ham madde' sahibi
Afrika, Avrupalılar için 'açık' bir pazar haline geldi. Diğer
yandan Afrikalıların pazarlık masasına koca bir sıfırla
oturması da işleri iyiye götürmüyordu. Pek çok yerel yönetici
Avrupalı menajerlerle iş birliği yapmaya başlamıştı.
Nitelikli stadyumları,
antrenman tesisleri, eğitimli spor elemanları yok denecek kadar az
olan Afrika'da, bu boşluğu oyuncu trafiğinden pay alan menajerler
doldurdu. Satışlardan pay alan bu kişiler, Afrikalıların çok
küçük yaşlarda Avrupa akademilerine transfer olmasına aracılık
ettiler. Dolayısıyla, diğer alanların hemen tamamında
profesyonel dünyaya hazır olma potansiyeli içermeyen ve bu yüzden
öncelikle 'kendi istekleri' ile göç eden Afrikalılar, futbol
endüstrisinde Avrupalılarca 'çekiliyordu'. Büyük sponsorların
reklam kampanyalarıyla 'futbolcuların ikonlaştırılması' ve
'futbolculuğun en gerçekçi çıkış yolu' olduğunun benimsenmesi
süreciyle pek çok niteliksiz oyuncu da Avrupa'ya göç etti. Bu
oyuncular başarısız bir kariyer izlediler ve beklediklerini
bulamadılar; ancak yaratılan 'sahte tablo' sayesinde, göç aynı
hızla sürdü.
Afrika göçmenliğinin
geçmişi
Salif Keita |
Afrika'dan oyuncu
göçünün çok yakın bir geçmişi olduğunu düşünüyorsanız,
yanılıyorsunuz. Bunu başlatan Bosman değildi.Yalnızca
istatistiki değer taşıyan değil, dönemlerinde gerçekten iz
bırakmış Afrikalı göçmenlerin geçmişi 1930'lara kadar
uzanıyor. O tarihlerdeki ilk göçmen hattı Kuzey Afrika'dan
Fransa'ya doğru gelişmişti. Cezayirli ve Faslı futbolculardan en
yeteneklileri, kendilerini Fransa'da test etmek üzere ülkelerini
terk ediyordu ve başarılı olanların pek çoğu Fransa milli
takımına da seçilmekteydi. Bu başarıyı gören Portekiz
kulüplerinin, kolonilere düzenledikleri turlar bizzat Afrikalılar
tarafından ilgiyle beklenen aktiviteler haline gelmişti. Bu turlar
esnasında keşfedilen oyuncuların en meşhuru olan Eusebio,
Benfica'nın Mozambik'e yaptığı gezi sonrası takıma katılmıştı.
Daha sonra bu furyaya Belçika da eklendi; Kongo'dan Belçika'ya
futbolcu göçü başladı.
1960-80 tarihleri
arasında pek çok Afrika ülkesinin bağımsızlığını ilan
etmesi ve oyuncuların yurt dışına transferini engelleyici
kararlar alması, göçün hızını bir süreliğine yavaşlatmıştı.
Bu dönemde, yurt dışında oynayan oyuncuların milli takıma
seçilmesi yasaktı. FIFA çatısı altında ortak kararlar almaya
tabi tutulan Afrika Futbol Konfederasyonu, 1981'e gelindiğinde bu
düzenlemekten vazgeçmek zorunda kaldı. Fakat yine de, 20. yy'ın
son 10 yılında başlayan uygulamalar daha öncekilere oranla ciddi
farklılıklar içeriyor.
Alınıp satılan
'futbolcu'lar
Bosman öncesinde
Avrupa kulüplerinin yabancı oyuncu transferini kısıtlayan ciddi
düzenlemeler yer alıyordu. 95/96 sezonuna kadar hemen tüm Avrupa
liglerinde 1 ila 3 arasında değişen bir yabancı limiti mevcuttu.
Bu durumda, kolonilerden getirilen Afrikalıların tarihsel bağlar
kullanarak ülke vatandaşlığına geçirilmesi söz konusu
oluyordu. Fakat kısıtlamaların doğası gereği yalnızca en
yeteneklilerin seçilmesi mümkün olabilirdi. Dolayısıyla da
oyunculardan birinci planda elde edilen kazanım 'para' değil,
'yetenek' oluyordu. Böyle yetenekli oyuncuları bu denli ucuza sahip
olabilmek başka türlü mümkün değildi. Yeni serbest kurallarla
'eleme' aşaması ortadan kalktı; 1995/96 sezonundan 2004/05'e
gelindiğinde 11 büyük Avrupa ligindeki yurtdışı pasaportlu
oyuncu sayısı 882'den 1803'e ve Afrikalılar 160'dan 316'ya
yükselmişti. 10 sene içinde önemli bir değişim.
Yeni kurallar,
Afrika'dan futbolcu transferini öncelikle 'para'ya dönüştürdü.
Bu oyuncuların yetenekli veya çok iyi olmasına gerek yoktu,
'bedava'ya transfer ediliyorlardı ve en kötü ihtimalde dahi belli
bir miktar kâr etmek mümkündü. Bu konular üzerinde çalışan
Faslı gazeteci Mahjoub, Avrupa'daki denemelere katılan
Afrikalıların ancak %20'sinin başarılı olduğunu söylüyor.
Afrikalılar yalnız Avrupa'ya değil, Bangladeş ligi ve Türkiye'nin
alt lig takımları da dahil olmak üzere dünyanın dört yanında
denemelere alınıyorlar. Ucuzlar ve Avrupalıların gözünde fiziki
kapasiteleriyle her daim bir potansiyel arz ediyorlar.
Erken yatırım,
yüksek kâr
Asya veya Orta Doğu
gibi örneklerin aksine, Avrupa'nın Afrikalı oyuncuları transferi
çok küçük yaşlarda başlıyor. Her transferde bonservis
bedelinin katlandığı hesaba katıldığından, bir oyuncunun daha
küçük yaşta alınması kârın artacağı anlamına geliyor.
Latin Amerikalı oyuncular hiç değilse belli bir pazarlık payıyla
masaya oturabiliyor ve çoğunlukla yüksek bedellerle oyuncu
satabiliyorken, Afrika'dan ilk çıkışını yapan bir oyuncunun
herhangi bir bedelle transfer olması mümkün olmuyor. Böylece
yerel Afrika kulüpleri daha da güçsüzleşiyor ve kıta yabancı
yatırımların etkisine daha fazla giriyor. Bir elin parmaklarını
geçmeyen akademilerin en kalitelileri Avrupalıların kurdukları ve
kuruluş amaçları gereği bu akademilerin oyuncuların daha
pahalıya satışlarına yönelik bir çabaları olmuyor.
Fildişi Sahilleri'nin
'altın jenerasyonu'nun temellerini atan akademi olarak bilinen ASEC
Mimosas akademisi, 1994 yılında Fransız futbol adamı Jean-Marc
Guillou tarafından açılmış. Belçika'nın Beveren kulübüyle
birinci elden iş birliği yürüten bu kulübün mezunları arasında
Toure kardeşler, Didier Zokora, Emmanuel Eboue gibi oyuncular
bulunuyor. Beveren'in ilk alım hakkına sahip oluşuyla bu oyuncular
ilk olarak Belçika'ya ve buradan da daha büyük Avrupa kulüplerine
transfer oluyorlar. Akademiye seçilen oyuncular, futbolun yanında
verilen matematik, tarih, coğrafya, yabancı dil gibi alanlarda da
eğitime tabi tutuluyor. Bu oyuncuların satışından Afrika
yerleşimli kulübün -Afrikalılar tarafından açılmış bir kulüp
olsaydı durum değişebilirdi- geliri, menajerlerin ve Guillou'nun
payını saymazsak koca bir sıfır olurken Beveren önemli kârlar
elde ediyor. Somut bir örnek olarak, Chelsea'ye transferi sonrası
en pahalı Afrikalı oyuncu lütfunu kazanan Michael Essien'i
inceleyebiliriz. Essien, ülkesinin kulübü Liberty Accra'dan
Bastia'ya 2000 yılında bedelsiz olarak transfer edilmişti. Bastia,
Essien'in Lyon'a satışı için kasasına 8M euro koydu. Chelsea ise
Lyon'a 38M euro ödedi. Kâr katlanarak artıyor ve dolayısıyla, bu
oyuncuları bedelsiz olarak en küçük yaşlarda transfer edebilmek
en büyük kârı getiriyor.
Sıradanlaştırma
politikası
Kurulan bu akademiler
gerçekten Afrikalılar tarafından yönetilse ve açılsaydı, işler
farklı olabilirdi. Ekonomik uçurum gereği, dışa göç uzunca bir
süre daha devam edeceği geçerliliğini koruyacaktı fakat hiç
değilse; Afrikalılar aynı Latinler veya Doğu Avrupalılar gibi bu
satışlardan gerçek kazançlar elde edebilirlerdi. Yine de işin
daha da kötü bir yanı var. Oyuncular bu kadar genç yaşlarda
transfer olduklarından dolayı, esas futbol eğitimlerini de
Avrupalı hocaların önderliğinde, onların bakış açılarıyla
geçiriyorlar. Dolayısıyla 'para'ya indirgenerek değersizleşen
Afrikalı futbolcu, Avrupalı koçların onlara tek tip 'güçlü,
atlet' bakışıyla da kimliğini yitiriyor. Altyapı eğitiminde
belki de her türlü olanaktan daha önce gelenin futbol altyapı
hocaları, eğitim olduğunu unutmamak gerekiyor. Bunun için
İngiltere'nin ve Yugoslav ülkelerinin karşılaştırmasını
yapmak yeterli. Gerçekten, gerçekten hiç mi yetenekli İngiliz
çıkmıyor? Hayır, yalnızca o şekilde yetiştiriliyorlar. Afrika'da da böyle bir durum gelişmiş durumda; tek tip oyuncu
çıkıyor.
"Kanu believe it?" (http://www.youtube.com/watch?v=LkMEnCqIBc4) |
Özellikle Sahra altı
Batı Afrika ülkeleri, Bosman kurallarının en 'kârlı' çıkanları
oldular. Avrupa'nın manipülasyonu bu ülkelerin gerçekten en
güçsüz ekonomiye ve en 'güçlü' oyunculara sahip olmasıyla en
yüksek seviyede seyretti. Kahve ihracatı sorunlarıyla daha da
kötüye giden ekonomik hâl, iç savaş ve buna zıt seyreden futbol
milli takımı kimliğiyle Fildişi Sahili en bariz örnek. Tüm
bunların yanında, bireysel olarak büyük başarılar yakalayan bu
'Afro-Avrupalı' oyuncuların benzer, 'kas' üzerine kurulu oyun
tarzı ihmal edilemez.
Afrikalı milli
takımlar sahaya 11 en iyi oyuncusunu sürmek istediklerinde 3 adet
defansif orta saha ve üç adet aynı tip forvet oyuncusuyla
karşılaşıyorlar. Yalnızca 10 sene önceye kadar çok büyük
keyif veren Kamerun, Nijerya gibi ülkeler Avrupalılaşmanın bu
yıkımı içinde değersiz milli takımlara dönüştüler. Çare
ancak yerelleşmekte olabilir. Nijeryalı hoca Keshi'nin
önderliğinde, yüksek derecede yerel lig oyuncularından oluşan
Nijerya'nın Afrika Uluslar Kupası'nı kazanması ve gösterdiği
değişim bu açıdan takdire değer. Gana ve Nijerya Afrika'nın
yeniden kimliğini kazanması için en önemli iki güç olarak
gözüküyor.
Afrika futbolunun
gerçek ruhu
Avrupa'nın işin içine
bu denli dahil olmasından önce, Afrika benzersiz bir futbol
kültürüne sahipti. Her şeye rağmen dans edebilmeyi bilebilen bu
kıtanın insanları, futbol topunu bir eğlence olarak görmeye
alışmışlardı. Afrika milli takımları 1980'lerden itibaren
düzenli olarak başarı kazanmaya başladıklarında en büyük
eksiklerinin 'organizasyon' olduğu söylenirdi. Bu oyuncular çok
yetenekliydi, oyunu büyük bir tutkuyla oynuyorlardı, keza taraftar
da bundan büyük bir keyif alıyordu ve Afrika futbolu gerçek bir
keyifti.
'Jay Jay' Okocha. "O kadar iyiydi ki ismini iki kez söylüyorlardı." |
“Dediklerine göre,
Nijeryalılar topla nasıl baş edilmesi gerektiğini çok iyi
bilirdi. Sanki ayaklarıyla okşar ve kolayca boyunlarının
etrafında dolaştırırlardı. Topa dokunmayı
kişiselleştirmişlerdi; o an nasıl hissediyorlarsa, topa da öyle
davranıyorlardı. Aşkla ve yumuşak veya acımasızca ve sert.
Onlar Afrika sokaklarında yalnızca rakiplerini değil, tavukları,
keçileri, motorsikletleri ve arabaları da çalımlıyorlardı.”
Abedi Pele, Roger Milla
gibi çok önemli oyuncuların yanında bizim ülkemizde de top
koşturan Okocha, Amokachi gibi çok önemli yetenekler
çıkarıyorlardı. Afrika futbolu deyince bir zamanlar ilk akla
gelen 'hız ve güç' değil, yetenek ve eğlence olurdu. Literatüre
son 5 sene içinde girmiş olan 'Afrikalı oyun kurucunun ölümü'
de bu değişim içinde ortaya çıkmış bir kavram. Artık böyle
oyuncular çıkmıyor. Avrupalıların gözetiminde atletik
özellikleriyle fark yaratacağı düşünülen Afrikalılar, bazen
bu akademilerde bazen de profesyonel kariyerlerinin şekillenmeye
başladığı 20'li yaşlarda tek düze rollere evrildiler. Pek çoğu
bu rollerde gerçekten başarılı oldu, çünkü güçlüydüler,
kararlıydılar ve onlara verilen görevlerde öne çıkması gereken
özellikler bunlardı. Yine de, değersizleştirildikleri gerçeği
değişmiyor.
Nijerya'nın '10' numarası John Obi Mikel. |
John Obi Mikel,
Norveç'in Lyn takımından Chelsea'ye transfer olduğunda
Nijeryalıların çok yönlü bir ofansif orta saha olmasını
beklediği bir oyuncuydu. Keshi'nin gelişiyle milli takımda önemli
ofansif görevler alan Mikel'in aksine Chelsea'deki sekizinci
sezonunu geçiren Mikel, yetersiz, yalnızca yan pas yapan bir oyuncu
olarak görülüyor. Biraz futbolun 'özelleştirilmiş yeteneklere'
kayışı ve biraz da Afrikalılara gösterilen ön yargıdan,
aralarında gerçekten yetenekli olanlar ve bu şekilde Avrupa'ya
getirilenler dahi bir süre sonra sıradanlaşıyor. Udinese'den
Juventus'a transfer olurken değerli bir ofansif orta saha elemanı
olarak bilinen Kwadwo Asamoah da ne yazık ki genellikle 3-5-2'nin
soluna mahkum oluyor.
Çare: Afrikalı
yöneticiler, Afrika'nın kendi insanları
Afrika futbolundaki “10
numaranın ölüşü” Avrupalı hocaların Freudian dil sürçmeleri
sonucu belli aralıklarla gündeme gelen bir konu. Benim konu
ilgisine çekilişim de bu zamanların birinde olmuştu; biraz daha
üzerine düşmemse, Gana U-20 futbol takımına yakından tanıklık
etmem gibi yakın bir vakte dayanıyor. Dört oyuncusu hariç tamamı
kendi liginin oyuncularından oluşan, fazlasıyla teknik ve izlemesi
zevkli bu takım, kafamdaki Afrikalı hoca tanımını birebir
karşılayan saygıdeğer Tetteh ve taraftar grubuyla beni biraz daha
konu üzerine okumaya itti. Açıkçası, futbolcu göçü üzerine
yapılmış değerli araştırmalar, Bosman'ın 10. yılına mukabil,
2005-06 yılları arası çok büyük bir yoğunluk gösteriyor ve
yeni bir durum ortaya çıkmaması sebebinin de büyük etkisiyle,
yeni çalışmalar kısıtlı. Kıta futbolcularına dair ön yargılı
bakışın medyada yer bulmasıysa en son bundan iki sene evvel
Blanc'ın sözleriyle gerçekleşmişti. Özellikle Nijerya milli
takımının içteki politik çekişmelere rağmen yerel unsurlarla
başardıkları, Fildişi Sahilleri'nin altın jenerasyonunun da son
günlerini yaşamasıyla, Afrika futboluna dair yeni bir dönemin
başlangıcına işaret ediyor olabilir.
Afrikalılar daha
iyisini hak ediyor.
Kaynak makaleler
-
The Muscle Drain of African Football Players to Europe: Trade or
Trafficking? (Jonas Scherrens)
-
Migrations and trade of African football players: Historic,
geographical and cultural aspects (Raffaele Poli)
-
Through the Prism of Sports: Why should Africanists study sports?
(Bea Vidacs)
Konuya
dair çok değerli bir film
– Soka Afrika (2011)
* * *
Ne demişlerdi?
-Fransa milli
takımından istifasına yol açan süreçte, şimdinin PSG hocası
Laurent Blanc, Fransız akademileri üzerine şu sözleri
söylemişti: “Sürekli aynı tipte oyuncu yetiştirdiklerine dair
bir izlenime kapılmamanız mümkün değil: büyük ve güçlü.
Büyük ve güçlü olan kim var? Siyahlar. İşte böyle, gerçek
bu.”
Papa Bouba Diop, Portsmouth formasıyla. |
-Gana'nın başkenti
Accra'da bir futbolcu akademisinin başında bulunan Manchester
United Afrika scout'u Tom Vernon, 'Papa Bouba Diop şablonu' sözüyle
ünlenmişti. Tom Vernon; Diop, Essien, Diarra gibi Afrikalı
oyuncuları gören İngiliz kulüplerinin aynı tip kuvvetli, sert
oynayan, atletik oyuncu arayışında olduğunu söylemiş ve bu
oyuncu tipini 'Diop şablonu' olarak tanımlamıştı. Diop'un bir
diğer lakabı ise 'gardrop'tu.
-Nijerya'da Keshi
örneğinde olduğu gibi, futbolcu tabanı değişmeden dahi yerel
hocalara tanınan şanslarla milli takımlar 'canlanabilirler'. Bu
takımları gerçekten anlayabilen ve onlara gerçekten değer veren
yalnızca yerel koçlar. Pek çok diğer görevdaşı gibi, Malawi
hocası Kinnah Phiri de ülkelerin kendi insanlarına şans
tanımamasından yakınıyor. “Biz Afrikalılara, kendi milli
takımlarımızda doğru düzgün şans tanınmaması adil değil.
Bizler Avrupalılar kadar iyi eğitim almış kişileriz; örneğin
benim durumuma bakın, İngiltere'de eğitim almış biriyim. Bana
kalırsa sadece kendi insanımıza güvenmeme zihniyeti bizi geriye
götürüyor.”
1 yorum:
çok değerli bir yazı, eline sağlık :)
Yorum Gönder