Hayatım Futbol 103. sayıda.
"Tottenham'ın hücumdaki kısırlığı, White Hart Lane'deki
homurdanmalarla daha fazla tartışılır hâle geldi. Halbuki takım
maç kazanmaya devam ediyordu."
Bundan iki hafta önce,
White Hart Lane'de pek de beklenmedik bir olay vuku buldu.
Tottenham'ın 1-0 üstünlüğü ile biten karşılaşma, taraftarın
tepkisi ve Villas-Boas'ın 'sanki deplasman takımı bizdik' karşı
açıklamasıyla manşet idi. Takımın iç sahada oynadığı oyun
taraftarı tatmin etmiyordu ve Hull City'e karşı oynanan maçta
patlamışlardı.
Olayın neden
beklenmedik olduğunu göstermek ve Tottenham'ın içinde bulunduğu
garip hâli ortaya sermek için istatistikler iyi bir başlangıç
olabilir. Şöyle ki, geçtiğimiz haftaya kadar zirvede bulunan
Tottenham, topa sahip olma istatistiğinde ligin ikinci sırasında
yer alıyor; en çok şut atıyor, en az ofsayta düşüyor ve 10
maçın yalnızca 3'ünde gol yemiş durumda. Avrupa'da gol yemeden,
farklı galibiyetlerle yoluna devam ediyor ve ligde dördüncü
sırada. “O hâlde, tepki neden?” diye düşünebilirsiniz. Lakin
şöyle bir şey de var: Tottenham, 10 lig maçında yalnızca 9 gol
atabilmiş durumda.
Taraftarın iç sahada
daha keyifli ve gollü maçlar izlemek istemesi gayet olağan.
Tepkilere kadar varan sabırsızlıksa, kulübün ne kadar büyük
bir yol kat ettiğinin alameti olarak yorumlanabilir. Mourinho'nun
Chelsea'deki 'nispeten' yavaş başlangıcına dair söylediğini,
Villas-Boas ve Levy de tekrar edecek gibi gözüküyorlar: “Bu
canavarı biz yarattık.”
Şu sıralar gol
kısırlığıyla gündeme gelen Tottenham'ın yeni sezonunu, değişen
ve büyüyen beklentilerini ele alacağız.
Elvis'i satıp
Beatles'ı alan kulüp
Tottenham'ın
sansasyonel transfer sezonunu en iyi anlatan söz, kulübün eski
kalecilerinden Erik Thorstvedt'ten gelmişti: “Elvis'i sattık,
yerine Beatles'ı aldık!”
Takımın
hücumdaki kısırlığına dair eleştirilerin bir kısmı, 100
milyon euro'luk transfer harcaması üzerinden gelişiyor. Bu kadar
para harcayan bir takım nasıl gol atamaz? Fakat terazinin diğer
yanında, hemen hemen sadece Bale'in satışından gelen bir o kadar
da gelir var ve Tottenham çok para harcayıp geçen sezonun üzerine
koyan bir takımdan ziyade, pek çok açıdan yeniden yapılanan bir
takım. Kulağa güzel gelmesi yanında, Beatles benzetmesi bu
anlamda da yerini buluyor. Dünyanın en pahalı oyuncusu ayrıldı
ve yeni sezondaki ilk 11'de en azından 4 yeni isim oynuyor.
Dolayısıyla, atılacak gollerden önce alınacak skorların şu
aşamada daha önemli olabileceğini ve sabrın gerektiğini
savunmaya buradan, basitçe başlanabilir. Ancak yeterli değil.
Yeni transferler Soldan sağa: Paulinho, Eriksen, Soldado, Chadli, Capoue, Chiricheş, Lamela. Toplam bonservis: 121,875,000 € Yaş ortalaması: 24,3 |
Esas
mesele şu ki, Tottenham bu sezon gerçekten Villas-Boas'ın takımı
gibi gözükmeye başladı. Geçtiğimiz sezonki 8 yeni transfer ve
ayrılanlara rağmen, kadro büyük ölçüde Redknapp'dan kalmaydı.
Bu sezon geri kalanlar da ayrıldı ve 7 tane çok değerli yeni isim
katıldı. Artık takımın oyun tarzına da belirgin prensipler
hakim olmaya başladı.
Orantısız idealizm
Bir
önceki sezonu 72 puanla bitiren Tottenham, kulübün Premier Lig
puan rekoruna imza atmış ve Villas-Boas da rüştünü ispat etmeyi
başarmıştı. Adaya ilk ayak bastığında özel insan Mourinho'nun
varisi olarak gösterilen ve çocukluğuna kadar gidilerek 'özel'lik
alametleri sıralanan Portekizli hoca; Chelsea'de prensiplerinden
vazgeçmeyen, oyunculara inemeyen dahi hoca profili sunduktan sonra
şüpheyle bakılan bir figür hâline gelmişti. Daha önce hiçbir
takımı iki sezon üst üste çalıştırmayan 36 yaşındaki hoca,
Chelsea'deki deneyiminin ardından çok daha esnek bir yöntem izledi
ve Tottenham'ın rekor puanla biten sezonunun karakteri bu oldu.
Takım Redknapp'tan farklı olarak daha Avrupai bir futbol oynamaya
başlamış ve Villas-Boas bu anlamda imzasını atmayı başarmıştı;
fakat sezon içinde 4-4-2'ye de geçtiler, sağ kanatta sağ ayaklı
oyuncu da oynattılar, maçların 60. dakikasından sonra
Huddlestone'u oyuna sokarak 4-3-3'e de geçtiler ve en kritik olarak
Gareth Bale'den merkez oyuncusu da yaptılar. Villas-Boas,
prensipleri üzerinden başarı getirmeyi bir süreliğine erteleyip
dehasını ortaya koyan çözümler üretmeye girişmiş ve çok
başarılı olmuştu.
Bu
sezon farklı. Chelsea'deki dönemini hatırlatırcasına, orantısız
idealizmle oynuyorlar. Bol gollü, agresif, eğlenceli bir futbol
tarzını benimsemekten ziyade, zihni methodik işleyen Villas-Boas,
esas olarak oyunu kontrol etmekle ve oyuncuların pozisyonel
yerleşimleriyle ilgileniyor. Top hakimiyetinin, 'kontrol'ün en
önemli bileşeni olduğu sezgisel olarak anlaşılabilir fakat
oyuncuların saha içindeki yayılışına gösterilen hassasiyetin
niçin önemli olduğunu kavramak, sanırım biraz daha karmaşık.
Topsuz değil, toplu oyunda da oyuncuların belli alanların dışına
çıkmadan oynaması, zorunlu olarak birbirini takip edecek
savunmadan hücuma ve hücumdan savunmaya geçişlerde oldukça
önemli.
Bu sezon 1-0 kaybettikleri Arsenal karşısında Spurs'un ileride kurulan savunması ve sahada yerleşimi. |
Yakın
zamandan somut bir örnek olarak, Barcelona'daki sol kanat
günlerinden bahseden Fabregas'a kulak verebiliriz. Geçtiğimiz
günlerde Guardian'a verdiği röportajda, 'kendisini Arsenal'deki
gibi oynatmak istediğini' söyleyen ve daha 'anarşik' bir oyun
anlayışı olan Tata Martino'nun bu sezonki formunda belirleyici
etkisine vurgu yapıyordu. “Geçen sene sistemi bozan isim olmaktan
çok korkuyordum ve kafamdan şuna benzer şeyler geçiyordu: 'Eğer
oraya hareketlenecek olursam ve o anda topu kaybedersek, benim alanım
boş kalacak ve bu durumda hiç de eğlenceli şeyler olmayabilir!'
Şimdi hocadan aldığım onayla, boşluklar gördüğüm vakit o
noktalara koşular yapabiliyorum.”
Bu
anlamda Tata Martino ve Pep Guardiola'yla benzer fikirleri paylaşan
ve oyun anlayışını 'pozisyonel' bazda kuran Villas-Boas'ın
takımı, serbest akışkan Arsenal'den farklı ve çok daha belli
kurallar dahilinde hareket ediyor. Bu yapı içinde yücelen Gareth
Bale bir yana; Tottenham taraftarı sol kanatta sağ ayaklı ve sağ
kanatta sol ayaklı oyuncuları görmekten bıkmış durumdalar ve
bunun hiçbir vakit değişmemesi nedeniyle tepkilerini
belirtiyorlar. Sezonun yıldızı sağ kanat oyuncusu Townsend,
merkeze kat edip sol ayağıyla şut denediği 60 dakikadan sonra,
bir 30 dakika daha bunu yapmaya devam ediyor. Tottenham, rakibe göre
esneklik göstermeye hemen hemen hiç gitmiyor ve maç içindeki
oyuncu değişiklikleri, farklılaştırıcı yönde olmuyor. Görev
alan herkes de ancak belli 'pozisyonel' desenler içinde görevlerini
yapıyorlar ve hücumun keskinleşmediği durumda, bu durum
yaratıcılığı kısıtlayıcı bir etken hâline dönüşebiliyor.
Andros Townsend, artık İngiltere milli takımının da göz bebeği. |
Villas-Boas'ın
çözümüyse, geçen sezonki gibi pragmatik önlemler yerine, bu
yapı içinde oyuncuların ilişkilerini geliştirmek olacak.
Paulinho'nun ceza sahasına koşuları keskinleşecek, sol bek
Rose'un iyileşmesiyle Sigurdsson'un içeri kaçışları daha fazla
anlam kazanacak ve Eriksen'in de varlığıyla Soldado daha iyi
servis alacak. Yine de sonuç olarak Arsenal'den farklı bir şey
olacaklar. Villas-Boas penceresinden bakıldığında, başka türlü
düşünülmesi söz konusu olamaz. Artık gerekli materyallere sahip
takımda, bu kısır oyunun uzun vadede daha iyiye geliştirilmesinin
tartışılmaz tek fikir olarak görülmesi kendi içinde kesinlikle
haklı. Fakat şu ana kadar 4 golünün 3'ünü penaltıdan atmış
Roberto Soldado gerçeğiyle karşı karşıyalar ve ligin en az
ofsayta düşen takımı olmaları da ne kadar berbat bir servis
verdiklerini bir kez daha gözler önüne seriyor.
Sonuç: Tottenham
daha iyi
Neresinden
bakarsanız bakın, Tottenham geçen seneden çok daha iyi bir takım.
Geçen yıl bu dönemlerde daha az puan toplamışlardı ve oyunları
aynı ölçüde olgunluk göstermiyordu. Daha da önemlisi, geçen
yıl başarıyla uygulamayı beceremedikleri ve bu yüzden ancak
dönem dönem kullandıkları pek çok stratejiyi bu yıl alışkanlık
hâline getirmeyi başardılar. Öne çıkan çizgi savunma örneğin.
Geçen yılki Arsenal maçında savunmayı öne çıkarmak isterken
öyle fahiş boşluklar vermişlerdi ki, televizyonda maçın
analizini yapan Gary Neville, 'hobi olarak yapsınlar.' demeye kadar
getirmek üzereydi. Bu yılsa, aynı diğer pek çok şey gibi, maç
seçmeksizin ve düzgün bir şekilde uygulamayı başarıyorlar. Gol
yemeyen savunmanın ve top hakimiyetinin sürdürülebilirliğinin en
önemli bileşeni, başarıyla uygulanan bu yapı oluyor. Süpürücü
kaleci Lloris, top tekniği üst seviyede savunma oyuncuları
Vertonghen, Chiricheş ve kapayıcılar Sandro, Capoue ile hemen
hemen hiç hata yapmaz hâle geldiler. Tüm bunları olanaklı
kılansa, özenle seçilen transferler ve ortaya çıkan yeni, derin,
alternatifli oyuncu grubu oldu.
Bu sezon ligdeki ilk iç saha maçı, Swansea karşısında Tottenham'ın sahaya yayılışı. Maçı 1-0 kazandılar. |
Hücumdaki
sorunların önemli bir kısmı, zaman içinde, daha önceki
paragraflarda kısa kısa açıklandığı şekliyle çözülebilir
duruyor. Henüz bahsetmedik, Erik Lamela gibi bir oyuncu henüz
takıma dahi girememiş durumda. Yalnız, derinde oyun kuracak
birinin eksikliği sadece kısa vadede değil uzun vadede de önemli
sorunlar, kısırlıklar yaratabilir. Bunun ne denli önemli
olabileceğini de sezon sonunda daha net konuşabilir hâle
geleceğiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder