Nicola 'Machiavelli' Cortese. |
11. hafta sonunda kendini Premier
Lig'in 3. sırasında bulan Southampton, alışageldik mütevazi orta
sıra takımlarından biri değil. Oturmuş oyun kimliği,
şampiyonluk adayı ekiplerin hemen bir aşağısında olan ve bunu
çok kereler kanıtlamış bir takım.
Geçen sezon Alex Ferguson'ın 'bu yıl Old Trafford'da karşılaştığımız en iyi rakip' övgüsüne nail olduklarında, büyük takımlara karşı daha iyi sonuçlar alan ve henüz tam olarak dengesini bulamamış, idealist bir takım görünümündeydiler. Artık kendilerine denk takımları da kolaylıkla yenebiliyorlar ve kalelerini gole kapama konusundaki kabiliyetlerini bir adım öteye taşıyorlar. Kaleci Begovic'in maçın ilk dakikasında attığı gol gibi saçmalıkların dahil olduğu 5 golü kalesinde gören Southampton, an itibariyle ligin en az gol yiyen takımı. Onlara normal yollarla gol atmak pek mümkün olmuyor.
Southampton önümüzdeki iki hafta
sonu sırasıyla Arsenal ve Chelsea deplasmanlarına çıkacak.
Liverpool'la Manchester United'dan 4 puan çıkardıklarını ve
Pochettino'nun gelişiyle beraber büyük takımlara karşı
galibiyet oranlarındaki belirgin artışı hesaba katarsak,
izleyende merak uyandıracak değerli performanslar ortaya
koyduklarını görmek sürpriz olmayacak. Bu yazı vesilesiyle,
sezonun şu ana kadarki bölümünün flaş takımını daha farklı
bir gözle izlemenizi sağlamayı umuyorum.
Başarının bileşenleri
Southampton'a düzülen methiyeler, haklı olarak, çoğunlukla altyapı sistemlerinin mükemmeliyeti üzerinden gelişiyor. Arsene Wenger'in ülkeye getirdiği havadan esinlenerek, 90'lı yılların sonunda Fransız hoca Georges Proust'u altyapı tekniklerini değiştirmek üzere görevlendiren Southampton, İngiliz sistemine aykırı teknik oyuncular yetiştirme başarısıyla örnek bir kulüp. Son olarak, altyapı faaliyetlerine 15 milyon pound daha harcayacaklarını duyurdular ve sözün ağırlığının farkında olarak, La Masia'yı örnek almaya çalıştıklarını belirtiyorlar. İlk önemli jenerasyondan Gareth Bale, Theo Walcott, Alex Oxlade-Chamberlain gibi dünya çapında değerler çıkardıklarını düşünürsek, yeni gelişmelerin ifade ettiği potansiyel gerçekten çok büyük.
Bu yaz 40 milyon euro bonservis bedeli
ödeyebilecek kadar transfer bütçesine sahip olan kulüp, Premier
Lig'in zorlu rekabet iklimine rağmen altyapıdan gelen oyunculara
genç yaşta forma şansı verebilme peşinde. Geçen yıl 17
yaşındayken 30'un üzerinde maça çıkan ve ligin en potansiyelli
sol beklerinden biri olarak görülen Luke Shaw bir örnek. Bu hafta
milli takımda boy gösteren 25 yaşındaki takım kaptanı Adam
Lallana da yine altyapı çıkışlı oyunculardan biri.
Southampton'ın böyle bir organizasyon üzerinden gelişen başarısı,
büyük bir kesimin ilgisini çekiyor ve takdirini kazanıyor.
Bir diğer öne çıkan konuysa,
takımın oyun tarzı. Geçen yıl sürpriz bir kararla, 2 sezonda 2
lig atlatan hocasını sezon ortasında, hem de takım orta
sıralardayken gönderen kulüp, La Liga'nın dibine demir atmış
Espanyol'un hocası Pochettino'yla anlaşmıştı. O sıralar
futboldan anlamayan bir yöneticinin işi gibi görünen Pochettino
ataması, takımın bugün üçüncü sıra pozisyonunun temel taşını
oluşturuyor. Marcelo Bielsa'nın takipçilerinden olan ve tiki-taka
bağımlısı La Liga'da daha dikey ve presli bir oyun anlayışıyla
farklı bir isim olarak öne çıkan Pochettino, ortaya koyduğu
taktik zeka ve genç oyuncularla çalışmaya yatkınlığıyla
Southampton'la kusursuz bir paralellik yakalamayı başardı.
Southampton, kaynakları ve bu
kaynakları yönlendiren gerideki zekasıyla korkutucu derecede
potansiyel içeren bir kulüp. İşte tam da burada, bu kaynakları
yönlendiren zekaya dair, Pochettino'nun ortaya koyduğu saha içi
akıl ve altyapı olanakları kadar göz önünde bulunmayan bir kişi
daha var. Böyle olmasını, o tercih ediyor. Southampton'ın sonsuz
potansiyelinin kaynağı, ligin en esrarengiz CEO'su Nicola Cortese.
Korkulan biri
Southampton
blogger'ı Neil Cotton, onun için Nicola 'Machiavelli' Cortese
diyor. Daha yerinde bir benzetme düşünemiyorum.
Machiavelli,
sevilmenin sizin elinizde olmadığını düşünür. Hem sevilen hem
korkulan biri olunamıyorsa, ki ideali budur, o hâlde korkulan biri
olmanız daha hayırlıdır. Cortese'nin yaptığı da buna benzer
bir şeydi. 2009 yılında, kulübü satın alan İsviçrelinin
yanında getirdiği 41 yaşında bir İtalyan banker olarak, hele ki
Southampton'ın sıcak aile kulübü kimliğiyle geçen başarısız
yıllarını düşündüğünde, kendini sevdirmenin çok yakın bir
opsiyon olmadığını o da görmüş olmalı. Bu doğrultuda elini
çabuk tuttu ve her zaman, soğukkanlı şekilde, Prens'in yapması
gerekeni yaptı. Bunlar arasında, kulağa garip gelen fakat her
seferinde Cortese'nin sonuna kadar haklı çıktığı pek çok
ilginç olay var.
Onun profesyonel
idaresinden ilk kesiği yiyen, şimdinin Newcastle hocası Alan
Pardew olmuştu. Yeni sahiplerin sağladığı maddi kaynağı
kullanarak rekor bir ücrete takımın şu anki bayrak adamı Rickie
Lambert'ı transfer eden ve son yılları büyük hayal kırıklıkları,
kupasız sezonlarla geçen kulübe yıllar sonra ilk kupasını
kazandıran isim olan Pardew, üstelik kazandığı bir maçtan
sonra, kovulmuştu. Aynı akibeti, Pardew'un yerine gelen ve kulübü
üçüncü kademeden Premier Lig'e taşıyan Nigel Adkins de
yaşayacaktı. Takım hiç de o kadar kötü gitmiyordu, fakat sezon
ortasında Adkins'le yollar ayrılacaktı. Benzer bir olay
Pochettino'nun başına da gelirse, artık şaşırmamamız
gerekebilir. Cortese, menajeri de 'aynı diğer departmanlar'
gibi bir departman olarak gördüğünü ve Kıta Avrupa'sında
uygulanan modellere benzer bir iş modeli getirmek istediklerini
söylüyor.
Pochettino. |
Bu noktada gerçekten hayranlık uyandıranıysa, Cortese'nin aldığı kararlarda sergilediği umarsız tutumu ve aynı zamanda, her seferinde çok büyük bir başarıyla haklı çıkması. Cortese sevilmeyi umarsamıyor. Yalnızca kovduğu hocalarla değil, takımın en büyük efsanesi Le Tissier'le takışmalarında da kendini taraftarın önüne atmaktan çekinmiyor. İtalyan, popülizmden veya başka şeylerden değil, birebir başarıdan ve geleceğe yönelik attığı sağlam adımlardan güç alıyor. Özellikle Adkins'i kovduğu vakitler, taraftarın şüpheleri tekrar güçlenmiş ve Cortese'nin, futbol takımlarını kendi oyuncağı yapan yabancı yönetici/sahiplerden biri olup olmadığı tartışma konusu olmuştu. Öyle gözüküyor ki, Pochettino'nun başarısı bu şüpheleri son ve kesin olarak silmiş oldu. Oldukça yakın bir dönemde yapılan taraftar anketinde, 'Sizce Cortese kalmalı mı?' sorusuna %95 evet cevabı çıkıyordu.
Southampton
taraftarı zamanla Cortese'yi sevmeyi değil, fakat kabullenmeyi ve
sahiplenmeyi öğrendi, denebilir. Bir zamanlar, eski değerleri
temsil eden Le Tissier'nin yanında yer almak veya Cortese'nin tavırlarında haklılık aramak konuşuluyorsa; şu anda her ikisini
de ayrı ayrı desteklemenin mümkün olduğu kavranmış olabilir.
Cortese, aynı Southampton gibi, alışagelmedik bir karakter ve
takımın bugünkü inanılmaz başarılı yapılanmasında bir
numaralı etken. Cortese'nin iş başı yapmasından önce
Southampton; harika bir altyapısı, büyük bir stadyumu ve sempatik
seyircileri olan başarısız bir kulüpten ibaretti. Şu anda tüm
İngiltere'ye model oluyorlar.
*Machiavelli'nin Prens adlı eserine
ithafen.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder