Hayatım Futbol ekibinin hazırladığı Dünya Kupası rehberinden.
İngiltere
"İngiltere bu kez farklı.
Gerçekten farklı. Kadro çok genç ve oyuncular, üzerlerinde baskı
hissetmiyorlar. Belki bu kez ikinci tura dahi çıkamadan elenecekler
ama belki, böylesi göründüğü kadar kötü değildir."
Geleneksel sorunlarından arınmış bir İngiltere'nin başında
Hodgson'ın olacağı kimin aklına gelirdi ki? Nihayetinde, göreve
gelişinin ertesi gününde, Cockney aksanıyla alay eden manşetler
atılan birinden bahsediyoruz. Hodgson'a dair beklentiler en başından
itibaren çok düşüktü ve öyle ki, İngiltere, orta kalite
rakipler karşısında dahi topa sahip olamadığında, o alıştığımız
yıkıcı yorumlarla pek karşılaşmıyorduk. Yani, ne bekliyorduk
ki? Garip bir şekilde, bu 'iddia'sız İngiltere, o bitmek bilmeyen
kötü havayı dağıtmak üzere belki de nesillerdir bekleniyordu.
4-4-2'yi eleştirenlere Dortmund'un da bu şekilde oynadığı
cevabını vermesi gibi, Hodgson'ın pek çok davranışı hâla kötü
şakalara konu olabiliyor; lakin bundan önemlisi, sakin ve 'düşük
profilli' tavrının, ülke milli takımını ciddi ölçüde
rehabilite edici etkisi. Bir düşünsenize; futbolcu eşlerinin,
yaşlanan kadronun konuşulmadığı, ve hatta Lampard'la Gerrard'ın
aynı takımda etkin görev paylaşımı yapabildiği bir Dünya
Kupası olacak! İngiltere, 1958'den bu yana ilk kez bu kadar genç
bir kadroyla turnuvaya katılıyor ve bu oyuncuların pek çoğu,
yeni nesil, teknik ve taktik yönü güçlü oyuncular. Kadronun ne
kadar genç olduğuna dair sadece şu örneği vermek yeterli
olabilir: Barkley ve Wilshere, 2002 Dünya Kupası'nı okulda
izlediklerinden bahsediyorlar. Garantici ve 4-4-2 dizilimine bağlı
bir hoca olarak bilinen Hodgson, genç oyuncu grubu tercihi dışında
bir diğer sürprizi de bu noktada yapmıştı. İngiltere'nin ilk
11'inin ne olacağını gerçekten kimse tahmin edemiyor. Kaleci,
geri dörtlü, Gerrard ve Rooney'nin yerleri garanti, peki ya
sonrası? Hangi dizilimle oynayacakları, 4-2-3-1 mi, yoksa 4-3-3 mü,
bunu dahi tam olarak bilemiyoruz. Şunu söyleyebiliriz ki, Hodgson
rakibe göre değişikliğe gitmekten hoşlanıyor ve en genel
hâliyle, oyunu domine edemeyeceğini bildiği güçlü rakiplere
karşı üçlü orta saha kullanırken, diğer durumda 4-2-3-1'i
tercih ediyor. Lakin bu da değişebilir. Kadroda, aynı takımlardan,
en başta da Liverpool'dan, çok fazla oyuncu var ve özellikle
'Liverpool şablonu', İngiltere'nin Dünya Kupası'ndaki A plânı
olabilir. Şunu biliyoruz ki, bu İngiltere fazlasıyla yeni ve
gerçekten hiç de fena değil. Ama İngilizler umut etmek
istemiyorlar. Bundan gerçekten çok çektiler, ve bir daha geri
dönmek yok.
Takımın yıldızı
Elbette Wayne
Rooney. Bazıları için, İngiltere'nin iyi bir Dünya Kupası
geçirmesi doğrudan Wayne Rooney'nin performansına bağlı. Rooney,
bir süredir büyük turnuvaların en büyük bir hayal kırıklığı
ve bu kez, bir bahanesinin olamayacağından bahsediyorlar.
Rooney'nin oyuna katkısı, hücum hattının en önündeki eleman
olması veya hemen forvetin arkasında oynamasına bağlı olarak
ciddi ölçüde değişkenlik gösterebilir, ve artık çok daha
kesin olarak biliyoruz ki, Rooney, o ikinci adam olarak oynadığında
gerçekten dünya çapında bir oyuncuya dönüşüyor. Hodgson şu
sıralar muhtemel bir Sturridge – Rooney partnerliğinden
bahsediyor, herkes için en iyisi olacak. Keza Sturridge'den daha
formda ve tek forvet oynamaya daha müsait başka bir oyuncuları da
yok.
Gözler onda
Belki biraz suni
bir gündem, ama gözlerin Jack Wilshere'de olacağını
söyleyebiliriz. Başta Gerrard olmak üzere, 'lider' konumundaki pek
çok oyuncu tarafından sürekli 'gelecek' şeklinde lanse edilen
Wilshere, İngiltere orta sahasında topla en fazla haşır neşir
olabilen oyuncu ve özellikle de orta sahayı üçlemeleri
gerektiğinde, farklı bir opsiyon sunacak bilhassa kişi o olacak.
Buna karşın, yeri garanti olan Gerrard'ın yanındaki doğru
tamamlayıcı Wilshere olmayabilir. Dribbling yetisi yanında,
konsantrasyonu üst seviyede olduğu takdirde gerçek bir savasçıya
da dönüşebiliyor lakin bu yeterli gelmeyebilir ve daha enerjik,
pozisyon bilgisi daha yüksek bir oyuncu tercih edilebilir. Wilshere
bir yana, özellikle de Lallana veya Welbeck gibi daha az adı
zikredilen oyuncular arasından bir 'x-factor' çıkabilir.
Teknik direktör
İngiliz futbol
dergisi When Saturday Comes, milli takımı meşhur Jekyll and Hyde
romanı üzerinden görmeyi uygun görmüş. Hodgson'ı bir karede
'bilge, deneyimli, sofistike Avrupalı' olarak, diğerindeyse
'1930'lerde kalmış Cockney' olarak gösteriyorlar. Epey eğlenceli,
ama durum gerçekte de bundan pek farklı değil. Konu İngiliz
futbolcusu veya menajeri olduğunda, bakış açıları bir anda
değişebilir ve zıt duygular en uç kutuplarda belirebilir.
Kariyerini uzun yıllar yurt dışında sürdüren nadir
İngilizlerden biri olan Hodgson, buna karşın oyun stratejileri
kısır bulunan biri olarak biliniyor ve pek de saygıyla
karşılanmıyordu. Şu anda durum değişmiş gözüküyor ama her
an, yeniden tersine dönebilir. Hodgson, ilk milli takım deneyiminde
İsviçre'yi 28 yıl aradan sonra 1994 Dünya Kupası'na taşımayı
başarmıştı.
* * *
Avustralya
"Avustralya turnuvanın en
zayıf ekiplerinden biri ve belki de en zor grupta yer alıyor. Puan
almaları dahi çok güç olacak; ama taraftarları ve Ante
Postecoglou'nun getirdiği yeni oyun stiliyle yine de turnuvanın iz
bırakan takımlarından biri olabilirler."
FIFA dünya sıralamasında 59. sırada
yer alan Avustralya, Brezilya'ya giden ülkeler arasında en düşük
puanlı olanı. Üst üste üçüncü kez Dünya Kupası'na katılacak
olan Kangurular, altın jenerasyondan oyuncuların bir bir emekli
oluşuyla her sonraki kupada kendilerini daha zayıflamış hâlde
buldular, ve şu anda, en güçsüz hâlleriyle karşımızdalar. Üst
üste alınan 6-0'lık Fransa ve Brezilya mağlubiyetlerinin ardından
geçtiğimiz Ekim ayında göreve gelen Ange Postecoglou, takıma
bambaşka bir hava getirmeyi başardı ve genç, dinamik, yeni bir
takım vaadinde bulunuyor. 4-2-3-1 diziliminde, süratli kanat
oyuncularını çabuk bir biçimde kaçırmayı düşünen, direkt,
agresif, ülkenin spor kültürüne uygun bir stilin peşindeler ve
Ekvador'a karşı ilk yarıyı 3-0 önde bitirdiklerinde, ne kadar
iyi olabileceklerini herkese gösterdiler. Fakat takımın en önemli
hücum silahı, hâlâ, altın jenerasyonun son kalan üyelerinden 34
yaşındaki Tim Cahill; ve gidecekleri çok yol var. Ekvador'dan da
ikinci yarıda 4 gol birden yemiş ve maçı 4-3 kaybetmişlerdi.
Takımın yıldızı
Tim Cahill takımın
gol ayağı ve en kilit oyuncularından biri. Artık kariyerini
ABD'de devam eden tecrübeli orta saha oyuncusu, milli takımda
forvet olarak değerlendiriliyor. Everton'da David Moyes'un Fellaini
öncesi 'forvet arkasında doğru yerlere koşu yapan, hava toplarına
hakim, golcü orta saha'sını oluşturan Cahill, geleneksel bir
forvet değil; fakat bir golcünün sezilerini ve tutkusunu taşıyor.
Elemelerde Avustralya'nın en golcü oyuncusu olmayı başardı ve
her zaman, duran toplarda çok önemli bir silah olabilir. Takım
kaptanı Mile Jedinak da, saha içi liderliği ve hızlı hücumları
başlatacak keskin ilk paslarıyla bir diğer önemli isim. Aynı
zamanda takımın en formda oyuncusu; Crystal Palace'da harika bir
sezonu geride bıraktı.
Gözler onda
Güçlü rakipleri karşısında kendi oyunlarını biraz olsun göstermeyi başarabilirlerse, seyircinin ilgisini çekecek baş aktörler yeni nesil, patlayıcı kanat oyuncuları olacak. Leverkusenli Kruse sakatlığı nedeniyle turnuvayı kaçırıyor ve son olarak, Kewell’dan bu yana ülkenin gördüğü en yetenekli oyuncu kıyaslamaları yapılan Rogic de aynı nedenle 23 kişilik kadraja girmeye başaramadı. Fakat Leckie ve Oar hâlâ değerli silahlar olabilirler. Utrecht’te forma giyen Tommy Oar’ın birebirde adam geçme başarısı ve Cahill’e açacağı ortalar, Avustralya hızlı hücumları için fazlasıyla değerli. Avustralya’nın ‘tanınmadık’, potansiyelli gençleri için Dünya Kupası çok değerli bir sıçrama tahtası.
Teknik direktör
Avustralya liginde
4 kez şampiyonluk yaşayan Ange Postecoglou, ülkenin en başarılı
futbol adamlarından biri. Sadece kazandığı şampiyonluklar değil,
oynattığı hücum futboluyla da büyük beğeni toplayan Atina
doğumlu hoca, takımın stilini değiştirmeyi ve daha önceki
'sıkıcı' görüntüsünden de kurtarmayı başarmış durumda.
A-League'i en iyi bilenlerden biri olarak yerel ligden daha fazla
oyuncuya forma şansı veriyor ve hatta, Brisbane Roar'lu Franjic,
Luke Wilshere gibi 80 kez milli olmuş bir oyuncunun önünde yer
alabiliyor. 5 yıllık sözleşmeye imza atan Postecoglou'nun
sempatik yaklaşımı ve yenilikçi oyun tarzı, futbolun hiçbir
zaman bir numaralı spor olmadığı bu ülkede, oyuna olan ilgiyi de
ciddi ölçüde arttırabilir.
* * *
Japonya
"Avustralya'nın
bir önceki çalıştırıcısı Osieck'e göre 'tarihteki en iyi
Japonya', bu kez son 16'dan ötesine geçebilecek mi?"
Dünya Kupası bileti alan ilk ülke
olan Japonya'da, beklenti ikinci turu görmek. Göreve geldiğinde,
“Esnek taktikler ve hücum setleri üzerine öğretmek istediklerim
var.” diyen kurt hoca Zaccheroni, aklındakileri büyük ölçüde
aktarmayı başardı. Avrupa'da oynayan oyuncuları ve
J-League'dekilerle başarılı bir denge kuran Japonya, üçüncü
bölgede seri, kısa paslaşmalarla gol arayan bir takım. Hücum
setlerinde iki ofansif beki çok aktif olarak kullanıyorlar ve golle
sonlanan ani pas sekansları çoğu zaman buradan başlıyor. Kanadı
kullanan iki oyuncuya, sürekli kanatlara açılan merkez oyun kurucu
Honda ve bazı zamanlarda bir dördüncüsü daha yaklaşıyor ve
bunun gibi, dar alanlarda rakipten daha fazla olmayı başararak kısa
ve dikine oynamaya çalışıyorlar. Japonya'nın bu 'merkezi' oyun
stilinde, beklerin sürekli bindirmeleri; gerek oyunu genişletme,
gerekse de rakip savunmayı şaşırtma açısından hayati önem
taşıyor. Ve yine böyle anlarda, Kagawa'nın soldan içeri kıvrılıp
denediği uzaktan şutlar, kilidi açmada değerli bir silah
olabilir.
Takımın yıldızı
Keisuke Honda,
takımın tartışmasız en önemli oyuncusu. Sürekli hareket
hâlinde ve onu bazen oyun kurulumunda geriye top almaya gelirken,
bazen kanatları çoklarken, bazen de ceza sahasındaki öldürücü
son pası atarken görebiliyorsunuz. Eğer oyunu hiç beklenmedik bir
anda değiştirecek biri varsa o da Honda ve eşsiz topa vuruş
tekniğiyle, Japonya'nın kullandığı her serbest vuruşu önemli
bir gol pozisyonuna dönüştürebilir. Honda, Japonya'nın akışkan
futbolunun en önemli, vazgeçilmez unsuru; ve takımın hücum
gücünü başlı başına birkaç kat yukarıya çekiyor. Fakat çok
da iyi bir sezon geçirmedi ve form durumu soru işareti yaratabilir.
Gözler onda
Japonya milli
takımının en formda oyuncusu, bu sezon Mainz formasıyla
Bundesliga'da 15 gol atan Shinji Okazaki'ydi; lakin gözler kuşkusuz
ki Shinji Kagawa'ya çevrili olacak. Manchester United'a transfer
olduğu günden bu yana fazla forma şansı bulamayan ve gıyabında
parodi twitter hesapları açılan Kagawa, Honda'nın ardından 'fark
yaratabilecek' ikinci en önemli oyuncu olarak gözüküyor ve soldan
dahil olduğu setler, Japonya için fazlasıyla değerli. Jürgen
Klopp, Manchester United'da sol kanada hapsolmasını 'kalbi kırık'
bir şekilde izlediğini söylerken, onu dünyadaki en iyi
oyunculardan biri olarak tanımlıyordu. Shinji'ye milli takımda da
merkez rolü yok.
Teknik direktör
Milan'la
Scudetto'yu kazandığı günler geride kalmışken, ilk kez bir
milli takım çalıştıracaktı Zac. Beklentilerin çok üzerine
çıktı ve hiç de 'herhangi bir yabancı' olmadı. Hatta bir
keresinde, kendini 'yarı yarıya Japon' olarak tanımlıyordu. 61
yaşındaki hoca, kuşkusuz Japon halkı tarafından da fazlasıyla
seviliyor ve herkes, çıkıştaki Japon futboluna yeni bir yön
verdiği konusunda hemfikir. 3-4-3 dizilimiyle bilinen Zaccheroni,
bundan da vazgeçti, ve belki de Kagawa ve Honda'yı bir arada
oynatabilmek için olacak, 4-2-3-1 ile yola devam ediyor. “İnanıyorum
ki, Japon oyuncular kendilerinden daha [fiziksel olarak] güçlü
Avrupalılar ve Amerikalılar karşısında, o kendilerine has
tekniklerini göstererek üstün gelecekler.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder