Hayatım Futbol 129. sayıda.
Franz Beckenbauer'in korkunç tiki-taka
hikayelerinin arttığı şu günlerde, Uli Hoeness'in bilgeliğine
belki de her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. “Bol farkla
kazandığımız maçlar, veya hezimete uğradıklarımız...
Bunların ardından asla güçlü çıkarımlar yapmamalıyız.”
diyordu. Kontra ataktan attıkları gollerden memnun olmayan
Guardiola'nın, bizleri uyarmaya çalıştığı mesele de biraz
buydu aslında. Bol farklı galibiyetler yanıltıcı olabiliyordu.
Bayern'in 'iyi uygulanamayan' tiki-taka'sı dahi en iyi takımların
pek çoğu için fazlaydı, ama sistem henüz istenilen seviyeye
çıkamamıştı. Karşılarında muazzam bir Real Madrid
bulduklarındaysa, 'bir felsefenin ölümü!'nden bahsedenler
çıkacaktı. Aslında olan biten fazlasıyla basitti, ve 5-0
kazandıkları maçlardan o kadar da farklı değildi. Guardiola,
modifiye 2-3-5'e varasıya takımı sayısız mikrodeneye tabi
tutmuş, fakat istediği mükemelliğe ulaşmayı başaramamıştı.
“Real Madrid maçından sonra sistemime daha da inandım. Topla
yeterince iyi oynayamıyoruz!” beyanı, birilerini iğneleme
düşüncesiyle yapılmamıştı. Sorun apaçık şekilde felsefede
değil, uygulamadaydı ve hatta biraz daha ileri giderek, Real Madrid
hezimetinin Guardiola'nın elini güçlendirdiğini dahi
söyleyebilirdik. Süddeutsche Zeitung, 'Bayern'in yeniden inşasının
asıl şimdi başladığını' düşünüyordu.
* * *
Okuduklarınız sinir bozucu geliyor
olabilir. Samimi bulmuyor, zorlama bir Guardiola savunması
yaptığımızı düşünüyor olabilirsiniz. Biliyoruz, pek çoğunuz
tiki-taka'yı sevmiyor. Belki korkak, belki küstah, belki de sadece
sıkıcı buluyor. Haklı olabilirsiniz. Yine de tüm bunlar,
tiki-taka'ya yöneltilen eleştirilerin şeklini doğru kılmıyor.
Tiki-taka'nın tırnak içinde halka inememesinde, bazı basit teknik
ilişkilerin anlaşılamaması ve salt sistem olarak değil ama bir
felsefe olarak da değerlendirilememesinin önemli rol oynadığına
inanıyoruz.
Guardiola'nın Real maçı sonrası
söyledikleri arasından, “Topla çok kötü oynadık ve eğer kötü
oynarsanız, kötü savunursunuz.” bölümü, iyi bir başlangıç
noktası olabilir. “Topa sahip olursanız savunmanız gerekmez,
çünkü yalnızca bir top vardır.” aforizması, başka bir
şekilde dile getirilmekteydi. Top sirkülasyonunun en değerli
savunma silahı olarak kullanıldığı bu oyun felsefesinde, savunma
oyuncularının boylarının kısa olması veya saf birer savunma
oyuncuları olmamaları üzerinden acımasız eleştiriler
yapılabiliyor. En basitinden bu örnek dahi, savunma oyuncularının
aslında savunma oyuncuları olmaması üzerinden sistem eleştirisi
yapılmasının, aslında bazı basit teknik ilişkilerin
anlaşılamamasından kaynaklandığını ve entelektüel yönü
zayıf bir eleştiri şekli olduğunu göstermemize yardımcı
olabilir. Böyle bir yanılgı, Liverpool'u çalıştırdığı
dönemde uyguladığı alan savunması ciddi tepki toplayan Rafa
Benitez'in durumundan pek de farklı değil. Eğer Benitez'e hak
verirsek, belki tiki-taka'ya da sempatiyle yaklaşmayı
başarabiliriz.
Kornerlerde alan savunması uygulayan
Liverpool'un yediği goller, hâliyle, alan savunmasının bilindik,
göze batan sorunlarından ileri geliyordu. Ertesi gün, 'işte yine
alan savunması!' diye haykıran futbolcu eskisi yorumcularla
karşılaşmanız işten bile değildi. Benitez'in bu eleştirilere
yanıtıysa, her zaman için çok net ve basit olmuştu:
Liverpool'un, kornerlerden en az gol yiyen takım olduğu
istatistiğini gösteriyordu. Kornerlerde alan savunması, kökten
bir çözümdü ve bu yüzden en iyisiydi. Lakin en iyi şekilde
uygulanamadığında komik durumlara düşürebiliyordu ve
dolayısıyla çözüm, alan savunmasından vazgeçmek değil fakat
alan savunmasını daha da idealize etmek olmalıydı. Barcelona ve
savunma oyuncuları nezdinde yapılan eleştiriler de bundan farklı
değil ve hatta doğası gereği tıpatıp aynıydı. Mascherano'nun
en kritik anda vurdurduğu kafa topu, sistemin esasında savunma
güvenliğini korkutucu boyutlara çıkardığı gerçeğini
değiştirmiyordu ve çözüm, basitçe Mascherano yerine uzun boylu
birini koymak olmayabilirdi.
Gerekli yaratıcı unsurlar
eklenemediği takdirde defansif bir seyre dönüşen tiki-taka, tüm
yolların 'kontrol' fikrine çıktığı, oyunun tüm dinamiklerinin
topa sahip olma düşüncesi üzerinden tekrardan şekillendiği bir
felsefe olarak tanımlanabilir. Tiki-taka'yı basitçe bir sistem
olarak anlamak yerine, felsefi boyutları ve ilham kaynaklarıyla
birlikte gördüğümüzde, belki sıkıcı değil ama 'soğuk'
olduğu noktasındaki fikrimiz değişmeye başlayabilir.
Makine yakıştırmalarının aksine,
amatör ruhun yüceltilmesini en tepeye koyan bir anlayıştan
bahsediyor Guardiola. “Dünyanın neresinden olursa olun, futbolcu
olmaya karar veren herkesin hikayesi aynıdır. Hayatlarının bir
gününde, koca bir şehirde veya küçük bir kasabada, oynadıkları
futboldan büyük bir zevk almışlardır. Barça'nın çok komplike
bir sisteme sahip olduğu söylense de aslında sistemimiz bu kadar
basit: topa sahip oluyoruz ve topu bizden kapmaya çalışmalarını
istiyoruz.” Kusursuzluğa, kazanmaya yönelik oluşturulan tüm
teknik detayların arkasında gizli olan bu: Guardiola, hiçbir baskı
hissetmeden sadece futbol oynadığı için zevk alan, mekanlar üstü
bir takım oluşturmak istiyor. Tiki-taka'yı açıklamaya
uğraşırken, Total Futbol etkilenmelerine göz atabilir ve örneğin
Ruud Krol'un işaret ettiği fiziksel rejenerasyon meselesi gibi,
topa sahip olma oyununun getirdiği pek çok devrimsel düzeydeki
yeniliğe atıfta bulunabiliriz. Fakat Guardiola'nın 'özel'liği,
tüm bu felsefeyi yeni bir kusursuzlukta sunması dışında ,Victor
Valdes'e söylediklerinde yatıyor.
“Sürekli gerginsin, çünkü
sadece başarılı olmayı diliyorsun. Eğer bu şekilde devam
edersen, kariyerin sona erdiği vakit bu mükemmel işten hiçbir
zevk almamış hâlde emekli olacaksın!”
Tiki-taka ölmüş değil. Muhtemelen,
seneye çok daha hazır ve güçlü bir şekilde yeniden sahnede
olacak. Hem sahi, ölmesini niye bu kadar çok istiyorsunuz?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder