“Brezilyalılar, yalnız onlara bahşedilmiş olan yeteneklerinden gurur duyuyorlardı; ama sanki bir o kadar da, oyun hakkında bir şeyler söylemek istiyor gibiydiler. Bir oyunu sevmeden o oyunda dünyanın en iyisi olamazdınız; ve hepimiz, o gün Azteca'da, büyük bir hayranlık ve coşkuyla maçı izleyen herkes, sanki bir tür 'oyuna hürmet' gösterisine tanıklık ettiğimizi hissetiyorduk.”
İskoç spor yazarı Hugh McIlvanney, Brezilya'nın 4-1 kazandığı final maçında
1970 Dünya Kupası, pek çok açıdan,
bugünkü şekliyle bildiğimiz Dünya Kupalarının ilkiydi. İlk
kez, tüm dünyada canlı ve renkli televizyon yayını yapılıyor;
Meksikalı gazetecilerin ortaya attığı grupo de la muerte, ölüm
grubu tabiri, bundan böyle ölümsüzleşiyor; Adidas Telstar,
siyah-beyaz çokgenli Dünya Kupası futbol toplarının ilki
oluyordu. 1961'de İtalya'da başlayan Panini serüveninin ilk Dünya
Kupası baskıları, 1970 Meksika'da yapılmıştı. Oyuncu
değişikliği hakkı ve sarı-kırmızı kart uygulamaları, ilk kez
bu kupada ortaya çıkıyordu. 1970, tüm dünyada takip
edilebilirliğin önemli bir boyut atladığı ve getirdiği
yeniliklerle, modern Dünya Kupası izleyicisinin hayal gücünü
meşgul eden pek çok konunun temellerini atan unutulmaz bir turnuva
olarak tarihe geçmişti. Lakin, bu kupanın hayal ile gerçek
arasında gidip gelen efsanevi betimlemelerinin en değerli öğesi,
kuşkusuz ki, John Motson'ın deyişiyle 'tüm futbol fantezilerimizi
gerçekleştirmeyi başaran' sihirli Brezilya takımı idi.
Belki de, tarihin gördüğü en iyi
takım oldukları algısı doğru değildi. Belki, İspanya 2012
onları çoktan sürklase etti bile; veya belki, böylesine bir
futbol takımının ortaya çıkması, ancak taktik ve fiziksel
gelişimin atıl kaldığı bir dönem içinde mümkündü, ve
tekrarı imkansızdı. Fakat onların niçin özel olduğunu ararken
baktığımız yerler de, Güney Amerika elemeleri dahil olmak üzere,
tüm maçlarını kazanarak kupaya ulaşmaları gibi hayranlık
uyandıran istatistikler; veya maçı ne kadar domine ettikleri,
turnuvayı ne kadar golle tamamladıkları gibi kıyaslamalar
üzerinden sonuca varmaya çalışan değerlendirmeler olmamalıydı.
McIlvanney, bu ayrımı en iyi yapanlardan biri olmuştu. Başka
takımlar da sizi heyecanlandırmayı başarabiliyor ve onlara saygı
duyuyorsunuz, diyordu. “Fakat Brezilyaları izlemek, derin ve
doğal bir haz veriyor; sanki saf bir fiziksel deneyimden
geçiyordunuz.” Renkli televizyonların karşısında, altın
sarısı formalı adamların tiyatrosunu büyüleyerek izleyen yüz
binlerce insanın hissettikleri, kuşkusuz bundan farklı değildi.
Brezilya 1970, artık tarihin en iyisi olmuştu.
Saldanha'nın sürgünü
Brezilya;
dünya şampiyonu İngiltere ve Avrupa şampiyonu İtalya ile beraber
turnuvanın üç önemli favorisinden biri olarak gösteriliyordu.
Yine de, 1966'ta gruptan çıkamadıkları akıllardaydı ve dengesiz
savunma hatları, hiç de Dünya Kupası kazanabilecek bir
takımınkini andırmıyordu. Turnuvanın başlamasına üç aydan az
bir zaman kala, João Saldanha kovulacak ve yerine, dünya
şampiyonu oldukları iki kupada da ilk 11 oyuncusu olan Mario
Zagallo getirilecekti. Ama bu görev değişimi, saha içi nedenlerle
açıklanabilir değildi.
1964'ten bu yana dikta rejimiyle
yönetilen Brezilya'nın yeni lideri, bir sene önce, general Emilio
Garrastazu Medici olmuştu. Medici, aynı zamanda fanatik bir
Flamengo taraftarıydı ve hatta, favori oyuncusu Dario'nun Flamengo'ya transferinde doğrudan etkili olduğu söyleniyordu. Eski
bir gazeteci ve Komünist Parti üyesi olan Saldanha, Dario'yu milli
takım kadrosuna almadığı Arjantin maçında beklenmedik bir
yenilgi aldığında, hükümet kanadından tepkilerle
karşılaşacaktı. Bunun üzerine, sonunu hazırlayan o meşhur
karşı cevap ortaya çıktı: “Ben kabinenin nasıl kurulduğuna
karışmıyorum; başkan da benim tercihlerime karışmamalı.”
Saldanha; Tostao ve Pele'nin benzer
oyuncular olduğunu savunuyor ve savunma yönünden memnun olmadığı
Pele'yi takıma almamayı düşünüyordu. Bu durumda, efsaneler
arasına yazdığımız Brezilya takımının ortaya çıkması asla
mümkün olmayacak ve aynı turnuvada, en yaratıcı iki oyuncusu
Mazzola ve Rivera'yı değişmeli kullanan İtalya gibi, sadece
'saygı uyandıracak' bir takım olmakla yetinmek zorunda
kalacaklardı. 1958 ve 1962 şampiyonluklarında kullanılan 4-2-4
dizilimini geri getiren Zagallo, halkın da isteğine uyarak,
elindeki yaratıcı oyuncuların tamamına ilk 11'de bir rol bulmayı
başarıyor ve savunması dahi ofansif oyuncularından kurulu
fantastik bir takım ortaya çıkıyordu.
4-2-4
Brezilya'nın
'beş 10 numaralar' olarak bilinen hücum oyuncularından hiçbiri,
gerçek anlamda bir merkez forvet değildi. Ortaya çıkan doğaçlama,
akışkan futbolun -joga
bonito'nun- en can alıcı
noktası aslında buydu: öncelikle yaratıcı özellikleriyle öne
çıkan beş oyuncuyla ve gerçek bir forvet kullanmadan
oynuyorlardı. Takımın kağıt üzerindeki merkez forveti Tostão,
gol becerileri kadar, ve belki bu becerilerinden de önce, oyun
zekası -eski bir doktordu- ve paslarıyla bilinen bir futbolcuydu.
Sürekli hareket halindeki 9 numara, sol iç oynayan Pelé'yle
muazzam bir uyum yakalayacaktı. Sağ kanatta rakiplerin başını
döndürme misyonu Garrincha'dan Jairzinho'ya geçmiş; 'altın sol
ayak' Gerson, Didi'nin orta saha organizatörü görevini üstlenmiş
ve merkezi oynayan sol kanat, yani bizzat Zagallo'nun oynadığı rol
ise, 'Bay Bıyık' Rivelino'ya teslim edilmişti. Böylece, iki kez
Dünya Şampiyonu olan kadronun dinamikleri bir nevi tekrardan vücut
bulmuş oluyordu. Turnuva başlamadan 1-2 ay önce ortaya çıkan,
oyuncuların pek çoğunun kulüp takımlarındaki esas rollerinde
sahne almadığı bu takım, gelmiş geçmiş en iyilerden biri
olarak anılacaktı.
Kupada oynadığı 6
maçta 7 gol yiyen ve bir o kadar net pozisyonu da kalesinde gören
Brezilya, muhtemelen, Dünya Şampiyonu olmuş takımlar arasında en
kötü savunma hattına sahip olanlardan biriydi. Gollerin hemen
hemen tamamı, kaleci Felix'in bireysel hatası veya savunma
hattının, çoğu zaman gereksizce, kendi yarı alanında yaptığı
paslar esnasında topu kaybetmesi sonucunda gerçekleşmişti.
Yetmezmiş gibi, sağ bek Carlos Alberto'nun sonu gelmez
bindirmeleriyle, takımın şekli 3-1-6 gibi daha da içinden
çıkılmaz bir hâl alabiliyordu. Transitiondan
en az hasarla çıkma ve ayak işleri göreviyse, yalnızca 1 sene
önce ilk milli maçına çıkmış olan 19 yaşındaki Clodoaldo'nun
omuzlarına yüklenmişti. Tarihin en iyi takımı, final maçının
son golünü tarihin en iyi golü olarak hafızalara kazırken,
Carlos Alberto'nun deyişiyle 'karnavalı başlatan' oyuncu, kendi
yarı alanında dört İtalyan'ı birden çalımlayarak topu sola
açan, takımda teknik özellikleriyle belki de en son akla gelecek
Clodoaldo oluyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder