2012/01/11

Zonal whoever...

Hikayeyi çoğu kişi bilir. FourFourTwo, uçuşa geçen Bolton'ın hocası Owen Coyle'la bir röportaj yapmaktadır ve sorulardan biri de ünlü futbol taktikleri sitesi Zonal Marking'in bir tespiti üzerinedir:
-Zonal Marking sizin çok fazla uzun top gönderdiğinizi söylüyor.
-İstatistikler…Biz de ProZone’dan her hafta istatistiklerimizi alıyoruz ve emin olun, daha çok pas yaptığımızı söylüyorlar. Zonal, her kimse, ona iyi şanslar.

Futbol tanrılarının alınganlığından mıdır bilinmez, Bolton o röportajın ardından önce düşüşe geçti ve sonra da bir daha toparlanamadı. Takım uzun süredir ligin dibinde ve 10 maçta topladığı 4 puanla en kötü iç saha karnesine sahip. Geçen sene bu dönemler Avrupa kupası kovalayan ve oynadığı oyuna methiyeler düzülen Bolton'a ne oldu?

1) Güzel futbol miti. Güzel değil, heyecanlı.
 Yarım bıraktığım işi burada tamamlayayım. Öncelikle, Zonal Marking'in tespitine gelelim. Yanlış değildi; ki zaten bu bir tespit değildi esasen, istatistiklerin göz önüne serilmesiydi. Malum yazının başlığında: “Bolton bu sezon ‘gerçekten’ etkileyici futbol mu oynadı?” diyordu, buradaki ‘etkileyici’ ibaresine dikkat. Anlatılmak istenen Bolton’ın lanse edildiğinin aksibe yaratıcı futbol oynamadığıydı; istatistikler bunun tersine işaret ediyordu. 2010-11 sezonunda en çok faul yapan ve maç başına en çok müdahalede (tackle) bulunan takım, Bolton'dı. En çok uzun top gönderenler arasında dördüncüydü; kısa paslardaysa sondan üçüncü ve topla oynama yüzdelerinde yine sondan, dördüncü. Bundan sonra iş yoruma gelir ki, ligin en çok uzun top gönderen takımının Blackpool olması, istatistiklerin tek başına bir anlam ifade etmediğinin hatta yanıltıcı olabildiğini gösteren çok yerinde bir örnek oluyor. Blackpool'un oyunu pas, sürekli pas üzerine kuruluydu, Holloway'in bizzat itiraf ettiği üzere, İspanya'dan etkilenmeyle kurulan bir takımdı bu. Ama adı üzerinde ya, etkilenme. Çok doğru bir şekilde, olanı aynen olduğu gibi almayı değil, olanın neden öyle olduğunu anlayıp öyle aldıklarından olacak ki, paslı oyunu bir eğlence kaynağı, stil ve maça hükmetme yolu olarak gördüler. Ancak bu gol için yeterli değildi, boşluklar hazırlayacak teknikte oyuncuları yoktu belki ama onlar uzun paslarla kendilerine alan yarattılar. Takımın oyunu üç forvetli düzende kanatların çizgiye olabildiğince yakın olması ve Charlie Adam, David Vaughan gibi iyi pasörlerin buralara oynadığı ani ve sürekli, uzun, paslarla şekillenirdi. Etkileyici bir sezondu, ama güzellik fayda etmedi ve Championship'e geri döndüler. Bunda Blackpool hocası Ian Holloway'ın ligin ikinci yarısındaki düşüşe rağmen oyun planında esnekliğe gitmemesi oldukça etkili oldu; fakat onlar ligden düşmeyi zaten pek umursamıyorlardı. Daha sezon başlamadan bu yoldan vazgeçmeyeceklerini, ligden düşmelerinin bir anlam ifade etmeyeceğini, hedeflerinin daha uzun vadeli olduğunu söylemişlerdi. Premier Lig’den alt lige düşen takımlar her geçen yıl azalmakla birlikte, belli bir zaman dilimi boyunca yayın gelirlerinden pay almaya devam ediyorlar. Buna ‘parachute payments’ deniyor. Bu para, Blackpool’un stadı için yeterliydi. Ama Bolton için pek de öyle değil. Bu yüzden, daha sonra ikinci maddede söyleyeceğim gibi, Bolton'ın gidenlerin yerini benzerleriyle dolduramadığı bir ortamda daha farklı bir yola, daha çabuk adapte olması gerekiyordu.

2 Şubat 2011 tarihli Bolton-Wolves maçından görüntüler. Takım o sırada 25 maçta 33 puanla 8. sırada yer alıyor...

Maçın başlarında gelişen çok net bir Wolves hücumu. Savunmada böyle bir dizilimin oluştuğunu gördüğünüzde, kontra atak yediklerini düşünebilirsiniz. Ama değil. Rakip kalecinin degajı sonrası Bolton savunması önde yakalanıyor (orta sahanın da ne kadar dengesiz durduğuna dikkat) ama kaleciyle karşı karşıya kaldığı pozisyonda Matt Jarvis topu dışarı atacak. Her zaman olmasa bile, Bolton zaman zaman bu tip pozisyonlar verirdi. Çok katı bir şekilde savunmayı önde kurma anlayışları olmasa da, öndeki 4 oyuncunun genelde oldukça önde pozisyon alışları ve orta sahanın da köprü oluşuyla bu durum daha çok kendiliğinden meydana gelirdi.


Çok klasik bir Bolton hücumu. Altını beyazla çizdiklerim forvetler (9 numara Elmander ve ayağında top olan Kevin Davies), kırmızılar kanat oyuncuları (Matt Taylor ve Lee), maviler de iki orta saha; Paint'le bu kadar. Davies'e uzun gönderiliyor, Davies illa ki bu topu iyi bir yere indiriyor veya saklıyor, çevresinde de savunma oyuncuları dışında takımın tamamı oluyor. Burada da görüldüğü gibi, Davies orada kaybetse dahi çevresindeki oyuncuların geri kazanması veya korner yaratması, bir karambol olasılığı hiç uzak değil. Top bu şekilde ileriye atıldıktan sonrasını hızlı oynuyorlar, boşlukları hemen değerlendirmeye çalışıyorlar. Bunda yaratıcı ve teknik Elmander'in merkezdeki değeri çok büyük. Oradan bir şey üretilemezse, Lee ve Taylor'ın ortaları deneniyor. Holden gibi ceza sahasına geç koşu yapanları da unutmayalım.


İki takımın atamadıklarıyla maç 0-0 bitmeye doğru giderken, Chelsea'den kiralık gelen ve o gün ilk maçına çıkan Sturridge oyuna giriyor. Bolton'ın ufak presine yenik düşen Wolves sağ beki Zubar, Sturridge'in koşusunu görmüyor ve Sturridge kaleciye geri pası gole çeviriyor. Bu maçın da skoru ve Sturridge sonraki 3 maçta da gol atmayı başaracak. Son olarak, bu gol sıkıntılar yaşamaya başlayan Bolton'ın 5 maç aradan sonra ilk galibiyeti oluyor. Takım Sturridge'in hızının etkisiyle, zaman zaman biraz daha geriye çekildi ve onun hızını kullanmaya çalıştı. Daha önce pek böyle bir yol izledikleri söylenemez, maç başına 1.5 ofsaytla geçen sezonun en az ofsayta düşen takımı Bolton Wanderers.

Takım, geçen seneki başarısını, doğru yerde doğru zamanda olan pek çok etkene borçlu. Uzun top oyununa anlam katabilen Stuart Holden, Elmander, Lee gibi oyuncuların varlığı Coyle’un heyecan veren ve sözüm ona agresif oyun isteğiyle birleşince bambaşka bir takım oldular. Doğrudur, uzun oynuyorlardı, ama bu klasik anlayıştan epey farklıydı. Takımın kaptanı ligde en iyi hava topu alan Kevin Davies’ti, takımın geri kalanı da Gary Megson’ın mirası olarak hep fizikli oyunculardı. Bolton genelde uzun oynayarak hücum kurmaya çalıştı ama özellikle de rakip sahaya yerleşmişken. Çok mantıklı olarak, rakip üzerinde biraz baskı kurulup karşı sahaya yerleşildiğinde savunmaya dönen top anında ileriye uzun oynanıyordu; çünkü bu topu %90 olumlu değerlendirecek Kevin Davies vardı. Bloklar arasını kısa tuttular, böylece Bolton hem uzun oynayan hem de savunmayı çok ileride kuran garip bir takım oldu. Kaptırdıklarında Davies ve artık çok iyi tanıdığımız Elmander’in olduğu 2 forvet, arkalarında da yine mobil bir dörtlü orta saha. Böylece hücumların devamlılığı sağlanıyor ve Bolton çok yaratıcı olmasa bile rakibin üzerinde dönemsel müthiş bir pres kurabiliyordu. Bu düzenin olmazsa olmazları Holden’dı, Elmander’di veya kanattan gelen oyunculardı. Bu oyuna neden olan Kevin Davies ve diğerleriydi, ve bu oyunu sağlayan da onlardı. Ama olmazsa olmaz olan bu oyuncular değildi, Davies değildi, ki onlar olmasa Bolton kimbilir çok daha alışageldik, daha fazla kısa pas kullandığı bir yapıda olacaktı. Elmander’in ayrılışı, Sturridge’in geri dönmesi, Holden ve Lee’nin uzun süre sakatlıklarıyla Bolton sıradan bir takıma dönüştü.

2)Onlar artık yok.

Takımın halini açıkladım ki sanırım çok sayıdaki fauller, tackle’lar da bunu destekleyebildi. Yapı, ister istemez düzenli değil, bir tarafa yığılmış (lopsided) bir hal alıyordu ve savunmayı önde kurmanın sisteme katkıları olduğu kadar riskleri de malumdu ve böyle goller de yendi. Yeni sezonda takımın gidenlerin yerini dolduracak durumunun olmadığı ve üstüne sakatlıkların da geldiği kabul, fakat acaba Coyle geçen sene heyecan yaratan ama sonunda SOS veren ekibi daha düzenli bir ekibe dönüştürme işine yeterince özen göstermedi mi?

Öncelikle savunma oyuncularını öne çıkarma işinden kesin olarak vazgeçildi. Felaket sonuçların ardından bunu anlayışla karşılamak lazım fakat bu aynı zamanda takımın sıradanlığa terfisinde ve hücumdaki kısırlığında önemli bir adım oldu. Tabi yerleri doldurulamayan oyuncularla beraber... İki sene evvel Wilshere'i, sonra da Sturridge'i kiralayıp hem Bolton'a hem İngiliz futboluna önemli katkı yapan Coyle, bu sefer gözünü İberya'ya dikti. Uzun süre, geçen senekilerin yerine geçebilecek yaratıcı oyuncuların peşinde koştu: Barcelona'dan Thiago Alcantara, Real Madrid'den Rodrigo (bir önceki sene Bolton'da kiralık oynamıştı) ve bazı başkaları... Bunların hiçbirisinden sonuç alamadı, rotasını mecburen bir alt lige yöneltti. Burnley'den eski oyuncuları Tyrone Mears ve Chris Eagles'ı, Swansea'den de Darren Pratley'i aldı. Maliyet bakımından yerinde transferler olsalar da gidenlerin yerini doldurmakta işleri çok zordu. Artık atılan uzun topların pek bir esprisi olmuyordu ve ayrıca görüldü ki bundan başka da topu öne aktarmada zorlanıyorlardı. Orta saha ikilisi zaman zaman Reo-coker ve Muamba’dan (iki sözümona önlibero) oluştu. Keza savunma geriye itilince bloklar arası mesafe de arttı. Bolton’ın geçen seneden süregelen dengesiz şekli iyice ayyuka çıktı ve çok fazla gol yemeye başladılar. Şu anda son 3 sıradaki diğer iki takımla beraber 40 golün üstünde gol yeme şerefini paylaşıyorlar.

Kabul etmek gerek, Bolton’ın çok kaliteli bir kadrosu yok. Fakat kimse de bugün 9. sırada bulunan Norwich’in daha iyi bir kadrosu olduğunu iddia edemez. Norwich’in de aynı şekilde berbat bir savunması var, bu seneki tüm maçlarda gol yediler, ve kadroları geniş değil. Ama her maça farklı tepki verebiliyorlar, çok daha esnekler. Misal, bir maça 3-5-2 çıkıp rakip orta sahayı nötrleyebilirken, iki stoperi de sakat olan Newcastle’a karşı ısrarla hava toplarına yoğunlaşıp 3 golü de bu şekilde atıyorlar. Takımı her sene bir üst lige çıkaran Lambert’ın çıkabileceği lig kalmadı ama çok büyük takdir toplamaya devam ediyor. Bolton’da çok fazla eksik gedik var, peki bu kadar mı kötüler? Doğru tepkiyi veremediler.

Yine de tüm bunlara rağmen son maçtaki 2-1'lik Everton galibiyeti umut verici olabilir. Düz forvetlerin (Klasnic=Son vuruşçu, ama biraz o kadar; Davies=Savaşçı, ama yine muhtemelen, biraz o kadar) ikisini de kulübede bırakıp top tutup dönüp şut da çıkarabilecek ve tekniği ikisinden de iyi N'Gog'la başladı. Orta sahayı da 5ledi. Everton'ın kaçırdıkları bir yana, bu oldukça olumlu bir sonuç verdi ve özellikle ikinci yarıda Everton orta sahasının da düşmesiyle Bolton daha üstün ve derli toplu bir oyun oynadı; 1-0 geriye düştüğü maçta da 2-1 kazanmayı başardı. İki golün de bireysel çabalarla olduğunu unutalım, o açıdan o vuruşu yapabilecek Gary Cahill'den başka İngiliz stoper yok. Yine de bana kalırsa doğru, en azından artık denenmesi gereken bir tercihti ve galibiyet, bu açıdan sevindirici.

3) Gary Cahill

Takımın yıldızı Gary Cahill, çok yakında Chelsea’ye imza atabilir. Bunun üzerine, Cahill çok mu hızlı ki deniyor Chelsea'nin savunmayı öne çıkaran anlayışına yönelik. Değil, fakat ayağı çok daha düzgün, bu konuda Terry’den daha iyi olduğu kesin. Ayrıca kendini kanıtlamış da bir oyuncu, milli takıma yükselmişliği var. Daha önce sistemin benzerini oynaması da bonus. En kötü ihtimalde iyi bir rotasyon oyuncusu olur ancak bu bir yana, Villas-Boas’ın son zamanlarda presten vazgeçip (en azından tam saha presten) high-line’ı koruması bana oyunun doğasına aykırı geliyor. Yazı boyunca tekrarladığım, Bolton’ın başına gelen de buna benzer bir şeydi. Bu iki unsur çoğu zaman birlikte gider, birinin yapılıp diğerinin eksik bırakılması etkisizliğin yanında negatif bir etki de yaratır. Verilen açığın karşılığında bir şey alınmaz çünkü. Satrançta sanat taş fedalarıyla yapılır misal, rakibi dengesiz bir pozisyonda yakalamak çoğu zaman bir taş fedasıyla başlar. Başarılı taş fedası oyunu kazandırabilirken tersi sizi geri düşürür. Rakip üzerinde yeterli baskıyı ve oyunda akıcılığı kurmadan geride boşluk bırakmak bana çok mantıklı gelmiyor. Bakalım, göreceğiz...