2010/12/05

Arsenal'in daimi 'holding' problemi

Arsenal'e her transfer döneminde 'holding' orta saha, forvet ve savunma oyuncusu yazılır. Fakat Wenger'den bu yönde bir talep gelmediğinden benzer haberler, farklı oyuncularla tekrarlanır. Orta saha bazında Song'un geçen seneki çıkışı ve Chamakh'ın takıma katılışıyla bu sorunların sayısı bire inmiş gözüküyordu. Keza Chamakh, bedavaya gelişini de göz önüne alırsak, sezonun en iyi transferlerinden biri oldu ve Van Persie'nin yokluğunda Arsenal kriz yaşamaktan çıktı. Peki ya Song'a noldu? Alexander Song, geçtiğimiz sene mükemmel bir savunma önü oyuncusu olarak öne çıktı; basit oynayan, ama doğru oynayan, ve çok iyi bir top kazanıcı olarak. Sert oynamak başka bir şey, fakat topu söküp almak ayrı. Song, Lee Cattermole değildi, daha çok Stiliyan Petrov'du. Bununla beraber Busquets gibi basit oynuyordu. Zaman içinde daha önemli biri haline gelince, yeni sezonla beraber yeni bir görev verildi, ve Song bu görevden, savunma önü oyuncusundan, iki ceza sahası arası mekik dokuyan klasik İngiliz box-t0-box oyuncusuna döndü. Bu elbet hemen gollerine yansıdı, sezon toplamında beklentisi 1-2 golken şimdiden 3ü buldu. Yeni görevinden beklenen de buydu, yeni bir hücum elementi olarak eklenmesi, hücumlarda daha çok görev alması ve gol sayısını arttırması. Petrov'a benzetirken iyi tackle atmalarının yanında gol istatistiklerini de baz almıştım, bakarsanız Petrov daha fazla serbestlik tanınan ilk lig maçında, West Ham sezon açılışında gol atmıştı. Arsenal taraftar bloglarında bu görev değişiminin olumlu karşılandığını görüyorum, ama ben aynı fikirde değilim. Bu Arsenal'in kart cezalarına da yansımış durumda; tutucu orta saha olmadığı için daha çok açık veriyorlar ve daha çok kontra atağa yakalanıyorlar. Buna sallanan savunma da eklenince ortaya fazlaca komik gol çıkıyor.

Arsenal bir kez daha, kendi kendine 'holding' orta saha sorunu yaratmış durumda. Fakat benim daha çok takıldığım nokta, Song'un bu rolünün hücum işleyişine de yansıması. Oyun kurulurken ileri koşturduğundan, Arsenal bazı periyotlarda sağlıklı biçimde oyun kuramıyor ve hücumların daha akıcı, daha koheziv olmasını körüklüyor diye düşünüyorum. Orada bir fazla oyuncunun olmasının hiçbir anlamı yok. Song, daha çok hücuma katılarak, daha çok ceza sahasına geç koşular yaparak önemli bir element olabilir, fakat bunun tarzında değişikliğe ihtiyaç var. Wilshere daha teknik, fakat benzer tipte bir oyuncu. Arsenal'in 4-2-3-1le bağı henüz nispeten yeni, hatta van Persie'nin dönüşüyle -bizzat Wenger'in söylediği gibi- 4-4-2ye geçişler yapmaları da olası. Sorunlar doğal, önemli olan bunların farkında olmak. Wilshere de Song da bu sene çok güzel goller attılar. Wilshere, Chamakh'la sayısız verkaça girip goller atmaya, Song ceza sahasında yaptığı koşularla maç kazandırmaya devam edebilir. Fakat ilk etapta ileriye uçmalarının çok da anlamı yok. Hatta Nasri'nin ve Arshavin'in iç forvetten yaptığı savunma arkası koşular düşünülürse, derinden savunma arkasına atılacak direk toplar da çok önemli. Bolton maçındaki enfes gol örneğin, veya başkaları. Bu pasları atan genelde Fabregas oluyor, bu yönden, Wilshere'in gelişiminde bir sonraki aşama 4-2-3-1 oyuncusu olabilmeyi öğrenebilmek. Wilshere, Henderson gibi adamlar diğer İngilizlerden farklı oldukları için el üstünde tutuluyorlar, gerçekten farklı olabilmeleri en çok Capello için önemli. Wilshere, Bolton serüveni sonrası nispeten iyi tackle atan bir orta saha oyuncusuna dönüştü; eski pozisyonundan bildiklerini bir avantaj olarak kullanabilir, ama çok iyi olmak için yeni pozisyonun gereklerini vasattan daha iyi yerine getirmesi gerekiyor. Bu halde, Chamakh'la verkaça girerek attığı goller, Schweinsteiger'in Dünya Kupasında son çizgiye inip ceza sahasındaki arkadaşına asist yapması ölçüsünde daha etkileyici olacak.

Dünkü Fulham maçından...


Song nerede? (Devamında Wilshere topu kurtarıyor ve tehlikeli bir Arsenal hücumu oluyor Song'un da katılımıyla. Fakat bu geriden oyun kurma görevine katılması gerekmiyor muydu asıl?)


Maç içinde oyuncular alan değiştirir. Her birinin başlangıç pozisyonu vardır, asıl pozisyonu, fakat dans ederler adeta, birinin boşalttığı alana bir başkası girer, demarke vaziyette topla buluşur. Akışkanlık vardır, güzel futbol vardır. Sorun şu ki, Song bu karede, bu ahenk içinde o noktada yakalanmıyor.

Sonraki yazı: Marouane Chamakh

"He is a team player and makes players around him good and better.
He had a very good pre-season and can give us something which is very important in England - he is good in the air. He has everything you would want from a typical centre forward. That means people who play to fight up front and work very hard for the team. That is what I expect from him. That is why every team which has him in the side, every player loves him." Arsene Wenger, Marouane Chamakh hakkında


(O bir takım oyuncusu, ve etrafındaki oyuncuları daha iyi yapıyor. Çok iyi bir sezon öncesi hazırlık dönemi geçirdi ve bize İngiltere'de çok önemli olan bir şey sunabilir: Hava hakimiyeti çok iyi. Bir merkez forvetten beklediğiniz her şeye sahip. İleride savaşıyor ve takım adına çok çalışıyor. Benim ondan beklediğim bu. Bu yüzden takımda herkes onu seviyor.)

2010/12/01

Birmingham City 2-1 Aston Villa

Fazla zamanım yok, bu yazıyı çabuk yazmam gerekiyor. Maç esnasında notlar da aldım ve sanırım bu yüzden çok da zor olmayacak.

Öncelikle uzun bir süredir, ilk kez Birmingham City galibiyetiyle sonuçlanan bir The Second City Derby. Hatta uzun süredir ilk kez gol attılar, sanırım 3 maçtır atamıyorlardı. Ki bu da, iki takımın kısır taktiklerinin (kısır demekten öte tahmin edilebilir demek daha doğru) bir sonucuydu. Villa'da oyuncu tercihlerinden, yeni hocanın oyuna bakış açısından kaynaklanan bir değişim var. Bunun sonucu olarak gollerin geldiğini, veya galibiyetler alındığını söyleyemeyiz. İşin kötüsü, devam takdirinde Gianfranco Zola'nın West Ham macerasına benzeyecek. Böyle olmamasını ummakla beraber sanmıyorum da. Bu kadar kötü olmayacaktır, şu geçiş döneminde istenilen sonuçların alınamaması kabul edilebilir. Birmingham'sa benzer geçiş denemesini yaptı, fakat başarılı olamadı ve eski tip oyunu oynamaya devam ediyor. Bugünkü skoru belirleyen bunlardan çok maç içi faktörler oldu, Birmingham'ın iki golü de Villa'nın savunma hatalarından geldi.

Kötü savunma ve geç gelen goller. Aston Villa son zamanlarda sürekli bu ikisinden çekiyor, acil olarak çözüm bulunamazsa kazanamamanın yarattığı psikolojik çöküntü lig tablosundan öte oyuna da yansıyacaktır. Yine Zola-West Ham örneği verilebilir burada, ve güzel futbol karın doyurmuyora bağlanabilir.

45 dakikayı boşa geçiren Bannan

Yanlış bir tercih sonucu 45 dakikayı boşa geçirdi belki de Bannan, ve belki de bu 45 dakikada skor üretebilirdi Aston Villa. Sorun Bannan'ı sağ çizgiye hapsetmekti, bu kadar disiplinli olarak çizgide kalmasına bakılırsa bu bir teknik direktör tercihiydi. Zihnindekileri okumaya çalışırsak, takımın boyca daralmasının yarattığı sorunlardan onun da haberi var, ve böyle bir tercihte bulundu. Fakat bu hamlenin hiçbir yararı olmadı. Keza takım sürekli ama sürekli sol kanattan akın geliştirdi ve Bannan topu aldığında da karşısında hiçbir zaman bir Birminghamlı bulamadı, hep daha fazlaydılar. Bu şekilde Bannan'dan verim alamazsınız. Son haftalardaki 4-2-3-1 dizilişinin aksine 4-4-1-1 şeklinde bir dizilim vardı ve bunu orta saha tercihlerine bağlamak mümkün. Buradan da, yine önceki yazılarda geçen Premier Ligin box-to-box ortasahaları sorunu ve bununla beraber İngiliz 4-2-3-1i 4-4-1-1e ulaşılabilir. Orta ikili Hogg-Clark'ken bunların top dağıtmasını beklemek, oyunun merkezden kurulması mümkün değildi ve Downing sıklıkla sol bek pozisyona gelip orta bölgeden çapraz paslaşmalarla topu sol koridorun ilerisine taşıdı. Fakat Downing berbat bir maç çıkardı. Villa bu koridora Agbonlahor'u, Young'ı ve Downing'i soktu, maçın başında sıklıkla karavana toplar gönderdi. Birmingham 4-4-2 kullanıyordu, Jerome daha mobil bir rolde, iki forvetine uzun toplar gönderip atakları bu şekilde olgunlaştırıyordu. Jerome dediğim gibi daha dinamik bir rol oynuyor, bazen kanatlara kaçıyor, bazen Zigic'in indirdikleriyle ortadan geliyor, ve bununla beraber Fahey daha çok iç gibi, Larsson daha çok çizgide, ve iki ceza sahası arası gidip gelen orta sahalar. Klasik Birmingham. Bowyer ceza sahasında topu aldığında Dunne gereksiz bir hamle yaptı ve penaltı oldu. Birmingham'ın golü böyle geldi. Sonrası genel olarak Aston Villa'nın dominasyonuyla geçti. Buna dominasyon demek aslında oyun tercihiyle açıklanır. Keza Villa O'Neill dönemi taktikleriyle oynasa bu kadar topa sahip olamayacaktı, belki daha fazla pozisyon üretecekti, bunu bilemeyiz. Fakat bu dominasyonun rakibe hükmetmekten öte bir tercih olduğunu belirtmekte yarar var. Bu tercihten elbette ki rahatsız değilim. Keza Villa'nın golü Hogg'un araya attığı topla Agbonlahor'dan geldi. Hogg-Young ve Agbonlahor maçın Villa adına iyi olanlarıydı, özellikle Gabby'nin geri dönüşü ona ne kadar ihtiyaç duyulduğunu bir kez daha gösteriyor. Benim Gabby'nin gelişiminde en önem verdiğim şey tekniği, bunu hep söylüyorum ve bu maçta her zamanki yararlarının yanında bu yönde de çok daha iyiydi. Öte yandan Hogg sert bir oyuncu, iyi bir ball-winner, ve silik bir görüntü vermekten uzak. Young'sa neden ortada, neden forvet arkası oynaması gerektiğini gösterdi bir kez daha. Yine kanatları kullanıyor, ve kanatlara geliyor fakat bu kez takım arkadaşının boşalttığı alana geldiğinden kanatta verimli olabiliyor ve ortada onun kadar direk oynayabilen, onun kadar koşan ve iyi, doğru yerlere pas dağıtımı yapabilen biri yok.

Oyundan çıkana kadar Bannan, ve kesin Aston Villa dominasyonu

Takım ikinci yarılara farklı giriyor, bu kesin. Sayısız örnek verebilirim, Clark'ın ilk kez orta sahada oynadığı maçta ikinci yarıdaki rol değişimi ilk aklıma gelen mesela. Motive girmesinden bahsetmiyorum, hoca doğru bir şeyler söylüyor ve bu yönde değişimler oluyor rollerde. Burada illa ki devre arası mı beklenmeli değiştirmek için diye sorulabilir, fakat geç de olsa değişiyor. İkinci yarıyla beraber Bannan içe kaçmaya; geride oyun kurarken de hücumda da içeride oynamaya başladı ve hemen sonuç verdi bu. Vizyonunu ve iki kanadı da kullanmak için bu gerekliydi. Bannan'ın boşalttığı alana sıkça Young girdi, Villa topa sahip olup iyi ataklar yaparak maça ağırlığını koydu. Yine de çok uzun sürmedi bu ve orta sahada açıklar verilmeye başlandı. Ridgewell'in soldan içeriye penetre ettiği bir pozisyon hatırlıyorum. Bununla beraber ikinci yarıda Birmingham da sol kanadı daha verimli kullanıyordu. Oyuncu değişikliği düşünülebilir ama çıkan oyuncu şaşırtıcıydı: Bannan. Muhtemelen sakatlığı var, bunun dışında mantıklı bir açıklama bulmakta zorlanıyorum. Ve Ireland girdi oyuna. Sonraki dakikalarda, Ireland Arsenal maçının son bölümündeki gibi sağda görev alıyor ve yine böyle gelişen bir atakta Villa çok önemli bir golü kaçırıyordu. Ireland'ın direkt, nispeten savruk oyunu nedeniyle ortada oynamasındansa bu şekilde sağ koridordaki oyunu daha iyi sonuç veriyor gibi. Bu şekil bir oyun önüne top atmayı istiyor, fakat Ireland'ın oynadığı diğer iki pozisyon forvet arkası ve orta sahada çok daha hareketli olması, çokça iletişime girmesi gerekiyor. Uzun süre sahada kaldığı ve Pires'le değiştiği maçta, Pires'in 20 dakikada yaptığı pas sayısıyla onun 70 dakikada yaptığı 20 pas birbirine denkti. Böyle bir direkt oyun takımın koşulları içinde doğru olabilir fakat Aston Villa'nın gereklerini karşılamıyor. Houllier'nin Ireland'ı az çalışmakla suçlamıştı hatırlarsanız.

Sevilmeyen deneme: Sağ kanat oyuncusu Downing

Downing bu sene ciddi anlamda yükselen, hatta takımın en iyisi bile denilebilecek performansına rağmen çok da tutulmaz. Ama sağ kanatta oynadığı zamanlar eleştirilir daha çok. Ben bunun açıklamasını henüz bir altta yaptığım için tekrarlamıyorum. Değişiklikten bir süre sonra Downing yine sağ kanada geçti ve Ireland'ın yerini aldı. Zaten o dakikadan sonra Ireland hayalet gibiydi, yine hiçbir şey veremeden maçı kapattı. Downing'in ne kadar verimli olduğu da tartışılır. Fakat hepsinden önemlisi bir gole mal oldu bu. Daha önceki bir pozisyonda da diğer kanada geldiği zaman Villa'nın solunda çok büyük boşluk olmuştu fakat bunu kullanmamıştı Birmingham. Bu kez yine o alan boştu ve oraya koşu yapan Larsson'un pasında Jerome oldu ve içeriye çıkarttığı topta Zigic golü yaptı. 3 tane defans oyuncusu orada vurdurmamalıydı. Rıza hocanın basit golleri gibi oluyor ama ben bunu kabüllenemiyorum. Son zamanlarda o kadar çok savunma hatasından gol yeniyor ki... Bu gol maçın sonucunu belirledi ve golden sonra olanların çok da fazla önemi yok.

Sonuç:6-0 çok uzak!

İngiltere başbakanı David Cameron'a soruyor bu hafta BBC: "Liverpool-Villa maçı kaç kaç biter?" "6-0 Villa yener!". O kadar da kolay görünmüyor. Liverpool favori çıktığı maçlarda silik, onun dışında da olumlu bir veri yok. Young ikinci yarıda aldığı sarı kartla cezalı duruma düştü, oynayamayacak. Sallanan defans Liverpool bir şey üretemese bile Torres'e elbet bir hediye sunacaktır. Young'ın yerine Delfouneso'nun oynamasını, onun haricinde kadronun aynı kalmasını bekliyorum/doğru buluyorum. Birmingham Hleb'li yeni düzeni ne ona yönelik orta sahası ne de kanat oyuncuları olduğundan oturtabildi, Jerome'u çokça ön plana çıkaran direkt hücum oyunu oynuyorlar. Şu aşamada bu oyun tarzı etkileyici bir sol bölge oyuncusuyla daha iyiye gidebilir, muhtemelen forvet özellikli biri. Adamım Fahey bu maçta bana umut vermedi. Lig Kupasında sürpriz bir şampiyon çıkabilir, hatta Arsenal'i de bunlar arasında kabul edersek, kesin olarak bir sürpriz gerçekleşecek.

2010/11/16

Downing'in sağ ayağı

Bir önceki yazıdan devam edelim.
Bir kere sağ ayağı kullanma becerisi sıfır. Sol, raket gibi, ve her şeyden biraz biraz yapabiliyor, ama hiçbirinden çok fazla değil. Çok hızlı değil veya güçlü, yardırıp giden kanat oyuncusu olamaz bu yüzden.
Bu haftaki performansı şu paragrafa tokat gibi oldu. Blackpool'a sağla atılan bir gol, 4 gün sonra Manchester United karşısında efsane bir performans, ve yine sağ ayakla kaçırılan pek çok gol pozisyonu. Downing iyiden iyiye Manchester City'e transfer olma kalibresinde oynamaya başladı. Yine aynı yazıda söylediğimi tekrar edebilirim, görev tanımlaması İngiliz 4-2-3-1'i 4-4-1-1'de ikinci forvettir bana göre, ki bu da, hücumda ikinci forvet, savunmada bir nevi üçüncü orta saha, akışkanlığı sağlayan bir element. Son yazılarda sürekli Premier Lig dinamiklerinden bahsediyorum. Orta ikilinin görevi tanımlamasından sonra başka yazıların gelmesi; mesela kanatların birinde doğrudan forvet oyuncu kullanımı (geçen sene Birmingham'ın başarısında sol orta saha McFadden, bu sene bir dönem Fletcher'ı yine aynı yerde kullanan Wolves) bunun dışında bir orta saha, bir kanat kullanımı (bu sene Newcastle'ın sıklıkla yaptığı, sağda Barton), veya iki ofansif orta sahanın kanatlarda kullanıldığı düzenler (geçen seneki Fulham) ileri okumalar/yazılar şeklinde gelebilir. Bunlar olmadan, takımların 4-4-2 şeklini çoğunlukla bozmadan (Blackpool gibi istisnaları bir tarafa koyuyoruz, Holloway başlı başına bir istisna), ya da bozamadan oynayamamasında, bu orta saha oyuncularının payı büyük. Başka bir etkenden, sistemden; oyuncuların birebir direkt oynamaya yönelik yetişmesinden bahsolunabilir, fakat sorun bana kalırsa daha çok orta sahalardan kaynaklanıyor. Oyunu bu kadar keyifli kılan, tempoyu yüksekte tutan da orta sahaların bu özellikleri, fakat şeklin değişmesini engelleyen de onlar. İngiltere'nin hâla şekil değiştirememesi, bunun devamında 4-4-2 ile gelen Dünya Kupası başarısızlığı, Barry'nin bu kadar değerli pozisyona gelişi yine aynı nedenlerden. Direkt oynamaktan vazgeçmeye çalışıp başarısız olan takımların kaybetme yolu da bu, iki Midlands ekibi, hatta iki Birmingham takımı, bu senenin Birmingham City'si ve zaman içinde (Houllier öncesi) sıradanlaşan Aston Villa buna örnek. İkinci senelerinde pek çok yatırım yapıp bir sonraki aşamaya geçmeyi istediler, bu, hani ikinci senesinde zorlanan takım klişesinden farklı, Zigic transferine rağmen Birmingham City farklı bir yoldan kazanmaya alışmayı istedi, Hleb'i aldı ama birtakım nedenlerle başarısız oldular ve kazanma geleneğini de kaybettiler. Eldeki orta sahalar Ferguson, Bowyer, Gardner. Bunlarla beraber Hleb'in kullanılması ne kadar verimli olabiliyor şu ana kadar, ortada. Gelişmeler var, Ferguson'ın bir adım geride kullanılması ve Birmingham'ın 4-1-3-2 şeklini alması, Sunderland'de Cattermole'un rolü, hatta ayak hızını kaybetmese bu rolü çok iyi benimsemiş olan Stiliyan Petrov... Michael Carrick ve bir sene içinde iyiden iyice orta saha olan Jack Wilshere geleceğin İngiltere Milli takımı için önemli oyuncular, her ne kadar Carrick'in yaşı geçiyor ve değer verilmeyeceği biliniyor olsa da. Bahsolan Carrick tipi derinde oynayabilecek oyuncular, box-to-box geleneğinden farklı yetişecekler, oyunun orta sahada kurulabilmesi, bu ve bunun gibi şeyler. Yoksa bakıldığında Carrick ve Scholes, iki çok iyi pasör, fakat ikisi de direk oyuncular, ve ligin dinamiklerine uymak zorunda olduklarından böyle olması da doğal. Hleb konusuna gelirsek, biraz daha ikinci forvet olmayı öğrenebilmesi ve daha çok çalışması gerek. Aynı şeyler Ireland için de söyleniyor, ve işte bunların kaynağı bu bahsolanlarda gizli. The Second City Derby'de Jerome'un forveti ikilemesi hemen sonuç vermişti, Hleb'in aldığı-verdiği, ama hani öyle gezindiği maç, Jerome'un gücüyle pozisyon ürettiler. Zigic-O'Connor'ın arkasında başladığı, 4-3-1-2ye benzer bir şeydeyse gayet iyi oynamıştı, ama rakip de Blackpool'du. Bu tip oyun kurucu-forvet arkası 'yumuşak' oyunculara yer bulmak zor olabiliyor Premiership'te, bu yeni değil, en pratik çözüm indir-vur taktiğiyle dünyaları atan Tottenham (Crouch-van der Vaart) ve Newcastle'a (Carroll-Nolan) uymak olabilir. Zamanla eğrisini doğrusunu bulacaktır McLeish, Fahey güzel oyuncudur deyip kapatıyorum burayı.


Resim 1: Oyun kurulumunda takımın şeklindeki değişiklik. Kırmızıyla gösterilenler defans oyuncuları, sarıyla da orta sahalar; görüldüğü üzere Albrighton ve özellikle Downing çok uzakta konumlanmış. Young iki orta sahanın arasına giriyor, ki burada da Collins Young'a atıyordu pası. Eskiye göre değişen bu, kanattaki değil göbekteki oyuncu geriye geliyor. Çift forvetle oynandığında bunlardan birinin bu kadar gerileri gelmesi mümkün olmuyordu, Young'ın oyun tarzı ve belki de teknik direktör seçimiyle kanatlar eskiye oranla daha az ilk oyun kurulumuna katılıyor. Geçen sene ilk önce Milner, sonra da Downing iç pozisyonlara gelip oyun kurardı; özellikle sağ kanat başladığı maçlarda Downing'in pas dağıtımı bilhassa etkileyici olurdu. Young şaşırtıcı şekilde çok iyi sırtı dönük top alıyor. Orta saha oyuncuları, ilk paragrafta bahsedilen sorundan muzdaripler denebilir, keza Hogg veya Bannan'dan biri iki stopere yaklaşıp rahatlık getirebilir. Aynı haftada Sunderland ve özellikle Birmingham çift forvetle çift stopere baskı yaparak rakipleri uzun topa yolladılar, her ne kadar bu pozisyonda uzun top görülmese de stoperleri sıkıştıran bir durum mevcut. Pozisyonun devamı maçın ilk net pozisyonuna dönüşüyor ama Berbatov kaçıracak. Aslında şu grafik 4-2-3-1'i andırmıyor mu? Bir sonrakine geçelim...


Resim 2: Soldaki şekil bu hafta oynanan maça ait, sağdakiyse geçen sene gelen, şu son 15 yıldaki ilk Manchester United galibiyetimizden. Birebir eşleşmesi açısından Villa Park'taki maçı almak daha uygun düşerdi, fakat o maçı 3 orta sahayla oynamıştık ve bu yüzden Downing'in pozisyon grafiğini karşılaştırmak doğru olmayacaktı. Old Trafford'da kazandığımız o maçtaysa Aston Villa 4-4-2si ile oynamıştık ve Downing eski görevindeydi. Sağ orta saha olarak başladığı maçta sağdan oyun kurdu. Aslında grafikte bir yanlışlık var, sağ bek olan Cuellar atak yönünün solunda, sol bekte sağda, yani incelerken sağı sol solu sağ gibi düşünmek gerek, ama iş Downing'e gelince bir fark olmayacak, çünkü direk ortada pozisyon almış. Downing'in sağ ayağı aslında bir anlamda 4-2-3-1 yolu. Bir alttaki paragrafta da anlatıldığı üzere takımın boyunu ayarlamada sorun çıkmamış oluyor böylece. Son bir grafik daha var...


Resim 3: Son 'Average Position' grafiği 2-1 kaybedilen Stoke City maçına ait. Bu maçta Downing sol çaprazdan bir gol atmıştı, fakat maçın genel seyrinde Albrighton'la kanat değiştirdiler. Ters kanatlardan içe kaçışlar elbette önemli, aksi takdirde hoca böyle bir şey yapmazdı bile, fakat bu tercihin de götürdükleri oluyor grafikte görüldüğü gibi. Downing'in sağ ayağının kattıkları diyerek noktalayabiliriz 3 resmi, her ne kadar şu sağ ayak hikayesine fazla abartmış olma olasılığım olsa da.


Ve şimdi Downing'in sağı...

Sağ ayak neden bu kadar önemliydi? Bundan önce Downing'in takım için önemi neydi, ve görevi, bunun cevabına bakalım. Downing, ikinci forvet şeklinde, her zaman doğru yere hareketlenen, bunu oyun zekasıyla başaran ve bunun yanında takımca biçilen görevi de biraz bu yönde olması gereken bir Aston Villa oyuncusu. Albrighton daha çok çizgide kalıyor. İki kanattan birinin daha çok çizgide kalırken birinin daha içte olması anlaşılır (takımın boyunu ayarlamak) ve pozisyondan pozisyona değişir bu. Örneğin bir pozisyonda Albrighton içe kat eder, diğerinde Downing. Bu konuda şüpheler vardı, Downing'in adam geçmesi konusunda, yükselen formuyla beraber sağ ayağına olduğu kadar adam geçme becerisine de çok daha fazla güveniyoruz, fakat halen Albrighton bu konuda daha iyi bir seçim. Dolayısıyla Albrighton'ın daha çok çizgide kalması haklı, ama bu sefer içe kat etme sorunu çıkıyordu. Bunu yine maç içinde değişimlerle yapıyordu takım, Albrighton sola Downing sağa geçiyordu. Bu da başka bir sorun yaratıyordu ki içe kat edişlerde başarılı olamazlarsa takımın boyu da kısaldığından ortaya yığılabiliyordu oyun. Downing'in sağını kullanmaya başlamasının getirisi de burada devreye girdi, teknik becerisizlik takımı kısıtlamamaya başladı ki soldayken de içeri kat edip sağına alıp şut çekebiliyor ve çok önemli bir artı ki gollerini de arttıracaktır hem kendisinin hem Albrighton'ın. Böyle iki verimli ve uyumlu kanat oyuncusunun varlığı, Aston Villa da yeni bir Ashley Young sendromu yaşanmasını da önlüyor. Nedir bu? Bir kanada çok yüklenmek ve oradaki oyuncunun veriminin sıfırlamak bir anlamda. Ashley Young yetenekli bir oyuncu, fakat verimli olmak için bu yeterli olmuyor bazen. Bana göre Cristiano Ronaldo da kanatta oldukça tahmin edilebilir bir oyuncudur, özellikle Real Madrid ilk günlerinde bu yönde gayet zorlanmıştı, sol kanatta oynayan Young da böyledir. Sağ ayaklı bir oyuncu olduğundan hasbelkader sağına alıcak, ve yapacağ şey de hep ama hep aynı. Bu çok büyük sorun olmuştu Villa için, ve Young'da da ciddi bir form düşüklüğü. Bundan da bahsetmiştim; Young'ın forvet arkasına geçişi gerek Aston Villa'nın hole'de oynayacak bir oyuncusu olabilmesi, gerekse de Ashley Young'ın zaman zaman kanatlara kaçtığında boş alan bulup verimli olabilmesininden çok önemliydi. Gerard Houllier'nin 'tembel' Ireland eleştirisi de burada gelmişti ki Ireland ileride çok fazla kalıyordu ve Young'ın sağladığı dinamiklik-yaratıcılığı sağlamaktan uzaktı. 4-4-1-1'e dönüşle beraber oyunun kurulmasındaki ufak değişiklik de yukarıda bahsediliyor. Young, Albrighton, Downing ve hatta Agbonlahor'la Aston Villa hala mükemmel bir kontra atak takımı. Peki tüm bunların arasında Pires hamlesini nasıl değerlendirmeli?

Öncelikle taraftarın çok da hoşuna gitmedi bu. Gençlerin önünü kapamasından korkuluyor veya bir nevi Staunton, Berger vakaları... Ben böyle olacağını sanmıyorum. İsterseniz Liverpool dönemini, Owen, Gerrard gibileri ele alabilirsiniz; benim için Aston Villa dönemi dahi kabul. Houllier'nin bu gençleri çöpe atacağını sanmıyorum, ki bu bazda da takımın kanatlardaki rotasyon sorunu göz önüne alınırsa, ne Albrighton'ı ne de Downing'i kesecek bir Pires'in takıma katkıları da elbet güzel olacaktır. Ashley Young'ı ikinci pozisyon olarak soldan öte sağ kanatta tercih ederim, Pires de Downing'le rotasyona uygun olabilir veya Young'ın pozisyonunda, forvet arkasında. Villareal'deki defansif orta saha rolü dahi olabilir şu aciliyette, ama uzun vadede devamı zor. Ben Robert Pires'i eğitim sürecinin bir parçası olarak görüyorum. Kinaye yapma kaygısı olmadan -İngilizce öğretmenliği yapmışlığı var- rahatça söylenebilir ki Houllier öncelikle bir öğretmendir. Bu takıma gelirkenki beklentilerimi şu aşamaya kadar gösterdikleriyle karşıladı ve Pires hamlesinin buna zıt bir yön izleyeceğine inanmıyorum. Gençlere öğretmeye devam edecektir, Martin O'Neill döneminin eksik görülen bilhassa yönü buydu ve Pires de bu yolda bir adım. Aston Villa'nin bu seneyi daha altta bitirmesi oldukça olası, fakat kısa süre sonra Martin O'Neill döneminde gösterdiklerinden de iyisini göstermeye hazır bir şekilde dönecek. Umutluyuz, yapılanma gerçekten çok iyi bir yol takip ediyor...

Video: Aston Villa 2-2 Manchester United (Match of the Day'den kesit-10:57 dk)

2010/10/24

Sunderland üzerinden Aston Villa

Bugünkü mağlubiyet, yeni hocanın gelişinden sonraki ikincisi oldu ve kazanamamazlık serisini de üçe çıkardı. Martin O'Neill'a alışmış olan taraftara son yarım saatteki oyun dahi ilaç gibi geliyor, ve bununla beraber, halihazırda uygulanan doğrular, ve uygulanmayanlar var. Sunderland'den de bahsederek, Sunderland üzerinden, bu seneki takımların doğruları neler bunları göstermek istiyorum.

Petrov'un yavaşlayan ayakları
Stiliyan Petrov'un takımdaki miadı dolmak üzere. Gerek hâla kaptan olması, ve yerine konulacak net bir oyuncunun bulunmamasıyla oynamaya devam ediyor, bu sene idare edecektir de, ama günleri fazla uzun değil. Hafta içindeki 'Marathon bile koşarım' sözü o yaştaki adama yakışmayacak ultra-gaz bir cümle. Bir kere ayakları yavaş. Gerçekten yavaş. Bu nedenle, misal bir Sidwell'in daha yapabildiği orta sahadan hızlı çıkışları gerçekleştiremiyor, gerekli dinamizmde değil. Yine bu yüzden, box-to-box bir oyun oynayamıyor. Benzer görevdeki Lee Cattermole, savunmanın hemen önünde görev alırken ileri çıkışları da gerçekleştirip iki yönlü bir oyun oynarken, Petrov'da bu yok. Teknik direktörün tercihleriyle de alakalı. O'Neill döneminde hiç çıkmazdı, ceza sahasına öylesine de olsa girmezdi. Aston Villa kariyerindeki gol sayısının bu kadar düşük olmasının nedeni bu, yoksa derinde oynayan oyuncular da goller atabiliyorlar. Petrov'un hücumdaki basiretsizliği dalga konusu bile olmuştur, bugün twitter'da geçen bir muhabbette, sanırım geçen hafta iki tane attığı için bu hafta uzaktan vurmadı diye geyik döndü mesela. Bir de bu özelliği var, her maç, düzenli olarak bir karavana şut atıyor.

Bunları toparlarsak, Petrov'un yetersizliğinden dem vurabiliriz, fakat hala idare edilebilir bir düzeyde olduğundan, ve yararlı olabildiğinden, takımdaki yerini koruyor. Scholes-Fletcher'a benzetiyorum Petrov-NRC'yi. Yaşlanan Petrov ve Scholes'un yapamadığı ileri çıkışları, alan kapatmaları, diğer iki oyuncu ultra eforla kotarıyorlar, ve box-to-box oyunlarıyla da hücuma destek oluyorlar. Petrov'u yetersiz olmaktan öte götürüp takımın dışına itebilecek, ve bana kalırsa hocanın henüz uygulamadığı ama bana göre doğru olana, en azından denenmesi gerekene göre, Petrov yerine Ireland oynamalı. Eğer Ireland bir şekilde kullanılacaksa, 4-4-1-1 düzenindeki yeri orta saha olur. Bu da aslında, yazının ilerisinde bahsedeceğim, yine iki yönü olan bir durum. Bakın diyorum ki, Petrov'un ilk 11den düşme gerekliliği kendi yetersizliğinden çok, Ireland'ın denenme gerekliliği, aynı şekilde, Ireland'ın hole'de oynamama gereği de Young'ın mutlaka orada oynaması gereğinden kaynaklanıyor. Young'ın kanatta kullanılması, tam iki ucu pis değnek. Hem kanadı, hem forvet arkasını kullanamıyorsun. Söylediğim gibi, buna daha sonra değineceğim. Houllier'nin taktik anlayış ve kavrayışının O'Neill'dan daha iyi olduğunu düşünüyorum, ve Ireland'ı bir kere orta sahada denedik, 6 tane yedik, olmuyor, gibi bir düşüncede olmamasını umuyorum. Keza oradaki durum farklıydı. Kullanılan orta saha ikilisi Petrov-Ireland'dı, Petrov'un görevi malumken, Ireland'a NRC'nin görevi, box-to-box rolü yüklendi. Petrov'u tolere ederken ilk bakacağınız oyuncunun çalışma etiği olur, savunma yönü. O felaket maçta, böyle bir deneme Newcastle'ın Nolan'ın sık gelişleriyle üçlenedebilen orta sahası karşısında eridi gitti, felaket oldu. Şunun gibi: Scholes-Anderson. Anderson da basiretsiz adamdır, pozisyon bulunamaz pek çok PL maçında. Nedeni budur: İkili orta sahaya yerleştirilememe sorunu. Orta ikilide bu tarz adamları, örneğin bir Modric'i oynatacaksanız, benim görüşüm odur ki, partneri derinde olmamalıdır, savunma yönü olan, ve alan kapatan, fakat derinde olmayan. Orta saha böyle 1+1 ayrılınca, ve öndeki adam zorlama gücü zayıf biri olunca orta saha kolayca düşüyor, bu nedenle böyle bir düzene mahkumlar. Veya daha derinde oynayacaklar, veya kanatlara gelecekler. Premiership'in 4-2-3-1'i 4-4-1-1, ve kanatlardaki oyuncu kullanımı da ayrı bir yazı konusu. Ireland kanatta oynayamayacağına göre, bir tek orta saha kalıyor ki, geride konuşlanmaya mahkum. Onun derinde oynaması, o bölgeden top çıkarmada sorunlu takım için daha da önemli, ve bu adam bir oyun kurucuysa, ki öyle, bir oyun kurucuyu kalabalıktan çıkarıp geriye atmak, daha geniş açı vermek çoğu zaman daha mantıklıdır ki, Pirlo başta olmak üzere sayısız örnek var. Takım Petrov'la kötüye gitmiyor belki, ama Ireland'la daha iyiye gidebilir. Tabi yanında NRC oynamak koşuluyla. Milner, her şeyi yapabilen, bambaşka bir adamdı, o yüzden bu kadar değerli, o yüzden bu kadar çok, en çok severim.

Ashley Young'ı kanatta kul-lan-ma-yın
Ashley Young kanada hapsedilmemeli. Takım ve kendi iyiliği için. Ben bundan yüzlerce kez bahsettim, artık çıkarmaya üşeniyorum. Young hızlıdır, yeteneklidir, ama dikine iyi top süremez. Rahat adam geçemez. Bir ara çok istikrarsızdı ki, neyse bunu atlattı, artı puan. Çizgiye güzelce inen, dikine zorlayan adam Albrighton'dır, Bale'dir. Young fazla savruktur, pek yapamaz bunları. Adam Johnson değildir. Chelsea maçında hiçbir etkisi olmadı, çünkü yine sıkı markaj altındaydı, ve serbestlikten yoksundu. Takımın en-boy ayarının sabitliği için o bölgeden fazla çıkmamalı keza. Bu nokta iyi ayırt edilmeli. Young forvet arkasında oynadığı zaman da sürekli kanatlara geliyor. Ortada oynamaktan çok kanatlarda oynuyor. Ama orada oynadığı zaman, hole'de de pozisyonlar alabiliyor, kanatlara fazladan adam olarak gelip gerek kendisi gerek diğeri için avantaj ve yeteneklerini gösterme fırsatı sağlıyor. Ve çalışma etiğinin yüksekliği, hatta çok enteresandır, sırtı dönük top alma becerileriyle oraya çok iyi oturuyor. Houllier hoca, Young yeni pozisyonunda dünyanın en iyilerinden biri olabilir demişti, doğrudur. Çok daha iyi olacaktır, fakat yine de her takımda oynayıp da aynı etkiyi yaratacak bir forvet arkası değil, Villa'nın ihtiyaçlarını tam olarak karşıladığından güzelce parlayabilir. 433ün kanat oyuncusudur daha çok, ama Chelsea gibi forvetleri içeride oynatan bir takımda.

Onun bölgesinde, hole'de iki maçtır Ireland'ı izliyoruz. Her takımın forvet arkası oyuncusu özellikleri farklıdır, takımın oyuncu profiline bağlı olarak. Everton'da Cahill'dir, Newcastle'da Nolan, vs. Hatta vDv bile benzer görevde, gol kovalıyor, doğru alanlara koşular yapıyor. Newcastle'da Carroll indirdi Nolan attı, Spurs'te de sırasıyla Crouch ve van der Vaart. Bana göre sahanın en önemli bölgesi hole'dür, o iki blok arasındaki, ceza sahası dışı olan nokta. Hole ve sağ iç ile sol içten pozisyon alışlar... Aston Villa'nın hücumsal kabızlığı buradan gelir, Heskey-Carew kim varsa indirir, ama tahmin edilebilirlik üst düzeydedir, ve top bilinçli ama verimsiz olarak sürekli kanatlara indirilir. Ara pas atacak oyuncu yok denir, halbuki var, Young, ama bunlara koşacak oyuncu da yoktu. Agbonlahor'un hızı, bugünkü maçta hissedilmiş olabilir, ama teknik kısırlık içinde geçen günlerde, senelerdir belli noktalarda aşama kat edemedi. Top tekniği çok zayıf, koşusunu kesti mi ya hemen pas verir ya durduğu yerden sağ ayakla orta abanır ya da sola doğru koşturur durur, korner alır. Bu çok kötü. Messi olmasını beklemiyorum, sadece oyununu kısıtlamayacak bir teknik kapasite. Her oyuncuda olması gereken. Öncelikle atletizm ve teknik öğretilmeli, bu ikisi vasatın üstünde olduktan sonra pek çok şey anlam kazanıyor. İkinci zayıflığı, ön direk-arka direk koşularını sezememesi, yapamaması. Alan boşaltma, top tutma, zaman zaman çapraz koşu, bunları yapıyor, ama daha başka şeyler de yapsa, çoktan komple bir forvet olmuştu, Bent'in önüne geçmişti. Young onun yapamadaklarını da yapıyor, bu seneyle beraber savunma arkasına koşular da görmeye başladık, Newcastle maçındaki penaltı böyle gelişmişti. Bütün bunlar esneklik katıyor takıma, çünkü artık kanatlar dışında ortadan da hücumlar geliştirebiliyoruz, oraları da kullanabiliyoruz, veya kanatlar daha sağlıklı bir biçimde kullanılabiliyor, ve hepsi de Young'ın yeni görevi sayesinde. Neyse ki bir de Downing var, yoksa bu takımda futboldan anlayan bir tane adam yok deyip geçecektik.

Üçüncü orta saha, ikinci forvet
Stewart Downing'i kullanmak zor. Özel biri, fakat oyun yapısı nedeniyle ona bir pozisyon biçmek zor, fazla geleneksel bir oyuncu. Bir kere sağ ayağı kullanma becerisi sıfır. Sol, raket gibi, ve her şeyden biraz biraz yapabiliyor, ama hiçbirinden çok fazla değil. Çok hızlı değil veya güçlü, yardırıp giden kanat oyuncusu olamaz bu yüzden. Orta sahada da direk kullanamazsınız. Pozisyonu belli aslında, ortodoks 4-4-2 oyuncusu, fakat böyle bir düzen artık rafa kalktığı ve tüm iyi özelliklerine rağmen trend futbolun bazı çok aradıklarını karşılayamadığı için, iyi kullanılamadığı zaman hayal kırıklığı olabilir. Böyle bir oyuncuyu nasıl kullanmak gerekir derken, şu ana kadarki denemeleri ele alalım diyorum.

Geçen seneden başlayalım. Hücumdaki acizliği hayal kırıklığıydı, Ashley Young tipi forvet özellikli kanat oyuncusuna alışmış taraftarın beklentilerini karşılayamadı. Ben anlayamadım, bu oyuncuyu nasıl kullanmak gereklidir? Verimli olabilir mi? Yoksa gelenekselliğiyle ve oynama zorunluluğuyla takımın esnekliğine balta mı vuracaktır? Senelik bir sakatlıktan çıkışı elbet tüm bunlarda etkili. Şu an, her iki kanatta da farklı şekillerde etkili olabilen, ve tersine, takıma önemli derecede esneklik sağlayan bir oyuncu. Benim tercihim esas olarak solda kalması, ve sağda da Albrighton'ın başlaması, aksi takdirde iki adet içe kaçacak kanat ve hücum yönü çok yüksek olmayan iki bekle genişlik sağlamak çok kolay değil. Kolay olmadı da, bu ikisinin beraber, ters kanatlarda oynadığı dönemlerde bir şeyler yaratmak pek mümkün olmadı, fakat Ireland'ın forvet arkası denendiği, ve Young'ın sola Downing'in sağa geçtiği şu iki maçtaki performans bir güzellik daha sundu ki, Downing o bölgede de bir şeyler verebiliyor. Chelsea maçının başlarında içeri doğru yaptığı dengeli, dikine dribblingi, başka pek çok faydası; bu maçtaki içeri dönüşleri, ortaları... Eğer Albrighton da terste oynamaya adapte olabilirse, maç içinde zaman zaman değişmeleri takıma yeni boyutlar kazandıracak.

Downing, eğer Friedel ilerideki koca adama uzun oynamadıysa, geriye gelir ve oyun kurulmasına yardımcı olur. Özellikle geçen sene bunu daha sık yapardı. Üçüncü orta saha veya bir nevi 442 baklava orta sahası görevi. Big Sam kanatlarda forvet nitelikli, hızlı oyuncular kullanıyor, Diouf x 2, ve bu durum takımın değişmezi, benzer özellikli süper solak Pedersen'i sol içe attı. Pedersen Downing'den daha kuvvetli, üçüncü orta saha olabilmeye daha yatkın bir oyuncu, zaten Norveçli, ama bunu Downing'de başaramazsınız. Gerek savunmada yaşayacağı bu acizlik, gerekse de yukarıda bahsettiğim ceza sahası koşularının varlığıyla. Yine bir benzer uygulamayı Malbranque'ı içte kullanarak Steve Bruce yapıyor. Sol kanatta oynayan Downing, hücumda takımın ikinci forveti oluyor. Gollerine bakarak 4-2-3-1deki sol forvet tanımlaması yapılabilir, çok da yanlış olmayacaktır. Downing'in varlığı şekil olarak değiştirilemeyen, ama içerik olarak değiştirilme mutlaklığı olan 4-4-2 için bulunmaz nimet.










by Guardian Chalkboards
Marc Albrighton
Albrighton Peace Cup'ta, bu senenin hazırlık kampında parlayan, Moskova'ya götürülen oyunculardan biriydi, iki senedir bas bas bağıran bir çıkışı var, bu sene, kendini ispatlamış oldu. Jack Wilshere gibi. Onun oynamaya, takımın da onu oynatmaya ihtiyacı var. Görülüyor ki yokluğunda çizgiyi kullanmaktan aciziz ve öte yandan böyle potansiyelli bir oyuncunun olabildiğince fazla süre alması gerek. Hızlı, dikine gidip en sondan, veya daha derinden çok iyi ortalar çıkarabilen, değerli bir kanat oyuncusu Albrighton. Ters kanattaki oyunundan bahsederken sezonun ilk maçında Milner'a attırdığı golü unutmuşum, keza bundan daha fazla veri gerek. Güçlenip bir yandan hızını ve adam geçme yetisini korudukça Premiership'in önemlileri arasına yazılacaktır kısa sürede.

Kadro gerçekten o kadar dar mı?
Değil. Kadrodan elde edilebilecek imkanlar dardı. O da oyuncu seçimlerinden, ve oyuncuların gelişimlerinden, kullanımlarından kaynaklanıyordu. Kadro kesinlikle dar değil, hatta şunu da iddaa edebilirim ki, geçen seneki bolluktan sonra bu sene kadrosunu daraltma yoluna giden Chelsea ölçüsünde alternatifli bir kadro -nitelik olarak olmasa da-. Chelsea örneğini vermemin sebebi geçen sene ligin en dar kadrolarından biri geyiklerinin döndüğü yerde niceliğin yeterliliğini göstermek. Sezon başı 25 kişilik kadro bile tamamlanamadı. Ama bu, birebir takımın tercihinden kaynaklanıyor, akademi çıkışlı oyuncularla kadronun geri kalanını tamamlama tercihi. 21 yaş altı oyuncuların 25 kişi arasına yazılma zorunluluğu yok. O'Neill gençler için Premiership'in henüz zor olduğunu düşünüyordu, önce tecrübe kazanmaları ve yeterli olmaları lazımdı, kendi söyledikleri bunlar, ve onları sadece Avrupa kupası maçlarında kullanıyordu. Sadece gençler değil. Curtis Davies gibi alt liglerde en iyi savunmacı seçilen, kısa zamanda büyük sıçrayış yapıp 10 milyon pound ölçüsünde takıma kazandırılan bir oyuncu da hiç oynatılmadı. Şu an en formda bir iki oyuncudan biri olan Nigel Reo-Coker takıma küstürüldü. Sezon sonu kontratı bitiyor, hatta Galatasaray'ın Bosman kuralından yararlanarak almak istediği yazıldı, bu da O'Neill'ın mirası. Hâla imza atılmadı. Aston Villa bir Tottenham Hotspur değil, başındaki hoca 'Arry Redknapp değil, dört beş kulvarda oynamıyor. Akademisi sürekli şampiyonluklar yaşayan, gerek kendi mantığı gerek İngiltere için bu çocukların kendini gösterdiği bir kulüp olmak zorunda. Olayın ekonomik yönü malum, Lerner'ın parası Martin O'Neill döneminde harcandı ve artık fazla harcama yapılması düşünülemez. Bununla beraber, başarılar kazanmış, ve kadro iskeleti iyi olan bir takım kuruldu. Bundan sonra yapılacak olan, daha çok kendi yağında kavrularak, yaşlananları gençlerle doldurup nokta transferler yapılarak geçen, iyi bir hocanın rehberliğinde gelişim göstermeye devam etmek olmalı. Houllier bu noktada gayet iyi bir seçim. Aston Villa'nın tarihindeki ikinci yabancı hoca, ve Liverpool'da yaptığı gibi takımı bilimselleştirdiği, Kıta Avrupalı yaptığı ölçüde işler iyi gidecek. 3-4 senedir hasret kalınan Britanya dışı transferler de gelecek. Takım şu anda iki ayrı antrenman yapıyor, biri fitness diğeri teknik antrenman olmak üzere ikiye ayrılmış. Geldiğinden bu yana takımın fizik olarak daha iyi olması gerektiğini söylüyor, haklı. Tottenham maçında bekler de dahil olmak üzere 6-7 kişi rakip kaleye gidiliyordu, box-to-box oyunun gelişmesi isteniyor. Albrighton kazanıldı, Clark ve Bannan da hocanın radarındalar. Bu oyuncu havuzundan potansiyeli en yüksek olan Nathan Delfouneso'dur, fakat ondan bir türlü istenilen alınamadı, şu Heskey fanatizmi arasında da bir seneyi daha boş geçecek gibi görünüyor.

Drogba'mız, Heskey'miz
Emile Heskey en son ve bir kez olmak üzere sezon içinde 20 golü aştığında, takımın başında yine Houllier vardı. Gelir gelmez Heskey'e övgüler dizildi, kendine güveni getirildi, ve Heskey şu an rönesans yaşıyor. Diğer oyunculara alan yaratma, pozisyon hazırlama konusunda Carew'den her zaman daha iyidir, ama en başından beri sahadaki duruşunda bir güvensizlik vardı. Bu güvensizlik berbat top kontrolleri, şutlar, sürekli yanlış kararlar şeklinde sahada kendini gösteriyordu. Bunları Carew'de görüyoruz şu an, ve kocaoğlan gol atma yetisini de kaybetti, takımdaki varlığı gol atmaktan ibaret olan, ve bu yüzden çok sevilen Carew inanılmazları kaçırmaya başladı ve zaten nispeten bencil oyunuyla, artık 11de yer almayı hak etmiyor. Toparlayamazsa muhtemelen devre arası, en kötü sezon sonu ayrılacaktır. Hoarau'nun adı anılmaya başladı sıklıkla, bununla beraber bazı kanat/açık oyuncuları ve Makoun gibi dinamik orta sahalar. Direk olmasa bile elbet az çok doğruluk payları vardır bu haberlerin, akılda hangi pozisyonların geliştirilmesi var bunun görülmesi açısından birer veridir. Be takım illa ki biraz Fransızlaşacak. Hoarau beli bükülmeyen bir adam, hoşgelsin, ama ben isterim ki Gabby ve the Fonz'un oyunlarına da bir şeyler katılsın, bu adamlar da kendilerini geliştirsin ve gediği kapatsınlar. Drogba ile Heskey ne alaka diyenler için, geçtiğimiz hafta Chelsea maçı öncesi Houllier tarafından böyle bir kıyas yapıldı, özellikleri karşılaştırıldı. Onu kazanmak güzel, Wolves, Tottenham maçlarında olduğu gibi skora direk katkı yapmaları arttıkça daha da seveceğiz.

Ve Sunderland...
Steve Bruce takımın düşüşünü çift forvet kullanımına bağlıyor. Bu açıklamasından sonra, Jones'u gayet güzel bir fiyata Stoke City'e satıp oradan gelen parayı Gyan'a kullandı. Gyan'ı transfer edip şu anda kullanmaması garip gelebilir, fakat takımın iyiliği her şeyden önce geliyor. Aslında bu, yanlış bir transfer olmadı. Her takım, n'olursa olsun, güçlü, veya santrafor oyunu oynayabilecek bir oyuncunun varlığına ihtiyaç duyar. Chamakh'ın Arsenal'e kattıkları ortada. Sunderland'de bu oyuncu Jones'du, ama Jones'un hava topu indirmek dışında takıma hiçbir katkı yapmaması, istikrarsızlığı ve onun varlığıyla çift forvet zorunluluğu ve bu yüzden orta 4lünün farklı bir şekilde kurgulanması, Sunderland iyi bir takım yapamadı. Daha çok düz, British bir takım oldular, ve ortodoks 442ye yakın bir düzen içinde, üretmekte zorlandılar. Tüm bunun arasında Kieran Richardson sol bekte denendi ve daha başka şeyler. Gyan, işte bu doğal neden yüzünden takımda, Jones'un takıma uyumlu olabilecek haliyle Sunderland'de. Bizzat DK 2010 şahit, tüm takım ölse Gyan yine savaşmaya devam edecektir, ve atletizmi de üst düzey bir oyuncu. Onun yanında Welbeck takımda tutuldu, ve böylece gereken ikinci ekleme, modern takıma ulaşmada ikinci ekleme yapıldı. Bir benzerini Diouf'u alan Blackburn yaptı. Bu oyuncular forvet olarak yetişiyorlar, ama futbolun gittiği doğrultuda, hızlarıyla ve forvet özellikleriyle önemli bir kanat oyuncusu oluyorlar. Eksiklerini görüp evrimini tamamlayan Sunderland, Bruce'un aklındakine daha yakın bir takım oldu ve eldekilerin güzel birleşimiyle, şu an ligin en iyi alan kapatan, kohezyonu en iyi, yenilmesi en zor takımlarından. Şöyle bakalım. Manchester City, Arsenal, Liverpool (onları buraya katmak ne kadar doğru, tartışılır tabi) ve Manchester United'la oynadılar, hatta Aston Villa'yı da katalım ve bunların hiçbirine kaybetmediler. City ve Villa mağlup oldu, United'ı direkler korudu. Bent golleri atmaya devam ediyor ve bol orta sahalı, müthiş pres yapan takım, kanattan dönme iç oyuncularının köşelere açılması veya ortadan yardırmasıyla pozisyonlar arıyor. Oyuncular birbirine çok yakın oynuyor, ama Blackpool'un tiki-taka futbolundan farklı bir şey bu. Pas adetlerine bakıldığında da görülebilir, yerden kısa oynuyorlar, böyle oyun kuruyorlar demek doğru değil. Fakat tam bir takım, bir bütün halindeler, bütün olarak hareket ediyorlar. Sezonun yıldızı Ahmed Almohamady, Amr Zaki'den sonra ikinci başarılı Mısırlı. Zaki gibi kafadan zır deli mi bilmiyorum, öyle değilse gelecek sene bonservisiyle alınmaması Bruce'un hanesine hata olarak yazılır.

NOT: Ben buraya aktarmaya üşendim, Young ve Downing ile ilgili veriler için Guardian Chalkboards veya ESPN Match Action uygulamalarına bakılabilir.
Goller de youtube'da, caughtoffside'da vardır muhtemelen.

2010/09/19

#2 Orta sahada 'ikili' sorunu

Match of the Day'in inmesini bekliyorum, o zamana kadar başka bir iki şeyden bahsedeceğim. Orta sahada iki oyuncu mu kullanılmalı, üçlü mü, nedir, nasıl yapılmalıdır, bu gibi sorular var. Barcelona'nın efsane olduğu 433'ünden sonra bir 433 trendi, sonrasında gelen 4231'ler ve geleneklerine sıkı bağlı olan İngiltere gibi ülkeler dışında -İngiltere'nin soyut şeylerle pek arası yoktur, işe yarıyorsa yarıyor arkadaş, gerisini geçiniz- her yerde 4231ler. Bu konu hakkında çok şeyler yazılıyor çiziliyor elbet, ve benim de yapacağım bir anlamda kendi kafamı toplamak olacak, çok yeni şeylerden bahsetmek değil. Şu an aklıma gelen, konuyla alakalı yazıları da en sonda ekleyeceğim. 4231'in günün futbol anlayışına yerleşmesinin iki temel nedeni, orta sahada alan parselleme sorunu ve çift forvet anlayışının takıma gerekli varyasyonları katamaması. Buradan devam edersek, neden 433 değil de 4231 daha yaygın sorusunun cevabı 442 ile her futbol mekanikçisinin aklına kazınmış Sacchi'nin eleştirdiği, oyuncuların yetersizlikleri cevabı. Oyuncular, Mourinho'nun İngilizleri 'multifunctional' olamamakla eleştirildikleri ölçüde, çok fonksiyonlu olsalar dahi belli şeyleri yapmakta özelleşiyorlar. Pek çok şeyi iyi yaptıklarında arada kalabiliyor bu adamlar, mesela Gerrard. Klasik box-to-box oyuncusu, takımın ruhu, ikinci topları 90a çakan, çok güzel bir İngiliz orta saha oyuncusuyken Rafa'yla ikinci forvete döndü, ama şu an krizlerde. Bunun kendisiyle alakası yok, çünkü ona göre bir görev bulunamıyor, hangi pozisyonda iyi ölçülemiyor. Özelliklerini değil, fakat 'özel'liğini kaybetti, yani özelleştiği alanı. Hani bir söz vardır ya, hayatta amacın yoksa hiçbir şey olamazsın diye, doğru veya yanlış, bu da onun futbolda vücut bulması. Adam pek çok şeyi iyi yapıyor, ama yaptığı meslek, ilgi alanları dengesini kuramıyor mesela, işler iyi gitmiyor onun için. Burada da, oyuncular aslında Mourinho'nun istediği gibi çok yönlü olsa da bir alanda özelleşerek bunu başarmak zorundalar, yoksa onlara pozisyon bulunamıyor. Basketbolda da böyledir, 3 numara mı 4 numara mı oynayacak mesela, 6' 10" çeken bir adam, şutu var, ayaklar yavaş, yavaş yavaş oyun içinde evrilecek, ya eşleşme bozan 4 numara olacak, ya da başka türlüsü. Şimdi buradan toparlarsak, 433te daha az özel oyuncu var, bir nevi fazladan oyuncu var orta sahada. 4231'e yaklaşırken, bir alan kapayan orta ikili bulundurma zorunluluğu, iki bir forvetin fazlalılığı şeklinde değindiğim gibi, 433te de bir orta saha fazla olabiliyor. Böyle olunca oyunun ritmi ayarlanamayabilir, fazla pozisyon yakalanamayabilir, yine de her halükarda, bu oyunda kesinlikle gerekli olan savunma-hücum dengesi kurulamamış olur. Barcelona, Chelsea gibi hayvani takımlar bunu becerebiliyor, çünkü çok özel takımlar, 433 iyi oynandığında zaten çok üst bir sistem olduğundan ortalığı dağıtıyorlar. Bana göre, matematiksel olarak çok da farklı görünmeyen 4231 ve 433 iki farklı ideolojiyi temsil ediyor. 4231 daha gelenekçi gibi, gelenekçi olması eskiye dönük oluşundan değil, daha çok ıslahatçı bir yapıda düzen, hani bir forvet düşürüyor gibisin, yerine orta saha özellikli forvet geliyor, iki orta sahayı koruyorsun vesaire, 433se, 433ten öte orta saha dolu ve başarılı, bakın çok önemli bu, ve başarılı takımlar, mutlaka ki maç içinde mükemmel alan değişimleri yapan, topsuz oyunda harika olan, forvetlerin defansların kanatlara içeri dışarı kaçtığı, üst organik düzenler. Ben o organik şeyleri çok seviyorum, ve CL'de tutacağım bir takımım olmadığından da bu yüzden Chelsea'yi favourite team olarak seçiyorum, Chelsea'yi Ancelotti'den sonra o yüzden bu kadar seviyorum. Bir de, laf cambazlığı dünyadan yasaklanmalı arkadaşlar. Aslolan, olanı nasıl daha iyi anlatmaktır, Wittgenstein düzgün sözcükleri bulmak için saatlerce düşünürmüş mesela, aslolanın en üst hali budur. Öyle Hegel kafalı, Antik Yunan ideolist kafalı, Yılmaz Özdil kafalı olmayın. Hayır çok görüyorum, Chelsea dandik takımlarla oynadı, gelene geçene o yüzden 6 atıyor diye. Yapmayın, önce okuyup sonra yazmayalım. Önce okuyalım, sonra bundan bir tez üretelim, sonra da bunu gözlemleyip öyle konuşalım, mümkünse. Ciddi konularda konuşanlar için söylüyorum, keza örneğin bir takım 5 maç üst üst sağ kanatından gol yemiş olabilir, ve bu da haklı olarak o takımın sağında bir problem, sağ bekinin veya yardım etmeyen açık oyuncusunun varlığı konusunda haklı şüphe buyurur, ama bir bak bakalım o 5 maça, belki de birinde sağ taraftan delap taç atmıştır, en iyi sol kanat aksiyonlarına sahip Everton ve Chelsea'yle oynamıştır, diğer iki maçtaki gollerde de kaleci sağdan açılan ortada topu elinden kaçırmıştır belki de sadece. O zaman sağ bekte sorun yok, ama sağda bir tıkanıklık olduğu yorumu doğru olur. Chelsea küçük takımlara sallıyor evet, ama klasman farkını görmemek de olaylara at gözlüğüyle bakmak. Zihniyet olarak neredeler, daha dar kadro sezonun ilerleyen dönemlerinde neler yapar, çift ayaklı eşleşmelerde taktiksel cevaplar neler olur, bunları göreceğiz.

Sanırım bir önceki yazıda da futbol rengimi belli ettim, doğrumu, yanlışımı. Kazanan haklıdır yaklaşımı doğrudur, biz o kadar da hayatın içinde insanlar değiliz diye bunu yanlış diyemeyiz. Her şey kazanmak içindir, yapılan her türlü ütopya da öyledir. O zaman kazanan takımı çirkin oynuyor diye eleştirmek yerine, bu takım nasıl yenilebilir diye araştırmak gerekir, buda yeni yeni şeyler doğrurur. Ama kazanmaktan başka şeyler arayan insanlar da elbet saygıdeğerdir, hatta en saygıdeğerleri bunlardır. Çünkü kazanmak koşullardan ileri gelen bir şey, gerekli değil, şart. Bizim ütopyacı adam iyidir, daha bireysel takılır. Buradaki orta ikilinin kullanımı doğrulaması, bunu yapmayan takımların yanlış yaptığını, ortodoks 442 oynayan takımların ayvayı yediğini göstermiyor. Plan dahilinde yapılan her hamle mübahtır. Ama her kendine has yol da diğerlerinden bir şeyler kapmadan edemiyor. Şuna geleceğim. Dediğim gibi Chelsea çok üst top oynuyor, Bayern öyle, Real Madrid ısınıyor. Bunlardan biri 433, diğeri has kadrosuyla 442, diğeri 4231, ve hepsi top sahipliği çok yüksek olan takımlar. Bunun temelindeyse orta saha ikililerinin alan parselleme gerekliliği ortaya çıkıyor. Pasör orta saha/kesici orta saha tipi birlikteler çok verimli oluyor. 442 veya başka bir şekilde orta saha ikilileri kuran ve başarılı olan takımlara bakın, benzerdir, bu ikilinin uyumu, alan parselleme becerisi çok önemlidir, aksi halde o ikilinin daha geride konuşlanması gerekir, ki bu sefer de, 442 oynayan bir klasik İngiliz takımında örneğin, box-to-box görevi yapmayan, iki derin orta saha, orta sahalar hiç gol atmıyor tepkisini/sıkıntısını doğurur. Savunmada dengeyi kuruyorken hücumdan oluyorsunuz, bunun çözümü de bir forveti atıp bir başka orta saha koymak, ama hücum özellikli bir orta saha koymak oluyor ve takıma gerekli esneklik kazandırılıyor. 442 kuvvetsizken 4231 kuvvetli gibi bir durumda, orta saha becerisinden bahsediyorum, sorun orta sahada bir kişili artışta değil, orta saha oyuncularının görevindedir. Keza ya bu ikili çok fazla alan kapamakla görevlendirilmişlerdir, box-to-box, ve bu oyunun belli bölümlerinde açıklıklar doğuruyordur, ya da oyuncular bir orta sahanın daha girmesiyle organik olarak daha geride oynamaya başlayabilmişlerdir ve bunun sağladığı rahatlıktır. İngiltere'de bu sene çok fazla takım 4411 kullanıyor, bunun nedeni de 442'nin boyut değiştirmek zorunda olması, bir fazla forvetin takımlara bir şey katmaması ve onların yerlerinin daha orta saha oyuncularıyla doldurulması. Almanya Mesut'u çok etkili kullanıyordu DK sırasında, çünkü Mesut ilerideki kanallarda topu alabiliyor, topu geriden çıkarmak için gelmesi gerekmiyordu kabaca şekilde. Bu da üçüncü orta sahanın eklenmesini hücum-savunma dengesiyle ne kadar güzel işlediği, ilerideki yaratıcı oyuncunun hızından, tekniğinden, vizyonundan yararlanabilmenin önemini gösteriyordu. Olay gol pozisyonunu yaratabilmek, golü atacak elbet bulunur. Oyun zorlaştıkça golü atmak da zorlaşıyor, bu yüzden servis şekilleri değişiyor ve hepsi bundan ibaret.



Zor maçlara her zaman kalabalık orta sahayla çıkılır, mücadele gücünün artması beklenir. Ama hep diyorum, denge, denge, denge... Savunma taktiği benimsemiş olabilirsin, belki otobüsü park ediceksin oraya. Ama bunun da usulüyle yapılması gerekir, aksi takdirde 6 orta sahayla oynayan bir takım kolayca orta sahadan top geçirebilirken 1+1 orta sahalı olan oyunu kontrol eder. Aşırısını isteyip iş istemede kalınca, aşırılık diğer yönlerden kısmayı gerektiğinden, daha büyük sorun olur, çünkü diğer güzellikler de gitmişti zaten. Şimdi ben burada hemen Everton-Manchester United maçına geçiş yapıyorum, yalnızca bir adet forvetle, ki o da Berbatov!, başlayan maç 3-3 sona erdi. Orta sahalar savaşından çok uzak bir maçtı, ve o 6 orta sahayla oynayan Everton'dan dört kare veriyorum yukarıda. Orta saha Heitinga-Arteta'dan oluşuyordu, önlerinde de Fellaini ve Cahill vardı. Geçen seneki forvetsiz dönemden sonra, Moyes forvetine güvenmediği zaman bunu da bir seçenek olarak ekledi kartlarına ama bahsolan maçta ileride oynayan orta sahaların klasik forvet rollerini benimseyip çok önlerde kalması, bunun tam tersi olarak da orta ikiliyi oluşturan oyuncuların karakterlerini korumaları, yani Arteta'nın öne doğru gelmesi ve Heitinga'nın savunmayı beşlemesiyle Everton orta sahası bomboş kaldı, ve United, orta sahayı inanılmaz kolay geçti. Nani'nin akıllı oyunuyla sağ taraftaki boşluğa Fletcher sıkça girdi, hücuma çok iyi destek verdi, gol de attı. Heitinga'dan beklenen, orta sahaların bıraktığı boşluğu doldurup savunmadan önce hamleler yapmak, bir fazladan adam sağlamak, ama her pozisyonda savunmayı beşleyip bir de başka kötü bireysel hatalar yaptı, çok verimsizdi. Keza Evra da öyle, Evans da, Distin de, Baines de. İkinci yarı son 15deki Everton baskısının United'ın 2 fazla üstünlüğüyle alakası var, ama bir o kadar Yakubu'nun girişiyle düzenin daha rahat sağlanması oldu Çok defansif görünen maçta iki takım birbirlerinin zaaflarını iyi değerlendirdi. Moyes uzun toplarda Cahill'i daha avantajlı gördü, santradan hemen sonra Evans'ın üstüne gitti Cahill, Vidic'in olmadığı tüm topları aldı, golü de Evans'ın üstünden attı, Cahill'in yerine de Fellaini'yi koydu, daha defansif, ama benzer, ofansif box-to-box oyuncusu olarak. Haklı sebepler, keza Arteta her zamanki rolündeydi, Heitinga da arkasını süpürsün diye alındı. Moyes'ı fazla suçlayamıyorum, ama evdeki hesap çarşıya uymadı denebilir. Bu da maçın kısa açıklaması.

Alan parselleme kavramı, sevgili Noat Samisa'ya ait, sonda vereceğim linklerde geçiyor. Holding terimi yerine kullanmış, yani aslında holding'den öte oyunun iki tane derin orta sahayla oynanma zorunluluğuna giden yapısından bahsediyoruz sürekli. Pasör olanın fiziksel olarak da sağlam olması elbet işin kremasıdır, ama bir o kadar olmazsa olmaz değildir. Yaşlanan, veya vizyonu ileride katkı sağlamayan oyuncular geride konuşlanabiliyor, Emre, Ayhan, Petrov, Pirlo, Scholes gibi. DK çeyrek final maçında çizgiden gol pası çıkaran Schwensteiger'se şu rolün en iyilerinden. Giderek artan kanattan dönme bu oyuncuların kullanımı, benzer aksiyonlar açısından çok yararlı, keza ezelden orta saha olanlar sahayla enine ve boyuna görmekle yetinirken, onlar enine ve boyuna ayak basıyorlar da, James Milner bir başka örnek. Peki bu ikili orta sahaları başka nerelerde görürüz? Ya da bunlar illa ki biri pasör biri daha geleneksel çok koşan orta saha mı olmak zorunda? Yani anlatmaya çalıştığım bu şekil ikili kullanımının ana fikri nedir? Bunu takımın içinde bulunduğu koşullara göre yorumlamak daha doğru, o bahsettiğim 'denge'yi yakalamak her zaman mümkün olmuyor, ve burada gelecek soru da öne doğru oynamak mı, pozisyon futbolu mu, yoksa kontra hücumlar mı? Uruguay elindeki forvetler ve orta sahalarla, 4231i kullanabilecek şekilde değildi, Forlanın insanüstü oyunuyla 442 oynadılar, 2 defansif, holding orta sahayla. Auxerre, Avrupanın an itibariyle en değişik takımlarından Zenit'i, yine 442 dizilişiyle yendi, fakat orta sahalar yine bildiğimiz geride konuşlanan oyuncular. Zenit benim de sevdiğim gibi ortadan oynamayı seviyor, Auxerre bunu kullanıp daha dar savundu, işleri kolaylaştı, ve hızlı hücum, korner golleriyle turu geçtiler. Farklı şeyler denemeden 2linin yapısını bozmak istemiyorsanız, bu ikili geride konuşlanmak zorunda kalıyor, ve daha geride savunma. Zonal Marking'in geçen sezon Tottenham'ın maçında söylediği, Defoe'nun geriye gelerek Tottenham'ın 442sinin rakip üçlüsünü dengelediğiydi. Aynı Tottenham sezonun ilk maçında Liverpool'u orta sahadan silerken forvet ikilisi Keane-Defoe'ydu, keza o efsane Manchester'ın forvetleri de Rooney, Tevez; değişimli olarak da olabilir, forvetlerden biri üçüncü olarak geri gelip sayıyı dengelediğinde açıklar daha az olacaktır. Ortodoks 442nin kendi dinamiklerindeyse fazla alan bırakma geçerli, Premier Ligin hızlı temposunda, gidip gelen orta sahalarla ayrı, fakat top tutup pas yapan bir takım bunları kolayca değerlendiriyor. Almanya'nın İngiltere'yi düşürdüğü durum.

İki benzer rollü oyuncu kullanımındansa 1+1 şeklini görüyoruz Premiership takımlarında. Scholes-Fletcher, Petrov-Milner, Smith-Barton gibi. Ha bir de Arteta-Fellaini var ki, bunlar bir üst boyuttaki box-to-box oyuncular, ama işte Everton'ın başka yazı konusu, başka sorunları var. Biri daha geride oynayıp, savunmanın önünü kapatıp, o ilk atakları engelleyen, diğeri sahanın geri kalanını kapatıp, aynı zamanda ileride gol kovalayan. Elbet bunlar da takımların yapılarına göre değişiyor, Scholes kesici değil, oyun kurucu; Petrov kontra başlatıcı ve duvar adam. Bloklar arası boşlukları kapatmaya yönelik bir uygulama. Keza kanatlar içeriye girebiliyor, girmek zorunda, takım daralmak zorunda kalabiliyor. Liverpool'un 442 ile çektiği sıkıntılardan biri oldu bu, fakat bugün Manchester maçının ilk yarısında ağır ağır pas yaparak kanatlara alan sağladılar benzer şekilde. 4411'ler ise bunun bir sonucu değil, savunma düşünülerek değil hücum düşünülerek yapılmış değişimler, ayırt etmek gerekir. 'İki orta saha' olayının Premier Ligdeki yansıması da bu.

Oyuncular yetiştiriliyor, yetişiyor, ama 1 senede olmuyor bu iş ve taktikler, anlayışlar çok hızlı değiştiğinden bu oyuncular pozisyonsuz kalıyor, veya bunlara pozisyonlar yaratılıyor. 4231'de orta ikili daha geriye gidip alanı kapatır ve topu ileriye aktarırken yetenekli kanat oyuncuları da forvete daha yaklaşmış oluyor veya hızlı forvetler kanatlardan daha iyi imkanlar sağlıyor ve üçüncü orta sahanın girişiyle de son halka tamamlanıyor.

http://noatsamisa.blogspot.com/2010/07/2010-dunya-kupas-4-2-3-1in-sifreleri.html
Arsenal Column'da olması gerek bir yazı vardı, bulamadım.
Jonathan Wilson'ın vardı bir de, İspanya'nın şampiyonluğuyla alakalı.

2010/08/31

2010/08/30

#1 Kanatlardan Yardıranlar


Başlığın yanındaki #1 ibaresi, bir serinin başlangıcını ifade ediyor. Taktikler üzerine incelemelerin yapılacağı bir seri. İlk yazı, süratli kanat oyuncularının trend futboldan uzaklaşması, bunun yaygınlaşması ihtimali ve hücumcu beklerin rolleri üzerine. Charlton 1990'da futbolda en önemli pozisyonun 'bek' olduğunu söylemişti, boş alan bulabilen bilhassa oyuncular...

Süratli kanat oyuncuları sahneden indi, artık genişlik ve derinlik beklerin daha da artan rolleri üzerinden sağlanıyor demek gereğinden fazla iddialı, doğru da olmayan bir cümle olur. Trendi belirleyenler haliyle bu işin en üstünde bulunanlar olurlar daha çok. Mourinho'nun yeni kuracağı takımda Ronaldo ve Di Maria var, Manchester United'da illa ki bir Valencia veya Nani, ve cam adam Robben de dünyanın en iyilerinden. Bahsedeceğim şablon henüz müthiş bir yaygınlık kazanmadı, ama öte yandan bu şablonun ana fikri kendini diğer düzenlerde ince ayarlarla kendini hissettirmeye başladı, ve en üst sıradaki yerini almasa da kabul edilişiyle beraber her yapıda kendini az biraz hissettirecektir. Oyun böyle ilerliyor, farklı düşüncelerin sentezi, bunlar üzerinden yeni uygulamalar... Çoğu zaman tamamen yeni bir şey de değil, eskinin bir başka tekrarı, belki bu da öyle. Mesela bir dönem defansif forvetler vardı, futbolun geleceği bu mu olacak gibi bir düşünce. Hem de çok geriye gitmemek gerek bunun için, ama bugün baktığımda bunu söyleyebilecek kadar bir yoğunluk göremiyorum kendi adıma. Yine ama, bu düşünce her sistemde kendine az biraz yer buluyor.

Son yıllarda hız tam bir fetiş haline geldi, kanattan yardıran, çizgide oynayan hücum oyuncularının varlığı. Walcott'ı bu sene ayrı tutuyorum, Ashley Young'sa çok daha öncedir söylediğim gibi zaten ayrıdır, SWP ve Lennon'sa sırf bu fetişin primleridir bana kalırsa. Ters kanada atılan toplarla, hızlanarak çizgiye inen ve böylece takıma gol pozisyon yaratan bu tip oyuncular biraz ayrıcalıklıdırlar aslında. Gerek kanat oyuncusunun tarihsel karakteristiğidir oyunun savunma yönüne katılmamak, gerekse de bu oyuncuların hala takım içinde oynama bilincinden eksik yetişmesinden. Bu adamların aşırı yetenekli oluşlarıyla ayak işlerini yapmaktan kaçınmaları ve hücum oyuncularına defansif görevler yüklememe alışkanlığı da etkilidir. İngilizlerin meşhur şampiyon takımı kanat oyuncusu barındırmıyordu, çift forvet, arkalarında Charlton, böyle bir düzen. Oyunu kontrol etmekten uzaklaştığınızda kanat oyuncuları sizi eksik kılar, lükstür, düşüncesi vardı. Tamamen olmasa bile bu düşüncede Ramsey'nin İngiltere'nin ilk meşhur hücumcu beklerinden biri olması da elbet etkilidir. Bireysel yetenekleri doğrultusunda değil, takımın ona sağladığı alanlarla değerli bir hücum oyuncusuydu, önündeki oyuncunun içeri kaçışlarıyla. Yani şuraya geliyoruz ki, kanatların takım içindeki varlığı 'kusursuz' futbolda sorunlar yaratabiliyordu. Orta saha üstünlüğünün yitirilmesi demek büyük ölçüde sıkıntı, oyunu kurmakta ve işin savunma yönünde. Bunu uzatmaya gerek yok, Sergen Yalçın bile söylüyor, en basit taraftar bile hani Necip diyebiliyor. Tabi topa fazla sahip olmamak bir tercih meselesiyse, o zaman iş başkadır, ayırt etmek gerekir. Fulham, Zamora'ya bilinçli olarak şişiriyorsa, iş başkadır. Aston Villa oyun planı doğrultusunda kontra ataktan 70 gol atabilir böyle, Fulham finale çıkabilir, Blackburn aniden ve sürekli ters kanada oynayıp Clichy'e uyku uyutmayabilir. Ortada doğru oyun diye bir şey yok, sonuç almak vardır, buradan çıkarılması gereken Makyavelist, amaca ulaşmada her yol mübağdır değildir, çıkarılması gereken zaten tüm bu taktiklerin, ister çok beğendiğiniz paslı oyun, ister kıçıkırık oyunlar, amaç aynıdır. Bu işten para kazananlar vardır, onlar için futbol daha basittir. Genelde futbolun içinden gelenlerdir bunlar. Daha farklısını gösterenler, daha farklı oyunu arayanların tek amacı estetik ve haz mıdır? Gitsinler sokakta top oynasınlar. Düşünmekten alınan keyifle yeni yeni taktikler doğuyor ama keyif veren bu yeniliklerin doğmasından öte bunların yeni/eski fark etmeden başarıyla uygulanmasıdır. Düşünmekten keyif alanlar hep en sonunu, karmaşığını düşünerek işe başlarlar, ütopyalar...


Resim 1.
Chelsea'nin WBA'ya attığı 6. gol. Sol içten hareketlenip golü atacak oyuncu Malouda, sağ taraf oyuncusu Anelka pası veriyor, Kalou -Drogba'nın yerine giren oyuncu- da sağ iç kanalında pozisyon almış. Ashley Cole sol çizgide. Bu sene Chelsea Malouda'nın sağ bekle sağ stoper arasındaki alana kaçmasıyla çok gol attı, en son Stoke City maçında aynı yerden penaltı kazandırdı. Drogba'nın da sürekli sola gelişleriyle Chelsea kuşkusuz en güçlü sol kanat aksiyonlarına sahip.


Bu adamların kullanımındaki amaçlar bellidir. Topa sahip olmaya dayalı top oynayan takımlarda, bunların hızlı olmaktan daha fazlasını yapabilen daha yeteneklileri daha da fazka özgürlüğe sahiptir, kanattan içeri oynayıp attırırlar, kendileri atarlar, çok büyük hücum gücüdürler. Arşavin ilk sezonunda Liverpool'a 4 tane sallarken Clichy'nin de anası ağlıyordu aynı maçta. Hızlı ve yetenekli olduklarından harcanmamaları gerekirdi, çok iyi birer hücum silahı olabilirlerdi açık alan bulduklarında. Şayet böyle de oldu, farklı teknik adamların elinde farklı şablonlarda bu tip oyuncular parladılar, dünyanın en iyileri oldular. Tabi dediğim gibi farklı rollerde. Örneğin bir kontra atak takımı Villa'da Young'ın rolü paha biçilemezdi, veya Hughes'un elinde Santa Cruz destekli Bentley. Bentley'nin sorunu kendiyle, Young'sa oyuncunun belli bir kurgu içinde parlamasına güzel örnek oldu ilerleyen zamanda. Villa'nın kontra oyunu kendi ellerinde olmadan silikleşti, takım üst sıralara kesin olarak oynayıp böyle bir kimliğe bürününce rakiplerin ve onların kendi kendilerine yaklaşımı değişti ve eskisi gibi açık alan bulunamamaya başladı. Şablon değişikliği. Böyle olunca Villa daha az yedi, daha az attı, ve Young takımın en istikrarsız figürü haline geldi. Tahmin edilebilir, çoğu zaman ne yapacağı belli olan, 1 çalım atan 4 kaptıran, kendine güveni de biraz kaybolunca son toplarda hata yapabilen, gibi. Bu sezon forvet arkası oynuyor, ve inanılmaz verimlidir bana göre. Belki 2 asist henüz şu ana kadar, ve sayın David Pleat'in bugünkü yazısına göre anonymous -yorumlarda eleştiriler var-, ama belli bir rolde ve eskisi gibi saçma şeyler yapmaya zorlanmadan, gerek takım gerek kendisi için en parlak görevi yapıyor. İçe kaçan kanat oyuncuları Wenger'le ünlüdür. Aslında bu açıdan kanat oyuncusu da olmuyor, kanatta oynayan ofansif oyuncular oluyorlar. Arsene hoca ters ayaklı oyuncular oynatırdı, ister istemez içe kaçacak. Bu da gerek orta ikilisi defansif olması gereken (ya da en iyisi box-to-box) 442 için ortadan yaratıcı güç demek, hem de, kanat oyuncularına dair ikinci ve diğer çıkarım, böylece beklerin önünde kocaman bir alan olabilmesi. Oyunu kanatlardan oynama geyiği vardır. Aslolan, oyunu sahanın her yerine taşıyabilmektir, bu da tahmin edilebilirliği azaltır, gol atmayı kolaylaştırır, hem de daha homojen bi takım sunar. Yazıda lanetlenen oyuncu topluluğu, oyunu en çok kanatlarda oynamaya zorunlu kılıyordu, bu da bir yanlış anlama, böyle oyuncuların olmaması takımın boyunu kısaltacakmış korkusu. Gol atmak için elbet başka yöntemler de var, ki burada temel her alanda oynayabilmekse, bana kalırsa bu tip oyuncuların takımdan kesilmesi, daha doğru tabirle o rollerde oynamaktan kesilmeleri daha doğru olur. Chelsea bana göre Barcelona'yla beraber en iyi topu oynayan takım şu an, çok beğenirim Ancelotti döneminden beri. Doğal kanat oyuncusu kullanmıyorlar, hatta bazen tek forvet bile çıkıyorlar -geçen sene-, buna rağmen her maç 5-6 gol. Kanatların statik kalıp alan açmaktan muzdarip olduğu o durumdan tamamen uzaklar, Drogba ortada daraldı mı sola geliyor, orta kesiyor, gol atıyor oradan -Wigan maçı-, veya false nine rolünde savunma arkasına adam kaçırtıyor. Sadece bekler için değil diğer oyuncular için de müthiş bir rahatlık, çünkü durgunluktan uzaklaştırır bu düzen, ve sürekli tekrarladığım gibi, oyunu sahanın her alanına yayar, oyuncuların yer değişimleriyle sarhoş eden bir ahenk vardır. Chelsea Ashley Cole'ün de müthiş oyunuyla dünyanın en tehlikeli sol hücum opsiyonuna sahip. Ashley Cole, dünyanın en iyi sol beki.


Resim 2.
Arsenal'in maç kazandıran golü. Walcott futbol zekası eleştirilen biri olsa da yaptığı koşular en kötü döneminde bile eleştiri konusu olmadı. Burada sağ bek içeri çekilmiş, Sagna'ya alan yaratılmış pozisyon öncesi. Bunu yapan kim? Walcott. Sagna çizgiye iniyor, o arada içeri koşu yapan üç Arsenalli var, sağdan sola; Walcott, Fabregas, Arşavin. Chamakh orta sahaya gelip stoper Nelsen'le baş eden, Sagna'ya alan yaratan diğer adam. Pası boştaki Fabregas'a, Cesc'in şutu stoperlerden dönüp Arşavin'e geliyor ve sonrası gol. Sagna'nın çizgiye inişine kadarki bölümde Arsenal kusursuz, fakat Fabregas koşu yaparken tembelce onu takip etmeyen Grella bu golün suçlusu. Arşavin'i boş bırakan Salgado,
o görevi yapması gereken Nelsen henüz yetişemediğinden Walcott'ı tostlamak zorunda. Dolayısıyla onun pozisyonu Arsenal kaynaklı, hata yazmak çok doğru değil. Netice itibariyle şahane gol. Blackburn'ün golü de şahane, ama konuyla alakasız olduğundan buraya alamıyorum.

Kendimce tezimin iki yönüne değindim. Açık oyuncularının kusursuz futbolda sıkıntı yaratabilmeleri ve daha durgun yapılarıyla takımın homojenliğine olan zararları, beklerin daha az açık alan bulabilmesi. İkincisine yönelik çözüm Wenger zihninde ters ayaklı oyuncular oynatarak, Barcelona'daysa 433le vücut bulmuştu. Bu noktada söylemek lazım ki, Messi de eğer bir kanat oyuncusu kabul ediliyorsa, bence değil, sözümün bu tip içe kaçarak oynayan ve akıllara gelen klasik kanat oyuncusu olmaktan ziyade, derinden hücum eden yetenekli pırpır adamlara olmadığını söylemeliyim. Arşavin de böyledir. Bir de Dirk Köyt var, o da Benitez aklında ikisine birden çözüm olmuş, müthiş bir şablon oyuncusu olmuştu. Ama futbol eskileri falan fazla sevmezler, Güntekin çıkar, Liverpool yenilmişse, ama Köyt falan, bunlar çok kalitesiz oyuncular hocam... Der. Köyt fanatiği değilim, hastası da değilim, ama yiğidi öldür hakkını yeme, dimi ya? Üçüncü çıkarımsa beklerin rol çalabilmesiyle o kanat oyuncularının, bir nevi iç-kanat oyuncularına dönüşebilme özelliği kazanabilmesi ve hız fetişinin başka bir şekilde aktif kullanılabilmesi. Walcott'ı yazının başında farklı bir yere koydum, bu seneki oyunuyla. Hansen ona saydıradursun, o da son pasları atamasın, onun dışında futbol zekasından şüphe ettirmiyor. Oyunu aklıyla oynayangillerden değil, ama geç keşfedilmiş yetenekli çocuktan da fazlasını ortaya koyuyor bu sene. İmzası olan sağ çaprazdan gollere devam, ama bu sefer daha içerden ataklar yapıyor. Trende uymuş bir nevi. Elbet çizgiye de geliyor, ama bundan daha çok, forvette birbirine daha yakın oynayan bir üçlü ve savunma arkasına koşular yapan Walcott. Bu rol Walcott'a goller verdiği gibi, önceleri onun için yaratılan boşluk bek için, Sagna için yaratılmış oluyor, o da Walcott'ın yaptığı gibi derinlik sağlıyor, çizgiye iniyor, asist yapıyor. Ben şimdi sabahın köründe gerçekten şuraya iki link koymaya üşeniyorum, üşenmezseniz siz bakın Chelsea'de Ferreira'nın Benayoun'a attırdığı 6. gol, ve Diaby'nin Blackpoola golü, birbirinin karbon kopyası. Sizin Walcott'tan beklediğiniz bu değil mi, veya onun gibilerden, Lennon'dan mesela? Hız, boyda uzunluk, ortalar, bunlar aynen devam, ve adamın gol sayısı da iki katına çıkıyor. Malouda bu sene gol sayısı açısından Lampard rolüne bürünecektir, daha şimdiden 4, 20yi rahat bulacak Malouda. Çok güzel oyuncudur, her şeyden vardır biraz, forvet rolünde harika oynuyor. Futbol romantiği diyecektir ki belki, bu 2-3-5i bile anımsatıyor bana, piramidi. Bilemem tabi, ben diyemem herhalde o kadar. 4-3-2-1, belki de trend budur.

Eğer ki ikincisi gelirse yakınlarda, bu 4411 üzerine olur.

2010/08/21

Wigan gerçekleri

Bu Wigan'ın seveni pek azdır. Martinez döneminde bu konuda bir artış olmadı, hatta daha bile geriye gidildi belki. Ama ben bu takımla ilgilenirim, ilgi çekici bir takımdır. Sezon öncesi yine saydırdılar, Championship adayları arasına koydular. Gerçekten lig düşebilirler, ama olayı tecavüz boyutuna taşıyan Paul Wilson'ın yazısı ve bunun benzerleri. Now they really need to start playing attractive football. Ardından, What's the point of Wigan. Zıvanadan çıkmış bir cümle, sanırım kalkmış, ama bir zamanlar var olduğu yorumlardan anlaşılır. Yahu ayıptır, bunu söylemek için o iğrendiğim hikaye yazıcı klavye başı yazarlardan olmak gerek. Yerli bloglar, başka pek çok yer falan böyle. Sanki gitmiş görmüş, öyle bir heyecanla yazılar, istatistik okuyup evet evet böyleydi tadında bir üslup, tamamen vakit kaybı. Wigan, Blackpool, geçen senenin West Ham'ı ve hatta Portsmouth, ellerinden geldiğince pragmatizmden fazlasını düşünen takımlar, bu takımları kötü oynuyor diye suçlarsan, kötü algısını da bir yanda ele almak gerekir. Zayıf demek daha doğrudur. Kötü dendiğinde uzun top oyunu veya savunma futbolu akla geliyorsa, sayılan takımlar böyle yapmıyorlar. Bununla beraber savunma futbolu ve uzun top, veya başka şeyler, sert oynamak, van Bommel olmak da birer seçimdir, kazanmak için yapılan seçimler. Bu seçimlerin artık bayağılaşıp sıkıntı verdiği zamanlar bunlar kötü olabilir. Veya başka bir bakış açısıyla, iyi futbol algısı daha çok çalışılarak yapılması mümkün olan olgularla bağdaşır, büyük kulüpler, büyüyen kulüplerin de beklentisi daha zoru başarmaktır elbet. Futbolda bütçelerin büyümesi, ciddi paralayın dahil olmasıyla başarı beklentisi de daha büyüdü. Herhangi bir durumda başarı önceliklidir, somut olanı görmektir, ama bu durumlarla daha da öncelik kazanmış oldu. Wigan'ı hala, şu durumda bile, attractive futbol oynamıyor diye suçlamak yanlış, ama iyi takım olmadıkları da doğrudur.

Wigan, Hoffenheim mıdır yoksa İBB mi dendiğinde, kesinlikle İBB. Öyle süper bütçeleri yok, kulüp tarihinin en pahalı transferi bu sene aldıkları 6 milyonluk Boselli oldu. İyisi kötüsü bir yana, sezon böyle giderse arada kaynayıp fos çıkacak. Wigan rugby kültürü olan bir şehir, futbol izleyeni de genelde Evertonlı falan oluyormuş. İngilterenin tüm üst ligleri arasında, 5-6. lige kadar yolu var, en ucuz kombine satan 5 takımdan biri. Yine de giden olmuyor, bugünkü maçta 14.000 kişi vardı. Şu seyirci meselesinden dolayı Premiership'e yakıştıramayan çok olur, oldu olacak ligten düşsün direk. Az mı oyuncu sundu peki Wigan? Jewell döneminden aklımda kalanlar; Chimbonda, Jason Roberts, Bullard, sonra Steve Bruce'la Valencia, Cattermole, Palacios, Figueroa, hatta Zaki, Martinez için fazla bir şey yok şu an, N'Zogbia, Hugo... Bu da bir çıkış noktası olabilir, bu oyuncular bir düzen içinde parladılar, takım onların gelişimlerinden nem aldı ve onlar da büyük kulüplere kapak attılar, fakat Martinez'in fazla ihracatı yok. Takımda istikrar ve başarıya ulaştıracak bir düzen yok, mesela N'Zogbia'ya hücumda esas rollerden biri verildi, ve daha çok serbestlik, piyasası yükselen oyuncu oldu, istikrarı da yakaladı. Olay bu işte. Bir önceki yazıda dediğim gibi Ancelotti döneminin esası orta saha üstünlüğü ve rakibin üstüne kabus gibi çökmeyse, Martinez'inki de istikrarsızlık ve maçtan inanılmaz çabuk vazgeçme. Bu nedenlerden Martinez teknik direktörlük için iyi bir seçim olmayabilir, ama futbol zekasıyla gelecek vaad ediyor. Yani aslında şapkadan tavşan çıkardığı yok, trend uygulamalar, iki tutucu orta saha, tek forvet, ters ayaklı kanatlar, kanatların biri forvet diğer orta saha, gibi... Teknik direktörleri iyi yapan taktik bilgisinin yanına başka şeyler eklemek, şu an için bu şeyler onda yok. Ama en azından eski kafa düşünmüyor, bu iyi, ve Chelsea'yi, Arsenal'i, Liverpool'u yenebilmiş biri.

İBB'ye benzetirken, sadece seyircisi değil giantkiller özelliğini de söylemeyi unutmuşum. Aslında amaçsız takım sendromu bu. Takımın bir amacı yok, daha ufak hırslar üzerinden yürüyor, böyle olunca da, takımın da belli bir potansiyeli varsa büyük maçları kazanıp diğerlerinde felaket olabiliyor karakter olarak. Seyirci bambaşka bir hüviyettir, sadece seyirci için de oynanır. Hoffenheim bambaşka tabi, başlı başına bir proje. Olayın psikolojik yönü böyle, taktiksel açıdan bakıldığındaysa işleri gereğinden fazla karmaşıklaştırmanın, daha az direk oynamanın sıkıntısını çekiyorlar. İşte yukarıda dedim, iyi futbol eğer daha fazla pas, daha fazla topa sahip olma anlamına geliyorsa, bu daha fazla zorluk, karmaşıklık gerektirir. Sadece Wigan değil, Arsenal bile direk oynamamanın sıkıntısını çekebiliyor, gol bulamayarak. Topa fazla sahip olunduğunda, veya hücumlara direk çıkılamadığında alan bulmak zorlaşır, alan bulamadığınız ölçüde de gol pozisyonunuz azalır, bu da gol bulmayı zorlaştırır. Şimdi farklı yöntemleri var, hücumda sayıca üstün olarak alan yaratabilirsiniz, hızlı paslarla rakip şaşırtılabilir, vesaire. Bazen teknik önceliklidir, bazen hız, bu şekilde avantaj sağlanır. Amaç goal olduğundan (ne kadar acayip bir cümle-amaç goal olduğundan...) gol atamadığınızda ne kadar pas yaptığınızın bir önemi kalmıyor, aslında oyunu kontrol de etmiş olmuyorsunuz, rakip izin vermiş oluyor. Mourinho'nun şampiyonlar ligi finalindeki Inter'i gayet güzel bir örnek. Southgate de güzel oynamaya çalıştı, orta sahasının da düşmesiyle bir alt lige yollandı, Mowbray, West Brom'dan sonra Celtic'te de yapamadı. Stoke City bu örneklerin zıddı, kabus, veya Mick McCarthy'nin Wolves'u. Bizim için izlemesi güzel, ama hayalcilikten çok az farklı, ve bu hayalciliğin futbolun o başarı endeksli ekonomik yönüyle alakası yok.

Scotland'la çok dalga geçildi, bir forvet olarak sezonu 0 (sıfır) golle tamamladı, ama gerek onun varlığı, gerek Scharner'ın, takıma bir direkt oyun sağlıyordu. Bu sene ikisi de yok, Boselli de pek o işleri yapacak biri değil. Gol sıkıntısı buradan, biraz da N'Zogbia'nın takımdan kopması, kalitenin de düşmesinden. Defans zaten berbat, geçen sene de berbattı, aynen devam. Her Londralıdan 8-9 tane yicek kadar mı kötü? Değil, ama işte dağılıp gidiyor takım. 2 seneye büyük kulübe yolcu McCarthy'nin takıma kesin girişiyle daha da güçlenen orta saha, büyük maçlarda üstün gelebiliyor. Rakibe alan bırakmıyorlar, bunla beraber uzun top oynamadan da çıkabiliyorlar. Ama gereken hızda gelinmediğinden ve hücum oyuncuları takımın genel kalitesine göre üstün olmalarına karşın rakibe zayıf kaldığından pozisyon üretemediler. Blackpool maçında Gohouri'nin golü ofsayt değildi, ikinci yarı şoku atlattıktan sonra güzel pozisyonlar da buldular, ama topu yerde tutarak oynamaya çalışan bu iki takım, bu hafta Arsenal ve Chelsea'den fark yediler. Arsenal maçı ayrı bir değerlendirmeye tutulabilir, keza Blackpool'da 4-3-3'üyle hücum opsiyonları daha güzel bir takım Wigan 4-5-1'ine göre. Blackpool pas yapmaya çalışırken geride inanılmaz boş alan bıraktığı için maç farka gitti, Wigan'ınsa her şeye rağmen suçu çok azdı. Malouda'nın golüne kadar, ki bu da 30 dakika demek, Chelsea'nin gollük pozisyonu bir tane bile yok. Wigan'ın da tek tük, Stam ve N'Zogbia'nın kanadı sağdan yüklendiler. Maç sonu bakın, Chelsea 5ten fazla ofsayta düştü, ilk yarıda bir pozisyon var ki Anelka ofsaytta olduğunda rakip savunma orta sahaya kadar gelmişti. Böyle savundu Wigan, hata da yapmadı. İlk gol Chelsea klası, iyi paslaştılar, sağda Wigan oyuncusu düşünce çizgide boşluk oldu ve sonrası gol. Aslında Malouda geriden geldi yine de ve Kirkland'ın da topa ciddi bir hamlesi yok gibi görünüyor. Abartmamak mı gerekir, yoksa karakterin yansıması mı...

Chelsea yazısı bir altta. Aynı yoldan ve söylenenlerden devam. Kadro daha dar, yaratıcılık belki biraz daha düşük, ama kesinlikle daha oturmuş, homojen bir takım. Ancelotti de geçen sene olduğu gibi tüm oyuncuları kullanmaya çalışıyor, ilk iki maçta Kalou-Malouda, Ivanovic-Ferreira.

***

28 Ağustos: Ve Wigan, Tottenham'ı White Hart Lane'de yendi. Gol yemeden. Bu maçın analizini yapabilirim, 5li defans oynadılar maç boyu. 26 Ağustosta bunla benzer eksenlerde şöyle bir yazı yazılmıştı.

At their best, his sides play high-quality football yet his tenure has been marked by inconsistency and notable for flaws that seem to have mushroomed. Wigan have ability in attack and midfield - they overcame Chelsea, Liverpool and Arsenal last season - but talent alone is not enough.

It is a project, but one which may have be jettisoned if survival is deemed likelier by a more pragmatic route. Consider the qualities the stereotypical relegation firefighter demands: Premier League experience, physical power, a never-say-die spirit and, in many cases, a British core to his side, and it is apparent that Wigan's squad is ill-suited to many other managers.

Sevgili Paul Wilson, Wigan ve Blackpool alt sıraların en çekici takımları.

2010/08/18

Yılbaşı ağacı

Chelsea geçen sene kaldığı yerden devam ediyor; bol gollü galibiyetler, rakip kaleye yıkılan oyun, kanatları beklerle kullanma anlayışı, Ancelotti yolundan devam ediyorlar. Hazırlık döneminde izlediğim takımlar Arsenal ve Aston Villa'ydı, biraz da Manchester United, o yüzden Chelsea'nin üst üste mağlubiyetleri neye bağlanmalı, yapacağım tespitte kendime o kadar da güvenmemem gerekir. Muhtemelen Drogba'ydı. Torres Liverpool için neyse Drogba da Chelsea için o. İyi bir sezon başlangıcı, ama söyleyeceklerim geçen seneden çok farklı değil, bir fazla bir eksik belki. O dönemde yazılan yazı burada, Sunderland maçı sonrası.

"Zamanla ufak tefek ayarlamalarla açıksız düzen en olumlu haline ulaşacaktır ama bu halde bile birtakım sorunlar yaşanacağını, hedef maçlarda, kanatları verimli kullanan takımların sıkıntı yaşatacağını ve ayrıca kanatları tekeline alan takımın da kendi oyununu kabul ettireceğini düşünüyorum. Bununla beraber şu an tam tersi gibi gözükse de gol atmakta daha az zorlanan bir Chelsea olacak, sistemin artısı bu. İlk maç diamond denen düzene daha yakında, tam anlamıyla öyle olduğunu düşünmüyorum, sahada ortadan hücumlarla sonuca gitmeye çalışan dizilim veremediğim bir takım vardı. Bu maç daha derli toplu, 4-1-2-1-2 oynayan bir takım gördüm ki kesinlikle daha ılımlı oldu, bir dizilim getirebildik en azından ve Lampard’ın daha geriden kullanılması ve onun rolünün Deco’ya verilmesinin ne kadar doğru olduğu görüldü. Ben açıkçası Ballack’ın farklılık katmadığını düşünüyorum bu takıma, sorun özelliklerinin olmamasında veya kalitesizliğinde değil, tersine ikisinde de dünya çapında bir oyuncu fakat eldekilere bir farklılık katmıyor."

Chelsea kağıt üzerinde bakıldığında sahaya 4-3-3 gibi diziliyor, ama Malouda ve Anelka'nın rolleri klasik kanattan yardıran oyuncular gibi değil, müthiş serbestlikleri var. Kanatlara açıldıkları gibi daha çok içte oynuyorlar, çizgi yine beklere kalıyor. Stil esasında aynı, Ancelotti'nin geldiği günden bu yana yerleştirmeye çalıştığı Ancelotti düzeni, dizilimse geçen senenin sonlarındaki düzenin yeni sezona yansıması. Malouda'nın bir gömlek atlayıp takımın bankosu olması, ve orta saha sayısının azalması böyle bir yola götürdü takımı. Ballack ve Cole ayrıldılar, Ancelotti'nin ağzından Cole daha yetenekli olsa da Benayoun'un ondan daha iyi bir taktik anlayışı olduğu söylendi. Chelsea'nin aradığı biraz bu, Yossi Lampard'ın alternatifi ve zaman zaman da Malouda'nın oynadığı bölgede oynayacak. Çok fazla orta saha oyuncusuyla oynanmasından dolayı, Ancelotti dönemini değerlerinden en bariz ayıran özellik rakibin üzerine kabus gibi çökmeleri ve çizgide oynayan açık oyuncularının kullanılmaması. Kanatların kutsanması yok, sadece sahanın her tarafını kullanıyorlar ve beklerle de genişlik sağlıyorlar. Geçen yıl Hull City karşısında oyun domine edilmesine rağmen zorlanmışlardı, Drogba'nın frikiği ve bir başka son dakika süper golüyle 2-1 bitmişti maç, ama kontrol Chelsea'deydi. Yukarıdaki paragrafta yaratıcılıktan endişelenmişim, bakıldığında ikinci versiyon takım bu yönden biraz daha geriye gitmiş, ama toplamda geçen senenin devamı olmasıyla daha oturmuş bir takım. 6-0lık galibiyet o müthiş baskının ve makine düzeninin, homojen yapının bir göstergesi olsa da skoru buraya getiren daha çok West Brom. Di Matteo maç sonu röportajında da dem vurdu, hemen maçın başında kötü bir frikik savunması yaptılar, dörtlü baraj kendi kendini bozdu, dönen topu Malouda tamamladı. İkinci gol, yine dörtlü baraj istiyor Carson, yine baraj kendi başına açılıyor, bu sefer direk gol. Üçüncü gol kornerden. Bunlardan sonra maç elbet kopuyor. Chelsea'nin karakterini gösterdiği bir maç ama rakibin hataları olmasa, sezon başı da olması itibariyle, Hull maçına benzeyebilir, daha zorlu geçebilirdi.



Mesela yukarıda görüyoruz, altıncı golde pası veren Anelka, golü atan Malouda, Chelsea'nin iki kanat oyuncusu. 4-3-2-1. Ligin açık ara en homojen takımı Chelsea, organize, oturmuş. Homojenliğin iyiyle kötüyle alakası yok, Manchester United da en az bu kadar iyi bir takım olabilir, ama daha ortodoks, gerek orta saha oyuncularının, gerek kanatların rolleri vs. Her takımın biraz yapmaya çalıştığı da bu, forvetlerin gol atmaktan başka şeyler de yaptığı, kanatların sadece çizgide olmadığı, gibi. Bunu çok iyi yapıyorlar, ve baş aktör Ancelotti. Yaşlanan kadro, hocanın Milan geçmişi de göz önüne alındığında soru işareti. Onun dışında, geçen seneden bildiğimiz, tanıdığımız, aynı yoldan devam.

Ferreira sarı kartlıyken rakibe sert girdi, hemen Ivanovic'le değişti. Yahu tamam da, 59 değil 60da çıksan oyundan, biz de 5 puan alsak fantezi ligden, hı?

2010/08/10

Martin O'Neill'ı nasıl bilirsiniz?

Dün akşamüstü Martin O'Neill istifasını verdi, ve her zaman olduğu gibi 'kendi isteğiyle' ayrıldı. Öncesinde Premier Lig'de herhangi bir takım tutmayan ben, ve yaşım itibariyle sadece öylesine bir ilgi duyuyorken MON sayesinde Aston Villalı olmuştum. Neticede denizaşırı ülkeden birinin Aston Villa taraftarı olması için fazla neden yok, David Cameron'ın veya prensin Aston Villalı olması çok bir şey ifade etmiyor, bu takım bir Liverpool, Manchester United, Chelsea, Arsenal değil. Ben takım tutmazdım, Bergkamp'ı çok severdim, saçlarım da sarıydı ufakken, top oynadığımda hep Bergkamp'ı alırdım, özenirdim vesaire. Paul Mcgrath'ler görmem mümkün olmadı, hatırladıklarım Lee Hendrie, Djemba-Djemba, Juan Pablo Angel, Vassell gibi topçulardı. Lerner-O'Neill öncesi hedefteki isim 'Deadly Doug' Ellis'ti. Takımın en başarılı dönemlerinde yine başkan olan Doug Ellisle olan ilişkiler milenyumda kangrene döndü ve O'Leary-Ellis ikilisi taraftarın hedefi oldu. Ellis yeterince para harcamıyordu, büyük transfer yoktu, ve başka klasik söylemler... Asıl durum Ellis'in yaşlanması ve takımdan elini ayağını çekmesiydi, prostat kanseriydi, zamanı dolmuştu. 2006'da Randy Lerner'ın takımı satın almasından kısa süre sonra Martin O'Neill dönemi başlamış oldu. Bizi ilgilendiren bundan sonrası.

Her teknik direktörün artıları ve eksileri vardır. Hemen şuraya sıkıştırıyım, Viktor Maslov'un tarzı benim için bambaşkadır, en sevdiğimdir. Bazısı çok sevilir, bazısı maalesef iyi hoca denir, bunun gibi şeyler; O'Neill takımdan ayrılırken arkasından söylenen ikisi de olmadı, kötü hoca da denmedi, hak yerini bulsun diye değil ama gerçekten yaşattıkların için teşekkürler denildi daha çok. Bunu bir kısım daha bir hışımla, işte en sonunda oldu havasıyla söylerken bir kısım daha fazla kalabileceği görüşünde. Villa taraftarının gözünde bir O'Leary olmasa da belli bir sürecin sonunda sevilmeyen bir figür haline gelmişti ve bu duruma getiren süreçten önce bunun nedenleri elbette transfer politikası, oyunun sıkıcılığı ve takımı daha fazla ileri götürebileceğine inanılmaması. Takımın başında uzun süre kalmasını istediğiniz bir teknik direktörde mutlak varolmasını istediğiniz özelliklerin hiçbiri yok, ve bu da açıklıyor bir şeyleri. O'Neill, Britanyalı hocalardan çok farklı değildi, kafası pragmatik işliyordu, teknik direktörün görevi maç kazandırmaktır diyen hocalardan biriydi. Böyle adamlar gittikleri takımlarda başarılı olurlar ama bu yetmiyor. Gittiği her takımda başarılı olan özel hocalara bakarsak, Hiddink veya Mourinho örneklerinde, taktiksel esnekliği de görüyoruz, imkanlara göre nasıl kazanılması gerektiğini belirliyorlar ama bununla beraber gerekli imkanlar verildiğinde kazanma yollarını bir üst noktaya taşıyabiliyorlar da. Avustralya ve Rusya, Chelsea'de kısa sürede başarılanlar. İş hep taktiklerde bitiyor, eldeki oyunculardan en iyi kazanan takımı yaratabilmek ve kazanan derken burada biraz da hala geride kalmış Adalı zihinyeti de karşımıza çıkıyor, bir tarafta kendi eksiklerini olabildiğince saklayıp rakibin eksiklerinden yararlanmayı öngören, trend futbolu da göz önüne alan bir anlayış, diğer tarafta genelde tekdüzelikten ayrılmayan ve bir şekilde kazanmayı hedefleyen. Mourinho uç bir örnek, gerek Chelsea'de yeni baştan bir takım kurabilmesi, gerek daha düşük imkanlarla Porto'da, ve gerek Inter'de 4-2-1-3'ü, çok farklı bir adam, ama Moyes'a bakalım örneğin. Taraftarın beklediği de tam olarak bu. Faydacı oyunun yanına ileri düzey bir taktiksel zihin ve daha iyi finansal kontrol eklemek. O'Neill'ın uzun top oyunu değişmedikçe taraftar daha da alevlendi, artık takımın kazanması yetmemeye başladı, burada takımın iyiliği için bireyselliği bir kenara bırakmak yoktu, kadro gelişmesine rağmen bu oyundan vazgeçmeme geçerliydi. Zaman geçiyordu, ama değişen, hocanın yine kendi bildikleri üzerindendi. Sonunda oyuncular da ona olan güvenlerini kaybetti. Aşağıdaki satır bugün Mirror'dan:
"Aston Villa players texted each other images of champagne bottles to celebrate manager Martin O'Neill's exit."
Villa 2006-07'yi bir önceki sezondan 8 puan yukarıda tamamladı ve 11. sırada. Ben o zaman hala bu takıma ilgi duymuyorum. Martin O'Neill'ın ilk yılı ve transfer sezonları arasında da kuşkusuz birinci. İlk iki yıl harap kadroyu temizlemek ve yerine kendi adamlarını koymakla geçti. Bakıldığında O'Neill'ın her zamanki transfer politikasından farksız; bir target man, eski takımından oyuncular, ve yüksek meblağa İngiliz oyuncu. Petrov ilk sezonunda fazla başarılı olamadı, efsane performanslar göstereceği maçlara 2 sene vardı. Premier Lige vardığında ofansif orta saha oyuncusundan, geride oyun kuran, sert, çok iyi top kapan bir oyuncuya evrildi. İlk sezonun kayıp geçmesi bu dönüşümle ve uyum süreciyle ilgilidir. İlerleyen dönemde sadece defansif performansıyla değil, liderliğiyle, ve benim en çok beğendiğim, takım için önemli bir hücum silahı olmasıyla kendini kabul ettirdi. Aston Villa, MON'un ilk sezonunda uzun top oynayan bir takım değildi, eğer hala duruyorsa Guardian'ın chalkboardlarından da buna ulaşılabilir, Young'ın gelişimi, Agbonlahor takıma kesin olarak girişi gibi durumlar takımı böyle bir yola soktu. Sonra da bu yoldan çıkılamadı. Petrov'a dönersek, çok zamanında kaptığı toplarla rakibi geride az adamla yakalıyordu takım ve topu kazandıktan sonra da topu çok güzel kanatlara açıyordu. Asist sayısı hiçbir sezon 5i geçmemiştir, ve 5 sene öncesine kadar ofansif bir ortasahayken 4 yılda Birmingham'da attığı goller yılın golü seçilen müthiş uzaktan golü ve geçen sene kupadaki son dakika golüdür sadece. Ataklara katılmaktan men edilmesinden kaynaklanıyor bu. Golleri bu kadar, ama oyuna katkısı çok büyüktü. Yine de ayakları yavaşlıyor, ve Villa'da savunmayla forvet arası boşluk artıp orta sahaların doldurması gereken alan çoğaldıkça onun verimi de azalıyor. O yılın devre arasında Baros-Carew takası yapıldı ve Watford'dan Young alındı. Ama asıl bomba gelecek sene, ve benim takımı tutmaya başlamam bu seneye denk geliyor.

Villa deli gibi gol atıyordu 2007-08'de, 71 golle sıralamada üçüncü. Ligi de altıncılıkla bitirdiler ve Avrupa kupalarının da yolu açıldı bu sene. Laursen'le Young'ın sezonuydu. Sonraki dönemde Laursen'in takımdaki etkisi daha da yükseldi, kaptandı, Young'sa kendini Premier Lig'in en iyi sol açıklarından biri olarak kabul ettirdi. Hızlı ataklarla, kornerlerle, harika ortalarla sürekli gol atıyordu Villa, çok yiyordu da ama müthiş bir eğlence vardı maçlarda. Bu oyun sürse ileriki dönemde olacaklara, ve uzun top oyununa rağmen taraftarların bu kadar tepkili olacaklarını tahmin etmiyorum. Zira Martin O'Neill'ın son sezonunda Villa ilk 10un en az gol atan takımlarından biriydi, çok maçı da 0-0 bitti ve pek çok başkası da son dakikada atılan gollerle. Takımın yaratıcılığını kaybedip tekdüze oyundan çıkamaması olduğu kadar daha büyük profilli bir takım haline gelmesiyle kontra ataklarının azalması da bunda etkili oldu. Villa'nın altıncılık serisine başladığı yıldan itibaren kontraataktan daha etkili, onun kadar kolay gol yolu olmadı ama buna yönelik bir önlem de alınmadı. Takımın kendi sahasında kazanamamaya başlaması ve müthiş bir deplasman takımı olması sürpriz değil. Bu özelliklerin kaybedilmesiyle madem atamıyoruz, o zaman yemeyelim de gibi bir havaya bürünüldü ve Richard Dunne'ın önderliğinde ligin en az gol yiyen takımlarından birine dönüşüldü. Takım Alan Hansen'ın meşhur 'two banks of four'uyla geriye yaslanıp savunma yapmaya başladı ve alan daraldığında rakibe geçit verilmedi. Collins-Dunne bargain stoperler oldular ve Warnock'la beraber ligin en çok blok yapan oyuncularıydılar.

Takımın taktiksel gelişimine bakalım. 2006-2007, ilk sezon temizlik çalışmalarıyla geçti söylediğimiz üzere, sahadaki oyun da bunun yansımasıydı. Klasik 442, ve henüz fazla uzun top yok, Agbonlahor takıma adapte edilmiye çalışılıyor. Gabby uzun süre sağda denendi, bu ve bunun gibi şeyler oyununa çok şeyler eklese de forvet oyununu ciddi anlamda törpüledi. Akademideyken gayet golcü bir oyuncuyken sezonbaşı 3000 dakika oynuyor ama henüz ligde 15 gole ulaşamadı. Villa zaten yüksek profilli bir golcünün sıkıntısını çekiyor, taraftarın inanılmaz sevdiği Angel böyle bir adamdı, 15 golün üstüne çıkmış bir oyuncu ve Güney Amerika çıkışlı olmasıyla eğlenceli oyunu, onu çok sevdirdi. Taraftar böyle oyunculara aç. Rooney'nin Tevezle beraber 4-6-0laştırdığı dönemde bu kadar keskin bir oyuncu olmamasını hatırlamak gerek. Agbonlahor inanılmaz kötü bir son vuruşçu, ki tekniğini de hiçbir zaman beğenmemişimdir. Müthiş fiziğine, biraz teknik ve gol vuruşu ekleyebilirse Bent'in bir gömlek üstü oyuncu olacak. Bu bakımdan da Carew taraftarın çok sevdiği bir oyuncudur, her girdiği maçta gol atmasıyla. 10 golü bulduğunuz zaman seviliyorsunuz. Sonraki sezon, 2007-08de, Petrov'un yavaş yavaş etkisini göstermesi ve alındığında gelecek vaat eden Reo-Coker'ın takıma katılışıyla Villa orta sahayı üçledi, Young'ı daha ileriye attı, Gabby sağ kanatta kullanılmaya devam etti. MON, bazı oyuncuları kolay harcayabiliyor, Gary Cahill bunlardan biri oldu. Şimdi bakıldığında o sezon adına tek olumsuzluk Cahill'in kolayca gönderilmesi gibi geliyor. Ridgewell de o sene ayrılarak, takımda şans verilmeyen oyuncuların ezeli rakiplere gitmesi furyasını başlattı, Birmingham City'i seçti. Böyle giden oyuncular çok. Bir ara çok iyi top oynayan Steven Davis de O'Neill tarafından düşünülmemişti, sonralarında Gardner, 8.5 milyon verip aldığı Reo-Coker, gerçekten harcadığı oyuncu da çoktur. Ya da Sidwell, ya da Harewood, ya da Shorey... Çoğunluk fazla oynatılmadığından ya da direk üzerleri çizildiğinden gönderildi, O'Neill'ın eldeki en iyi oyuncularla devam etme hastalığından -ve bu yüzden hazır olmadıkları düşüncesiyle gençlere hiç şans vermeme durumu da var, bir tarafta Sir Alex Macheda'ya tanıdığı şansla maç kazanıyorken- gerçekleşti hep bunlar. 2005-06'nın en iyi oyuncusuydu Davis, NRC ve Gardner sağ bekte tercih edildiler. Bu sağ bek konusu 4 sene boyunca hep bir kriz teşkil etmiştir. 70 gollük sezonda o bölgede çoğunlukla Mellberg oynadı, ertesi sene NRC ve Gardner, sonraysa Cuellar krizi. Bir değil iki tane sağ bekin olduğu takımda, Luke Young ve Beye, o bölgenin adamı Cuellar oldu. Elinden gelenin en iyisini yaptı King Carlos, son sezonunda özellikle taraftarın sevdiği bir adama dönüştü, ama stoperden dönme ve neticede hız sorunu yaşıyor ve ataklarda edilgenlik. Sağ bek, yine O'Neill'ın İrlanda inadının tuttuğu yerlerden biriydi. İlk transfer edildiği dönemlerde Milner da oynadı, hatta Heskey bile savunma görevleriyle kullanıldı. E yani, artık eh.. Milner'ın gelişi takıma biraz daha boyut kazandırdı, ama fazla değil. En azından ilk sezonunda böyleydi, ve takımın dördüncü sıra yarışını sürdürdüğü dönemde sakatlıklar Agbonlahor'u forvet oynamaya zorladığında Young ve Milner kanatları alırken Gabby tek başına oynadı. 4-4-2, 4-3-3, sonra da 4-5-1, özellikle geçen sezon bazı maçlarda, örneğin Second City Derby'de 4-5-1 oynandığını gördük. Buraya kadar Gareth Barry'nin adı bir kere geçmedi, sanılmasın ki tepkili bir taraftarım. Barry, takımın bilhassa yaratıcı gücüydü, üçlü orta sahayla da ona bu imkanlar daha fazla tanınmıştı. O da bambaşka bir oyuncuydu, ama çok fazla yazacak bir şeyim yok hakkında.

Sonunda krizler, bugüne nasıl gelindi? İlk sezonun ardından İngiltere milli takımı için istendi, geri çevirdi. Bu bazı kalpler kazanmış olabilir, ama fazla değil, ve yine de not düşmek gerek. İkinci sezonunda kimseden eleştiri aldığını düşünmüyorum. Üçüncü sezona kadar umut veren bir takımdı Aston Villa, sorunlar Moskova faciasıyla iyice günyüzüne çıkarken bundan öncesi de var. Takımın iyi gidişinde, üçüncü sıraya yükseldiği dönemde dahi kötü futboldan şikayet vardı, ve hocadan. Taraftarın her zaman istediği senede 20 gollü bir forvet ve yaratıcı bir orta saha oldu, teknik direktör gitsinden çok, hadi ama bu transferleri yapalım her şey iyi gidiyor, daha da iyi olacak havası hakimdi. O'Neill Avrupa kupasında genelde gençlere şans veriyordu, rotasyonu bu şekilde kullanıyordu, ama artık iş ciddiye binip CSKA Moskva gibi rakipler geldiğinde bunu devam ettireceğini bekleyen pek kimse yoktu. Ki Birmingham'daki ilk maç da kaçan pozisyonlara rağmen gayet eğlenceli maçtı ve ikinci ayak için ümit vericiydi. Ama olmadı, O'Neill Rusya'daki ikinci maça bugünün gelecek vaadedenleri Albrighton gibilerle, tamamen yedek bir kadroyla çıktı, ve elendi. Takım o zaman ligde üçüncü sıradaydı ve şampiyonlar ligi kovalıyordu, taraftarlar tam anlamıyla çıldırdı. Hoca bir yemek düzenledi, biraz ortalığı sakinleştirdi, en azından bir kısım sakinleşti, ama Moskova dönüşü içeride alınan Stoke beraberliği yeniden tepki çekti. O maçları çok iyi hatırlıyorum, öndeyken son dakikada verilen beraberlik ve devamında devam eden Villa'nın klasik bahar sendromu. Takım bahar geldi mi kazanamıyordu, sebep belliydi. Dinlenmeyen kadro, oyuncuların fizik olarak, bunun sonucu olarak zihin olarak da düşmesi. İşte bu konuda kesin olarak tek suçlu hocadır. Stoke maçında da takım bariz orta sahada ölmüşken, ilk golü de yedikten sonra hala bir ekstra oyuncu almaması ve sonunda Whelan'ın golü atması... Ben o maçta inanılmaz kızdım ve benim için de O'Neill adına iyi düşüncelerin uzaklaştığı maçlardan biridir. Sonrasında sezon sonu zor geldi, oyuncular yuhalanmaya başladı, Agbonlahor yuhalandı, MON korudu onu ama sahada alınan sonuçlar değişmedi ve güçbela bir şekilde sona erdi sezon. Efsane figür Laursen'in de sakatlık nedeniyle futbolu bırakmasıyla... Devre arası O'Neill transferi olarak gelen Heskey de berbattı, yarardan çok hocanın üstündeki baskıyı arttırdı. İlk maçında Portsmouth'a gol attıktan sonra pek iyi sözlerle karşılandığını hatırlamıyorum, EMule mesela.Uzun süre 4. sıra kovalamacısının ardından bir kez daha 6.lık. Sezon başı bakıldığında 6.lık başarısızlık kabul edilemezdi, ama şu yaşanılanlardan sonra... O'Neill artık fazla güvenilen bir figür değildi, birinci ağızdan da başarılı olamayacağımı düşünürsem bırakırım açıklaması geldi. Krizlerin ilki, taraftar-hoca krizinin ardından gayet iyi giden yönetim-hoca ilişkileri de yara almaya başladı. Lerner Amerikalı bir patron ve Amerikalıların bu oyunda fazla sevilmediğini biliyoruz. Ama yaptığı yatırımlarla Lerner kendini sevdiren bir başkan oldu, Yankee, tü kaka başkan olarak görülmedi, hele ki Ellis'ten sonra... Takımın piyasası olan iki oyuncusu vardı, Young ve Barry, Barry iyi dönemlerinde olan Liverpool'ca isteniyordu, belki Xabi Alonso'nun yerine, belki başka görevlerle. Bu transfer uzun süre konuşulmuştu ama sonunda Barry takımda kalmıştı, senelerdir takıma hizmet etmiş bir oyuncu olarak Barry'nin Liverpool'a gitmesine, şampiyonlar ligi futbolu düşünüldüğünde, soğuk bakılmıyordu. Ama 2009 yazında, kontratının bitimine bir sene kala Barry'nin tercihi Arap sermayesi, Manchester City oldu. İstenmeyen adam oldu, Judas ilan edildi. Yönetim-O'Neill sürtüşmesi de burada başlar. Şunu söylemek gerek ki MON'un takımdan ayrılma nedeni yönetimden istediğini alamaması, Norwich'teyken Windass'i alamayınca da yine böyle resti çekmiş bir adam. O açıdan, aralarının bozulduğu dönemlerden de bahsetmek gerekiyor. Sezon başlarken Barry'nin yerine bir oyuncu transfer edilmedi, takımın en iyi oyuncusu konumundaki Young bir sol kanat oyuncusuydu, ve 12 milyon gibi çok yüksek bir paraya, yine bir sol kanat oyuncusu olan Downing transfer edildi. Dahası Downing sakattı, ironik, bir önceki sezon Petrov tarafından sakatlanmıştı ve Aralık dönemine kadar oynaması güçtü. Eğer Young gidecekse neden böyle bir seçim? Gitmeyecekse daha da anlamsızdı. Ya da belki Young bir sonraki sene gidecekti, tamamen kafa karıştırıcı ve yine beğenilmeyen bir transfer. Sözü açılmışken, Young'ın kontratı seneye doluyor ve peşindeki takım Tottenham, Villa Barry durumunda yaşadıklarını bir kere daha yaşayabilir ve hatta istifa nedenleri arasında bunun da olduğu söyleniyor. Ama üzerinden 24 sonra geçtikten sonra anladığımız şu ki, ayrılmaya götüren son anlaşmazlık, Milner transferinden kazanılacak 25 milyon gibi bir miktarın sadece 10'unun kullanılmasına izin verilmesi. Aston Villa, o yazı, yani geçen yazı gayet etkileyici bir performansla tamamladı. Peace Cup şampiyonluğuyla. Ve Barry'siz, orta sahada Sidwell-Reo Coker oynuyordu, Petrov da hazırlık döneminin başında sakatlanmıştı. Transferin son dakikasına kadar beklemeyi seven O'Neill, son günde Dunne, Collins ve Warnock'ı aldı, savunma 4lüsünü yeniledi, bunlar gerçekten başarılı transferler oldu. Ama Barry yerine bir oyuncu almamıştı ve sezon ortasına kadar o bölgeyi Petrov, Sidwell/Reo-coker doldurdu. Sezona berbat başlandı, umut vaat eden yaratıcı hoca Martinez'in takımına kaybettiler, Avrupa Liginde Rapid Wien'e elenildi, sezona heyecan katan Downing'in dönüşüyle Milner'ın Barry'nin bölgesine geçişi ve ligin en iyi ikinci yarı performanslarından birini sergilemesi oldu, ve kupada final. Tartışmalı penaltıya rağmen maçın hakimi sezonun takımı Ancelotti'nin Chelsea'siydi ve upa finalinin kaybedilmesi, O'Neill'ın Villa döneminin kupasız kapandığı anlamına geldi. Barry'den sonra City'nin bu yazki hedefi Milner'dı, yine ortalığı karıştırdılar ve son olarak bu süreç sonu hazırladı. City 24 milyon dedi, O'Neill 30'da diretti. Satılacak, satılmayacak derken gelen haberler iyi değildi. Kulüp cephesi Milner'ın mayıstan beri ayrılmak istediğini söylerken, ve bu yüzden oyuncuyu gözden çıkardıklarını iddaa ederken Milner buna kesinlikle karşı çıkıyordu. Barry-O'Neill gerginliğinden sonra Milner-O'Neill gerginliğini gördük. Miler konusunda gerçeği söyleyenin kim olduğu bilinmiyor, ama ben Milner'ın yanındayım. Kulübün bu paraya oyuncuyu satmaya çalıştığını düşünüyorum, nakit elde etmek amacıyla. Aston Villa'nın oyuncularına verdiği maaş Tottenham'ın ve Everton'ın üstüne çıktı. Dar bir kadrosu olduğu söylenen bir takımdan bahsediyoruz, bir şeylerin yanlış gittiği kesin. Bu amaçla hoca tarafından anlamsızca silinen, ve futbolları geriye giden NRC, Sidwell, Beye, Shorey, Harewood gibi oyuncular gönderilmeye çalışıldılar, takım almak için satacaksın politikasını benimseyeceklerini açıkladı. Milner mevzusunda anlaşmazlığın oyuncunun satılması konusunda değil de gelecek paranın ne kadarının kullanılacağı konusunda olduğunu görünce neden Milner'ın yanında olduğum konusunda hak vereceksiniz. Zaten adamımdır Milner. Bundan 2-3 gün önce çıkan haberler artık anlaşmanın çok çok yakın olduğu ve beklenildiği üzere anlaşmanın 20 milyon+ Ireland üzerinden döneceğiydi, gayet güzel bir teklif ve taraftar olarak beklentim bu transfer sonrası bir hareket yapmayacağımızdı. Çünkü hep söylerim, geçen seneden sonra bu takım her pozisyona iki oyuncu gerekliliğini ve kadro dengesini sağlamıştır, artık saçmalamaktansa bu oyuncuları kullanma zamanı gelmiştir ve parayı çarcur etmek yerine bir oyuncu satımı, üzerine para konulup belli bölgelerde kalite artırımına gidilebilir ancak. Belli bir yola girildi, yeni bir yol yerine bu yol üzerinden çalışmaları yapmak gerekiyor. Aston Villa bu hazırlık döneminde gösterdikleriyle esnekliği sağlamak adına 4-4-1-1 oynadı, Young'ı forvet arkası olarak, zaman zaman geçen sene de gördüğümüz bir düzendi hazırlık maçlarında, ve Albrighton'ın yine harika performansı Aston Villa'yı 4-4-1-1, 4-4-2 arasında geçişler yapan bir takım haline sokacaktı, işte bana gayet umut veren durum bu. Yine de Aston Villa bir proje takımı, sahadaki oyundan ümitli olunmasa da İngiltere'nin gençlerde en iyi forveti Delfouneso geliyor, Albrighton geliyor, bunlara yer açmak gerek. McGeady, Hleb gibi isimler yazıldığında takımın daha çok 4-4-1-1 oynamak istediği kesinleşmişti, ama ben kendi adımı Milner'ın yerine bir oyuncu bulmakla yeterli olacağını düşünüyordum, Albrighton-Delfouneso-Delph'e yer açmak ve maliyeyi de anlamsızca bozmamak adına. Aston Villa, Lerner dönemi öncesinden bile daha borçlu durumda. O'Neill böyle bir durumda şu kadar para verilecek/verilmeyecek hesabına ligin başlamasına bir hafta kala istifayı bastı. Fena da olmadı, tüm saygıyı yitirmişti. Şimdi yerine gelecek isim önemli. Bradley'i kimse istemiyor, neden bilmiyorum... Eriksson veya Curbishley uzak dursun, Jol gelirse ne ala, ama zor, Bilic yerine de Bradley hoca tercihimdir. Düzen olarak fazla bozulmaması gereken takıma güzel taktiksel esneklik katacaktır, heyecanlı olacaktır, ve vizyon olarak da Curbishley'den falan çok daha ileridedir. Taraftarın benimsememesi son dönemde yaşananlar göz önüne alındığında ciddi bir sorun, neyse ki transfer çok ciddi bir sorun değil şu an, aksi takdirde bu alanda Bradley için şüphelerim var. Bradley demek Amerikan sermayesi daha da hissediliyor demek. Lerner adada fazla şüpheyle karşılanmasa da sahip olduğu bir başka takım Cleveland Browns'da nefret ediliyor, onu da söylemek gerek.

Downing de berbat, şu an içindir umarım.

Martin O'Neill'ın Aston Villa'sı

Aston Villa Update
Kriz!
Şişir!
Downing transferi

Barry Transferi
Paralı asker
Gareth Barry

Harika James Milner

Yerinde sayan Liverpool, ve Aston Villa?
Aston Villa - 29/10/09