2009/03/06

Kriz!


Aston Villa bu sezon ilk kez 4 maçlık bir seride galibiyet alamadı; son 6 maç performansı 2 beraberlik, 4 mağlubiyet şeklinde. Daha önce bahsettiğimiz o 4 maçlık dönem en kötü şekilde geçti ve ardından, o dönemin back-to-back'leriyle içeride Stoke'a kaybedilen 2 puan ve 7 maçlık deplasman galibiyet serisinin sonuyla, Arsenal'le puan farkı 3'e indi. Elde sadece Premiership var, diğer kulvarlarda başarı sağlanamadı. O'Neill, CSKA hezimeti sonrası Moskova'ya gelen taraftarlar için yemek düzenlemişti, şimdi de kafa dağıtmaya Dubai'e uçulacak. 10 günlük bir dinlenmeden sonra, takım için sezonun ikinci yarısı başlıyor. Bu dönemde neler olmuş, onlara değinelim.

Bir kere şunu belirteyim, ortada içinden çıkılamayacak bir durum, ciddi anlamda bir kriz yok. Takımların formsuz oldukları veya kazanmakta zorlandıkları dönemler olacak elbet, ki zaten geçen senenin aynı döneminde yine benzer bir sorun yaşanmıştı, fakat neyse ki O'Neill takımlarında krize yol açacak durumlar (oyuncu-futbolcu problemleri gibi) oluşmuyor. Bir de şunu belirtelim ki Villa'nın mevcut sorununu form düşüklüğü olarak değil, kazanamama olarak dile getirmek daha doğru. Çok daha uzun zamandır süre gelen fiziksel bir düşüş zaten var, bu performansa da yansıyor, ama takım o dönemde bir şekilde kazanmayı başarıyordu. Sivasspor da bu bağlamda, Villa gibi kadro darlığından ve kulvar çokluğundan uzun zamandır düşüşteydi, Fener maçlarıyla buna benzer bir kriz patlak verebilir örnek olarak. Bunun yanında malum serinin devamında, şans gibi, kazanma alışkanlığı oluşması gibi birtakım futbol dışı unsurlar da oldukça etkiliydi. Son 2 dakikaya 2-0 önde girilen bir Stoke City maçı var; oyuncuların her türlü bitkinliğine rağmen sanırım 1 ay önce oynansa skor 2-2'ye gelmezdi. Malum maç için, 80. dakikalardaki pas trafiğini gören ve ilk gol yendikten sonra ve ondan da hatta skor 2-1'ken Whelan'ın topu direkten döndükten sonra, kenarda Reo-coker gibi bir topçusu varken hamle yapmayan Martin O'Neill da bu maça özel olarak suçlu. Tüm bunların (krizin sorumluları) arasından, taktiksel değişimi en altlara koyuyorum. 4-4-2'yi daha önce de savunmuştum. Yeni dizilimin bir sonucu, pas dağılımlarının daha kompakt olduğunu görüyoruz, ki yakındığım durum da buydu ve yine bunla ilintili olarak takımın oyunu tutma becerisi de daha iyi gözüküyor. Sorunu olaraksa Gabby'nin verimsizliği ve zaman zaman bloklar arası kopukluğu (4-2-4'e dönüş) gösterebiliriz, bunla ilgili de hemen yeni paragrafa geçelim.

Daha önce, deplasman serisinin 5-6. ayaklarına gelindiği dönemde, 4-3-3'ün bazı sorunlarından, oyunun kanatlardaki ikiliye çok yayılmasından, topu fazla tutamamaktan, ortasahadaki bir oyuncunun, -Reo-coker, Sidwell kim oynuyorsa- sanki fazla gibi gözükmesinden fakat bunların da oyuncu kalitesizliğinden değil oyunun tek tarafına yüklenişlerinden (Sidwell pek bir şey ifade etmese de, Reo-coker çok değerli bir oyuncu) kaynaklandığından bahsetmiştim. Geriden oyun kuran AMC çakması oyuncular bu aralar çokça beğenimi topluyor (bknz: Scholes'un West Ham maçı), bunu çok da iyi yapan Petrov zaten var, pas akışını ayarlayan Barry var, yanlarına oyunun hücum tarafında etkinliği bulunan bir oyuncu beklemek daha doğru. Bunun yanında oyun kurgusu gereği, direkt pas tercihinin fazla oluşu ve bunla beraber topa hükmedişin zayıf olduğundan yakınmıştım. Öyle ki, yazıda 3. kez geçen malum Stoke maçının son dakikalarında takım kısa pas yapmayı unuttu! Sonraki dönemlerde 4-4-2 hücum aksiyonları açısından beğenimi kazanmıştı, Young'ın ve Agbonlahor'un asıl yerlerine geçtiğini söylemiştim. Fakat zaman geçtikçe görülen o ki, yeni dizilimde Young'ın gerçekten daha iyi durduğu görülse de daha az direkt oyunda Gabby'nin verimi düşüyor; verim derken gol sayısının yanında elbette oyuna kattıklarından bahsediyorum. Gabby sağ açık-forvet oynadığı zaman güçlü yanlarını, muhteşem güç-hız-denge bileşimini örneğin daha iyi gösterirken, yeni düzende sanki daha sıradan duruyor. Bu; üçü de oyunun hücum yönünde çok önemli roller alan ve yeni dizilimle beraber daha önce oynanan oyundan daha dengeli bir yapı sunan Milner-Young-Gabby üçlüsünden birinin oturmasını gerektirecek ki, bunun O'Neill'ın şu an için istediği bir şey olduğunu sanmıyorum. Kupa 1'e terfiş edişle beraber O'Neill'ın istediği oyuncuların alınması; mesela Petrov-Barry ikilisinin yanına daha uygun bir orta saha takviyesi (oyunun 2 yönünü de kotaran, hücum aksiyonlarında da aktif: adamım Defour), buna bir çözüm olabilir. Ki önümüzdeki sezon hedefleri doğrultusunda bu 3'lünün daha fazla dinlenme süresi bulması da sağlanmış olacak. Asıl korkulan, orta sahanın 2'lenmesiyle bu noktada güç kaybedilmesiydi; Barry-Petrov ikilisi, testi şu an için geçti. Asıl sınav için iç sahada West Ham ve deplasmanda Bolton maçları ölçüt olabilir. Üst üste oynanacak Liverpool-Manchester United maçlarını daha ayrı tutuyorum, bu maçlar Reo-coker'ın sağlıklı olduğu bir kadroda Heskey-Agbonlahor-Young'lı 4-3-3'e uygun. Bizim amacımız bu ikilinin yeterliliğini gözetmek; 2 orta saha kullanan nispeten dengeli bir West Ham ve deplasmanda olması itibariyle önem kazanan Bolton maçlarını seçmemin nedeni bu.

Kaynak The Sun olduğundan doğruluk payı elbette yok, ama hoşa giden bir habere göre Aston Villa Joe Hart'la ilgileniyor. Guzan'ın hali ortada, 4 kulvarın bir kaleciyle gitmeyeceği ortada. Kaleci transferi yanında bir orta saha ve belki de bir defans elzem, gerisi MON'a kalmış. CSKA hezimetinin bir benzerinin bir daha yaşanmaması için seneye daha geniş kadro şart. CSKA demişken; en büyük favoriye karşı iç sahada 1-1'lik bir skor alıp, beklenmedik bir şekilde kendinizi ilk 4 yarışı içinde bulduğunuz bir ortamda yedeklerle başlamak gayet mazur. Ayrıca Freddie Bouma Chelsea rezerv maçında oynadı; hoşgelsin, Luke Young da sağa geçsin.

1 yorum:

Joe Jonese Atesdagli dedi ki...

güzel bir blog yapmaya başlamışsın birader. Takipdesin haberin olsun, bozma bu ayarı.