2009/02/21

"In sport it's all about winning, not how you win."


Dinamo Kiev-Valencia açılış maçı hakkaten insanı futboldan soğutan bir maçtı öncelikle. Hava buz gibi, -3 derece, maç saati kar da başlıyor. Henüz kupaya ısınamayan Valencia, maça ısınamamış. Dinamo Kiev desen Fener'den hallice, bu turun en yavaş top oynayan takımı. İlk 10 dakika yalancı atakları oldu ev sahibinin, sonra ne oldu nasıl oldu, Kravetz'in karşı karşıya kaldığı bir pozisyon var, çok netti, dışarı vurdu. O dakikaya kadar Valencia atak olgunlaştıramadı henüz, tabi sanmayın Dinamo takır takır oynuyor, gidip geliyor öyle top. Dakika 9 veya 10, o arada ceza alanında en az 5 Dinamolu var, Nesmachniy Mata'ya yetişemedi, Mata içeride bomboş (!) Silva'yı gördü ve gol. Sonra maç aynı ayarda devam etti, aynı tempo aynı yalancı ataklar vs vs. Sıkıldım, bari biraz Zenit maçına bakayım dedim, justin.tv çok takılınca Villa maçını bekledim.

O'Neill, Milner'ı haftasonuna saklamış (Chelsea maçında oynayacak); sağ bek başlayacağını öngördüğüm Gardner orta sahaya, Shorey sol beke, Young'lardan Luke olanı da asıl yerine, sağa geçmiş. Bu arada Zico'nun CSKA'da ilk maçı. Adamın dolaşmadığı yer kalmadı. Ashley Young'la Vagner Love bir yana, maçın en iyisi tribünler. Bundesliga'da açılan o koca bayraklara gıpta etmişimdir, bu onlardan daha güzeldi. Bayrağın ufağı oldu mu daha iyi oluyormuş.

Sonrası, Villa klasik büyük maç başlangıçlarından birini yaptı. Bu sene çokça gördüğümüz, olağanın aksine daha fazla topa sahip oluş ve oyuna hükmediş. İlk 10 dakika böyle geçti. O arada ileride pas hataları da fazlaydı, dolayısıyla net bir pozisyondan bahsetmek güç, fakat kontrol kesinlikle Villa'daydı. Çok sinir bozucu bir durum bu, dakika 15, CSKA ilk defa atak olgunlaştırıyor, bu ilk aynı Valencia maçındaki gibi, hakikaten ilk. Vagner Love bir-iki kişiden kurtulup Dzagoev'i görüyor, Dzagoev kalabalıkta harika bir pas çıkarıyor (Bu arada UEFA asisti Zhirkov'a yazdı, sonra düzelttiler mi bilmiyorum), Love karşı karşıya kalıyor, Guzan kalesinden çıkmıyor ve sokak tabiriyle apıştan da bir gol yiyor. CSKA maç boyunca ceza sahası civarında çok tehlikeli bir takım, Vagner Love-Zhirkov-Dzagoev ilerki yıllarda bulunması çok zor bir üçlü Zico için. Dzagoev en geç 4 sene sonra Chelsea formayı giyecek, henüz 18 yaşında.



Aston Villa adına söylenebilecek çok fazla yeni şey yok, tipik bir büyük maçı izlettiler bize; Çarşamba günü Galatasaray için olumlu konuşabiliyor, Avrupa'da farklı, Avrupa'da disiplinli diyebiliyorsak, Villa'nın CSKA maçı için de aynı şeyleri söylemek mümkün. Eleştirdiğim konular büyük ölçüde rafa kalkıyor bu maçlarda, eksiklerin üzeri örtülüyor ve keyifli maçlar izliyoruz. 3-1 kaybedilen Everton maçı dışında Villa'nın kötü oynadığı üst klasman maç hatırlamıyorum. Ki o maçta Everton'ın değişik orta saha yapısı gereği Reo-coker'ın içinde olduğu 4-3-3 düzeni daha uygun olabilirdi, Reo-coker'ın dışında Barry'nin de cezalı oluşu önemli ölçüde oyunu etkilemişti. Fakat şuraya geliyorum, bu maçların bir diğer özelliği Premiership'in en verimli hücum eden (Gol/girilen pozisyon) takımı Aston Villa'nın bu maçlarda çok fazla gol kaçırması. Bunun en güzel örneği zorla 2-2 bitirilen Arsenal maçı. Maç yine Villa Park'ta, rakip eksik, üretken değil, pozisyon üretemiyor. Top sürekli mavililerin ayağında, 2 top direkte patlıyor, net pozisyonlar var. Derken 44. dakikada sağ bek Reo-coker topu kaptırıyor, tam da hücuma çıkarken oluyor bu, Denilson vuryuor ve gol. Aynı zamanda Arsenal'in maçtaki ilk şutu. İlk yarı Arsenal 1-0 Aston Villa. Sonra ikinci yarı, dakika henüz 49, kaleye 2. şut, Diaby herhalde korner dönüşüydü, sağdan inanılmaz götürüyor, bir süper çalım atıyor, sonra şut ve 2-0. Tribünlerde çıt yok. Barry'nin penaltısından sonra Villa yüklenmeye devam ediyor, 90+ bilmem kaçta top karambole gidiyor, Zat Knight kaleyi görüyor ve maç 2-2 bitiyor. Rakip bu sefer CSKA, fakat senaryo aynı. 25. dakikada Agbonlahor, içeride bomboş, iyi de yükseliyor, kalenin 1 metre önünde, kafayı vuruyor ve top taça gidiyor. Sorunlar yer değiştiriyor, genel tertipte yakındığımız durum gol pozisyonu üretememek iken bu tip maçlarda pozisyonları gole çevirememe oluyor. İlerleyen dakikalarda futbol kanunları gereği rakibin direnci artıyor ve gol atmak daha da zorlaşıyor. Ama Villa'yı yazının sonunda tekrar incelemek adına burada bırakıp diğer eşleşmelere geçelim.


(İlk 45 dakika Villa'nın şutları solda ve Arsenal'inkiler sağda)

Köy takımı Metalist'e en son golü Mert Nobre atmış UEFA Kupası'nda, 5 maçtır gol yemiyorlar. 1-0 ikili ayakların en güzel skoru, 3 atan takımlardan sonra bir sonraki turun en garanti takımı Metalist Harkiv. Hazır yeri gelmişken söyleyeyim, Karkiv değil Harkiv; Şaktar değil Şahtar şeklinde okunuyor, Kiril alfabesinde x, h veya hı gibi, genizden söylenir. Rusça okuma kabiliyetim olsa da anlayamadığımdan olayın aslını bilmiyorum, ama CSKA'nın da örneğin tsska moskva gibi okunması gerekir. Her neyse, Metalist diyorduk... Eğer tahminlerimiz doğru çıkarsa son 16'da rakip Valencia olacak. İlk maç Mestalla'da. Valencia, bu kupanın yalancı favorilerinden. Milan da öyle. UEFA'da çeyrek final gören Ukrayna temsilcisi yok. Bu arada gerçek favori kim derseniz, CSKA diğerlerinden ayrı gözüküyor.

"In sport it's all about winning, not how you win." demiş Fiorentina maçı sonrası Van Basten. İtalya'da fazla kalmış. Bakırcıoğlu'nun golü, özetten gördüğüm kadarıyla harika. Tur için favorim hala Fiorentina. Standart, Stuttgart'tan sonra Braga'dan da 3 yedi, ama gecenin en büyük sürprizleri St. Etienne ve Aalborg. Noat Samisa burada Tottenham'ın durumundan bahsetmiş. Manchester City, eğer bir sürpriz olmazsa 3. kez Danimarka temsilcisiyle eşleşecek. Son 16 için favori gördüğüm takımlar aşağıda.

Milan - St. Etienne
CSKA - Shakhtar
Udinese - Stuttgart
PSG - Braga
Valencia - Metalist
Manchester City - Aalborg
Twente - Fiorentina
Hamburg - Galatasaray



Gelelim Galatasaray'a... Her şeyi geçtim, benim için önemli olan, uzun zaman sonra önemli rakiplere karşı belli bir oyunun ortaya konuluşu, başka bir şey değil. Yoksa ligde kaybedilen puanlar, Sivasspor mağlubiyetleri bunlar hiç de önemli değil fakat Skibbe üzerinde sürekli bir baskı yaratıyor. Galatasaray gerekli maçlarda gerekli disiplini sağladığında başarı yakalayabiliyor, önemli olan bu. Puan kayıpları ve hiçbir varlık gösterilemeyen maçlar geride kalacak, kendi içinde çözülecektir zaten. Sakatlılar sezon başından bu yana izin vermedi fakat sahip olduğu kadroyla, Türkiye'de en Manchester United vari oynayabilecek takım Galatasaray. Artık Anadolu takımları güçlendi yalanını bir kenara atalım, Galatasaray, özellikle Ali Sami Yen'deki maçlarda Kewell-Lincoln-Arda olmadan da kazanabilir. Şayet kadro an itibariyle geniş olmasa da Pazar günü Kocaelispor maçında mesela Arda dinlendirilmezse bir hatadır. Evet, rakibi küçük görmek gerekir, eğer küçük görmek rotasyona gitmek anlamına geliyorsa, evet, bu yapılmalıdır. Maçların kazanılamamasının nedeni Avrupa'daki maçlardaki disiplini yansıtamamak, onun dışında kadro olarak zaten üstte Galatasaray ve üstte olmasından öte, uygun. Manchester vari derken kastım buydu, Premiership'i Türkiye'ye uyarlarsak kadro yapısı itibariyle Galatasaray'ı Manchester'a, Fenerbahçe'yi Liverpool'a benzetebiliriz. Bugün Fener de aynı şekilde rotasyona gidilebilir diyemem, şayet yedeklerden kurulu bir kadro maç kazanmak için yetersiz olur. Takımda zamanla idealler de bulunacaktır, umuyorum bu sırada Skibbe'nin şansı yaver gider ve takım yarıştan kopmaz. Mesela Nonda'nın yeri benim gözümde belli, Nonda tıpkı Nobre gibi ligde iş yapabilir futbolcu ama daha üst platformda, ancak oyunun 60.-70. dakikalarında, skorda geride olunan, karambol futbolu oynanan maçlarda alınabilir. Tardini Büfe'de Parma güzel açıklamış, Baros'un savunmayı çıkarmayıcı özelliğinden bahsetmiş. Baros'un alternatifi Ümit Karan olabilir, özellikle lig maçlarında çok daha fazla süre alabilir Ümit. Yaser'in ise şu anki rolü gayet yerinde, hadi ona da Welbeck'i yakıştırıyorum. Biraz üstte, "Artık Anadolu takımları güçlendi yalanını bir kenara atalım, Galatasaray, özellikle Ali Sami Yen'deki maçlarda Kewell-Lincoln-Arda olmadan da kazanabilir" dedim, şimdi oraya geliyorum. Kaç sıfır kazanıldığı önemli değil, görev adamlarıyla belli bir disiplinle oynandığında Antalyaspor karşısında puan kaybı yaşanmayacaktır. Benim için Galatasaray'ın Hacettepe'yi 1-0 yenebilmesi sorun olmaz, yeter ki Kayserispor'u iyi oyunla yenilebilsin. Bunun idrak edilebilmesi çok önemli olacak, şayet taraftar 1-0'lık Hacettepe maçı sonrası böyle hoca mı olur, bu nasıl futbol gibi şeyler söyleyecektir. Benim düşüncem büyük maçlarda alınacak galibiyetlere anlam katacak küçük maçlardaki galibiyetlerde oynanan oyunun çok da önemli olmadığı. Fakat işte bu iki kulvarı, büyük maçları ve küçük maçları dengede götürebilmek çok kolay değil. Bunu dünyada en iyi yapanlar Barcelona ve Manchester United. Ve işte Galatasaray takımı, eğer şansın da katkısıyla baskı biraz azalır ve uygun ortam sağlanırsa, hocası ve oyuncularıyla, gelişmeye çok çok açık. Galatasaray'ın şu an UEFA Kupasında geldiği nokta geçen sene geldiği noktayla aynı, fakat bu sefer daha farklı bir kimlikle sahada. Önemli olan nokta bu. Maç hakkında fazla söyleyeceğim bir şey yok, yazılması gerekenler gerektiği kadar yazılmış olsa gerek. Arda'nın savunma performansına büyük bir alkış göndermekle yetiniyorum.

Son paragraf Aston Villa'ya ait. Bugünkü malum maç, CSKA maçının karbon kopyası olabilir, aksinde puan farkı 5'e çıkacak. Çarşamba dinlendirilen Milner bugün sahada, Gardner sağ beke, Young sola dönecektir. Carew ilk 11'de, Heskey büyük olasılık oyun karşı yarı alana yıkıldığında, 70 civarında girecek. Zatyiah Knight saatli bomba, Gökhan Zan tipinde bir oyuncu. Eğer bir sakatlık çıkmazsa Villa kaybetmeyecektir, Chelsea'nın sorunları yeni teknik direktör motivasyonuyla çözülecek cinsten değil ve Aston Villa'nın kadrosu da an itibariyle yeterli. Kazanmalarını çok çok zor olarak görüyorum. Beraberlik en olası sonuç. Benim tahminim 2-0 Aston Villa.

Hiç yorum yok: