2014/04/21

Ukrayna'da birlik çağrısı


Hayatım Futbol 126. sayıda.

İki gün önce Kiev Olimpiyat Stadı'nda oynanan Dinamo – Shakhtar maçının konusu, bu kez ezeli rekabet değildi. Beklendiği üzere, 70 bin kişilik statta büyük bir Ukrayna bayrağı koreografisi oluşturuldu ve birlik çağrıları yapıldı. Bundan yaklaşık bir ay önce de, ligin başlamasının gecikmesi üzerine iki takımın ultras'ları bir dostluk maçı tertip etmişlerdi. Tüm bu olanlar, 10 yıl evvelki Turuncu Devrim öncesi Shakhtar'ın turuncu rengi üzerinden akıldışı spekülasyonların yapılabildiği dönemden çok farklıydı.

Futbol takımlarının ultras grupları, Maidan olayları sırasında çok önemli aktörler olarak öne çıktılar. Hâlihazırda polisle çatışmaya alışkındılar ve güçlü, kararlı erkeklerden oluşuyorlardı. 21 Ocak'ta 'dikta kanunları' olarak anılan düzenlemenin yürürlüğe girmesi üzerine, Dinamo Ultras grubu “Kiev için, Ukrayna için!” diğer taraftar gruplarını da sokakları 'tituşki'lerden temizlemeye desteğe davet ediyordu. Tituşki, hükümetin parayla tuttuğu sokak holiganları için kullanılan bir tabirdi. Bu çağrıya ilk destek, Rus yanlılarının çoğunlukta olduğu Doğu illerinden biri olan Dnipropetrovsk'tan geldi. Daha sonra, Metalist, Shakhtar ve Kırım takımı Sevastopol gibi diğer Rus yanlısı şehirlerin Ultrasları da onlara katıldılar. Taraftar gruplarının sokağın 'güvenliğini' sağlamadaki bu etkin rolü, milliyetçi parti Svoboda'nın lideri Oleh Tyahnybok gibilerce büyük takdirle karşılanacaktı.

Dinamo-Shakhtar maçından, "Daly.rak Putin!"

Taraftar gruplarının 'ateşkes'i bir yana, pek çok kulüp derin bir belirsizliğin eşiğinde. Kırım ekibi Tavriya Simferopol, bunlardan biri. Kulübün para sağlayıcısı Dymtro Firtash'ın geçtiğimiz ay Viyana'da tutuklanmasının ardından uzun dönemde nasıl ayakta kalacakları meçhul. Benzer durumdaki Arsenal Kiev çoktan iflasını açıkladı ve son dönemde ülkenin en büyük güçleri arasında kendine yer eden Metalist'i dahi benzer bir son bekleyebilir. Yanuçenko hükümetinin düşmesiyle, hükümet tabanlı oligarkların usulsüzlükleri de bir bir ortaya çıkıyor ve Metalist'in sahibi Kurchenko gibiler sahneden çekiliyorlar. Serhiy Kurchenko'nun hesapları dondurulmuş durumda ve Metalist'i yeni bir oligark satın alana kadar, kulüp büyük bir çıkmazda. Ama Tavriya'nın sorunları bunlardan apayrı. Kırım'ın Rusya'ya katılmasıyla, Ukrayna'nın tüm ekonomik desteğini kestiği kulüp, Dinamo Kiev'le yapacağı maç için 13 saatlik tren yolculuğu yapmak zorunda kalmıştı. Dahası, önümüzdeki sezon Rus Ligi'nde mi yoksa Ukrayna Ligi'nde mi oynayacaklarını dahi bilmiyorlar.

Oligarklar; futbol kulüplerinin devam edebilmesi kadar, Ukrayna'nın tek devlet olarak kalabilmesi sürecinde de çok önemli aktörler olarak öne çıkıyor. 90'lardaki kaostan beslenerek ülkenin en zenginleri konumuna yükselen bu elit grup, bu şekilde kalabilmek için artık 'stabil' bir ortama tabi ve bundan da önemlisi, olası bir Rus entegresyonunda, 'büyük' kardeşleri tarafından yutulmaya gebe . Yeni kurulan hükümet tarafından, özellikle de Doğu vilayetlerinde politika sahnesine sürülen oligarklar, bu vilayetlerin yöneticileri olarak atandılar. Dnipro'nun sahibi Ihor Kolomoysky, Dnipropetrovsk'un ve Sergei Taruta, Donbass'ın başına geçti. Ülkenin en zengin adamı ve Shakhtar'ın sahibi Rinat Akhmetov ise şu an için 'politikadan uzak durmak istediğini' söylüyor. Kim bilir?

Bazı ek okumalar için...
http://futbolgrad.com/

2014/04/08

Ferguson: Emri ben verdim!


Hayatım Futbol 124. sayıda.

"O kadar kişi varken, neden David Moyes?"
İskoçların çoğu inatçı, iradeleri çok sağlam insanlardır. İskoçya'yı terk etmeleri gerekirse, bunu yalnız bir neden için yaparlar. Başarılı olmak! İskoçlar, geçmişlerinden kaçmak için terk etmezler. Bunu, ancak daha iyi olmak için yaparlar. Mevzubahis meslekleri, emekleri olduğu vakit, en ciddi tavırlarını takınırlar. Bunlar, onlar için paha biçilemez değerlerdir. İnsanlar bana gelip, 'Maçlar esnasında yüzünüz hiç gülmüyor.' diyordu. Halbuki 'Gülümsemek için değil, maçı kazanmak için oradaydım.'
David de bu özelliklerin bir kısmına sahip. Ailesini yakından tanıyorum. Babası David Moyes Sr., gençliğimde futbol oynadığım Drumchapel'de antrenörlük yapıyordu. Drumchapel'i 1957'de terk ettiğimde, David Sr. henüz genç bir adamdı; dolayısıyla David Jr.'la doğrudan bir karşılaşmamız olmadı. Ama onların hikayelerini biliyorum. Bu kadar önemli bir göreve getireceğiniz biri için, böyle temellere sahip olmak önemli bir değerdir.” 
Sir Alex Ferguson

*          *          *

Sıradan değerlendirme ölçütlerini kullanarak, David Moyes'un daha fazla zamana ihtiyacı olduğunu savunmak pek kolay değil. Her şey bir yana, onunla devam edilmesi gerektiği fikrini doğuracak bir potansiyele sahip değil. Hiç değilse, teknik açıdan bakarsak böyle. Alınan başarısız sonuçlar ve kötü futbolun, geleceğe yönelik umutların ışığında telafi edilebildiği yerde, Moyes'un vaat ettiği nedir? Onu, örneğin, Liverpool'daki yarım sezonu sonunda haklı bir biçimde kovulan Hodgson'dan farklı kılan ne? Sir Alex Ferguson garantisi mi?

Ferguson'ın Moyes tercihi kötü, hatta berbat olarak değerlendirilirken, çoğu zaman Pep Guardiola, Jürgen Klopp ve en çok da Jose Mourinho gibi isimlerin niçin göz ardı edildiği üzerinden yorumlar yapılıyor. Dünyanın en büyük kulüplerinden biri olan Manchester United'a yakışan, bu isimler büyüklüğünde biri değil miydi? Bu karşılaştırmaya girişirken, David Moyes'ın taktiksel çıkmazlarını öne çıkarmak, açıkçası biraz yavan kalıyor. Zaten hiçbir vakit inovatif biri olarak parlamış değildi. Bu isimlere kıyasla, böylesine büyük bir iş için fazlasıyla tecrübesiz olan Moyes, Brendan Rodgers veya Roberto Martinez gibi yeni nesil hocalar arasında da sayılamazdı. Dolayısıyla, sebep bu da değildi. Ferguson'ın iş modeli, bu genelgeçer ölçütler içine sıkıştırılamıyordu ve varisini belirleme zamanı geldiğinde, bunun böyle olduğu en net şekliyle ortaya çıkacaktı. Onun aklındaki varis, United'ın kendine has dinamiklerini özümseyebilecek, bu geleneği devam ettirebilecek biri oldu. Peki ama bu ne demek?

"The Chosen One."

Manchester United, tüm diğer elit kulüpler arasında apayrı bir yere sahip. Önemli bir ekonomik güçleri ve dünya çapında büyük bir taraftar potansiyelleri var; ama örneğin Real Madrid gibi, en başında bu yapı üzerinden tanımlanmıyor. Şeyh ve oligarkların ihtiraslı hamleleriyle türeyenlerden veya Barcelona gibi, öncelikle birtakım teknik değerlerin idealize edilmesiyle en büyük olanların ise tamamen dışında. Manchester United'ın gücü, her şeyin üzerinde kesin ve tartışmasız 'kontrol'e sahip olan Alex Ferguson'ın iş anlayışına dayanıyordu; ve bu anlayışın temelinde, Ferguson'ın biraz da gururla anlattığı, İskoç işçi sınıfı etiği vardı. Mesele, her şeyin Ferguson tarafından birebir görülmesi değildi. Ama işin bütün yönleriyle anlaşılabilmesi ve organizasyonun tamamında kesin bir kontrole sahip olunması şarttı. Ferguson, antrenmanlarını dünyanın en iyilerinden olan Rene Meulensteen'e, basın toplantılarını Mike Phelan'a emanet etti. Vaktiyle de Carlos Queiroz ve nicelerinden fazlasıyla yararlanmıştı. Ferguson, en genel hâlleriyle olan biteni anlama, ve onları yönetme noktasında dünyanın en iyisiydi.

İşçi sınıfı, aslında bir metafor. Sir Alex Ferguson'ın Manchester United'ı, Bill Shankly'nin Liverpool'u ölçüsünde 'kızıl' bir takım asla olmadı. Olan aslında şuydu: Ferguson'ın gençliğinde, Glasgow'un sosyopolitik ortamı mükemmel bir okuldu ve iyi bir öğrenci olan Ferguson için, işçi sınıfının değerleri çok değerli bir başlangıç noktası olacaktı. Bazı şeylerin, örneğin klasik 4-4-2 oyun yapısının revize edilmesi gerektiği oldu. Sir Alex, 2000'lerin başında bu zorunluluğun farkına vardığını ifade ederken, Dwight Yorke'u takıma monte edişini örnek gösteriyordu. Bir başka zaman, Spaletti'nin devrimsel 4-6-0'ı ilgisini çekecekti. Fakat 'işçi sınıfının değerleri' olarak ifade edilenler, belki de en başından beri hiç değişmeden kaldı. Kulüp içinde oluşturulmaya çalışılan havanın en temelinde, sahiden bu vardı. Ferguson, 2011'de bir açıklamasında şöyle söylüyordu:

Biz işçi sınıfıydık. Bugünkü çocuklar değil. Bazıları öyle olduğunu düşünüyor olabilir, ama değiller. Onların babaları ve dedeleri belki öyleydi, fakat zaman değişti. Yine de yapmanız gereken, onları işçi sınıfı ilkelerine inandırmak; gerçekten de, sanki işçi sınıfıymışçasına hissetmelerini sağlamak. Onlara, çalışmanın ne denli ayrıcalıklı olduğunu fark ettirebilmelisiniz. Oyuncularıma tüm hayatları boyunca çalışmanın kolay bir şey olmadığını söylüyorum, ama buna değer.”


Moyes'u herkesten bir adım öne çıkaran, kuşkusuz onun da bu ortamın içinden gelen biri olmasıydı. Moyes'un döneminde, Glasgow eski havasını yavaş yavaş kaybediyordu ve belki Moyes, Ferguson kadar iyi bir öğrenci değildi. Ama tüm bunların ne ifade ettiğini biliyordu, ve aynı Ferguson gibi, o da benzer bir anlayışla futbola yaklaşıyordu. Emekli olmasının ardından Ferguson, “Manchester United'a geldiğim anda, aklımda yalnızca bir şey vardı.” diyecekti. “Bir futbol kulübü inşa etmek! Tepeden tırnağa, en aşağıdan başlayarak.” Moyes'un Everton'ı dönüştürmesi, tam da böyle bir şeydi. 2002'de geldiği Everton; küme düşme potasında, finansal olarak doğal kısıtlamalara tabi ve her anlamda krizde olan bir kulüptü. 10 sene sonra ayrıldığındaysa, her yönden gelişmiş ve kendi sınırları dahilinde modern bir kulüp bırakıyordu. Ferguson'ın da, iyi bir miras bırakmaktan anladığı tam olarak buydu.

"Take a selfie!"

Ferguson, “bir kulüp yaratmak, istikrar ve tutarlılık getirir.” demişti. Çalıştığı yerlerde üç sezondan fazla kalamayan Mourinho'nun başardığı ise bundan farklıydı. O, çok iyi 'takım'lar yaratıyordu. Önemli başarılar kazanıp ayrıldığı kulüplerin, o ayrıldıktan sonra girdiği kriz hâli ortadaydı. Ferguson'ın zihni bundan farklı işliyordu. Topu kaybettikten sonra 6 saniye içinde geri kazanma kuralı koyan Guardiola gibi, Sir Alex Ferguson'ın da sihirli bir sayısı vardı örneğin. Ona göre, bir futbol maçını kazanmak için yalnızca 8 oyuncunun iyi oynaması yeterliydi. Hatta daha ileri giderek, tüm kariyeri boyunca yalnızca altı maçta, 11 oyuncunun tamamının iyi oynamış olduğunu söylüyordu. Bir başka vakit, V şeklinde uçan göçmen kuşların bilindik hikayesini anlatmıştı. İlk sıradakiler kanat çırparken, ikinci sıradakiler bu işten muaftı ve daha sonra görev değişimi oluyordu. Bu, takım oyununu anlatmak için kullanılmış bir alegoriydi. Nicky Butt, John O'Shea gibi kısıtlı oyuncular, kadronun ahengine bu anlamda önemli bir hizmet etmenin yanında bir misyon daha üstleniyordu aslında. Böylesine oluşturulan bir takım, daha sonraki takımlara yapılacak geçişlerde uğranacak hasarı da en aza indiriyordu. Ferguson, asla geleceği düşünmeden bugünü kurgulamazdı. Başarılı takımların döngülerinin yaklaşık 4 sene içinde sona erdiğini söylerken, plânlarını buna göre yapmaları ve sürekli yeni 'takım'lar oluşturmaları gerektiğinden söz ediyordu. Mourinho, sahiden de Manchester United'a onun kadar iyi bakabilir miydi?

David Moyes, Glasgow okulunun henüz tarih sahnesinden çekilmediğini kanıtlamak zorunda. Ve bunun için hâlâ zamanı var.