2014/04/08

Ferguson: Emri ben verdim!


Hayatım Futbol 124. sayıda.

"O kadar kişi varken, neden David Moyes?"
İskoçların çoğu inatçı, iradeleri çok sağlam insanlardır. İskoçya'yı terk etmeleri gerekirse, bunu yalnız bir neden için yaparlar. Başarılı olmak! İskoçlar, geçmişlerinden kaçmak için terk etmezler. Bunu, ancak daha iyi olmak için yaparlar. Mevzubahis meslekleri, emekleri olduğu vakit, en ciddi tavırlarını takınırlar. Bunlar, onlar için paha biçilemez değerlerdir. İnsanlar bana gelip, 'Maçlar esnasında yüzünüz hiç gülmüyor.' diyordu. Halbuki 'Gülümsemek için değil, maçı kazanmak için oradaydım.'
David de bu özelliklerin bir kısmına sahip. Ailesini yakından tanıyorum. Babası David Moyes Sr., gençliğimde futbol oynadığım Drumchapel'de antrenörlük yapıyordu. Drumchapel'i 1957'de terk ettiğimde, David Sr. henüz genç bir adamdı; dolayısıyla David Jr.'la doğrudan bir karşılaşmamız olmadı. Ama onların hikayelerini biliyorum. Bu kadar önemli bir göreve getireceğiniz biri için, böyle temellere sahip olmak önemli bir değerdir.” 
Sir Alex Ferguson

*          *          *

Sıradan değerlendirme ölçütlerini kullanarak, David Moyes'un daha fazla zamana ihtiyacı olduğunu savunmak pek kolay değil. Her şey bir yana, onunla devam edilmesi gerektiği fikrini doğuracak bir potansiyele sahip değil. Hiç değilse, teknik açıdan bakarsak böyle. Alınan başarısız sonuçlar ve kötü futbolun, geleceğe yönelik umutların ışığında telafi edilebildiği yerde, Moyes'un vaat ettiği nedir? Onu, örneğin, Liverpool'daki yarım sezonu sonunda haklı bir biçimde kovulan Hodgson'dan farklı kılan ne? Sir Alex Ferguson garantisi mi?

Ferguson'ın Moyes tercihi kötü, hatta berbat olarak değerlendirilirken, çoğu zaman Pep Guardiola, Jürgen Klopp ve en çok da Jose Mourinho gibi isimlerin niçin göz ardı edildiği üzerinden yorumlar yapılıyor. Dünyanın en büyük kulüplerinden biri olan Manchester United'a yakışan, bu isimler büyüklüğünde biri değil miydi? Bu karşılaştırmaya girişirken, David Moyes'ın taktiksel çıkmazlarını öne çıkarmak, açıkçası biraz yavan kalıyor. Zaten hiçbir vakit inovatif biri olarak parlamış değildi. Bu isimlere kıyasla, böylesine büyük bir iş için fazlasıyla tecrübesiz olan Moyes, Brendan Rodgers veya Roberto Martinez gibi yeni nesil hocalar arasında da sayılamazdı. Dolayısıyla, sebep bu da değildi. Ferguson'ın iş modeli, bu genelgeçer ölçütler içine sıkıştırılamıyordu ve varisini belirleme zamanı geldiğinde, bunun böyle olduğu en net şekliyle ortaya çıkacaktı. Onun aklındaki varis, United'ın kendine has dinamiklerini özümseyebilecek, bu geleneği devam ettirebilecek biri oldu. Peki ama bu ne demek?

"The Chosen One."

Manchester United, tüm diğer elit kulüpler arasında apayrı bir yere sahip. Önemli bir ekonomik güçleri ve dünya çapında büyük bir taraftar potansiyelleri var; ama örneğin Real Madrid gibi, en başında bu yapı üzerinden tanımlanmıyor. Şeyh ve oligarkların ihtiraslı hamleleriyle türeyenlerden veya Barcelona gibi, öncelikle birtakım teknik değerlerin idealize edilmesiyle en büyük olanların ise tamamen dışında. Manchester United'ın gücü, her şeyin üzerinde kesin ve tartışmasız 'kontrol'e sahip olan Alex Ferguson'ın iş anlayışına dayanıyordu; ve bu anlayışın temelinde, Ferguson'ın biraz da gururla anlattığı, İskoç işçi sınıfı etiği vardı. Mesele, her şeyin Ferguson tarafından birebir görülmesi değildi. Ama işin bütün yönleriyle anlaşılabilmesi ve organizasyonun tamamında kesin bir kontrole sahip olunması şarttı. Ferguson, antrenmanlarını dünyanın en iyilerinden olan Rene Meulensteen'e, basın toplantılarını Mike Phelan'a emanet etti. Vaktiyle de Carlos Queiroz ve nicelerinden fazlasıyla yararlanmıştı. Ferguson, en genel hâlleriyle olan biteni anlama, ve onları yönetme noktasında dünyanın en iyisiydi.

İşçi sınıfı, aslında bir metafor. Sir Alex Ferguson'ın Manchester United'ı, Bill Shankly'nin Liverpool'u ölçüsünde 'kızıl' bir takım asla olmadı. Olan aslında şuydu: Ferguson'ın gençliğinde, Glasgow'un sosyopolitik ortamı mükemmel bir okuldu ve iyi bir öğrenci olan Ferguson için, işçi sınıfının değerleri çok değerli bir başlangıç noktası olacaktı. Bazı şeylerin, örneğin klasik 4-4-2 oyun yapısının revize edilmesi gerektiği oldu. Sir Alex, 2000'lerin başında bu zorunluluğun farkına vardığını ifade ederken, Dwight Yorke'u takıma monte edişini örnek gösteriyordu. Bir başka zaman, Spaletti'nin devrimsel 4-6-0'ı ilgisini çekecekti. Fakat 'işçi sınıfının değerleri' olarak ifade edilenler, belki de en başından beri hiç değişmeden kaldı. Kulüp içinde oluşturulmaya çalışılan havanın en temelinde, sahiden bu vardı. Ferguson, 2011'de bir açıklamasında şöyle söylüyordu:

Biz işçi sınıfıydık. Bugünkü çocuklar değil. Bazıları öyle olduğunu düşünüyor olabilir, ama değiller. Onların babaları ve dedeleri belki öyleydi, fakat zaman değişti. Yine de yapmanız gereken, onları işçi sınıfı ilkelerine inandırmak; gerçekten de, sanki işçi sınıfıymışçasına hissetmelerini sağlamak. Onlara, çalışmanın ne denli ayrıcalıklı olduğunu fark ettirebilmelisiniz. Oyuncularıma tüm hayatları boyunca çalışmanın kolay bir şey olmadığını söylüyorum, ama buna değer.”


Moyes'u herkesten bir adım öne çıkaran, kuşkusuz onun da bu ortamın içinden gelen biri olmasıydı. Moyes'un döneminde, Glasgow eski havasını yavaş yavaş kaybediyordu ve belki Moyes, Ferguson kadar iyi bir öğrenci değildi. Ama tüm bunların ne ifade ettiğini biliyordu, ve aynı Ferguson gibi, o da benzer bir anlayışla futbola yaklaşıyordu. Emekli olmasının ardından Ferguson, “Manchester United'a geldiğim anda, aklımda yalnızca bir şey vardı.” diyecekti. “Bir futbol kulübü inşa etmek! Tepeden tırnağa, en aşağıdan başlayarak.” Moyes'un Everton'ı dönüştürmesi, tam da böyle bir şeydi. 2002'de geldiği Everton; küme düşme potasında, finansal olarak doğal kısıtlamalara tabi ve her anlamda krizde olan bir kulüptü. 10 sene sonra ayrıldığındaysa, her yönden gelişmiş ve kendi sınırları dahilinde modern bir kulüp bırakıyordu. Ferguson'ın da, iyi bir miras bırakmaktan anladığı tam olarak buydu.

"Take a selfie!"

Ferguson, “bir kulüp yaratmak, istikrar ve tutarlılık getirir.” demişti. Çalıştığı yerlerde üç sezondan fazla kalamayan Mourinho'nun başardığı ise bundan farklıydı. O, çok iyi 'takım'lar yaratıyordu. Önemli başarılar kazanıp ayrıldığı kulüplerin, o ayrıldıktan sonra girdiği kriz hâli ortadaydı. Ferguson'ın zihni bundan farklı işliyordu. Topu kaybettikten sonra 6 saniye içinde geri kazanma kuralı koyan Guardiola gibi, Sir Alex Ferguson'ın da sihirli bir sayısı vardı örneğin. Ona göre, bir futbol maçını kazanmak için yalnızca 8 oyuncunun iyi oynaması yeterliydi. Hatta daha ileri giderek, tüm kariyeri boyunca yalnızca altı maçta, 11 oyuncunun tamamının iyi oynamış olduğunu söylüyordu. Bir başka vakit, V şeklinde uçan göçmen kuşların bilindik hikayesini anlatmıştı. İlk sıradakiler kanat çırparken, ikinci sıradakiler bu işten muaftı ve daha sonra görev değişimi oluyordu. Bu, takım oyununu anlatmak için kullanılmış bir alegoriydi. Nicky Butt, John O'Shea gibi kısıtlı oyuncular, kadronun ahengine bu anlamda önemli bir hizmet etmenin yanında bir misyon daha üstleniyordu aslında. Böylesine oluşturulan bir takım, daha sonraki takımlara yapılacak geçişlerde uğranacak hasarı da en aza indiriyordu. Ferguson, asla geleceği düşünmeden bugünü kurgulamazdı. Başarılı takımların döngülerinin yaklaşık 4 sene içinde sona erdiğini söylerken, plânlarını buna göre yapmaları ve sürekli yeni 'takım'lar oluşturmaları gerektiğinden söz ediyordu. Mourinho, sahiden de Manchester United'a onun kadar iyi bakabilir miydi?

David Moyes, Glasgow okulunun henüz tarih sahnesinden çekilmediğini kanıtlamak zorunda. Ve bunun için hâlâ zamanı var.

12 yorum:

Adsız dedi ki...

Elinize sağlık. Bir sorum olacak; Moyes, Meelunsten ile neden devam etmedi?

guner dedi ki...

Meulensteen'e Moyes'un yardımcısı olması için teklif götürüldüğü ama Rene'nin kabul etmediği yönünde bir haber vardı. Ne kadar doğru bilmiyorum. Sir Alex Ferguson döneminde yapılacak antrenmanlar üzerinde hemen hemen %100 söz hakkına sahipti, zaten çok iyi ve teknik bir koç olduğu söylenir. Moyes döneminde ikinci adam da olsa bu özerkliğe sahip olamayacağı için görevi kabul etmediği söyleniyordu aynı haber kaynaklarına göre. Meulensteen'in durumu biraz Queiroz'a benziyor. Koçluk vasıfları çok iyi fakat sadece bu, birinci adam olmak için yeterli değil. Özellikle Brondby'de çok kötü bir deneyimi olmuş ve Fulham'da da, en az suçlulardan biri olmasına rağmen çok fazla kalamadı. Ama yaptıklarıyla birinci adamlık peşinde olan biri gibi gözüküyor, dolayısıyla bu şekilde gerçekleşmiş olabilir. Mesela Dennis Bergkamp böyle değildir, açık açık sadece koçluk yapmak ve gençlere futbol öğretmek istiyorum; menajerlik çok zor bir iş ve benim yeteneklerim ona uygun değil diyor.

O şekilde değilse ve sanki daha muhtemelen, artık Man United'da yeni bir rejim var ve Moyes kendi tanıdığı, güvendiği isimlerle çalışmak istiyordu. Meulensteen'in ayrıldığı dönemlerde de onun yerine Phil Neville gibi isimler gelince homurdanmalar olmuştu açıkçası.

Adsız dedi ki...

cevap için teşekkür ederim.

Adsız dedi ki...

Ayrıca Liverpool'un sezon içinde çok defa değişen stoper ikilileri ve defans dörtlüsü ile de ilgili yorumunuzu bilmek isteriz :)

guner dedi ki...

Rica ederim.

Orta saha ve forvet hattındaki akılcı, bilinçli taktiksel evrimin (son vakitlerde Sterling'in forvet arkasına geçip, baklava'ya dönülmesi gibi) aksine savunma esas olarak sakatlıklara bağlı olarak değişti ve denebilir ki, forma verilmedi, alındı :) Özellikle Skrtel ve Flanagan, şu an geri dörtlünün yeri en garanti ve en öne çıkan iki ismi için böyle. Yine çok büyük ihtimal o bölgeye (beke) bir transfer gelecek, ama standart bek ikilisi bulundu; tandemde ise Skrtel'in yeri garanti ve Sakho'yla Agger hemen hemen aynı çizgide. Kolo Toure sezon başında takıma ayrı bir 'ruh' katmıştı, özellikle de gücüyle; ama ikinci yarısında defoları bir kez daha ortaya çıktı ve bu üç oyuncudan artık geride. Sezon başı sağ stoperde başlaması ve şu anda solda olması da bunda etken olabilir; o bakımdan, sağ ayaklı Skrtel'in sağ stoper kalması ve iki solak Sakho'yla Agger'den birinin sol için yarışması uygun görünüyor.

Jon Flanagan'ın çıkışı gerçekten ilginç, onun hakkında iyi bir değerlendirmeyi şurada bulabilirsin.

http://espnfc.com/blog/_/name/tacticsandanalysis/id/2849?cc=5739

Adsız dedi ki...

Aly Cissokho devam eder mi sizce ? Bir de gelecek yıl BR güçlü ve uzun bir forvet alır mı yani en azından alternatif bir isim?

guner dedi ki...

Cissokho, sanmıyorum. Zaten daha dün Schmelzer'i yazdılar; o ayarda biri gelebilir.

Forvet transferi değil de çok büyük ihtimal Borini'nin dönüşüyle önemli bir alternatif yaratılacak, Aspas'ın yaratamadığı. Bir de Konoplyanka veya o tipte bir kanat oyuncusu alınabilir. Güçlü, uzun forvetin alternatifler arasında olduğunu düşünmüyorum; Rodgers, alternatifleri başka şekilde yaratıyor (işte formasyon değişiklikleri gibi).

Unknown dedi ki...

Hocam ben Agger ozelinde sormak istiyorum . Yeni yeni tam olarak takip etmeye basladim PL'yi. Agger'in fiziksel ve atletizm olarak cok zayif olmasi beni sasirtti. Yani sadece ayaga iyi oynuyor diye Anfield'da oynamasi ve saglam bir nam yapmasi bana pek dogru gelmiyor. Acaba sakatliklardan once nasildi? Yani geriledi mi yoksa hep mi boyleydi bu adam?

guner dedi ki...

Burası Liverpool soru-cevap'a döndü :)

Agger'in sakatlık sorunları eskiden beri var ve aynen dediğin gibi, kırılgan bir oyuncu olması en önemli eksiği olarak görülür. Çok iyi pasör, bunun dışında oyunu tutkuyla oynayan hatta YNWA dövmesi yaptıran bir oyuncu. Yukarıda açıkladığım gibi, iki sol ayaklı Sakho ve Agger'i aynı anda sahada görmemiz çok mümkün gözükmüyor ve Sakho'nun yaşı ve potansiyeli dolayısıyla şu anda Agger'den bir adım önde olduğu söylenebilir. Agger belki tam da böyle, birinci adam sorumluluğu yüklenmeden çok daha verimli bir oyuncu pozisyonuna gelebilir. Fit olduğunda takıma katabilecekleri hâlâ çok fazla ve Sakho'yla ikisinin rotasyonu çok iyi verim verebilir, kim bilir. Sktrel de sezon başı uzun süre yedek oturmuş hatta Napoli'ye gideceği konuşulmuştu, harika döndü.

Unknown dedi ki...

Valla hocam bundan sonra ozellikle Liverpool ozelinde olmak uzere size cok soru soracak gibiyim. İyi bir takipci ve cozumleyici olmaniz beni etkiliyor:) -Hele hele bir Turk'un boyke olmasi daha da etkileyici:) İnsallah basinizi fazla agritmayiz :)

guner dedi ki...

Estağfurullah.

Mail de atabilirsin, elimden geldiğince cevaplamaya çalışırım ;)

Unknown dedi ki...

Valla cok tesekkur ederim :)