2013/07/15

Jean-Marc Bosman'ın Afrika mirası


Avrupa futbolunun insani değerlerini geri kazanması gerek. Gençler üzerinden yürütülen sahte transfer politikası son bulmalı ve biz sahip olduğumuz değerleri savunurken, aramızdaki en küçüklerin de kişiliğini, kimliğini korumak zorundayız.”

Michel Platini, 2007'deki UEFA Başkanlık seçimi konuşmasından


Temel insan haklarının futbol kolu olarak lanse edilen Bosman kuralları, 1995'te yürürlüğe girerek futbolu derinden değiştirdi. Endüstrileşen futbol, böylece tek dünya ekonomisine daha net bir şekilde entegre edilmiş oldu. Bu anlayış içinde, Afrikalıların konumu da aynı Doğu Avrupalı veya Latin Amerikalı paydaşları gibi daha iyi şartlar için ülkesini terk etmiş serbest ekonomi göçmenliğine indirgenebiliyor. Kağıt üzerinde doğru görünen bu düşünce, Avrupalıların 19. yy koloniyel ırkçı alt fikirlerinin devamı olarak bu bölge insanlarına gösterdikleri ön yargı ve hissiyatsızlık; bunun yanında Afrika'nın yapısal ve ekonomik olarak diğer bölgelerden çok geride olmasıyla farklı bir hüviyete bürünüyor ve haklılığını büyük ölçüde yitiriyor. Latin Amerika ülkelerinden farklı olarak, Afrika'nın ekonomik geriliği yanında kültürel ve yapısal bütünsüzlüğü; yani aynı oranda gelişmiş, oturmuş bir kimliğe sahip olmaması, Avrupa'nın kıta üzerindeki manipülasyonunu ciddi seviyelere getiriyor. Bu durum, insani açıdan üzücü sonuçlar doğurmasının yanında bir süredir ülke futbolunu da yıkıcı bir kimliksizliğe itmiş durumda. Yazının esas ilgilendiği alan, bu son cümleyle özetlenebilir.

Bosman kuralları nedir?

Jean Marc-Bosman'ın 1995 yılında açtığı dava sonucu Avrupa Adalet Divanı kararları arasına giren Bosman kuralları, en basit haliyle Avrupa Birliği vatandaşlarının, birlik içinde serbestçe dolaşımını esas alıyor. Bu kurallar Avrupa futboluna çok mühim iki yenilik getirdi. Daha önceleri, oyuncuların kontratları sona erse dahi, başka bir takıma transfer olmaları için yeni kulüpleriyle mevcut kulüpleri arasında bir anlaşma olması gerekiyor, bonservis ödeniyordu. RFC Liege'deki kontratı bittikten sonra US Dunkerque'yle anlaşmak isteyen ama Liege'in vetosuyla karşılaşan Bosman'ın davayı açma sebebi de bu durumu değiştirmeye yönelikti. Bilindiği üzere, artık oyuncuların kontratının bitimine 6 ay kala serbestçe diğer takımlarla görüşmesi ve bedelsizce transfer olması mümkün. İkinci önemli olarak, bu karar Avrupa Birliği pasaportu taşımaları kaydıyla futbol kulüplerinin sınırsız sayıda yabancı bulundurmasına olanak tanıdı. Bu kararlar zaman içinde daha da esnekliğe uğradı. Bosman öncesinde Avrupa kulüpleri kendi vatandaşı olmayan, 1 ila 3 arasında değişen sınırlı sayıda oyuncu bulundurabiliyordu.

Avrupa'nın 'çekici'liği

Global göç mekanizmasında, göç alan ülkelerin cazibeleri olarak 'çekim' ve göç veren ülkelerin yetersizlikleri olarak 'itim' kavramından söz etmek mümkün. Bu ikili ilişki Afrika açısından değerlendirildiğinde, insan akışındaki esas etkenin 'itim' olduğunu görüyoruz. Avrupa'nın daha iyi yaşam şartlarından önce gelen, Afrika'nın yoksulluğu oluyor. Bu durumu çarpıcı bir şekilde ortaya koyan 2005 yılına ait bir BBC anketi, eğer tercih şansları olsa kendi ülkelerinde yaşamayı tercih edeceğini söyleyen vatandaşlara ancak dört Afrika ülkesinde rastlamaktaydı. En uçtaki Fildişililerin %84'ü, fırsat yaratıldığı takdirde yurt dışına göç edeceğini oyluyordu.


Bosman kuralları Afrika'nın ekonomik ve kültürel ortamıyla birleştiğinde, futbol alanında yeni bir gerçeklik ortaya çıkardı. İnsan hakları boyutuyla yürürlüğe giren kurallar, Afrika futbolunda neo-liberal koloniciliğin başka bir boyuta ulaşmasına hizmet eder hale geldi ve bu topraklardan çıkan oyuncular, talihsizce, Avrupalı kulüplerin gözünde sanki bir ham madde gibi cansız ve tek düze görüldüler. Bu kuralların sağladığı hukuksal tabanla uluslar arası şirketler olma özelliğini hemen hemen tamamlayan futbol kulüpleri, ekonominin basit prensiplerinden güç almaya başlamışlardı. Satıcı ülkelerden alınan ham maddeler işlenerek yüksek meblağlara satılıyor ve kâr katlanarak artıyordu. Bu durumdaki ucuz, işlenmemiş 'ham madde' sahibi Afrika, Avrupalılar için 'açık' bir pazar haline geldi. Diğer yandan Afrikalıların pazarlık masasına koca bir sıfırla oturması da işleri iyiye götürmüyordu. Pek çok yerel yönetici Avrupalı menajerlerle iş birliği yapmaya başlamıştı.

Nitelikli stadyumları, antrenman tesisleri, eğitimli spor elemanları yok denecek kadar az olan Afrika'da, bu boşluğu oyuncu trafiğinden pay alan menajerler doldurdu. Satışlardan pay alan bu kişiler, Afrikalıların çok küçük yaşlarda Avrupa akademilerine transfer olmasına aracılık ettiler. Dolayısıyla, diğer alanların hemen tamamında profesyonel dünyaya hazır olma potansiyeli içermeyen ve bu yüzden öncelikle 'kendi istekleri' ile göç eden Afrikalılar, futbol endüstrisinde Avrupalılarca 'çekiliyordu'. Büyük sponsorların reklam kampanyalarıyla 'futbolcuların ikonlaştırılması' ve 'futbolculuğun en gerçekçi çıkış yolu' olduğunun benimsenmesi süreciyle pek çok niteliksiz oyuncu da Avrupa'ya göç etti. Bu oyuncular başarısız bir kariyer izlediler ve beklediklerini bulamadılar; ancak yaratılan 'sahte tablo' sayesinde, göç aynı hızla sürdü.

Afrika göçmenliğinin geçmişi

Salif Keita
Afrika'dan oyuncu göçünün çok yakın bir geçmişi olduğunu düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Bunu başlatan Bosman değildi.Yalnızca istatistiki değer taşıyan değil, dönemlerinde gerçekten iz bırakmış Afrikalı göçmenlerin geçmişi 1930'lara kadar uzanıyor. O tarihlerdeki ilk göçmen hattı Kuzey Afrika'dan Fransa'ya doğru gelişmişti. Cezayirli ve Faslı futbolculardan en yeteneklileri, kendilerini Fransa'da test etmek üzere ülkelerini terk ediyordu ve başarılı olanların pek çoğu Fransa milli takımına da seçilmekteydi. Bu başarıyı gören Portekiz kulüplerinin, kolonilere düzenledikleri turlar bizzat Afrikalılar tarafından ilgiyle beklenen aktiviteler haline gelmişti. Bu turlar esnasında keşfedilen oyuncuların en meşhuru olan Eusebio, Benfica'nın Mozambik'e yaptığı gezi sonrası takıma katılmıştı. Daha sonra bu furyaya Belçika da eklendi; Kongo'dan Belçika'ya futbolcu göçü başladı.

1960-80 tarihleri arasında pek çok Afrika ülkesinin bağımsızlığını ilan etmesi ve oyuncuların yurt dışına transferini engelleyici kararlar alması, göçün hızını bir süreliğine yavaşlatmıştı. Bu dönemde, yurt dışında oynayan oyuncuların milli takıma seçilmesi yasaktı. FIFA çatısı altında ortak kararlar almaya tabi tutulan Afrika Futbol Konfederasyonu, 1981'e gelindiğinde bu düzenlemekten vazgeçmek zorunda kaldı. Fakat yine de, 20. yy'ın son 10 yılında başlayan uygulamalar daha öncekilere oranla ciddi farklılıklar içeriyor.

Alınıp satılan 'futbolcu'lar

Bosman öncesinde Avrupa kulüplerinin yabancı oyuncu transferini kısıtlayan ciddi düzenlemeler yer alıyordu. 95/96 sezonuna kadar hemen tüm Avrupa liglerinde 1 ila 3 arasında değişen bir yabancı limiti mevcuttu. Bu durumda, kolonilerden getirilen Afrikalıların tarihsel bağlar kullanarak ülke vatandaşlığına geçirilmesi söz konusu oluyordu. Fakat kısıtlamaların doğası gereği yalnızca en yeteneklilerin seçilmesi mümkün olabilirdi. Dolayısıyla da oyunculardan birinci planda elde edilen kazanım 'para' değil, 'yetenek' oluyordu. Böyle yetenekli oyuncuları bu denli ucuza sahip olabilmek başka türlü mümkün değildi. Yeni serbest kurallarla 'eleme' aşaması ortadan kalktı; 1995/96 sezonundan 2004/05'e gelindiğinde 11 büyük Avrupa ligindeki yurtdışı pasaportlu oyuncu sayısı 882'den 1803'e ve Afrikalılar 160'dan 316'ya yükselmişti. 10 sene içinde önemli bir değişim.

Yeni kurallar, Afrika'dan futbolcu transferini öncelikle 'para'ya dönüştürdü. Bu oyuncuların yetenekli veya çok iyi olmasına gerek yoktu, 'bedava'ya transfer ediliyorlardı ve en kötü ihtimalde dahi belli bir miktar kâr etmek mümkündü. Bu konular üzerinde çalışan Faslı gazeteci Mahjoub, Avrupa'daki denemelere katılan Afrikalıların ancak %20'sinin başarılı olduğunu söylüyor. Afrikalılar yalnız Avrupa'ya değil, Bangladeş ligi ve Türkiye'nin alt lig takımları da dahil olmak üzere dünyanın dört yanında denemelere alınıyorlar. Ucuzlar ve Avrupalıların gözünde fiziki kapasiteleriyle her daim bir potansiyel arz ediyorlar.

Erken yatırım, yüksek kâr

Asya veya Orta Doğu gibi örneklerin aksine, Avrupa'nın Afrikalı oyuncuları transferi çok küçük yaşlarda başlıyor. Her transferde bonservis bedelinin katlandığı hesaba katıldığından, bir oyuncunun daha küçük yaşta alınması kârın artacağı anlamına geliyor. Latin Amerikalı oyuncular hiç değilse belli bir pazarlık payıyla masaya oturabiliyor ve çoğunlukla yüksek bedellerle oyuncu satabiliyorken, Afrika'dan ilk çıkışını yapan bir oyuncunun herhangi bir bedelle transfer olması mümkün olmuyor. Böylece yerel Afrika kulüpleri daha da güçsüzleşiyor ve kıta yabancı yatırımların etkisine daha fazla giriyor. Bir elin parmaklarını geçmeyen akademilerin en kalitelileri Avrupalıların kurdukları ve kuruluş amaçları gereği bu akademilerin oyuncuların daha pahalıya satışlarına yönelik bir çabaları olmuyor.


Fildişi Sahilleri'nin 'altın jenerasyonu'nun temellerini atan akademi olarak bilinen ASEC Mimosas akademisi, 1994 yılında Fransız futbol adamı Jean-Marc Guillou tarafından açılmış. Belçika'nın Beveren kulübüyle birinci elden iş birliği yürüten bu kulübün mezunları arasında Toure kardeşler, Didier Zokora, Emmanuel Eboue gibi oyuncular bulunuyor. Beveren'in ilk alım hakkına sahip oluşuyla bu oyuncular ilk olarak Belçika'ya ve buradan da daha büyük Avrupa kulüplerine transfer oluyorlar. Akademiye seçilen oyuncular, futbolun yanında verilen matematik, tarih, coğrafya, yabancı dil gibi alanlarda da eğitime tabi tutuluyor. Bu oyuncuların satışından Afrika yerleşimli kulübün -Afrikalılar tarafından açılmış bir kulüp olsaydı durum değişebilirdi- geliri, menajerlerin ve Guillou'nun payını saymazsak koca bir sıfır olurken Beveren önemli kârlar elde ediyor. Somut bir örnek olarak, Chelsea'ye transferi sonrası en pahalı Afrikalı oyuncu lütfunu kazanan Michael Essien'i inceleyebiliriz. Essien, ülkesinin kulübü Liberty Accra'dan Bastia'ya 2000 yılında bedelsiz olarak transfer edilmişti. Bastia, Essien'in Lyon'a satışı için kasasına 8M euro koydu. Chelsea ise Lyon'a 38M euro ödedi. Kâr katlanarak artıyor ve dolayısıyla, bu oyuncuları bedelsiz olarak en küçük yaşlarda transfer edebilmek en büyük kârı getiriyor.

Sıradanlaştırma politikası

Kurulan bu akademiler gerçekten Afrikalılar tarafından yönetilse ve açılsaydı, işler farklı olabilirdi. Ekonomik uçurum gereği, dışa göç uzunca bir süre daha devam edeceği geçerliliğini koruyacaktı fakat hiç değilse; Afrikalılar aynı Latinler veya Doğu Avrupalılar gibi bu satışlardan gerçek kazançlar elde edebilirlerdi. Yine de işin daha da kötü bir yanı var. Oyuncular bu kadar genç yaşlarda transfer olduklarından dolayı, esas futbol eğitimlerini de Avrupalı hocaların önderliğinde, onların bakış açılarıyla geçiriyorlar. Dolayısıyla 'para'ya indirgenerek değersizleşen Afrikalı futbolcu, Avrupalı koçların onlara tek tip 'güçlü, atlet' bakışıyla da kimliğini yitiriyor. Altyapı eğitiminde belki de her türlü olanaktan daha önce gelenin futbol altyapı hocaları, eğitim olduğunu unutmamak gerekiyor. Bunun için İngiltere'nin ve Yugoslav ülkelerinin karşılaştırmasını yapmak yeterli. Gerçekten, gerçekten hiç mi yetenekli İngiliz çıkmıyor? Hayır, yalnızca o şekilde yetiştiriliyorlar. Afrika'da da böyle bir durum gelişmiş durumda; tek tip oyuncu çıkıyor.

"Kanu believe it?" (http://www.youtube.com/watch?v=LkMEnCqIBc4)
Özellikle Sahra altı Batı Afrika ülkeleri, Bosman kurallarının en 'kârlı' çıkanları oldular. Avrupa'nın manipülasyonu bu ülkelerin gerçekten en güçsüz ekonomiye ve en 'güçlü' oyunculara sahip olmasıyla en yüksek seviyede seyretti. Kahve ihracatı sorunlarıyla daha da kötüye giden ekonomik hâl, iç savaş ve buna zıt seyreden futbol milli takımı kimliğiyle Fildişi Sahili en bariz örnek. Tüm bunların yanında, bireysel olarak büyük başarılar yakalayan bu 'Afro-Avrupalı' oyuncuların benzer, 'kas' üzerine kurulu oyun tarzı ihmal edilemez.

Afrikalı milli takımlar sahaya 11 en iyi oyuncusunu sürmek istediklerinde 3 adet defansif orta saha ve üç adet aynı tip forvet oyuncusuyla karşılaşıyorlar. Yalnızca 10 sene önceye kadar çok büyük keyif veren Kamerun, Nijerya gibi ülkeler Avrupalılaşmanın bu yıkımı içinde değersiz milli takımlara dönüştüler. Çare ancak yerelleşmekte olabilir. Nijeryalı hoca Keshi'nin önderliğinde, yüksek derecede yerel lig oyuncularından oluşan Nijerya'nın Afrika Uluslar Kupası'nı kazanması ve gösterdiği değişim bu açıdan takdire değer. Gana ve Nijerya Afrika'nın yeniden kimliğini kazanması için en önemli iki güç olarak gözüküyor.

Afrika futbolunun gerçek ruhu

Avrupa'nın işin içine bu denli dahil olmasından önce, Afrika benzersiz bir futbol kültürüne sahipti. Her şeye rağmen dans edebilmeyi bilebilen bu kıtanın insanları, futbol topunu bir eğlence olarak görmeye alışmışlardı. Afrika milli takımları 1980'lerden itibaren düzenli olarak başarı kazanmaya başladıklarında en büyük eksiklerinin 'organizasyon' olduğu söylenirdi. Bu oyuncular çok yetenekliydi, oyunu büyük bir tutkuyla oynuyorlardı, keza taraftar da bundan büyük bir keyif alıyordu ve Afrika futbolu gerçek bir keyifti.

'Jay Jay' Okocha. "O kadar iyiydi ki ismini iki kez söylüyorlardı."
“Dediklerine göre, Nijeryalılar topla nasıl baş edilmesi gerektiğini çok iyi bilirdi. Sanki ayaklarıyla okşar ve kolayca boyunlarının etrafında dolaştırırlardı. Topa dokunmayı kişiselleştirmişlerdi; o an nasıl hissediyorlarsa, topa da öyle davranıyorlardı. Aşkla ve yumuşak veya acımasızca ve sert. Onlar Afrika sokaklarında yalnızca rakiplerini değil, tavukları, keçileri, motorsikletleri ve arabaları da çalımlıyorlardı.”

Abedi Pele, Roger Milla gibi çok önemli oyuncuların yanında bizim ülkemizde de top koşturan Okocha, Amokachi gibi çok önemli yetenekler çıkarıyorlardı. Afrika futbolu deyince bir zamanlar ilk akla gelen 'hız ve güç' değil, yetenek ve eğlence olurdu. Literatüre son 5 sene içinde girmiş olan 'Afrikalı oyun kurucunun ölümü' de bu değişim içinde ortaya çıkmış bir kavram. Artık böyle oyuncular çıkmıyor. Avrupalıların gözetiminde atletik özellikleriyle fark yaratacağı düşünülen Afrikalılar, bazen bu akademilerde bazen de profesyonel kariyerlerinin şekillenmeye başladığı 20'li yaşlarda tek düze rollere evrildiler. Pek çoğu bu rollerde gerçekten başarılı oldu, çünkü güçlüydüler, kararlıydılar ve onlara verilen görevlerde öne çıkması gereken özellikler bunlardı. Yine de, değersizleştirildikleri gerçeği değişmiyor.

Nijerya'nın '10' numarası John Obi Mikel.
John Obi Mikel, Norveç'in Lyn takımından Chelsea'ye transfer olduğunda Nijeryalıların çok yönlü bir ofansif orta saha olmasını beklediği bir oyuncuydu. Keshi'nin gelişiyle milli takımda önemli ofansif görevler alan Mikel'in aksine Chelsea'deki sekizinci sezonunu geçiren Mikel, yetersiz, yalnızca yan pas yapan bir oyuncu olarak görülüyor. Biraz futbolun 'özelleştirilmiş yeteneklere' kayışı ve biraz da Afrikalılara gösterilen ön yargıdan, aralarında gerçekten yetenekli olanlar ve bu şekilde Avrupa'ya getirilenler dahi bir süre sonra sıradanlaşıyor. Udinese'den Juventus'a transfer olurken değerli bir ofansif orta saha elemanı olarak bilinen Kwadwo Asamoah da ne yazık ki genellikle 3-5-2'nin soluna mahkum oluyor.

Çare: Afrikalı yöneticiler, Afrika'nın kendi insanları

Afrika futbolundaki “10 numaranın ölüşü” Avrupalı hocaların Freudian dil sürçmeleri sonucu belli aralıklarla gündeme gelen bir konu. Benim konu ilgisine çekilişim de bu zamanların birinde olmuştu; biraz daha üzerine düşmemse, Gana U-20 futbol takımına yakından tanıklık etmem gibi yakın bir vakte dayanıyor. Dört oyuncusu hariç tamamı kendi liginin oyuncularından oluşan, fazlasıyla teknik ve izlemesi zevkli bu takım, kafamdaki Afrikalı hoca tanımını birebir karşılayan saygıdeğer Tetteh ve taraftar grubuyla beni biraz daha konu üzerine okumaya itti. Açıkçası, futbolcu göçü üzerine yapılmış değerli araştırmalar, Bosman'ın 10. yılına mukabil, 2005-06 yılları arası çok büyük bir yoğunluk gösteriyor ve yeni bir durum ortaya çıkmaması sebebinin de büyük etkisiyle, yeni çalışmalar kısıtlı. Kıta futbolcularına dair ön yargılı bakışın medyada yer bulmasıysa en son bundan iki sene evvel Blanc'ın sözleriyle gerçekleşmişti. Özellikle Nijerya milli takımının içteki politik çekişmelere rağmen yerel unsurlarla başardıkları, Fildişi Sahilleri'nin altın jenerasyonunun da son günlerini yaşamasıyla, Afrika futboluna dair yeni bir dönemin başlangıcına işaret ediyor olabilir.

Afrikalılar daha iyisini hak ediyor.

Kaynak makaleler
- The Muscle Drain of African Football Players to Europe: Trade or Trafficking? (Jonas Scherrens)
- Migrations and trade of African football players: Historic, geographical and cultural aspects (Raffaele Poli)
- Through the Prism of Sports: Why should Africanists study sports? (Bea Vidacs)

Konuya dair çok değerli bir film – Soka Afrika (2011)

*     *     *

Ne demişlerdi? 

-Fransa milli takımından istifasına yol açan süreçte, şimdinin PSG hocası Laurent Blanc, Fransız akademileri üzerine şu sözleri söylemişti: “Sürekli aynı tipte oyuncu yetiştirdiklerine dair bir izlenime kapılmamanız mümkün değil: büyük ve güçlü. Büyük ve güçlü olan kim var? Siyahlar. İşte böyle, gerçek bu.”

Papa Bouba Diop, Portsmouth formasıyla.
-Gana'nın başkenti Accra'da bir futbolcu akademisinin başında bulunan Manchester United Afrika scout'u Tom Vernon, 'Papa Bouba Diop şablonu' sözüyle ünlenmişti. Tom Vernon; Diop, Essien, Diarra gibi Afrikalı oyuncuları gören İngiliz kulüplerinin aynı tip kuvvetli, sert oynayan, atletik oyuncu arayışında olduğunu söylemiş ve bu oyuncu tipini 'Diop şablonu' olarak tanımlamıştı. Diop'un bir diğer lakabı ise 'gardrop'tu.

-Nijerya'da Keshi örneğinde olduğu gibi, futbolcu tabanı değişmeden dahi yerel hocalara tanınan şanslarla milli takımlar 'canlanabilirler'. Bu takımları gerçekten anlayabilen ve onlara gerçekten değer veren yalnızca yerel koçlar. Pek çok diğer görevdaşı gibi, Malawi hocası Kinnah Phiri de ülkelerin kendi insanlarına şans tanımamasından yakınıyor. “Biz Afrikalılara, kendi milli takımlarımızda doğru düzgün şans tanınmaması adil değil. Bizler Avrupalılar kadar iyi eğitim almış kişileriz; örneğin benim durumuma bakın, İngiltere'de eğitim almış biriyim. Bana kalırsa sadece kendi insanımıza güvenmeme zihniyeti bizi geriye götürüyor.”