2013/12/30

Alternatif San Marino hikayesi: Marco Macina


Hayatım Futbol 110. sayıda.

"San Marino ve futbol deyince akla kötü şakalardan başka bir şey gelmiyor. Marco Macina'nın hikayesiyse biraz bunlardan farklı."

Marco Macina bir süredir San Marino'da bir turizm ofisinde çalışıyor. Futbol dünyasından izole olmak için en doğru yerde, bir zamanlar hayal edilenden bambaşka bir hayat yaşıyor. Macina, Serie A'da boy göstermeyi başarmış iki San Marinoludan biri. Bu mütevazı ülkenin gördüğü en kusursuz yetenek. 24 yaşında kramponlarını asmasa, kim bilir, belki San Marino futbolu dahi farklı bir hüviyete bürünebilirdi.

“16-20 yaşlarındayken Mario'dan daha fazla çılgınlık yaptığıma eminim. Belki insanlardan daha iyi saklanıyorduk ya da daha akıllıydık, bilemiyorum.” diyordu Roberto Mancini. Mario Balotelli'yle olan ilişkisinde, kendi gençliğinden örnekler veriyordu. “Ama” diyordu, “Mario'ya benzeyenler arasında, bir kişiyi, Marco Macina'yı, kesinlikle ayrı tutmam gerekir.” Onu, gördüğü en klas futbolcu olarak tanımlıyordu.

İkilinin tanışıklıkları çok eskiye, Bologna günlerine dayanıyor. Burada, henüz 14 yaşındayken yolları kesişen Macina ve Mancini, çok geçmeden genç takım Allievi'ye yükselecek ve kazanmadık maç bırakmayan takımın sihirli gol ayaklarını oluşturacaklardı. Onları Bologna'nın Brezilyalıları olarak çağırıyorlardı. Takım kaptanı Mancini, pas becerisi ve oyun vizyonuyla sivrilen saf bir oyun kurucuydu. Macina'ysa ele avuca sığmayan, istediğinde her rakibi çalımlayabilen bir kanat oyuncusu. 16 yaşına geldiklerinde, artık Bologna'nın A takımında oynuyorlardı.

Bologna'nın şampiyon çocukları. Alt sıra, soldan dördüncüyü tanıdınız mı?

Bologna'nın tarihinde ilk kez küme düştüğü 1981-82 sezonu, çok farklı seyredecek iki kariyerin de başlangıcıydı. Takımdaki forvet oyuncularının yokluğunda süre bulmaya başlayan 17 yaşındaki Mancini, gün geçtikçe yerini sağlamlaştıracak ve 9 gol attığı sezonda takımın en golcü oyuncusu olacaktı. Son maçta kendi sahasında kaybederek dramatik bir şekilde küme düşen Bologna, para eden oyuncularını elinden çıkarma yoluna gidiyor ve Mancini 15 senesini geçireceği Sampdoria'nun yolunu tutuyordu. Daha sönük bir sezon geçiren Macina ise sonraki iki sezonu diğer Serie B takımlarında geçirecekti.

Macina, ters giden kariyerinden söz açıldığında, 'şanssızlık' diyor. “Futbol kariyerimin en önemli anlarında sürekli şanssızlıklarla karşılaştım.” Kendi hatalarının olduğunun farkında, fakat olayların yansıtılmasında medyanın abartmasının da bir o kadar payı olduğunu düşünüyor. Erken ulaşılan ünün elbet kaçınılmaz sonuçları oluyor. Çok da haksız sayılmayabilir.

Artık 21 yaşına gelen Macina, kiralık ve gölgede geçen iki seneye karşın hâlâ el üstünde tutulan bir yetenekti. Milan'ın hocası Nils Liedholm tarafından isteniyordu. 1985 yılıydı ve belki de Milan'a transfer olmak için seçebileceği en talihsiz sezondu. Öyle ki, 1980'de karıştığı şike skandalından sonra iki lig arası git gellerle sarsılan Milan, Macina'nın transfer olduğu sene yepyeni bir döneme giriyordu. 1986 yılının Mart ayında, Silvio Berlusconi adlı bir girişimci Milan'ı satın alacaktı. Önünde Paolo Rossi, Pietro Paolo Virdis gibi forvetlerin olduğu, Berlusconi'yle beraber yeni bir harcama dönemine girmeye hazırlanan Milan'da, Macina gibi bir gencin filizlenmesi hiç de kolay olmadı. O yıl yalnızca 5 maçta oynayabildi.

Bologna'daki oda arkadaşı Roberto Mancini içinse işler bir hayli yolunda gitmişti. Başkan Paolo Mantovani'nin yarattığı aile havası içinde yönetilen Sampdoria, şaşaalı Milan'dan farklı bir kulüptü. Mancini, gençliğindeki hırçınlıklarını törpülemek bir yana dursun, Sampdoria organizasyonu içinde başlı başına kült bir karakter hâline geliyordu. O günleri anan Macina, “belki benim de Mantovani gibi bir baba figürüne ihtiyacım vardı.” diyecekti.

Marco Macina Milan'da.
Bir fikre göre, Serie A'nın en rekabetçi olduğu zamanda Sampdoria'yla şampiyonluk yaşayan Mancini, çok daha yükseklere çıkabilir; daha önemlisi, daha başka bir futbolcu olarak anılabilirdi. Allievi'de 37 gol atan oyun kurucu, Bologna A takımına yükseldiğinde bir forvete dönüştürülmeye çalışılmış ve bu dayatma, bir türlü peşini bırakmamıştı. Bologna'dan hocası Tarcisio Burgnich, elindeki forvet oyuncularının yetersizliğinden dolayı bu yola gittiğini söylerken, kariyeri boyunca orta saha olarak oynatılsa yeni bir Michel Platini olabileceğinden bahsediyordu. Mancini daha sonraları antrenörlük tezi olarak 'il trequartista', yani oyun kurucuyu yazacaktı.

Ertesi sene Gullit, van Basten gibi yıldızları transfer eden ve Arrigo Sacchi'yle futbol tarihini baştan yazmaya hazırlanan Milan'da Marco Macina'ya yer yoktu. Alt lig kulüplerinden Reggiana'ya kiralanacaktı. Bir sonraki sezon gittiği Ancona'ysa futbol kariyerinin son kulübü oldu. Çok ciddi bir diz sakatlığı geçirdiği o sene, sadece 5 maç oynayabilecekti. Daha kötüsü, Milan'daki kontratının son senesiydi. Futbola bir sene ara vermeye karar veren Macina, San Marino milli takımındaki birkaç maç hariç, bir daha geri dönemedi. Bazı güzel sözler işitse de onu gerçekten isteyen bir kulüp yoktu.

Roberto (Mancini) ve ben, Bologna'da en iyi yıllarımızı geçirdik. O anılar hiçbir zaman unutulmayacak.”

2013/12/22

Popescu'dan sonra: Vlad Chiricheş


Hayatım Futbol 108. sayıda.

"FourFourTwo İngiltere'nin 'Bu maçtan ne öğrendik?' köşesinin son konuğu Vlad Chiricheş'ti. Rumen savunma oyuncusu, Lamela, Eriksen, Paulinho gibi transferlerin önünde, takımın en iyi yaz transferi olarak tanımlanıyordu."

Futbolun taktiksel evriminin bu noktasında yoğun talep gören, yeni nesil sofistike stoperler açısından vasat bir sezon oluyor. Hiç değilse Premier Lig açısından durum bu.

Ayağı iyi top yapan, risk almayı seven, önde kurulan savunmalarda hızıyla fark yaratan; savunma sanatında doruk noktaya ulaşan İtalyan okulundan biraz daha farklı şekillerde mükemelliği arayan o oyuncu grubundan bahsediyorum. Bu sezon ortalarda yoklar. Her hâliyle ligin en eksantrik savunmacısı olan David Luiz kesiği yerken John Terry ikinci baharını yaşıyor. Bir zamanlar 'en iyilerden olacak' denen Dejan Lovren tekrardan herkesin birbirine fısıldadığı futbolcu ve Per Mertesacker, ya da Arsenal taraftarının söylediği şekliyle 'Big Fucking German', ligin kült karakterlerinden biri durumunda. Üç oyuncuda da akla ilk gelen zayıflık, yavaşlıkları oluyor ve pek çok durumda, bildiğimiz klasik savunma oyuncularını anımsatıyorlar. Şu hâlde, henüz bu isimler kadar öne çıkmayan ama ligin bir diğer göz kamaştıran stoperi Vlad Chiricheş önemli bir istisna teşkil ediyor.

Arkaya atılan toplarda rakip forvetlere son hamle şansı tanımayan, riskli müdahalelerden kaçınmayan, topla bir anda hızlanarak çok rahat adam eksilten Vlad Chiricheş ilk izlendiğinde sanki o savruk, her an hata yapacakmış gibi duran stoperlerden biri gibi duruyor. Aslında pek öyle değil. Chiricheş tüm bunları hayranlık veren bir kusursuzlukla, aksatmadan yaptığından, sonraki izleyişlerde hareketlerinde bir zarafet aramaktan kendinizi alamıyorsunuz. Bu oyun tarzına sahip oyunculardan bekleyeceğiniz aşırılıklar, konsantrasyon ve disiplin sorunları da konu Chiricheş olduğunda gündeme gelen eleştirilerden değil. Bilakis tam tersi bir profil söz konusu. Bu zıtlıklar, onun gerçekten ne kadar iyi olabileceğine dair beklentileri de bir adım öteye taşıyor.

Villas-Boas'ın savunmacısı

Tottenham'ın bu yaz yaptığı büyük çaplı temizlikten, kulübün en parlak gençlerinden biri olan Steven Caulker da payını almış ve Cardiff City'e satılmıştı. Lider karakteri ve güçlü fiziğiyle öne çıkan bir stoper olan Caulker'ın yeriyse 9,5 milyon euro'ya Romanya tarihinin en pahalı transferi olan Vlad Chiricheş'le dolduruldu. Doğruluğu yanlışlığı bir yana, bu sirkülasyonun mantığı bugün daha iyi anlaşılıyor. Oyun kurulumunda beklerini abartıyla öne çıkaran ve stoperlerini orta çizgiye yaklaştıran Villas-Boas'ın takımı için, Chiricheş çok değerli bir parçayı temsil ediyor.


Alt yaş kategorilerinde orta saha ve forvet de oynayan Chiricheş, topu ayağına aldığındaki rahatlığı büyük oranda bu geçmişe borçlu olabilir. Henüz fark yaratan bir oyun görüşüne, vizyona sahip değil; ama bir savunma oyuncusu topla ne yapmak isterse, büyük oranda başarabiliyor. Repertuarında pas becerisi kadar, ve aslında bundan daha çok, topla kat edişler var ve genel stoper dribblinglerinin aksine çok daha yavaş çekimde, yumuşak dokunuşlarla ilerleyebiliyor. En son Fulham maçında attığı golse işin başka bir boyutu. Ceza sahası dışından vurduğu yarım vole beraberliği getirmiş ve hiç yoktan gelen bu gol maçın çevrilmesinde büyük rol oynamıştı. Savunma kısmında, onun pozisyon hafızası Villas-Boas'ın savunma kurgusunda bir kat daha değerli hâle geliyor. Salt yerini kaybetmeme değil, agresif bir şekilde ilk hamleyle topu çalmada da üst düzey olan Chiricheş, takım geriye çekilmeden topu yeniden Tottenham'a kazandırmada önemli bir görev üstlenebiliyor. Çok keskin, yerinde müdahaleler yapmaktan çekinmiyor.

Vlad Chiricheş'e göre en önce geliştirilmesi gereken yönü fiziği. Hamle zamanlaması ve tekniği, ciddi bir sorunla karşılaşmasını şu ana dek önlemiş gözüküyor fakat daha komple bir futbolcu olmak için ilk yapması gereken bu olacak. 1.83 olan boyu da bir stoper için nispeten kısa ve akla gelen ikinci önemli zayıflık olarak, hava toplarına yeterince hakim olamadığını eklemek gerekiyor. Bunlar, kariyer seyri içinde belki de en rahat geliştirilebilecek özellikler arasında ve elimizde Gigi Popescu'dan sonra yeniden, dünya çapında bir Rumen savunma oyuncusu duruyor olabilir.