2009/02/21

"In sport it's all about winning, not how you win."


Dinamo Kiev-Valencia açılış maçı hakkaten insanı futboldan soğutan bir maçtı öncelikle. Hava buz gibi, -3 derece, maç saati kar da başlıyor. Henüz kupaya ısınamayan Valencia, maça ısınamamış. Dinamo Kiev desen Fener'den hallice, bu turun en yavaş top oynayan takımı. İlk 10 dakika yalancı atakları oldu ev sahibinin, sonra ne oldu nasıl oldu, Kravetz'in karşı karşıya kaldığı bir pozisyon var, çok netti, dışarı vurdu. O dakikaya kadar Valencia atak olgunlaştıramadı henüz, tabi sanmayın Dinamo takır takır oynuyor, gidip geliyor öyle top. Dakika 9 veya 10, o arada ceza alanında en az 5 Dinamolu var, Nesmachniy Mata'ya yetişemedi, Mata içeride bomboş (!) Silva'yı gördü ve gol. Sonra maç aynı ayarda devam etti, aynı tempo aynı yalancı ataklar vs vs. Sıkıldım, bari biraz Zenit maçına bakayım dedim, justin.tv çok takılınca Villa maçını bekledim.

O'Neill, Milner'ı haftasonuna saklamış (Chelsea maçında oynayacak); sağ bek başlayacağını öngördüğüm Gardner orta sahaya, Shorey sol beke, Young'lardan Luke olanı da asıl yerine, sağa geçmiş. Bu arada Zico'nun CSKA'da ilk maçı. Adamın dolaşmadığı yer kalmadı. Ashley Young'la Vagner Love bir yana, maçın en iyisi tribünler. Bundesliga'da açılan o koca bayraklara gıpta etmişimdir, bu onlardan daha güzeldi. Bayrağın ufağı oldu mu daha iyi oluyormuş.

Sonrası, Villa klasik büyük maç başlangıçlarından birini yaptı. Bu sene çokça gördüğümüz, olağanın aksine daha fazla topa sahip oluş ve oyuna hükmediş. İlk 10 dakika böyle geçti. O arada ileride pas hataları da fazlaydı, dolayısıyla net bir pozisyondan bahsetmek güç, fakat kontrol kesinlikle Villa'daydı. Çok sinir bozucu bir durum bu, dakika 15, CSKA ilk defa atak olgunlaştırıyor, bu ilk aynı Valencia maçındaki gibi, hakikaten ilk. Vagner Love bir-iki kişiden kurtulup Dzagoev'i görüyor, Dzagoev kalabalıkta harika bir pas çıkarıyor (Bu arada UEFA asisti Zhirkov'a yazdı, sonra düzelttiler mi bilmiyorum), Love karşı karşıya kalıyor, Guzan kalesinden çıkmıyor ve sokak tabiriyle apıştan da bir gol yiyor. CSKA maç boyunca ceza sahası civarında çok tehlikeli bir takım, Vagner Love-Zhirkov-Dzagoev ilerki yıllarda bulunması çok zor bir üçlü Zico için. Dzagoev en geç 4 sene sonra Chelsea formayı giyecek, henüz 18 yaşında.



Aston Villa adına söylenebilecek çok fazla yeni şey yok, tipik bir büyük maçı izlettiler bize; Çarşamba günü Galatasaray için olumlu konuşabiliyor, Avrupa'da farklı, Avrupa'da disiplinli diyebiliyorsak, Villa'nın CSKA maçı için de aynı şeyleri söylemek mümkün. Eleştirdiğim konular büyük ölçüde rafa kalkıyor bu maçlarda, eksiklerin üzeri örtülüyor ve keyifli maçlar izliyoruz. 3-1 kaybedilen Everton maçı dışında Villa'nın kötü oynadığı üst klasman maç hatırlamıyorum. Ki o maçta Everton'ın değişik orta saha yapısı gereği Reo-coker'ın içinde olduğu 4-3-3 düzeni daha uygun olabilirdi, Reo-coker'ın dışında Barry'nin de cezalı oluşu önemli ölçüde oyunu etkilemişti. Fakat şuraya geliyorum, bu maçların bir diğer özelliği Premiership'in en verimli hücum eden (Gol/girilen pozisyon) takımı Aston Villa'nın bu maçlarda çok fazla gol kaçırması. Bunun en güzel örneği zorla 2-2 bitirilen Arsenal maçı. Maç yine Villa Park'ta, rakip eksik, üretken değil, pozisyon üretemiyor. Top sürekli mavililerin ayağında, 2 top direkte patlıyor, net pozisyonlar var. Derken 44. dakikada sağ bek Reo-coker topu kaptırıyor, tam da hücuma çıkarken oluyor bu, Denilson vuryuor ve gol. Aynı zamanda Arsenal'in maçtaki ilk şutu. İlk yarı Arsenal 1-0 Aston Villa. Sonra ikinci yarı, dakika henüz 49, kaleye 2. şut, Diaby herhalde korner dönüşüydü, sağdan inanılmaz götürüyor, bir süper çalım atıyor, sonra şut ve 2-0. Tribünlerde çıt yok. Barry'nin penaltısından sonra Villa yüklenmeye devam ediyor, 90+ bilmem kaçta top karambole gidiyor, Zat Knight kaleyi görüyor ve maç 2-2 bitiyor. Rakip bu sefer CSKA, fakat senaryo aynı. 25. dakikada Agbonlahor, içeride bomboş, iyi de yükseliyor, kalenin 1 metre önünde, kafayı vuruyor ve top taça gidiyor. Sorunlar yer değiştiriyor, genel tertipte yakındığımız durum gol pozisyonu üretememek iken bu tip maçlarda pozisyonları gole çevirememe oluyor. İlerleyen dakikalarda futbol kanunları gereği rakibin direnci artıyor ve gol atmak daha da zorlaşıyor. Ama Villa'yı yazının sonunda tekrar incelemek adına burada bırakıp diğer eşleşmelere geçelim.


(İlk 45 dakika Villa'nın şutları solda ve Arsenal'inkiler sağda)

Köy takımı Metalist'e en son golü Mert Nobre atmış UEFA Kupası'nda, 5 maçtır gol yemiyorlar. 1-0 ikili ayakların en güzel skoru, 3 atan takımlardan sonra bir sonraki turun en garanti takımı Metalist Harkiv. Hazır yeri gelmişken söyleyeyim, Karkiv değil Harkiv; Şaktar değil Şahtar şeklinde okunuyor, Kiril alfabesinde x, h veya hı gibi, genizden söylenir. Rusça okuma kabiliyetim olsa da anlayamadığımdan olayın aslını bilmiyorum, ama CSKA'nın da örneğin tsska moskva gibi okunması gerekir. Her neyse, Metalist diyorduk... Eğer tahminlerimiz doğru çıkarsa son 16'da rakip Valencia olacak. İlk maç Mestalla'da. Valencia, bu kupanın yalancı favorilerinden. Milan da öyle. UEFA'da çeyrek final gören Ukrayna temsilcisi yok. Bu arada gerçek favori kim derseniz, CSKA diğerlerinden ayrı gözüküyor.

"In sport it's all about winning, not how you win." demiş Fiorentina maçı sonrası Van Basten. İtalya'da fazla kalmış. Bakırcıoğlu'nun golü, özetten gördüğüm kadarıyla harika. Tur için favorim hala Fiorentina. Standart, Stuttgart'tan sonra Braga'dan da 3 yedi, ama gecenin en büyük sürprizleri St. Etienne ve Aalborg. Noat Samisa burada Tottenham'ın durumundan bahsetmiş. Manchester City, eğer bir sürpriz olmazsa 3. kez Danimarka temsilcisiyle eşleşecek. Son 16 için favori gördüğüm takımlar aşağıda.

Milan - St. Etienne
CSKA - Shakhtar
Udinese - Stuttgart
PSG - Braga
Valencia - Metalist
Manchester City - Aalborg
Twente - Fiorentina
Hamburg - Galatasaray



Gelelim Galatasaray'a... Her şeyi geçtim, benim için önemli olan, uzun zaman sonra önemli rakiplere karşı belli bir oyunun ortaya konuluşu, başka bir şey değil. Yoksa ligde kaybedilen puanlar, Sivasspor mağlubiyetleri bunlar hiç de önemli değil fakat Skibbe üzerinde sürekli bir baskı yaratıyor. Galatasaray gerekli maçlarda gerekli disiplini sağladığında başarı yakalayabiliyor, önemli olan bu. Puan kayıpları ve hiçbir varlık gösterilemeyen maçlar geride kalacak, kendi içinde çözülecektir zaten. Sakatlılar sezon başından bu yana izin vermedi fakat sahip olduğu kadroyla, Türkiye'de en Manchester United vari oynayabilecek takım Galatasaray. Artık Anadolu takımları güçlendi yalanını bir kenara atalım, Galatasaray, özellikle Ali Sami Yen'deki maçlarda Kewell-Lincoln-Arda olmadan da kazanabilir. Şayet kadro an itibariyle geniş olmasa da Pazar günü Kocaelispor maçında mesela Arda dinlendirilmezse bir hatadır. Evet, rakibi küçük görmek gerekir, eğer küçük görmek rotasyona gitmek anlamına geliyorsa, evet, bu yapılmalıdır. Maçların kazanılamamasının nedeni Avrupa'daki maçlardaki disiplini yansıtamamak, onun dışında kadro olarak zaten üstte Galatasaray ve üstte olmasından öte, uygun. Manchester vari derken kastım buydu, Premiership'i Türkiye'ye uyarlarsak kadro yapısı itibariyle Galatasaray'ı Manchester'a, Fenerbahçe'yi Liverpool'a benzetebiliriz. Bugün Fener de aynı şekilde rotasyona gidilebilir diyemem, şayet yedeklerden kurulu bir kadro maç kazanmak için yetersiz olur. Takımda zamanla idealler de bulunacaktır, umuyorum bu sırada Skibbe'nin şansı yaver gider ve takım yarıştan kopmaz. Mesela Nonda'nın yeri benim gözümde belli, Nonda tıpkı Nobre gibi ligde iş yapabilir futbolcu ama daha üst platformda, ancak oyunun 60.-70. dakikalarında, skorda geride olunan, karambol futbolu oynanan maçlarda alınabilir. Tardini Büfe'de Parma güzel açıklamış, Baros'un savunmayı çıkarmayıcı özelliğinden bahsetmiş. Baros'un alternatifi Ümit Karan olabilir, özellikle lig maçlarında çok daha fazla süre alabilir Ümit. Yaser'in ise şu anki rolü gayet yerinde, hadi ona da Welbeck'i yakıştırıyorum. Biraz üstte, "Artık Anadolu takımları güçlendi yalanını bir kenara atalım, Galatasaray, özellikle Ali Sami Yen'deki maçlarda Kewell-Lincoln-Arda olmadan da kazanabilir" dedim, şimdi oraya geliyorum. Kaç sıfır kazanıldığı önemli değil, görev adamlarıyla belli bir disiplinle oynandığında Antalyaspor karşısında puan kaybı yaşanmayacaktır. Benim için Galatasaray'ın Hacettepe'yi 1-0 yenebilmesi sorun olmaz, yeter ki Kayserispor'u iyi oyunla yenilebilsin. Bunun idrak edilebilmesi çok önemli olacak, şayet taraftar 1-0'lık Hacettepe maçı sonrası böyle hoca mı olur, bu nasıl futbol gibi şeyler söyleyecektir. Benim düşüncem büyük maçlarda alınacak galibiyetlere anlam katacak küçük maçlardaki galibiyetlerde oynanan oyunun çok da önemli olmadığı. Fakat işte bu iki kulvarı, büyük maçları ve küçük maçları dengede götürebilmek çok kolay değil. Bunu dünyada en iyi yapanlar Barcelona ve Manchester United. Ve işte Galatasaray takımı, eğer şansın da katkısıyla baskı biraz azalır ve uygun ortam sağlanırsa, hocası ve oyuncularıyla, gelişmeye çok çok açık. Galatasaray'ın şu an UEFA Kupasında geldiği nokta geçen sene geldiği noktayla aynı, fakat bu sefer daha farklı bir kimlikle sahada. Önemli olan nokta bu. Maç hakkında fazla söyleyeceğim bir şey yok, yazılması gerekenler gerektiği kadar yazılmış olsa gerek. Arda'nın savunma performansına büyük bir alkış göndermekle yetiniyorum.

Son paragraf Aston Villa'ya ait. Bugünkü malum maç, CSKA maçının karbon kopyası olabilir, aksinde puan farkı 5'e çıkacak. Çarşamba dinlendirilen Milner bugün sahada, Gardner sağ beke, Young sola dönecektir. Carew ilk 11'de, Heskey büyük olasılık oyun karşı yarı alana yıkıldığında, 70 civarında girecek. Zatyiah Knight saatli bomba, Gökhan Zan tipinde bir oyuncu. Eğer bir sakatlık çıkmazsa Villa kaybetmeyecektir, Chelsea'nın sorunları yeni teknik direktör motivasyonuyla çözülecek cinsten değil ve Aston Villa'nın kadrosu da an itibariyle yeterli. Kazanmalarını çok çok zor olarak görüyorum. Beraberlik en olası sonuç. Benim tahminim 2-0 Aston Villa.

2009/02/16

Everton 3 - 1 Aston Villa


Maçın gidişatını Aston Villa yedekleriyle Everton yedeklerinin farkı belirledi demek sanırım çok da yanlış olmaz. Bilindik eksiklerin dışında, Everton'da Fellaini (aslında o da bilindik eksik sayılabilir) yerine Rodwell ve Jo yerine Anichebe; Villa'da da Barry yerine Sidwell başladı. Everton orta sahası yine harika işledi. Maç seyir zevki açısından üst düzeydeydi, ancak oyun beklenildiği kadar çift taraflı olmadı. Skor 2-1'ken, Everton'ın iyice yaslandığında yine Cahill, yine maçı bitiren golü attı. Sidwell sezon başından beri çok zayıf gözüküyor, bugün de iyi değildi. Reo-coker'ın bir an önce dönmesi gerek. Petrov'un 90 dakika kalabilmiş olması mucize. İlk golde Rodwell'e şükretsin, elle çıkardığı pozisyonun devamında gol oldu. Ve sonra direk kırmızı görebileceği ve ikinci sarıdan atılabileceği pozisyonlar vardı. Ama her şey bir yana, Barry cezalıyken daha başka, daha ekstra oynadı.

Villa için temel sorun defans-orta saha-forvet kopukluğuydu. Everton orta sahası zaten hareketli, zor hedef; bunun üzerine Sidwell-Petrov orta alanı ve Carew'le başlanınca, rakip oyunu istediği gibi yönlendirdi. Maçın ilk yarısı 1-1 bitse, ikinci yarıda Carew değişikliği biraz daha denge getirebilirdi; ama hocanın eli mahkum, skor 2-1 ve Barry, Reo-coker yokken kimi alacaksın? Kadro en sonunda O'Neill'a rotasyon fırsatı tanıyacak seviyeye geldi demiştim daha önce, bu doğru, ama bir başka sorun, rotasyonun arkası çok zayıf. İkincil adamların eksikliğinde, üçüncü adamlar oyuna girecek nitelikte değiller. (bkz: Guzan, Harewood, Delfouneso, Salifou, Shorey, Albrighton, Lowry.) Mesela Osbourne, hemen her maç ilk 18'te, ama bırakın kaç maç, kaç dakika oynadı bilmiyorum. İkincil adamlarla birinciller arası fazla boşluk yok, ama üçüncüller de bu iki gruptan çok uzakta. Dolayısıyla bir rotasyondan bahsedilebilir ama kadro derinliği var demek doğru olmayacaktır.

Everton, her şeye rağmen yine büyük keyif verdi. 2-3 haftadır iyice yerleşti; biraz daha şanslı olsalar bugün Aston Villa'nın bulunduğu yerde olabilirdi bu takım. UEFA'da Liege, kupada Liverpool ve hiç bitmeyen sakatlıklar... Moyes'a çok büyük alkış. An itibariyle kupa için Chelsea'den daha büyük favori konumundalar. Nispeten tutuk geçen Liverpool maçlarından sonra, Arteta'dan ve ayrıca gençlerden Rodwell'den de harika bir maç geldi. Bir alkış da onlara.

***

Bu yazıyla ne alaka kim bilir, bunlar da kupa 2 için tahminlerim.

PSG - Wolfsburg
København - Man. City

NEC - Hamburg

Sampdoria - Metalist
Braga - Standard
Aston Villa - CSKA Moskova (gönüller tabii ki Villa'dan yana)
Lech - Udinese
Olympiacos - St Etienne
Fiorentina - Ajax
AaB - Deportivo
Bremen - Milan
Bordeaux - Galatasaray (aynı şey bu eşleşme için de geçerli)
Dynamo Kyiv - Valencia
Zenit - Stuttgart
Marseille - Twente
Shakhtar - Tottenham

2009/02/13

Aston Villa Update


Gelecek sezon için takımı bir başka boyuta taşıyacak transfer isteğinde bulunmuştum önceki yazımda. Hücumda daha fazla rol alacak, pas dağıtımlarını yapacak, sisteme de uygun birisi ve Defour'un çok şık olacağını belirtmiştim. Barry'nin Wigan maçı ikinci yarısı ve Blackburn deplasmanında ortaya koyduğu performans, Milner'ın yerini garanti edişiyle beraber bu hamleyi lüks ve gereksiz kılıyor. Benim Defour isteğim 4-3-3 düzeninde, oyunun hücum yönünün Young'a ve Agbonlahor'u çok yüklenmesi ve bunun yarattığı/yaratacağı sorunlardan kaynaklanıyordu. Şayet ön üçlünün gerisindeki üçlü, oyunun iki tarafını oynayan oyuncular olsalar da hücum aksiyonlarında direk görev almıyorlardı ve dolayısıyla hücumlar kısmen kısır kalıyordu. Milner'ın katılışıyla herkes yerini buldu demek sanırım doğru olur. 4-4-2 düzeni, Young'ı tekrar kanat oyuncusunu dönüştürürken, 4-3-3 düzeninde ortada oynayan oyuncuya kısmen daha rahat bir oyun sağladı ve Agbonlahor'u olması gerektiği yere koydu; hücumda roller daha iyi pay edildi. James Milner, Martin O'Neill'ın bir başka transfer başarısı. Oyuna bireysel olarak kattıklarının yanında, sağladığı bu sistem çok daha önemli. Orta sahada da bahsettiğim üzere harika bir ikili kurulmuş durumda, Petrov emniyet sibobluğu işini gayet iyi kotarırken Barry de daha yaratıcı bir role giriyor. Bu ikiliden emniyet sibobu olanın 2 sene önce takıma AMC olarak transfer olması, diğerinin de sol bek-sol orta saha-midfield general dönüşümüne ne nedir, bilemiyorum.

8 günde yapılacak 3 maçtan bahsetmiştim, Everton maçını hesaba katmamışım, 14 günde 4 maç olacak. Everton-CSKA-Chelsea-CSKA. Bu maratonda elbette rotasyon kullanılacaktı, Heskey'nin sakat sakat kadroda yer alması O'Neill-Capello ilişkilerini gerdi. Bu olumsuz bir veri elbet, ama ondan öte Chelsea'deki görev değişikliği bu maçın da önemini oldukça arttırdı. Özellikle bu maç, bu zamanda, Chelsea'nin dağınık haliyle kısmen kolay geçebilirdi. Olmadı. Öneminin daha da artması ve ligin UEFA kupasından biraz daha öne çıkmasıyla, Chelsea maçına diri çıkmak önemli. Yarınki maçta bazı oyuncuların dinlenmesi olasılıklar dahilinde. Friedel-Young-Davies-Knight-Gardner-A Young-Barry-Petrov-Milner-Carew-Gabby, benim tahminim. Kupa oyuncusu Delfouneso da ilk 11 başlayabilir, onun dışında, sürpriz beklentim yok.

2009/02/07

2 yılda neler değişti?


2006 ağustosunda Martin O'Neill Aston Villa'nın başına geçtiğinde takım sezonu 16. sırada bitirmiş, günümüz Newcastle'ından farksız bir haldeydi. Geçen hafta içi Portsmouth maçının 18 kişilik kadrosundan 13 oyuncu Ocak 2007'den beri bu takımda, 4'ü de altyapıdan çıkma. O'Neill, bayrak adam Barry dışında o takımdan kimseyi kadroda tutmadı. Takımın el değiştirmesiyle ders niteliğinde pek çok önemli hamle yapıldı ve şu an şubat 2009'ta, Aston Villa Big Four için en büyük tehdit.

Takımın şahlanmasında teknik adamın, ilk 4 adayı olmasında başkanın payı büyük demek yanlış olmaz. Martin O'Neill'ın, her ne şartta olursa olsun, vasatın altında bir takım çıkarmayacağına güvenim sonsuz. Fakat Amerikalı sahip Randy Lerner'ın duruşu ve sağladığı imkanlar olmasa, buralara kadar gelinebilirdi demek çok güç. Lerner, diğer takım sahibi vatandaşlarınn aksine, taraftarlarca çok sevilen bir isim.

Bu ayın sonunda çok önemli bir dönemece giriliyor, 9 gün içinde çok kritik 3 maç oynanacak, biri CSKA diğeri Chelsea olmak üzere içeride iki maç ve sonra Moskova deplasmanı. Takımın lig sonu durumunu ve bir ölçüde yaz döneminde yapılacak transferleri belirleyecek çok kritik 2 ay. Öncelikle şunu belirtmek gerekiyor, David Moyes ve Martin O'Neill, ikisi de çok saygı duyduğum iki kenar adamı, fakat eldeki imkanlara bakıldığında Aston Villa daha önce dördüncü basamağı zorlayan Everton'dan farklı bir takım görüntüsünde. Şayet Arsenal'in kriz ve Chelsea'nin sallantılı hali de göz önünde.

Mevcut kadronun en önemli sıkıntısı, karşı takıma baskı kuramamak benim için. Takımdan her maçı eze eze almasını, sürekli rakibi karşı yarı alanda boğmasını bekleyemezsin elbette. Fakat adın rakipler için fazla büyük geldiğinde, Liverpool için yaşanan sorunların benzeri yaşanabilir. Bu yüzden de eğer bu sene ilk 4'te bitirilirse, gelecek sene, takımların Villa'ya bakışını, Villa'nın buna cevabını görmek değişik olacak. Aston Villa, bu sezon Premiership'in en verimli hücum eden takımı (Atılan gol/Girilen gol pozisyonu). Bu durumun oluşmasında şanstan bahsetmek çok da doğru olmaz: "Villa çok ballı, 2 şut atıyor 1'i gol oluyor" deyince, evet bu yanlış olur. Takımın oyunu bunun üzerine, kontra ataklara; Young-Gabby ikilisinin hızına, bunların getirdiği toplar üzerine kurulu. Bugün kazanılan puanların yarısı, bu ileri uç elemanlarının başarısı, süper formda olmaları, 2 girip 1 atmalarıyla kazanıldı. Fakat bunlar dışında, bazı maçlar oldu ki, mesela Hull City maçı, bunlara gerçekten bir şey denemez. Şans Villa'nın yanındaydı.

Bu mevcut sistemin işleyişi, takımın hala underdog olmasıyla önem kazanıyor. Belki bu tezi açıklamada çok doğru bir istatistik olmayacak ve tabi bunu tek bu istatistiğe bağlayamayız ama, underdog olma durumunu, takımın deplasmanlarda daha başarılı olmasında önemli bir faktör olarak görüyorum. Aston Villa, karşı takımın daha baskın olduğu maçlarda daha fazla puan topluyor. Takım kısa zaman içinde önemli aşama kaydetti ve şimdi, bir sonraki aşama olarak, rakip yarı alanda verimli çoğalabilmeyi, rakiplere baskın oynamayı görüyorum. Takımın bir başka boyuta geçmesi için daha fazla şeyi iyi şekilde yapması gerekiyor.

Buraya kadar olan bölümden, takıma acil transfer gerektiği yorumu çıkmasın, O'Neill'ın transfer politikasını büyük ölçüde sezon sonu oluşan tablo belirleyecek. Yazının başında planlı hamlelerden bahsettik, yaz döneminde gereklilikeler yerine getirilirken asıl can alıcı hamleler ocak ayında geliyor. Carew, Young ve son olarak Heskey, takıma devre arasında katılan oyuncular. Sezon öncesi eksik görülen bölgelere takviyeler yapılıyor, yeni yılın gelişiyle de bir cilalama yapılıyor başka söyleyişle. Şampiyonlar ligine kalındığı takdirde, takıma kademe attıracak ve alternatifler sunacak bir transfer, mesela Defour hakikaten çok çok istediğim bir transfer.

Sakatlıkları bir kenara bırakırsak, Friedel, Bouma-Davies-Laursen-Young L, Young A-Barry-Petrov-Milner, Gabby-Carew gibi bir 11 çıkıyor ki, özellikle Gabby'nin partnerinin belirlemek çok zor. Çok dengeli, uyumlu ve sorunları kendi içerisinde çözebilen bir kadro yapılanmasına sahip Aston Villa. Oyuncuların birden fazla pozisyonda oynayabilmesi, sakatlar arttığında oluşan kadro darlığını minimuma indiriyor. Takıma sağ bek olarak alınan Luke Young, Bouma'nın sakatlığı, Shorey'nin formsuzluğu derken sezonun yarısını solda geçirdi. Bu arada Cuellar sakatken, Reo-Coker sağa geçti. Takımın bek kullanmama tercihi bu tür değişimleri daha da kolaylaştırıyor. Şayet geçen sene o bölgenin adamı Mellberg'di hatırlarsınız. Carew sakatken ve Heskey yokken, Gabby sağ açıktan top tutucu tek forvete dönüştü. Heskey'nin servis yapıcı rolüyle Young-Gabby takviyeli 4-3-3 veya şu an en mantıklısı olarak gözüken kanatlarda Milner ve Young'ın olduğu 4-4-2 gibi iki farklı dizilim imkanı var. Kadro, en sonunda O'Neill'a rotasyon fırsatı tanıyacak seviyeye geldi.

Son söz de Delfouneso'ya. Oyun tarzı, adının acayipliği, altyapı ürünü oluşu; Agbonlahor'la çok fazla benzerliği var. 2-3 sene içinde rotasyon içinde iyice rol almaya başlayınca, Gabby'nin de alternatifi yaratılmış olacak, gerçekten harika. Sturridge de sezon sonu bedavaya alınabiliyor ama aynı tipten 3 oyuncu fazla olur elbet, sonra Tottenham'a dönmeyelim.