2010/08/10

Martin O'Neill'ı nasıl bilirsiniz?

Dün akşamüstü Martin O'Neill istifasını verdi, ve her zaman olduğu gibi 'kendi isteğiyle' ayrıldı. Öncesinde Premier Lig'de herhangi bir takım tutmayan ben, ve yaşım itibariyle sadece öylesine bir ilgi duyuyorken MON sayesinde Aston Villalı olmuştum. Neticede denizaşırı ülkeden birinin Aston Villa taraftarı olması için fazla neden yok, David Cameron'ın veya prensin Aston Villalı olması çok bir şey ifade etmiyor, bu takım bir Liverpool, Manchester United, Chelsea, Arsenal değil. Ben takım tutmazdım, Bergkamp'ı çok severdim, saçlarım da sarıydı ufakken, top oynadığımda hep Bergkamp'ı alırdım, özenirdim vesaire. Paul Mcgrath'ler görmem mümkün olmadı, hatırladıklarım Lee Hendrie, Djemba-Djemba, Juan Pablo Angel, Vassell gibi topçulardı. Lerner-O'Neill öncesi hedefteki isim 'Deadly Doug' Ellis'ti. Takımın en başarılı dönemlerinde yine başkan olan Doug Ellisle olan ilişkiler milenyumda kangrene döndü ve O'Leary-Ellis ikilisi taraftarın hedefi oldu. Ellis yeterince para harcamıyordu, büyük transfer yoktu, ve başka klasik söylemler... Asıl durum Ellis'in yaşlanması ve takımdan elini ayağını çekmesiydi, prostat kanseriydi, zamanı dolmuştu. 2006'da Randy Lerner'ın takımı satın almasından kısa süre sonra Martin O'Neill dönemi başlamış oldu. Bizi ilgilendiren bundan sonrası.

Her teknik direktörün artıları ve eksileri vardır. Hemen şuraya sıkıştırıyım, Viktor Maslov'un tarzı benim için bambaşkadır, en sevdiğimdir. Bazısı çok sevilir, bazısı maalesef iyi hoca denir, bunun gibi şeyler; O'Neill takımdan ayrılırken arkasından söylenen ikisi de olmadı, kötü hoca da denmedi, hak yerini bulsun diye değil ama gerçekten yaşattıkların için teşekkürler denildi daha çok. Bunu bir kısım daha bir hışımla, işte en sonunda oldu havasıyla söylerken bir kısım daha fazla kalabileceği görüşünde. Villa taraftarının gözünde bir O'Leary olmasa da belli bir sürecin sonunda sevilmeyen bir figür haline gelmişti ve bu duruma getiren süreçten önce bunun nedenleri elbette transfer politikası, oyunun sıkıcılığı ve takımı daha fazla ileri götürebileceğine inanılmaması. Takımın başında uzun süre kalmasını istediğiniz bir teknik direktörde mutlak varolmasını istediğiniz özelliklerin hiçbiri yok, ve bu da açıklıyor bir şeyleri. O'Neill, Britanyalı hocalardan çok farklı değildi, kafası pragmatik işliyordu, teknik direktörün görevi maç kazandırmaktır diyen hocalardan biriydi. Böyle adamlar gittikleri takımlarda başarılı olurlar ama bu yetmiyor. Gittiği her takımda başarılı olan özel hocalara bakarsak, Hiddink veya Mourinho örneklerinde, taktiksel esnekliği de görüyoruz, imkanlara göre nasıl kazanılması gerektiğini belirliyorlar ama bununla beraber gerekli imkanlar verildiğinde kazanma yollarını bir üst noktaya taşıyabiliyorlar da. Avustralya ve Rusya, Chelsea'de kısa sürede başarılanlar. İş hep taktiklerde bitiyor, eldeki oyunculardan en iyi kazanan takımı yaratabilmek ve kazanan derken burada biraz da hala geride kalmış Adalı zihinyeti de karşımıza çıkıyor, bir tarafta kendi eksiklerini olabildiğince saklayıp rakibin eksiklerinden yararlanmayı öngören, trend futbolu da göz önüne alan bir anlayış, diğer tarafta genelde tekdüzelikten ayrılmayan ve bir şekilde kazanmayı hedefleyen. Mourinho uç bir örnek, gerek Chelsea'de yeni baştan bir takım kurabilmesi, gerek daha düşük imkanlarla Porto'da, ve gerek Inter'de 4-2-1-3'ü, çok farklı bir adam, ama Moyes'a bakalım örneğin. Taraftarın beklediği de tam olarak bu. Faydacı oyunun yanına ileri düzey bir taktiksel zihin ve daha iyi finansal kontrol eklemek. O'Neill'ın uzun top oyunu değişmedikçe taraftar daha da alevlendi, artık takımın kazanması yetmemeye başladı, burada takımın iyiliği için bireyselliği bir kenara bırakmak yoktu, kadro gelişmesine rağmen bu oyundan vazgeçmeme geçerliydi. Zaman geçiyordu, ama değişen, hocanın yine kendi bildikleri üzerindendi. Sonunda oyuncular da ona olan güvenlerini kaybetti. Aşağıdaki satır bugün Mirror'dan:
"Aston Villa players texted each other images of champagne bottles to celebrate manager Martin O'Neill's exit."
Villa 2006-07'yi bir önceki sezondan 8 puan yukarıda tamamladı ve 11. sırada. Ben o zaman hala bu takıma ilgi duymuyorum. Martin O'Neill'ın ilk yılı ve transfer sezonları arasında da kuşkusuz birinci. İlk iki yıl harap kadroyu temizlemek ve yerine kendi adamlarını koymakla geçti. Bakıldığında O'Neill'ın her zamanki transfer politikasından farksız; bir target man, eski takımından oyuncular, ve yüksek meblağa İngiliz oyuncu. Petrov ilk sezonunda fazla başarılı olamadı, efsane performanslar göstereceği maçlara 2 sene vardı. Premier Lige vardığında ofansif orta saha oyuncusundan, geride oyun kuran, sert, çok iyi top kapan bir oyuncuya evrildi. İlk sezonun kayıp geçmesi bu dönüşümle ve uyum süreciyle ilgilidir. İlerleyen dönemde sadece defansif performansıyla değil, liderliğiyle, ve benim en çok beğendiğim, takım için önemli bir hücum silahı olmasıyla kendini kabul ettirdi. Aston Villa, MON'un ilk sezonunda uzun top oynayan bir takım değildi, eğer hala duruyorsa Guardian'ın chalkboardlarından da buna ulaşılabilir, Young'ın gelişimi, Agbonlahor takıma kesin olarak girişi gibi durumlar takımı böyle bir yola soktu. Sonra da bu yoldan çıkılamadı. Petrov'a dönersek, çok zamanında kaptığı toplarla rakibi geride az adamla yakalıyordu takım ve topu kazandıktan sonra da topu çok güzel kanatlara açıyordu. Asist sayısı hiçbir sezon 5i geçmemiştir, ve 5 sene öncesine kadar ofansif bir ortasahayken 4 yılda Birmingham'da attığı goller yılın golü seçilen müthiş uzaktan golü ve geçen sene kupadaki son dakika golüdür sadece. Ataklara katılmaktan men edilmesinden kaynaklanıyor bu. Golleri bu kadar, ama oyuna katkısı çok büyüktü. Yine de ayakları yavaşlıyor, ve Villa'da savunmayla forvet arası boşluk artıp orta sahaların doldurması gereken alan çoğaldıkça onun verimi de azalıyor. O yılın devre arasında Baros-Carew takası yapıldı ve Watford'dan Young alındı. Ama asıl bomba gelecek sene, ve benim takımı tutmaya başlamam bu seneye denk geliyor.

Villa deli gibi gol atıyordu 2007-08'de, 71 golle sıralamada üçüncü. Ligi de altıncılıkla bitirdiler ve Avrupa kupalarının da yolu açıldı bu sene. Laursen'le Young'ın sezonuydu. Sonraki dönemde Laursen'in takımdaki etkisi daha da yükseldi, kaptandı, Young'sa kendini Premier Lig'in en iyi sol açıklarından biri olarak kabul ettirdi. Hızlı ataklarla, kornerlerle, harika ortalarla sürekli gol atıyordu Villa, çok yiyordu da ama müthiş bir eğlence vardı maçlarda. Bu oyun sürse ileriki dönemde olacaklara, ve uzun top oyununa rağmen taraftarların bu kadar tepkili olacaklarını tahmin etmiyorum. Zira Martin O'Neill'ın son sezonunda Villa ilk 10un en az gol atan takımlarından biriydi, çok maçı da 0-0 bitti ve pek çok başkası da son dakikada atılan gollerle. Takımın yaratıcılığını kaybedip tekdüze oyundan çıkamaması olduğu kadar daha büyük profilli bir takım haline gelmesiyle kontra ataklarının azalması da bunda etkili oldu. Villa'nın altıncılık serisine başladığı yıldan itibaren kontraataktan daha etkili, onun kadar kolay gol yolu olmadı ama buna yönelik bir önlem de alınmadı. Takımın kendi sahasında kazanamamaya başlaması ve müthiş bir deplasman takımı olması sürpriz değil. Bu özelliklerin kaybedilmesiyle madem atamıyoruz, o zaman yemeyelim de gibi bir havaya bürünüldü ve Richard Dunne'ın önderliğinde ligin en az gol yiyen takımlarından birine dönüşüldü. Takım Alan Hansen'ın meşhur 'two banks of four'uyla geriye yaslanıp savunma yapmaya başladı ve alan daraldığında rakibe geçit verilmedi. Collins-Dunne bargain stoperler oldular ve Warnock'la beraber ligin en çok blok yapan oyuncularıydılar.

Takımın taktiksel gelişimine bakalım. 2006-2007, ilk sezon temizlik çalışmalarıyla geçti söylediğimiz üzere, sahadaki oyun da bunun yansımasıydı. Klasik 442, ve henüz fazla uzun top yok, Agbonlahor takıma adapte edilmiye çalışılıyor. Gabby uzun süre sağda denendi, bu ve bunun gibi şeyler oyununa çok şeyler eklese de forvet oyununu ciddi anlamda törpüledi. Akademideyken gayet golcü bir oyuncuyken sezonbaşı 3000 dakika oynuyor ama henüz ligde 15 gole ulaşamadı. Villa zaten yüksek profilli bir golcünün sıkıntısını çekiyor, taraftarın inanılmaz sevdiği Angel böyle bir adamdı, 15 golün üstüne çıkmış bir oyuncu ve Güney Amerika çıkışlı olmasıyla eğlenceli oyunu, onu çok sevdirdi. Taraftar böyle oyunculara aç. Rooney'nin Tevezle beraber 4-6-0laştırdığı dönemde bu kadar keskin bir oyuncu olmamasını hatırlamak gerek. Agbonlahor inanılmaz kötü bir son vuruşçu, ki tekniğini de hiçbir zaman beğenmemişimdir. Müthiş fiziğine, biraz teknik ve gol vuruşu ekleyebilirse Bent'in bir gömlek üstü oyuncu olacak. Bu bakımdan da Carew taraftarın çok sevdiği bir oyuncudur, her girdiği maçta gol atmasıyla. 10 golü bulduğunuz zaman seviliyorsunuz. Sonraki sezon, 2007-08de, Petrov'un yavaş yavaş etkisini göstermesi ve alındığında gelecek vaat eden Reo-Coker'ın takıma katılışıyla Villa orta sahayı üçledi, Young'ı daha ileriye attı, Gabby sağ kanatta kullanılmaya devam etti. MON, bazı oyuncuları kolay harcayabiliyor, Gary Cahill bunlardan biri oldu. Şimdi bakıldığında o sezon adına tek olumsuzluk Cahill'in kolayca gönderilmesi gibi geliyor. Ridgewell de o sene ayrılarak, takımda şans verilmeyen oyuncuların ezeli rakiplere gitmesi furyasını başlattı, Birmingham City'i seçti. Böyle giden oyuncular çok. Bir ara çok iyi top oynayan Steven Davis de O'Neill tarafından düşünülmemişti, sonralarında Gardner, 8.5 milyon verip aldığı Reo-Coker, gerçekten harcadığı oyuncu da çoktur. Ya da Sidwell, ya da Harewood, ya da Shorey... Çoğunluk fazla oynatılmadığından ya da direk üzerleri çizildiğinden gönderildi, O'Neill'ın eldeki en iyi oyuncularla devam etme hastalığından -ve bu yüzden hazır olmadıkları düşüncesiyle gençlere hiç şans vermeme durumu da var, bir tarafta Sir Alex Macheda'ya tanıdığı şansla maç kazanıyorken- gerçekleşti hep bunlar. 2005-06'nın en iyi oyuncusuydu Davis, NRC ve Gardner sağ bekte tercih edildiler. Bu sağ bek konusu 4 sene boyunca hep bir kriz teşkil etmiştir. 70 gollük sezonda o bölgede çoğunlukla Mellberg oynadı, ertesi sene NRC ve Gardner, sonraysa Cuellar krizi. Bir değil iki tane sağ bekin olduğu takımda, Luke Young ve Beye, o bölgenin adamı Cuellar oldu. Elinden gelenin en iyisini yaptı King Carlos, son sezonunda özellikle taraftarın sevdiği bir adama dönüştü, ama stoperden dönme ve neticede hız sorunu yaşıyor ve ataklarda edilgenlik. Sağ bek, yine O'Neill'ın İrlanda inadının tuttuğu yerlerden biriydi. İlk transfer edildiği dönemlerde Milner da oynadı, hatta Heskey bile savunma görevleriyle kullanıldı. E yani, artık eh.. Milner'ın gelişi takıma biraz daha boyut kazandırdı, ama fazla değil. En azından ilk sezonunda böyleydi, ve takımın dördüncü sıra yarışını sürdürdüğü dönemde sakatlıklar Agbonlahor'u forvet oynamaya zorladığında Young ve Milner kanatları alırken Gabby tek başına oynadı. 4-4-2, 4-3-3, sonra da 4-5-1, özellikle geçen sezon bazı maçlarda, örneğin Second City Derby'de 4-5-1 oynandığını gördük. Buraya kadar Gareth Barry'nin adı bir kere geçmedi, sanılmasın ki tepkili bir taraftarım. Barry, takımın bilhassa yaratıcı gücüydü, üçlü orta sahayla da ona bu imkanlar daha fazla tanınmıştı. O da bambaşka bir oyuncuydu, ama çok fazla yazacak bir şeyim yok hakkında.

Sonunda krizler, bugüne nasıl gelindi? İlk sezonun ardından İngiltere milli takımı için istendi, geri çevirdi. Bu bazı kalpler kazanmış olabilir, ama fazla değil, ve yine de not düşmek gerek. İkinci sezonunda kimseden eleştiri aldığını düşünmüyorum. Üçüncü sezona kadar umut veren bir takımdı Aston Villa, sorunlar Moskova faciasıyla iyice günyüzüne çıkarken bundan öncesi de var. Takımın iyi gidişinde, üçüncü sıraya yükseldiği dönemde dahi kötü futboldan şikayet vardı, ve hocadan. Taraftarın her zaman istediği senede 20 gollü bir forvet ve yaratıcı bir orta saha oldu, teknik direktör gitsinden çok, hadi ama bu transferleri yapalım her şey iyi gidiyor, daha da iyi olacak havası hakimdi. O'Neill Avrupa kupasında genelde gençlere şans veriyordu, rotasyonu bu şekilde kullanıyordu, ama artık iş ciddiye binip CSKA Moskva gibi rakipler geldiğinde bunu devam ettireceğini bekleyen pek kimse yoktu. Ki Birmingham'daki ilk maç da kaçan pozisyonlara rağmen gayet eğlenceli maçtı ve ikinci ayak için ümit vericiydi. Ama olmadı, O'Neill Rusya'daki ikinci maça bugünün gelecek vaadedenleri Albrighton gibilerle, tamamen yedek bir kadroyla çıktı, ve elendi. Takım o zaman ligde üçüncü sıradaydı ve şampiyonlar ligi kovalıyordu, taraftarlar tam anlamıyla çıldırdı. Hoca bir yemek düzenledi, biraz ortalığı sakinleştirdi, en azından bir kısım sakinleşti, ama Moskova dönüşü içeride alınan Stoke beraberliği yeniden tepki çekti. O maçları çok iyi hatırlıyorum, öndeyken son dakikada verilen beraberlik ve devamında devam eden Villa'nın klasik bahar sendromu. Takım bahar geldi mi kazanamıyordu, sebep belliydi. Dinlenmeyen kadro, oyuncuların fizik olarak, bunun sonucu olarak zihin olarak da düşmesi. İşte bu konuda kesin olarak tek suçlu hocadır. Stoke maçında da takım bariz orta sahada ölmüşken, ilk golü de yedikten sonra hala bir ekstra oyuncu almaması ve sonunda Whelan'ın golü atması... Ben o maçta inanılmaz kızdım ve benim için de O'Neill adına iyi düşüncelerin uzaklaştığı maçlardan biridir. Sonrasında sezon sonu zor geldi, oyuncular yuhalanmaya başladı, Agbonlahor yuhalandı, MON korudu onu ama sahada alınan sonuçlar değişmedi ve güçbela bir şekilde sona erdi sezon. Efsane figür Laursen'in de sakatlık nedeniyle futbolu bırakmasıyla... Devre arası O'Neill transferi olarak gelen Heskey de berbattı, yarardan çok hocanın üstündeki baskıyı arttırdı. İlk maçında Portsmouth'a gol attıktan sonra pek iyi sözlerle karşılandığını hatırlamıyorum, EMule mesela.Uzun süre 4. sıra kovalamacısının ardından bir kez daha 6.lık. Sezon başı bakıldığında 6.lık başarısızlık kabul edilemezdi, ama şu yaşanılanlardan sonra... O'Neill artık fazla güvenilen bir figür değildi, birinci ağızdan da başarılı olamayacağımı düşünürsem bırakırım açıklaması geldi. Krizlerin ilki, taraftar-hoca krizinin ardından gayet iyi giden yönetim-hoca ilişkileri de yara almaya başladı. Lerner Amerikalı bir patron ve Amerikalıların bu oyunda fazla sevilmediğini biliyoruz. Ama yaptığı yatırımlarla Lerner kendini sevdiren bir başkan oldu, Yankee, tü kaka başkan olarak görülmedi, hele ki Ellis'ten sonra... Takımın piyasası olan iki oyuncusu vardı, Young ve Barry, Barry iyi dönemlerinde olan Liverpool'ca isteniyordu, belki Xabi Alonso'nun yerine, belki başka görevlerle. Bu transfer uzun süre konuşulmuştu ama sonunda Barry takımda kalmıştı, senelerdir takıma hizmet etmiş bir oyuncu olarak Barry'nin Liverpool'a gitmesine, şampiyonlar ligi futbolu düşünüldüğünde, soğuk bakılmıyordu. Ama 2009 yazında, kontratının bitimine bir sene kala Barry'nin tercihi Arap sermayesi, Manchester City oldu. İstenmeyen adam oldu, Judas ilan edildi. Yönetim-O'Neill sürtüşmesi de burada başlar. Şunu söylemek gerek ki MON'un takımdan ayrılma nedeni yönetimden istediğini alamaması, Norwich'teyken Windass'i alamayınca da yine böyle resti çekmiş bir adam. O açıdan, aralarının bozulduğu dönemlerden de bahsetmek gerekiyor. Sezon başlarken Barry'nin yerine bir oyuncu transfer edilmedi, takımın en iyi oyuncusu konumundaki Young bir sol kanat oyuncusuydu, ve 12 milyon gibi çok yüksek bir paraya, yine bir sol kanat oyuncusu olan Downing transfer edildi. Dahası Downing sakattı, ironik, bir önceki sezon Petrov tarafından sakatlanmıştı ve Aralık dönemine kadar oynaması güçtü. Eğer Young gidecekse neden böyle bir seçim? Gitmeyecekse daha da anlamsızdı. Ya da belki Young bir sonraki sene gidecekti, tamamen kafa karıştırıcı ve yine beğenilmeyen bir transfer. Sözü açılmışken, Young'ın kontratı seneye doluyor ve peşindeki takım Tottenham, Villa Barry durumunda yaşadıklarını bir kere daha yaşayabilir ve hatta istifa nedenleri arasında bunun da olduğu söyleniyor. Ama üzerinden 24 sonra geçtikten sonra anladığımız şu ki, ayrılmaya götüren son anlaşmazlık, Milner transferinden kazanılacak 25 milyon gibi bir miktarın sadece 10'unun kullanılmasına izin verilmesi. Aston Villa, o yazı, yani geçen yazı gayet etkileyici bir performansla tamamladı. Peace Cup şampiyonluğuyla. Ve Barry'siz, orta sahada Sidwell-Reo Coker oynuyordu, Petrov da hazırlık döneminin başında sakatlanmıştı. Transferin son dakikasına kadar beklemeyi seven O'Neill, son günde Dunne, Collins ve Warnock'ı aldı, savunma 4lüsünü yeniledi, bunlar gerçekten başarılı transferler oldu. Ama Barry yerine bir oyuncu almamıştı ve sezon ortasına kadar o bölgeyi Petrov, Sidwell/Reo-coker doldurdu. Sezona berbat başlandı, umut vaat eden yaratıcı hoca Martinez'in takımına kaybettiler, Avrupa Liginde Rapid Wien'e elenildi, sezona heyecan katan Downing'in dönüşüyle Milner'ın Barry'nin bölgesine geçişi ve ligin en iyi ikinci yarı performanslarından birini sergilemesi oldu, ve kupada final. Tartışmalı penaltıya rağmen maçın hakimi sezonun takımı Ancelotti'nin Chelsea'siydi ve upa finalinin kaybedilmesi, O'Neill'ın Villa döneminin kupasız kapandığı anlamına geldi. Barry'den sonra City'nin bu yazki hedefi Milner'dı, yine ortalığı karıştırdılar ve son olarak bu süreç sonu hazırladı. City 24 milyon dedi, O'Neill 30'da diretti. Satılacak, satılmayacak derken gelen haberler iyi değildi. Kulüp cephesi Milner'ın mayıstan beri ayrılmak istediğini söylerken, ve bu yüzden oyuncuyu gözden çıkardıklarını iddaa ederken Milner buna kesinlikle karşı çıkıyordu. Barry-O'Neill gerginliğinden sonra Milner-O'Neill gerginliğini gördük. Miler konusunda gerçeği söyleyenin kim olduğu bilinmiyor, ama ben Milner'ın yanındayım. Kulübün bu paraya oyuncuyu satmaya çalıştığını düşünüyorum, nakit elde etmek amacıyla. Aston Villa'nın oyuncularına verdiği maaş Tottenham'ın ve Everton'ın üstüne çıktı. Dar bir kadrosu olduğu söylenen bir takımdan bahsediyoruz, bir şeylerin yanlış gittiği kesin. Bu amaçla hoca tarafından anlamsızca silinen, ve futbolları geriye giden NRC, Sidwell, Beye, Shorey, Harewood gibi oyuncular gönderilmeye çalışıldılar, takım almak için satacaksın politikasını benimseyeceklerini açıkladı. Milner mevzusunda anlaşmazlığın oyuncunun satılması konusunda değil de gelecek paranın ne kadarının kullanılacağı konusunda olduğunu görünce neden Milner'ın yanında olduğum konusunda hak vereceksiniz. Zaten adamımdır Milner. Bundan 2-3 gün önce çıkan haberler artık anlaşmanın çok çok yakın olduğu ve beklenildiği üzere anlaşmanın 20 milyon+ Ireland üzerinden döneceğiydi, gayet güzel bir teklif ve taraftar olarak beklentim bu transfer sonrası bir hareket yapmayacağımızdı. Çünkü hep söylerim, geçen seneden sonra bu takım her pozisyona iki oyuncu gerekliliğini ve kadro dengesini sağlamıştır, artık saçmalamaktansa bu oyuncuları kullanma zamanı gelmiştir ve parayı çarcur etmek yerine bir oyuncu satımı, üzerine para konulup belli bölgelerde kalite artırımına gidilebilir ancak. Belli bir yola girildi, yeni bir yol yerine bu yol üzerinden çalışmaları yapmak gerekiyor. Aston Villa bu hazırlık döneminde gösterdikleriyle esnekliği sağlamak adına 4-4-1-1 oynadı, Young'ı forvet arkası olarak, zaman zaman geçen sene de gördüğümüz bir düzendi hazırlık maçlarında, ve Albrighton'ın yine harika performansı Aston Villa'yı 4-4-1-1, 4-4-2 arasında geçişler yapan bir takım haline sokacaktı, işte bana gayet umut veren durum bu. Yine de Aston Villa bir proje takımı, sahadaki oyundan ümitli olunmasa da İngiltere'nin gençlerde en iyi forveti Delfouneso geliyor, Albrighton geliyor, bunlara yer açmak gerek. McGeady, Hleb gibi isimler yazıldığında takımın daha çok 4-4-1-1 oynamak istediği kesinleşmişti, ama ben kendi adımı Milner'ın yerine bir oyuncu bulmakla yeterli olacağını düşünüyordum, Albrighton-Delfouneso-Delph'e yer açmak ve maliyeyi de anlamsızca bozmamak adına. Aston Villa, Lerner dönemi öncesinden bile daha borçlu durumda. O'Neill böyle bir durumda şu kadar para verilecek/verilmeyecek hesabına ligin başlamasına bir hafta kala istifayı bastı. Fena da olmadı, tüm saygıyı yitirmişti. Şimdi yerine gelecek isim önemli. Bradley'i kimse istemiyor, neden bilmiyorum... Eriksson veya Curbishley uzak dursun, Jol gelirse ne ala, ama zor, Bilic yerine de Bradley hoca tercihimdir. Düzen olarak fazla bozulmaması gereken takıma güzel taktiksel esneklik katacaktır, heyecanlı olacaktır, ve vizyon olarak da Curbishley'den falan çok daha ileridedir. Taraftarın benimsememesi son dönemde yaşananlar göz önüne alındığında ciddi bir sorun, neyse ki transfer çok ciddi bir sorun değil şu an, aksi takdirde bu alanda Bradley için şüphelerim var. Bradley demek Amerikan sermayesi daha da hissediliyor demek. Lerner adada fazla şüpheyle karşılanmasa da sahip olduğu bir başka takım Cleveland Browns'da nefret ediliyor, onu da söylemek gerek.

Downing de berbat, şu an içindir umarım.

Martin O'Neill'ın Aston Villa'sı

Aston Villa Update
Kriz!
Şişir!
Downing transferi

Barry Transferi
Paralı asker
Gareth Barry

Harika James Milner

Yerinde sayan Liverpool, ve Aston Villa?
Aston Villa - 29/10/09

Hiç yorum yok: