2009/09/05

Martin O'Neill'ın Aston Villa'sı

Barcelona herhangi bir kulüp değil. Mes que un club. Ama herhangi bir kulüpten bahsediyorsak eğer, teknik direktör istikrarı çok önemli, çünkü bu aynı zamanda takımın da istikrarlı olması demek, belirsizlik bulundurmaması demek. Kulüplerin kendine özgü bir yol çizmesi gerekiyor, bir hedefin, geleneğin sağlanması gerek. Barcelona'nın gelen gideni çok olur ama bazı temel değerler değişmez hepimiz biliyoruz. Kulüp yapılanması olarak değil ama benzer istikrar hikayesinde Alex Ferguson senelerdir Manhcester United'ın başında. Yalnız acayip medya mensubu havası takınıyorum ha, sanki bunları bilmiyordunuz. Doğru değil mi? Diyeceğim şuydu asıl, tamam istikrar çok önemli de, o zaman doğru adamı seçtiğinize inanmanız gerekiyor. Ya da aslında inanmaktan çok güvenmek gerek. Güven olduğu sürece hiçbir teknik direktör kovulmaz, ölene kadar mesleğini sürdürür. Başka kulüplere gitmez mi derseniz, gidemez, ütopik olaylardan bahsediyoruz, eğer herkes iş başı yaptırdığı teknik direktöre güvenseydi, kimse başka takıma da geçemezdi. E hepsi dolu canım! Tabi her takım çok ciddi planlı, programlı değil. Teknik direktöre herhangi bir çalışan gibi bakılınca 2 hafta sonra gönderilmesi doğal. Güven yok ki çünkü, e geleceğe yönelik bir hedefle de almıyorsunuz sonuçta. Denizlispor Erhan Altın'ı çok beğenerek aldı da hayal kırıklığına uğrayıp da mı gönderdi? Yoo. Bu olmadı, ötekini dene. E demek ki işi baştan yanlış yapmışsın. Şimdi teknik direktörler de farklı farklı tabi. Yatırım yapan takımların alacağı teknik adamlar farklı, asıl bunlarda sabır gösterilmezse saçmalık. Şimdi o yatırım yapan takımların yerine Aston Villa'yı, bunlardanın yerine de Martin O'Neill'ı koyun. Bu adama haksızlık etmeye başladığımı fark ettim. Bu yüzden böyle bir yazı var. Şimdi biraz aklayalım bakalım adamcağızı.

Martin O'Neill 57 yaşında. Öğrendiğimde şaşırmıştım, bilmem siz ne dersiniz? Kademe kademe buralara gelmiş birisi, künyesinde merdivenleri 5er 5 er çıktığı da oldu yazmıyor. Amatör lig takımlarında bu kariyere başlamış, sonra Wycombe Wanderers, sonra malumunuz Izzetli, Heskeyli dönem, Leicester City, aslında burda 5 merdiven atladığı söylenebilir: Celtic ve son olarak da Aston Villa. Bu yazıyı yazmaya başlarken her şey derli toplu olsun bir Martin O'Neill hikayesi dinleteyim diye başladım. Çok önemli gördüğüm, haksızlıkların yaşandığı geçen sezona sarıyorum filmi, kendi yorumlarımla bugüne kadarki gelişmeler neler acaba? Sezonun ilk dönemi çok, gerçekten çok başarılıydı takımın kendi standartlarında. Gabby hat-trickle başladıydı ki acayip bir hat-trick bu, 7 dakikadaydı sanırım, biri sol ayakla, biri sağ, diğeri de kafayla. Daha n'olsun? Sonra bu seneye de sarkan anlamsız bir ilk hafta mağlubiyeti vardı, şimdilerde Tuncay Şanlının takımı olarak bilinen Stoke City yendi bizim takımı. İvme yukarıya doğru gitti sürekli. Sistem özelleşti, yahu hakkaten acayip sezondu şimdi hatırlıyorum da. Sana ne elin gavurundan demeden de edemiyorum ama, hakkaten iyiydi be. Açık ara ligin en iyi kontraya çıkan takımıydı Aston Villa, Arsenal'i yenmişti 2-0, hem de ne güzel bir oyunla. Avrupa'da işler yerindeydi, hatta gençler de şans buluyordu. Bu all-English takımın bir sürü genç oyuncusu vardı ayrıca, Agbonlahor-Young-Carew bir anda ligin en verimli hücum üçlüsünü haline gelmişti. Takım yavaş yavaş, adım adım O'Neill'ın takıma haline geliyordu zaten bir süredir, bunun öne çıkarıldığı hikayeler dillendirilmeye başlandı. Bouma'nın çok ciddi sakatlanmasıyla Young'ın sola, Cuellar'ın sağa geçmesi, sonra sağın adamının Essien özentiliğiyle NRC'ye verilmesi; sezonun hikayesi hakkaten boldu ve ileriki yıllarda ne olacak, ne bitecek, bir eğitim oldu. Sezon içinde her şeye rağmen takım olgusu ve disiplini bozulmadı, bakın bu çok önemli, çünkü yerçekiminin gaddarca davrandığı o dönemde takıma güven kayboldu işte ve toparlanamayışın en temel sebebi bu. Cuellar'ı sağa, Young'ı sola şimdi koyun bakalım; sana da senin transfer politikana da diye sövmeye başlarlar adama. İşte fark burada. Yine herkes hatırlayacaktır, kulüp tarihinin deplasman rekoru kırıldı geçen sene, 13 maç boyunca kaybedilmedi. Hani geçen sene ileriki yıllarda yaşanacaklar için çok önemli olacak dedim ya, her türlü tecrübeyi, iyisiyle kötüsüyle yaşadı çünkü takım, işte onlardan biri de kadronun bu kadar dar tutulmaması gerektiğiydi. Takım bir ara üçüncülüğe kadar çıkmışken (ligin ilk haftalarında değil, fikstür yarılanmışken hem de) çözülmeye başladı, yavaş yavaş, ağırdan ağırdan. Buna mukabil oynanan oyun da iyice miskinleşti. Tek silahı kontra ataklar olan, hem fiziksel hem tekniksel olarak güçsüzlüşen bir takıma döndü. Bu yolda takım yine de çok ciddi bir hedefe odaklanmıştı, bağlar kuvvetliydi, taraftar arkasındaydı ve belli bir momentumla yola devam ediliyordu. Artık iyi oynanmadan kazanmaya başlamıştı takım, bu da mutlaka ki işte o momentumun sonucu. Çözülmeyi en net gözlemlediğim maç West Ham United maçı olmuştu. Rakibe orta sahayı teslim et, geride bekle, Young-Gabby-Milner da arada sıkıştırır, e yorulduk canım, hem sakatlarımız da var. Pas grafiğine baksanız guardian chalkboard'da, aman aman. Kesinlikle West Ham'ın hak ettiği maçtı, Aston Villa kötü olduğundan değil, West Ham iyi olduğundan hak ettiler. Aynı takımın (West Ham'ın) hak ettiği bir başka maç da Manchester United'a karşıydı, onda da Giggs sol çaprazdan vurup maçı bitirmişti. Bizim maçta Milner sağdan bi kaleyi göreyim dedi, Neill'a çarptı, gol oldu! Neyse sonra futbol tanrıları adaleti sağlamakla yükümlü olduğundan bu sefer Villa acayip acayip goller yemeye başladı. Defansı bir gömlek yukarı çıkartan adam, ayrıca golcü de bir adam, Martin Laursen sakatlanmıştı. Sonra futbol hayatı bitti. Ama bağlantıyı koparmadı, en son bu haftaki Fulham maçında Villa Park tribünlerindeydi. İşte takım böyle ite kaka giderken, hadi 10 maç kaldı, hadi 9 kaldı derken Moskova felaketi ibreyi birden terse döndürmüştü. Artık çok net biçimde hedefi gösteriyordu O'Neill: İstikamet Şampiyonlar Ligi. İlki İngiltere'de 1-1 biten maçın rövanşına, Moskova'ya, şimdinin Peace Cup kadrosunu götürdü O'Neill: Albrighton, boyu benim kadar olan Barry Bannan ve diğerleri. Çok çok çok büyük gürültü koptu, güven ortamının dağıldığı, O'Neill-taraftar iletişiminin koptuğu an o andır. Yoksa MON şu ana kadar hiçbir takımda taraftarla sorun yaşanmamıştır, özellikle Celtic'te, bir efsane olmuştur, başardıklarına bakarsanız kesinlikle hak etmiştir de. Kutsanmış adam oldu orada taraftarca, the Blessed Martin. O andan sonra her türlü yöntemi eleştirilmeyi başlandı, sürekli eleştiriler, geçmişteki başarılar, bu adamın nasıl bir yapısı olduğu ve her şeyden önemlisi bu takımın aslında amacının geleceğe yatırım olduğu unutuldu, aynı ifadeyi, geleceği yatırımın unutulmasını şu Kriz yazısında da görebilirsiniz. Geçen sene eldeki oyuncular arasında Laursen, Barry ve çok iyi bir Ashley Young olunca bu hedef biraz daha kısa vadeye indirilmiş gibiydi, ama O'Neill'ın gelme amacı başından beri belli, temeli de attı ve şimdi meyvelerini almayı bekliyor. Transfer döneminin kapanmasıyla şu an aklımda hiçbir tereddüt yok, aynı geçen senenin ilk dönemindeki gibi hissediyorum. İşte güven ortamını sağlamış bakın. Buna rağmen hâlâ aynı şeyleri söyleyen de var, O'Neill ne biçim adamsın diyenler var. Ama sayı bir hayli azaldı ve denge sağlandı gibi geliyor bana. Değişik transfer politikası Dunne'ın da alınmasıyla anlam kazanıyor benim için. Reo-coker, Sidwell; Ashley Young'ın, Agbonlahor'un olduğu bir ortamda anlam kazanıyor aynı şekilde. Takım aynısını (dördüncü olmak) yeniden deneyecek, geçmişten dersler alarak, daha geniş bir kadro, rotasyon imkanıyla. Ama her şeyden önce 3-4 sene sonra çok dengeli ve sağlam bir kadro oluşturma amacı taşıyoruz, bu çok net. İşte benim buna olan inancım kaybolmuştu, güvenim azalmıştı. Daha geçen Liverpool galibiyeti sonrası dedim: Aston Villa hafta içi 2-0 kaybedip elenebilir de. Dengeyi yitirmiştik. Şimdi o görüş değişiyor biraz, yeniden eski birlik günlerine dönüş var gibi. Herkesin belli bir rekabet içinde olduğu, herkesin gelişmeye açık olduğu, belli bir oyun düzeninin yapılabileceği, takım içi huzursuzlukların olmadığı yeni bir takım. Ben umutluyum, işin teknik yönüne de daha alt paragrafta değineceğim.

Peki acaba neden bir güvenemedik bu safkan İrlandalıya? Pek çok taraftar Moskova'yı unutmadı, Rapid Wien eşleşmesinde de bunla ilgili birtakım olaylar da oldu. Bir başka grup, O'Neill's pets dedikleri gruptan Heskey'i sevemediler, çok kötü hakkaten Heskey, şu oyun düzeninde faydalı olamıyor -eğer zamanı gelene kadar takımdan ayrılmış olmazsa 4-4-2'ye dönme vakitleri geldiğinde, benim düşündüğüm oyun düzeninde çok çok yararlı olacak-. Şu anda biraz haksız yere eleştiri almakta. Bir grup 4-5-1 diye bas bas bağırıyordu, bunlar, muradlarına erdiler. Bir de her zaman eleştirilen yönü, aldığı oyuncuların kalitesinin düşük olması. Benim güvenimin kaybolduğu yer kesinlikle burasıydı, diğerleri ilgilendirmiyor, hatta yukarıdaki 'Kriz' yazısına yine dönerseniz, CSKA vakasında O'Neill'ın arkasında olduğumu da görebilirsiniz. Yahu O'Neill dedim, yeni bir takım inşa ediyorsun çok güzel, ama aynı ligten oyuncu almak her zaman pahalı olmuştur, hem çok para veriyor, hem kaliteyi aşağıda tutuyorsun, takıma zarar veriyorsun, 3 sene sonra Liverpool gibi kalacağız diyordum. Yine fazla harcandı bence, ama taşlar yerine oturduktan sonra gerisi çok da önemli değil. Bu yeni kadronun bozulması zor; kendi yıldızlarını da yaratacak hem -Gabby, Young, Milner, Delph- ve gelişim sürekli olacak. Halen yaratıcılıkla ilgili çekingelerim var, O'Neill'ın yaratıcılığı, kontra-ataktan başka şekilde hücum edilebilmesi gerekiyor. Oluşturulan kadroya bakarak bu konuda da umutluyum açıkçası. Geçen biri Monk'a benzetti MON'u, Adrian Monk. Kriminalle çok ilgilidir O'Neill. Davalar üzerinde yardımları falan da oluyor. Hukuk da okumuş. İşin bir de bu boyutu olunca değişik geliyor tabi, içimizdeki Monk.


Nicky Shorey'nin Portsmouth'a transferi iptal olmuş. Storrie diyor ki, Shorey düzenli ilk 11 oynamak istiyordu, ama bunu hiçbir takımda garanti edemezsiniz. Portsmouth da olsa reddetmek için bir neden gerekiyor işte. Gitmemesi kesinlikle iyi oldu. Şu anda en son olması gereken şey oyuncuların pozisyonlarında geçen seneki gibi değişikliğe gidilmesi veya kadro darlığı çekilmesi. Shorey gitse, Warnock bir başına kalacaktı yine orada. Hem böylece Bouma'yı aceleye getirmemiş oluyoruz, Bouma gerekirse 1 yıl daha oynamasın ama faydalı şekilde dönsün. Carew, Bouma taraftarın sevdiği adamlar bunlar. Carew alemci, ama Kazım gibi değil, kadrodaki genç-mağrur tayfadan farklı bir adam. Ben de severim, oyununu da çok severim. Laursen ve Barry'nin yerlerinin doldurulmasından bahsederken bir şey unutuluyor. Bu adamlar kadar iyisi var mı ki? Barry'nin yerine kimi alabilirdi Aston Villa? Diyelim ki bir şekilde becerildi ve Sneijder alındı, O'Neill'ın tüm bu transferleri anlamsız hale gelirdi o zaman bana. Şu anda kimsenin kimseden üstün olmadığı, laf olsun cümlenin albenisi olsun diye değil, hakkaten birçok farklı oyunu oynayabilecek, dengeli, huzurlu, Avrupa kupası işkencesinin de boşverilmesiyle tamamen lige odaklı bir kadro. Yeniden her şey çok güzel görünüyor takımda. Manchester City gibi ilk dördü hedeflemek için o kadar da büyük transferler yapmak gerekmiyor bazen. Güzellik şu ki, işte ben de bütün transferler artık anlam kazandı derken bunu da kastediyorum, bu sene dördüncülükle bitirilse seneye takımdan ayrılacak oyuncu belki Ashley Young olur, başka yok. Aston Villa'nın hedefi kısa vadede başarı değil, bir anda çok iyi bir takım olmak değil hedef. O'Neill bunun için gelmedi. O'Neill bu takımı eski şaşaalı günlerine döndürmek için geldi. İlk gün açıklaması, bu takımı eski günlerini, Avrupa'da başarılı olduğu günlere döndürecğim şeklindeydi MON'un. Bu da Sniejder'le, Van der Vaart'la olmazdı. Delph'le olurdu, Milner'la olurdu, Agbonlahor'la olurdu, Warnock'la olurdu. Ama hem Warnock hem Delph alınmasa böyle konuşmazdım. Warnock transferiyle Luke Young transferi aynıdır benim için. Senelerdir orta sıra takımlarında sürten, bir sonraki aşamaya geçebilecek, baş altı takım oyuncusu olabilecek, takım iskeletinin oluşmasında önemli pay sahibi olacak, yerli statüsünde oyuncu. Barry ve Laursen sonrası sadece bunlar alınsa derdim ki, ve dedim, fazla umutlu konuşamam. Belli bir kalitenin altında, amaçsız bir şekilde yerli oyuncuların alındığı takım yapıyor, ah keşke parayı bölye kullanmasa derdim. Ama Delph de geldi işte, sonra da Dunne. Ve Collins. O'Neill, Celtic'te de Leicester City'de de kontra atak başlangıçlı oyun tercih etmişti, bununla beraber duruma göre dizilim değiştirmekte sakınca görmediği söylenebilir. Hangi dizilim eldeki oyuncuları en iyi oyunculara en çok yer veriyorsa onu tercih ettiğini söylemiştim, misal Leicester'ın 3-5-2'si ve geçen senenin son bölümündeki 4-4-2'yi bu şekilde değerlendirmiştim. Milner'ı kesemeyeceğinden 4-4-2'ye dönmek zorunda kaldı. Bu konuda, dizilim konusunda güveniyorum ona. Ama acaba taktiksel açıdan da benzer yaratıcılığa sahip mi? Veya oyuncuların gelişimindeki rehberliği ne derece olacak? Bunları bilmiyorum. Bundan kastım, Delph'i yönlendirmesi onu bir 4-4-2 orta sahası mı yapacak, 4-4-1-1 orta sahası mı? Daha önce hiçbir takımda bu şans verilmemişti ona: dilediği gibi bir takım inşa etmesi. Celtic'e kadar çalıştığı takımlarda yaratıcılıktan, futbol sanatçılığından bahsetmek zaten ayıp olur, hepsi alt lig takımları. Celtic'te de farkı, değişik bir takım yaratması değil çok iyi bir takım yaratmasıydı . Bakalım bu konuda nasıl, yenileyebilecek mi kendini? Gabby'nin, Reo-coker'ın sağa, Luke Young'ın sola geçmesi ümit verici bu bağlamda. Delph'i çok merak ediyorum, O'Neill için bu konuda en büyük test bence o.
Düzen değişiyor dedi MON. Artık rotasyon da yapılacak. Herkes ayağını denk alsın gibi söylemedi tabi ki bunu, ama böyle bir sözü var. Şu kadroda, Ashley Young ve James Milner dışında yeri banko olan oyuncu yok, onlar da alternatifleri olmadığından bankolar. Ama şişkin bir kadro değil bu, karıştırılmaması gerekir. Takım içinde bu durumdan memnun olmayan belki iki kişi vardır, iki iri adam: Carew ve Heskey. Başka yok. Carew bu takımın en iyi oyuncusu(ydu) bana göre, şu an bu oyuncu Dunne da olabilir, hatta Milner da olabilir. Potansiyelli olmak farklı bir şey. Arda Turan geçen sene Harry Kewell'dan daha iyi değildi, şu an daha iyi olduğu söylenebilir. Ben bir konuşmada Kewell-Arda ikilisini Milner-Young'a benzettiğimi söylemiştim. Birinin katkısı çok net, Milner'ın, Kewell'ın, ama diğeri de çok acayip futbolcu, Young ve Arda. Yine de Carew, her çıktığı maçta golü atsa da sık sakatlanıyor ve Agbonlahor da senelerdir alternatifsiz olduğundan sene sonunu zor getiriyordu, böylece bu ikili alternatifli kullanılabilecek. Birbirlerini kesmeleri belki çok lüks takımın geri kalanına göre, bir de Carew öyle diğerleri gibi 23ünde değil, takımın ağabey tayfasından. O'Neill'a en çok güvendiğimiz konu bu ve benzeri konuları çözmekteki başarısı. Carew'le Gabby'nin dışında, Heskey bu takıma farklı oyun sunan üçüncü forvet oyuncusu rolünde benim için, bu işler hep kafamdaki gibi gitse Aston Villa öyle bir takım olacak ki, ah... Downing katılınca, o da bir başka oyun sunacak takıma. Şöyle sıralayım bakın bu oyunları.

1-Agbonlahorlu veya Carewli 4-5-1. Özellikle Villa Park'taki maçlarda Sidwell yerine hazır değilse bile Delph, Delph karakterinde bir oyuncu tercihim olur. Deplasman maçlarında çok iyi yaptığımız uzun top-hızlı adam kullanımını uygulayabiliriz, benim için hiçbir sorun yok. Şöyle yok. Bunu belli bir karakterle yapmamız gerekir. Uzun topla oynamak demek, vur ileri gitsin demek değil. Rakip zaten üstüne gelecek, sağlam bir orta sahan var, ve sağlamlığını uyumdan alıyor bu orta saha, savunma anlamında zaaf yaşamazsın. Sidwell'in hücum ederkenki sıkıntıları da olmaz deplasman maçlarında. Şimdi aceleci davranıyorum, Sidwell 5 maç üst üste oynasa da elbet problem olmaz, işler kağıt üstünde olduğu gibi işlemiyor. 3-4 hafta bu kadroyu bozmamak en doğrusu olacak. Sidwell'in sorunu şu bakın. Bir ofansif orta saha oyuncusu değil. 4-3-3'ün ofansif orta saha oyuncusu değil. Fletcher mesela, Manchester United'ın en olmuş orta saha oyuncusu. Klasik İngiliz oyununda pasları doğru yere göndermenin dışında da hücumlara destek veriyor. Ama Giggs'in yerine (Arsenal maçı) koyamazsınız. Sidwell biraz o Giggs rolünde oldu Fulham maçında, en azından Giggs'in kat ettiği yerlerdeydi diyebilirim. Aston Villa'nın kanatları içe kat eden oyuncular değil, Villa'nın oyunu da çizgiye inip orta açan bir oyun değil. Ortalar daha derinden geliyor hep, oyuncuların içe kat etmeleri kontra ataklarda (daha az uzun top oynamamızla, böylece rakibin daha az alan bırakmasıyla bu kontraların sayısı da iyice azaldı) veya çok sıkıştıklarında oluyor. Young bazen sıkışır solda, ortaya gelir, şöyle bir koşturur, sağa döner mesela. Bakın farkındaysınız, yine ortadan oynamak yok. İki hücumu var takımın, açık alanda çok şaşırtıcı bir şekilde kontra, sete sette de kanatlara getirerek oralardan ortalar. Bu ortaları tamamlayan adam Carew oluyordu geçen sene, Agbonlahor ve Young kanatlardaydı. Peace Cup'ta Heskey de eklendi ona, Albrighton'ın güzelim ortaları hep gol oldu. Fulham maçında Gabby tek forvet oynayınca içerisi iyice boş kaldı, çünkü Agbonlahor bir forvet olarak yetişmesine rağmen 2-3 senedir başka yerlerde oynuyor ve başka özellikler geliştirdi. Aslında iyi bir pasör ve iyi bir tutucuyla Wayne Rooney etkisi yaratılabilir. Ama maçta sürekli kanatlara inince sol kanadı tamamen harap etmemize rağmen ortada tamamlayıcı adam olarak Sidwell girdi, bence verimsiz de oldu. Deplasman maçında ofansif özellikleri yeterli, içeride değil. Yerleşim olarak 4-3-3 oynayan bir takımın üçüncü orta sahası gibi oynadı Sidwell, kanatlarsa 4-5-1'in kanatları gibi. Delph oynasa Agbonlahor'a ortadan oynama şansı da verilirdi, pas atar sonuçta bu adam, Gabby'i oyuna sokamazsa kendi bir şeyler yapar, olmadı o Gerrardvari şutlarından atar. Son 20 dakika dahi olsa oyuna alınabilirdi, belli ki pek güvenilmiyor henüz. İkinci gol Gabby'nin ortadan sürdüğü top sonrası geldi, ceza sahası dışından güzel vurdu, maçı da bitirdi. Sidwell'le Carew daha iyi gidebilir, Gabby'le de Delph. Heskey ise başka bir stratejiye daha uygun, şimdi ona geliyorum.

2-Heskey-Agbonlahorlu 4-4-2. 4-4-2'nin adını anmak yasak gibi taraftar arasında. 4-4-2lü günler benim için de tabu, ama 4-4-2 değil. Hele O'Neill'ın yeni şeyler deneyeceğinden umutlandığım bir ortamda hiç değil. Heskey'nin layıkıyla kullanıldığı ve gerçekten çok yararlı olacağı, eşeklikten kurtulacağı (Donkey Heskey) düzen bu. Eninde sonunda buraya varılsa keşke. Orta 3lünüz de yukarıdaki gibi olunca, 4-5-1'in forvetinden mutlaka bir yaratıcılık bekliyorsunuz, mecbursunuz. Orada Heskey tutsun, diğerleri oynasın olmaz, çünkü bence amaç 3lü tutsun, diğerleri oynasın şeklinde zaten. Young barındırdığı ofansif çeşitliklere rağmen oynadığı bölge açısından 4-4-2 kanat oyuncusu. Milner zaten öyle. Downing öyle. Kanatların halen verimli olduğu, Agbonlahor'un da çok ciddi biçimde öne çıkacağı bu düzende orta saha ikilisi muamma. Bir tane pas atabilen oyuncu olması gerekiyor, aksi takdirde saydıklarımın hiçbir anlamı olmaz. Geçen sezonun son döneminde olduğu gibi 4-2-4 olur sistemin görüneni. O dönem takım bıkmıştı, disiplinden çok uzaklaşılmıştı. Muhtemelen O'Neill da çocuklar yerden oynayın direktifini vermemişti. Halbuki zaman zaman andığım üzere bir daha belki de gelmeyecek Petrov-Barry orta saha ikilisi tüm bu stratejiyi mümkün kılardı. Bloklar arası mesafenin kısa tutulması, Heskey'e takım adına çalışması emri verilmesiyle box-to-box midfielder oyuncusunun eksikliği kapatılırdı, bu rol tüm takımca paylaşılmış olurdu. Zaten hepsi bunu yapabilecek oyuncular. Young'a sanki Ronaldo yakıştırılması yapılıyor oyunuyla alakalı ama bir Aaron Lennon'dan çok daha fazla alakalı savunmayla. Bu oyun, topun hızlılığını değil, pasın hızlılığını getirecekti ve belki bir süre için layıkıyla uygulanabilse Tottenham'a gıptayla bakmayacaktım ve artık bu ortamdan sıkılan Barry belki de bir sene daha kalayım, nasıl olsa kontratım bitiyor zaten diyecekti. Hiçbiri olmadı. Zaman içinde Barry'nin bıraktıklarını sürdürecek adam Delph şu an için pek güvenilmiyor dediğim gibi. Ama uzun vadede şu strateji Delph'le beraber işler, hatta daha da iyi olur, çünkü Barry kadar kafası çalışmasa da daha o box-to-box tanımına uygun bir oyuncu Delph. Keşke olsa keşke. Olduğunda, Manchester United'ın şu anki Berbatovlu düzenine yakın bir düzen olabilir, klası farklı ama ana hatları benzer. Tabi uzun vade, uzun vade diyorum da uzun vadede bu takımdan ayrılabilecek 3 oyuncudan biri Emile Heskey. Milli takımdaki yerin garanti diyen olursa MON faktörüyle bence kalacaktır, aksi takdirde çok uzun kalmaz, belki ikinci yarıda Liverpool'a ivme katmaya gider. Bu düzende Carew'e yer yok, düzeni aksatabilir, topu çok tutabilir. Üçüncü alternatif, gerçekçi alternatif değil ama ütopik alternatif Delfouneso olur. Gol atma işini Gabby yapacak, yani yapması lazım. Gabby muhtemelen tekniğinin zayıf olması ve boyunun uzun olmasıyla bir forvet olarak önümüze sunuldu, yoksa kesinlikle kanat oyuncusu olurdu. Bu hızla, peh. Ben yine Rooney diyorum. Oyun onun üzerine kurulunca ne biçim bir etkisi oldu Rooney'nin, Agbonlahor da kendi çapında benzer bir etki yaratacaktır eminim.

3-Üç tane kanat oyuncusu aynı anda. Ashley Young'ın olduğu sol kanada Downing transferi yapıldı yaz döneminde, ilk transfer bu oldu. Sonra, kadro darlığının baş gösterdiği Peace Cup'ta, aslında forvet olan Weimann Agbonlahor'u hatırlatacak şekilde sol kanada kondu O'Neill tarafından ve Ashley Young 4-4-1-1'in o işte anladığınız birini oluşturdu. Downing'in dönüşüyle muhtemelen -çok muhtemel- bunun benzeri bir 4-2-3-1 oynanacak. Delph bu oyunculara yetişenceye kadar böyle de devam edebilir bir süre. Fulham maçında Delph değil de Carew girdi oyuna, sağa Agbonlahor, orta üçlüye de Milner geçti. Böyle niyetleri var O'Neill'ın, o kesin. Sanırım ortadaki adam olarak Downing'i kullanmayı düşünüyor, sağ veya sol kanatları bozmayacak. Downing-Young-Milner'ın sürekli yer değiştirdiği değişik bir şeyler de düşünebilir bununla beraber. Everton'da görüp de heveslendiğim böyle değişik hamleler göreceğiz sonuçta, bu olmadı, yukarıdaki olur, o da olmadı en yukarıdaki.

O'Neill'a belli dayatmalarla bakmamak gerekiyor, gelecek parlak. Buraya kadar okuyan herkese teşekkürler, şunla bitiriyorum.
"But I also feel he is capable of not only playing on the left wing but also inside and off the centre forward too, which he has done at Middlesbrough to fantastic effect.

"I also believe he can play in off the right. In many aspects we are getting a multi-purpose player who, when fit, will be terrific for the club." Martin O'Neill

Hiç yorum yok: