2009/10/01

Devrim demişken...


Pek çok Galatasaray blogu var. Bu blogların içeriklerine ithafen bir not düşmek istiyorum.

Devrim sözcüğünün kullanmasından çok, gerçekten çok rahatsız oluyorum. Teknik direktörümüz Rijkaard değil Skibbe, yardımcısı da Neeskens değil Ümit Davala olsun, bir de meşhur kondisyonerimiz olmasın. Bu durumda devrim ağza alınmazdı. Devrim, Rijkaard-Neeskens-Roca üçlüsünün varlığından ileri geliyor o halde, doğru mudur? Bu kısma katılıyorum. Böyle bir üçlüyü barındırmak, taraftar için çok sevindiricidir, harikadir, hatta devrim diyelim tamam. Ama devrim bundan sonrasını kapsamıyor, şu kadar pas yapmışız, şu kadar hızlı yapmışız, bunlar devrim kelimesinin karşıladığı muntazamlıktan uzak. Sahadaki oyunun devrim kapsamına girmesinden rahatsızım. Teknoloji daha etkin kullanılıyor, kullanım alanları ülkemizde gittikçe daha hızlı genişliyor ve sahada olanlar bu araçları kullanarak daha da irdeleniyor, hikayeler yaratılıyor. Her maçın hikayesi varsa bazısı uzun bazısı kısa olur. Bugüne kadarkiler kısa olmalıydı, fazla abartılmamalıydı belki de, ben böyle düşünüyorum. Skibbe'nin ekibi, bu bir elemanlı küme, Rijkaard'ın sahip olduğu rahatlıkta değildi. Güvenle getirilmediğinden, çabuk gönderildi. Dört aşağıdaki yazının ilk paragrafı şöyle der.
Diyeceğim şuydu asıl, tamam istikrar çok önemli de, o zaman doğru adamı seçtiğinize inanmanız gerekiyor. Ya da aslında inanmaktan çok güvenmek gerek. Güven olduğu sürece hiçbir teknik direktör kovulmaz, ölene kadar mesleğini sürdürür. Başka kulüplere gitmez mi derseniz, gidemez, ütopik olaylardan bahsediyoruz, eğer herkes iş başı yaptırdığı teknik direktöre güvenseydi, kimse başka takıma da geçemezdi. E hepsi dolu canım! Tabi her takım çok ciddi planlı, programlı değil. Teknik direktöre herhangi bir çalışan gibi bakılınca 2 hafta sonra gönderilmesi doğal. Güven yok ki çünkü, e geleceğe yönelik bir hedefle de almıyorsunuz sonuçta. Denizlispor Erhan Altın'ı çok beğenerek aldı da hayal kırıklığına uğrayıp da mı gönderdi? Yoo. Bu olmadı, ötekini dene. E demek ki işi baştan yanlış yapmışsın. Şimdi teknik direktörler de farklı farklı tabi. Yatırım yapan takımların alacağı teknik adamlar farklı, asıl bunlarda sabır gösterilmezse saçmalık. Şimdi o yatırım yapan takımların yerine Aston Villa'yı, bunlardanın yerine de Martin O'Neill'ı koyun. Bu adama haksızlık etmeye başladığımı fark ettim.
Skibbe'nin getirilişinde heyecan ve beklenti vardı, ama güven yoktu. Her teknik adam atanışında elle tutulur bir beklenti vardır, dersin ki mesela bu adam iyi oynatmaz ama ligde tutar, Alex McLeish gibi. Bu hoca, görev hocasıdır bir nevi. Takımı teslim ettiğiniz kişi değildir. Teknik direktör mertebesinde olan kişilerden biri takımı teslim ettiğinizdir, diğeriyse bir hedefi gerçekleştirmesini beklediğiniz. David Moyes'a Everton takımı teslim edildi, şimdi baktım ki 7 yıldır kentin mavi yakasında ve bu dönemde ligden düşme tehlikesi bile yaşadı takım, hoca değişmedi. Ben Moyes'ı çok severim, en sevdiğim teknik direktördür. Komple bir teknik direktör, İngilizlerin old-school dediklerinden değil, yeni nesil bir hoca. Yeni nesil hoca deyince, olayı futbol içi unsurlarla çözmeyen (futbol içi unsur derken taktik dışında farklı yollara başvurmak, motivasyon vs. Gerçi motivasyon çok iyi ve önemlidir, uygun bir örnek olmadı ya neyse.), baktığınızda ya bunun futbolcuğu çok iyiydi demeyi aklınızdan çıkardığınız, transferleri, taknik manevraları, oyuncu yönetimi, bunların hepsinde vasatın üstünde bir insan geliyor aklıma. Everton'a hiçbir zaman ikinci takım gibi bakmadım, ama Moyes'ı çok seviyorum. Michael Skibbe'ye gelince, kendisine görev yüklenen hocanın sıkıntısını yaşadı bu bağlamda. Halbuki yapmak istedikleri, takım teslim edilen hocadan beklenecek şeylerdi. Sürekli söylendi durdu, Barcelona şu kadar gol yedi, sonra şu kadar attı, alışma dönemi hep olur, Rijkaard'la şu kadarıncı da olsak devam etmeliyiz, destek vermeliyiz vesaire. Bu güvendir, haklı bir güvendir. Benim eleştirim, Rijkaard'a güvenilmesine veya burası Rotterdam değil vari yorum yapanlara çıkışanlara değil. Ben oynanan oyunun büyütülmesini anlamıyorum, insan psikolojisine olan eğilimi arttırıcı bir etki yapıyor şu Rijkaard sonrası yazılanlar. Skibbe'nin Rijkaard'dan eksisi var, artısı var, konu bunlar değil. Sorun şu ki bu takım basbayağı Skibbe'nin bıraktığı takımdan farklı değil, ha bir de moral olarak düzelmiş halde. Şu an için böyle. Bir daha söylüyorum ki, şu an için. Şu an için benim objektif Galatasaray bloglarından beklediğim; evet, kötü oynuyoruz, ama böyleyken kazanmamız çok iyi. Bu maçta iyiye giden yönlerimiz şunlar, geriye gittiklerimiz ise şunlardı vari bir yorum. Önyargıyla bakıp yanlış algılamış olmam da olası, bu da mümkün. Ama benim algılamam şu ki takım sadece övülüyor, kazanırken de eleştiriler yapılması olabilir, ahlaklıca, abartıya kaçmadan eleştiriler yapılmıyor, sonra skor alınamayınca biraz kızıyor bu kitle. Ankaraspor maçı başlangıç olmak üzere bir düşüşümüz var, bu düşüşümüzün nedenleri de bana göre şu şu diyen yok. Başlangıç Ankaraspor maçıysa, düşüşün nedeni Elano'nun varlığıdır yorumu yapılabilir, bahsolan maçta Arda'nın solda başlayıp çok çok ve çok verimsiz olduğu düşünülürse. Daha derine gidip başka nedenler de söylenebilir. Ama bu odakta yazılar görmedim, hatırlamıyorum. Skibbe oyuncuları dinlendirmediği, takımı fiziksel olarak çok aşağıda tuttuğu için çok eleştirildi, bu açıdan büyük takım hocası değil eleştirileri aldı. Doğrudur, ki bunun gibi özellikleriyle komple bir hoca değildir, ama yeni nesildir. Rijkaard'ın Skibbe'nin bıraktığına çok önemli eklemesi fiziksel yüklemesi oldu. Galatasaray, o klasik temposuz oynayan veya 4 defans-2 orta saha-4 hücumcuyla oynayan veya teknik ama fiziksel olarak düşük, bu tiplerden herhangi birini gösteren, başaltı lig (Rusya-Ukrayna-Yunan ligi takımları vs. Şahtar gibi, Dinamo Kiev gibi) takımlarından biri olmaktan çıktı. Daha komple bir takım oldu. Buna karşın dünkü maçın son 10 dakikasında, daha geniş bakarsak son yarım saatinde fizik olarak çok düşük bir Galatasaray vardı yine. Bu paragrafın özeti ve sonucu şudur arkadaşlar. Bu bir Skibbe-Rijkaard karşılaştırması değil. Skibbe'nin aleyhine olan psikolojik etkenler Rijkaard'ın, tersine, lehine işliyor. Taraftarın takım üzerinde sorun yaratmaması, oktan bok yapmaması çok güzel ve çok önemli. Karşı yakada Fenerbahçe çok güzel skorlar almasına karşın Galatasaray'ın tam tersine sürekli eleştiri alıyor taraftar grubundan. Halbuki çok kesin çizgilerle ayrılmıyor bu iki takım. Oyuncu değişikliği hamleleri Rijkaard hamleleri, hoş hamleler, ama bir de Güiza ısrarına veya Gökhan Gönül'ün sonuçlandırdığı bilmem kaç pas sonucu atılan sezonun en güzel golüne bakalım, emin olun Galatasaray blogları şu kadar dakikada şu kadar pas yapıldı, şu ayaktan şu çıktı gibi ibarelerle bunlar üzerinde çok durur, hikayeler yapardı. Rijkaard eksenli abartılı teknik yorumları komik, burası Rotterdam değil vari olanları da çirkin buluyorum.

Hertha Berlin ve Benfica maçları, bunlar benim izlediğim dönemde en keyif aldığım Galatasaray Avrupa maçları oldu. Ligde altıncı da olsa ısrar etmemiz gerek denilen Rijkaard değil Skibbe olsa, bu sene aynı adam takımın başında olurdu. Avrupa hikayesi farklı sonuçlanır mıydı derseniz, herhalde değişen bir şey olmazdı, çünkü Bülent'in başında olduğu takım Skibbe'nin takımıydı ve oyun da o dönemden kalmaydı, sonuçta Skibbe'nin varlığıyla farklı boyut kazanacak bir şey, bir değişken yoktu. Şimdi daha büyük şeyler beklediğimiz, daha iyi bir teknik kadroya sahibiz. Rijkaard konumunda bir teknik direktörden beklenecek hamleler yapması, 3lü savunması ve şansın diğer tarafta oluşu onu memleketine geri gönderdi, ben bir kez daha o günleri anmış ve kendisine teşekkür etmiş olayım. Varsın Arda Turan Skibbe'ye saygı duymasın.

Takımın bugünkü durumuyla ilgili yazacaklarım fazla değil. Rijkaard'ı seviyoruz ve güveniyoruz, oynamadan kazanmanın sevincini yaşıyoruz. Görünen o ki ligde Fenerbahçe'den başka rakibimiz yok ve Avrupa'da güzel şeyler olabilir. Bugün okulda bi arkadaşım 'abi Rijkaard uzun süre bu takımda kalmak istiyorum demiş' dedi. Şu zamana kadarki izlenimimden bunun politik değil de içten bir söylem olduğunu sanıyorum, böyle umuyorum aynı zamanda ve belki de daha çok ikincisi. Rijkaard'ın kariyeri toparlamayı değil de, bir süre nispeten uzak bir diyarda rahatlık ve huzur, bir rehabilitasyon istediğini, 3-4 sene kadar takımda kalmak istediği sonucunu çıkardım sanki, bu zamana kadar olanlarla yorumlayarak. Neyse bu çok da önemli değil.

Üslubunu en sevdiğim Borges'tir.

Hiç yorum yok: