2016/05/31

Yeni Takım


İngiltere Milli Takımı’nın beklentileri karşılayamayan büyük takım imajı, geride bıraktığımız on yıl içinde dramatik bir değişime uğradı. Portekiz’le girilen penaltı savaşlarıyla hatırlanan Eriksson döneminde üç kez üst üste çeyrek finalde elenen İngilizler, sonraki süreçteyse son sekiz takım arasına girmeyi bir kez başarabildiler. Milli takıma duyulan heyecan her geçen turnuvada biraz daha azalırken, Roy Hodgson tercihi ile de sofistike yabancı hoca serisinde sona gelindi. R’leri söyleyemeyen 68 yaşındaki Hodgson, Cockney aksanı sebebiyle ilk günden alay konusu oluyor; Euro 2016 eleme grubundaki rakiplerden Slovenya’nın maç günü kitapçığında “Sadece varlığıyla dahi rakiplerini korkutabilen bir futbol süper gücü olmaktan çıktılar.” yazıyordu.

İngiltere bu kez farklı olabilir mi? Euro 2016’ya bir ay kala, birbirimize bu soruyu soruyoruz. İkinci turda elenmeleri belki artık çoğumuzu şaşırtmayacak bile, ama bir yandan da, “Acaba özel bir şeyler başarabilirler mi?” diye düşünmekten kendimizi alamıyoruz. Öncekilere pek benzemiyorlar. İngiltere için bir şans olmaktan ziyade hep çözülmesi gereken bir sorun olarak kalan Gerrard – Lampard orta sahası artık yok. Altın Jenerasyon olarak anılan görkemli oyuncu grubundan sadece Wayne Rooney yerini koruyor. Kısacası, bu yeni bir takım.

Euro 2016 elemelerine gruptaki en zor maç olarak görülen İsviçre deplasmanıyla başlayan Hodgson, tercih ettiği sürpriz oyun şablonuyla herkesi şaşırtmıştı. İngiltere sahada baklava 4-4-2 şeklinde diziliyordu. Ama daha da ilginci, orta sahalardan en geride pozisyon alanın Arsenal’de 10 numaralı formayı giyen Jack Wilshere olmasıydı. İngiltere’nin etkileyici bir performansla 2-0 kazandığı maçın ardından, oyuncuların antrenörler eşliğinde ev ödevlerine tabi tutulduğunu öğrenecektik. Videolar üzerinden analizler yapılıyor, rollerin daha iyi anlaşılmasına uğraşılıyordu. Wilshere, yeni pozisyonu için Pirlo ve Mascherano’yu çalıştığını söylemişti.

Böylece İngiltere’nin kronik derinden oyun kurma sorununa bir alternatif sunuluyor, daha önce aynı rolle Suarez ve Sturridge’in arkasında ligin altını üstüne getiren Sterling’in varlığı çok etkili geçiş hücumları ortaya çıkarıyordu. Fakat birkaç maç içinde, bu şablonun çok yönlü bir hücum planı sunmaktan uzak olduğu anlaşıldı. Tıkanan Slovenya maçının ikinci yarısında geçilen 4-3-3 dizilimi, ön alan oyuncularına daha fazla imkanlar sağlıyordu. O gün 3-1 kazandılar ve A planı bundan böyle 4-3-3 oldu.

2-0 geriye düştüğü maçta Almanya’yı Berlin Olimpiyat Stadı’nda 3-2 mağlup ederek zirve performansını gören takımın gelişimi kabaca bu şekilde ifade edilebilir. Diğer yandan, oyun formatının iki senenin sonunda çeşitli deneyler geçirerek en olgun hâline ulaşmasında Mauricio Pochettino’nun da hakkını teslim etmemiz gerekir. Oyuncu havuzunun iyiye gitmesinde birinci derecede pay sahibi olan Arjantinli çalıştırıcı, Adada geçirdiği üç senede milli takıma tam 11 yeni oyuncu gönderdi. Bir sene içinde Delph’in yerini Alli gibi bir süperstar adayı aldı ve Hargreaves’ten bu yana süren saf defansif orta saha oyuncusu ihtiyacını da Dier karşıladı. Fransa’ya götürülecek dört bekin tamamı, kulüp takımlarında Pochettino ile çalıştılar.

Oyuncularla çok fazla çalışma zamanı bulamayan milli takım antrenörlerinin, kulüp takımlarından esinlenmeleri bir zorunluluk olarak doğuyor. Vicente Del Bosque’nin sözlerine başvuracak olursak, başarılar kazanmış ülkelerin neredeyse tamamının, Bayern Münih veya Juventus gibi dominant bir kulüp takımını örnek alarak bunu başardığını görüyoruz. “Çok az günümüz var, dolayısıyla oyuncuların kulüp takımlarında yaptıklarını kopya etmemek aptallık olurdu.” diyor Del Bosque. Son açıklanan İngiltere milli takımı kadrosunun hemem hemen yarısını Tottenham ve Liverpool oyuncuları oluşturuyor. Berlin’deki maçın büyük bölümünde efektif pres uygulayan genç ve dinamik takımın sırrı bu. Pochettino, Klopp gibi yabancı antrenörlerin milli takıma katkıları gönderdikleri oyuncu sayısıyla sınırlı kalmıyor.

22.04.16

Hiç yorum yok: