2013/11/16

“Söylesene bize Andre, takım niye oynamıyor?”


Hayatım Futbol 103. sayıda.

"Tottenham'ın hücumdaki kısırlığı, White Hart Lane'deki homurdanmalarla daha fazla tartışılır hâle geldi. Halbuki takım maç kazanmaya devam ediyordu."

Bundan iki hafta önce, White Hart Lane'de pek de beklenmedik bir olay vuku buldu. Tottenham'ın 1-0 üstünlüğü ile biten karşılaşma, taraftarın tepkisi ve Villas-Boas'ın 'sanki deplasman takımı bizdik' karşı açıklamasıyla manşet idi. Takımın iç sahada oynadığı oyun taraftarı tatmin etmiyordu ve Hull City'e karşı oynanan maçta patlamışlardı.

Olayın neden beklenmedik olduğunu göstermek ve Tottenham'ın içinde bulunduğu garip hâli ortaya sermek için istatistikler iyi bir başlangıç olabilir. Şöyle ki, geçtiğimiz haftaya kadar zirvede bulunan Tottenham, topa sahip olma istatistiğinde ligin ikinci sırasında yer alıyor; en çok şut atıyor, en az ofsayta düşüyor ve 10 maçın yalnızca 3'ünde gol yemiş durumda. Avrupa'da gol yemeden, farklı galibiyetlerle yoluna devam ediyor ve ligde dördüncü sırada. “O hâlde, tepki neden?” diye düşünebilirsiniz. Lakin şöyle bir şey de var: Tottenham, 10 lig maçında yalnızca 9 gol atabilmiş durumda.

Taraftarın iç sahada daha keyifli ve gollü maçlar izlemek istemesi gayet olağan. Tepkilere kadar varan sabırsızlıksa, kulübün ne kadar büyük bir yol kat ettiğinin alameti olarak yorumlanabilir. Mourinho'nun Chelsea'deki 'nispeten' yavaş başlangıcına dair söylediğini, Villas-Boas ve Levy de tekrar edecek gibi gözüküyorlar: “Bu canavarı biz yarattık.”

Şu sıralar gol kısırlığıyla gündeme gelen Tottenham'ın yeni sezonunu, değişen ve büyüyen beklentilerini ele alacağız.

Elvis'i satıp Beatles'ı alan kulüp

Tottenham'ın sansasyonel transfer sezonunu en iyi anlatan söz, kulübün eski kalecilerinden Erik Thorstvedt'ten gelmişti: “Elvis'i sattık, yerine Beatles'ı aldık!”

Takımın hücumdaki kısırlığına dair eleştirilerin bir kısmı, 100 milyon euro'luk transfer harcaması üzerinden gelişiyor. Bu kadar para harcayan bir takım nasıl gol atamaz? Fakat terazinin diğer yanında, hemen hemen sadece Bale'in satışından gelen bir o kadar da gelir var ve Tottenham çok para harcayıp geçen sezonun üzerine koyan bir takımdan ziyade, pek çok açıdan yeniden yapılanan bir takım. Kulağa güzel gelmesi yanında, Beatles benzetmesi bu anlamda da yerini buluyor. Dünyanın en pahalı oyuncusu ayrıldı ve yeni sezondaki ilk 11'de en azından 4 yeni isim oynuyor. Dolayısıyla, atılacak gollerden önce alınacak skorların şu aşamada daha önemli olabileceğini ve sabrın gerektiğini savunmaya buradan, basitçe başlanabilir. Ancak yeterli değil.

Yeni transferler
Soldan sağa: Paulinho, Eriksen, Soldado, Chadli, Capoue, Chiricheş, Lamela.
Toplam bonservis: 121,875,000 €
Yaş ortalaması: 24,3

Esas mesele şu ki, Tottenham bu sezon gerçekten Villas-Boas'ın takımı gibi gözükmeye başladı. Geçtiğimiz sezonki 8 yeni transfer ve ayrılanlara rağmen, kadro büyük ölçüde Redknapp'dan kalmaydı. Bu sezon geri kalanlar da ayrıldı ve 7 tane çok değerli yeni isim katıldı. Artık takımın oyun tarzına da belirgin prensipler hakim olmaya başladı.

Orantısız idealizm

Bir önceki sezonu 72 puanla bitiren Tottenham, kulübün Premier Lig puan rekoruna imza atmış ve Villas-Boas da rüştünü ispat etmeyi başarmıştı. Adaya ilk ayak bastığında özel insan Mourinho'nun varisi olarak gösterilen ve çocukluğuna kadar gidilerek 'özel'lik alametleri sıralanan Portekizli hoca; Chelsea'de prensiplerinden vazgeçmeyen, oyunculara inemeyen dahi hoca profili sunduktan sonra şüpheyle bakılan bir figür hâline gelmişti. Daha önce hiçbir takımı iki sezon üst üste çalıştırmayan 36 yaşındaki hoca, Chelsea'deki deneyiminin ardından çok daha esnek bir yöntem izledi ve Tottenham'ın rekor puanla biten sezonunun karakteri bu oldu. Takım Redknapp'tan farklı olarak daha Avrupai bir futbol oynamaya başlamış ve Villas-Boas bu anlamda imzasını atmayı başarmıştı; fakat sezon içinde 4-4-2'ye de geçtiler, sağ kanatta sağ ayaklı oyuncu da oynattılar, maçların 60. dakikasından sonra Huddlestone'u oyuna sokarak 4-3-3'e de geçtiler ve en kritik olarak Gareth Bale'den merkez oyuncusu da yaptılar. Villas-Boas, prensipleri üzerinden başarı getirmeyi bir süreliğine erteleyip dehasını ortaya koyan çözümler üretmeye girişmiş ve çok başarılı olmuştu.

Bu sezon farklı. Chelsea'deki dönemini hatırlatırcasına, orantısız idealizmle oynuyorlar. Bol gollü, agresif, eğlenceli bir futbol tarzını benimsemekten ziyade, zihni methodik işleyen Villas-Boas, esas olarak oyunu kontrol etmekle ve oyuncuların pozisyonel yerleşimleriyle ilgileniyor. Top hakimiyetinin, 'kontrol'ün en önemli bileşeni olduğu sezgisel olarak anlaşılabilir fakat oyuncuların saha içindeki yayılışına gösterilen hassasiyetin niçin önemli olduğunu kavramak, sanırım biraz daha karmaşık. Topsuz değil, toplu oyunda da oyuncuların belli alanların dışına çıkmadan oynaması, zorunlu olarak birbirini takip edecek savunmadan hücuma ve hücumdan savunmaya geçişlerde oldukça önemli.

Bu sezon 1-0 kaybettikleri Arsenal karşısında Spurs'un ileride kurulan savunması ve sahada yerleşimi.

Yakın zamandan somut bir örnek olarak, Barcelona'daki sol kanat günlerinden bahseden Fabregas'a kulak verebiliriz. Geçtiğimiz günlerde Guardian'a verdiği röportajda, 'kendisini Arsenal'deki gibi oynatmak istediğini' söyleyen ve daha 'anarşik' bir oyun anlayışı olan Tata Martino'nun bu sezonki formunda belirleyici etkisine vurgu yapıyordu. “Geçen sene sistemi bozan isim olmaktan çok korkuyordum ve kafamdan şuna benzer şeyler geçiyordu: 'Eğer oraya hareketlenecek olursam ve o anda topu kaybedersek, benim alanım boş kalacak ve bu durumda hiç de eğlenceli şeyler olmayabilir!' Şimdi hocadan aldığım onayla, boşluklar gördüğüm vakit o noktalara koşular yapabiliyorum.”

Bu anlamda Tata Martino ve Pep Guardiola'yla benzer fikirleri paylaşan ve oyun anlayışını 'pozisyonel' bazda kuran Villas-Boas'ın takımı, serbest akışkan Arsenal'den farklı ve çok daha belli kurallar dahilinde hareket ediyor. Bu yapı içinde yücelen Gareth Bale bir yana; Tottenham taraftarı sol kanatta sağ ayaklı ve sağ kanatta sol ayaklı oyuncuları görmekten bıkmış durumdalar ve bunun hiçbir vakit değişmemesi nedeniyle tepkilerini belirtiyorlar. Sezonun yıldızı sağ kanat oyuncusu Townsend, merkeze kat edip sol ayağıyla şut denediği 60 dakikadan sonra, bir 30 dakika daha bunu yapmaya devam ediyor. Tottenham, rakibe göre esneklik göstermeye hemen hemen hiç gitmiyor ve maç içindeki oyuncu değişiklikleri, farklılaştırıcı yönde olmuyor. Görev alan herkes de ancak belli 'pozisyonel' desenler içinde görevlerini yapıyorlar ve hücumun keskinleşmediği durumda, bu durum yaratıcılığı kısıtlayıcı bir etken hâline dönüşebiliyor.

Andros Townsend, artık İngiltere milli takımının da göz bebeği.

Villas-Boas'ın çözümüyse, geçen sezonki gibi pragmatik önlemler yerine, bu yapı içinde oyuncuların ilişkilerini geliştirmek olacak. Paulinho'nun ceza sahasına koşuları keskinleşecek, sol bek Rose'un iyileşmesiyle Sigurdsson'un içeri kaçışları daha fazla anlam kazanacak ve Eriksen'in de varlığıyla Soldado daha iyi servis alacak. Yine de sonuç olarak Arsenal'den farklı bir şey olacaklar. Villas-Boas penceresinden bakıldığında, başka türlü düşünülmesi söz konusu olamaz. Artık gerekli materyallere sahip takımda, bu kısır oyunun uzun vadede daha iyiye geliştirilmesinin tartışılmaz tek fikir olarak görülmesi kendi içinde kesinlikle haklı. Fakat şu ana kadar 4 golünün 3'ünü penaltıdan atmış Roberto Soldado gerçeğiyle karşı karşıyalar ve ligin en az ofsayta düşen takımı olmaları da ne kadar berbat bir servis verdiklerini bir kez daha gözler önüne seriyor.

Sonuç: Tottenham daha iyi

Neresinden bakarsanız bakın, Tottenham geçen seneden çok daha iyi bir takım. Geçen yıl bu dönemlerde daha az puan toplamışlardı ve oyunları aynı ölçüde olgunluk göstermiyordu. Daha da önemlisi, geçen yıl başarıyla uygulamayı beceremedikleri ve bu yüzden ancak dönem dönem kullandıkları pek çok stratejiyi bu yıl alışkanlık hâline getirmeyi başardılar. Öne çıkan çizgi savunma örneğin. Geçen yılki Arsenal maçında savunmayı öne çıkarmak isterken öyle fahiş boşluklar vermişlerdi ki, televizyonda maçın analizini yapan Gary Neville, 'hobi olarak yapsınlar.' demeye kadar getirmek üzereydi. Bu yılsa, aynı diğer pek çok şey gibi, maç seçmeksizin ve düzgün bir şekilde uygulamayı başarıyorlar. Gol yemeyen savunmanın ve top hakimiyetinin sürdürülebilirliğinin en önemli bileşeni, başarıyla uygulanan bu yapı oluyor. Süpürücü kaleci Lloris, top tekniği üst seviyede savunma oyuncuları Vertonghen, Chiricheş ve kapayıcılar Sandro, Capoue ile hemen hemen hiç hata yapmaz hâle geldiler. Tüm bunları olanaklı kılansa, özenle seçilen transferler ve ortaya çıkan yeni, derin, alternatifli oyuncu grubu oldu.

Bu sezon ligdeki ilk iç saha maçı, Swansea karşısında Tottenham'ın sahaya yayılışı. Maçı 1-0 kazandılar.

Hücumdaki sorunların önemli bir kısmı, zaman içinde, daha önceki paragraflarda kısa kısa açıklandığı şekliyle çözülebilir duruyor. Henüz bahsetmedik, Erik Lamela gibi bir oyuncu henüz takıma dahi girememiş durumda. Yalnız, derinde oyun kuracak birinin eksikliği sadece kısa vadede değil uzun vadede de önemli sorunlar, kısırlıklar yaratabilir. Bunun ne denli önemli olabileceğini de sezon sonunda daha net konuşabilir hâle geleceğiz.

Hiç yorum yok: