2013/11/16

Terrace değil, vario sitze


Hayatım Futbol 103. sayıda.

"İngiltere'de ayakta maç izleme alanlarının geri getirilmesi için Bundesliga modeli öneriliyor. Alman güvencesi, Hillsborough'yu yeniden yaşamamak ve kabul edilebilir fiyatlarla maç izlemek için en önemli fırsat olabilir."

Borussia Dortmund'un 2012/13 sezonunda zirveye çıkışı, özellikle İngilizce konuşulan dünyada büyük bir heyecanla karşılanmıştı. Çeyrek finale takım gönderemeyip dibi gören İngilizler, gazetelerinde Alman takımlarına her geçen gün büyüyen övgüler diziyor ve gegenpressing en az tiki-taka kadar günlük konuşma dilen giren bir terim oluyordu. Sanki, İngiltere'ye dair kötü giden her şeyden bahsederken, karşı örnek olarak Almanya'yı vermek bir kural hâline gelmiş idi.

Övgülerin önemli bir kısmı da taraftar kültürüyle ilgilendi. En yüksek doluluk oranlarına sahip Bundesliga stadlarından söz açıldığında, 170 euroluk Dortmund kombinesine değinmemek mümkün olmuyordu. Hâl buyken, ülke futbolunun en değerli öğelerinden 'teras' geleneğini modernize ederek geri getirme olanağını yıllardır arayan kesim, rotasını yine Bundesliga'ya çevirecekti.

Peki neydi bu teras geleneği?

Hillsborough olayı

Anglosakson spor kültüründe koltukların olmadığı, seyirin ayakta yapıldığı ve geleneksel olarak en tutkulu tribünler 'teras' olarak bilinirler. 1989'daki Hillsborough faciasıyla futbol stadyumlarından kaldırıldılar.

İngiltere futbol tarihine geçen trajik olay, Liverpool taraftarı 96 kişinin hayatını kaybetmesiyle sonuçlanmıştı. Kontrolsüzce açılan kapılar kale arkası tribününde izdihama neden oldu ve o gün maça giden 96 kişi bir daha eve dönemediler. Hillsborough, akabinde alınan kararlarla bir milat olmuştu. Tabloid gazete The Sun'ın spekülatif haberciliği ile dönemin başbakanı Thatcher'ın futbol taraftarlığını suçlayıcı tutumu birleşince, İngiltere'de tribün kültürü dramatik bir karalama kampanyasına hedef olacak ve tepeden gelen kararlarla ciddi bir değişime tabi tutulacaktı. Adalet bakanı Taylor'ın raporu yolu açtı ve ilk iki kademedeki takımlara tamamı koltuklu stadlarda maç oynama zorunluluğu getirildi.

Aston Villa'nın Holte End tribünleri.

Cüzi bilet fiyatlarıyla toplumun her kesimine, iç içe, başka bir atmosferde futbol izleme imkanı sunan teraslar; Liverpool'da Kop ve Aston Villa'da Holte End gibi farklı adlarla anılacak kadar tribün üstü önem arz etmiş ve işçi sınıfının sporu olarak bilinen futbolun bu anlamdaki en önemli elementlerinden biri olmuştu. Fakat Taylor Raporu'nu takiben Premier Lig'in kurulması, gelirlerin akıl almaz boyutlara ulaşması ve yabancı sahiplerin ortaya çıkmasıyla devam eden süreç, İngiliz futbol atmosferinin suni ve eski 'ulaşılabilirliğinden' uzak bir yapıya bürünmesine tanıklık edecekti. İngiltere'nin en değerli futbol ekonomisi yazarlarından David Conn'un işaret ettiği üzere, gençliği 80'lerde geçmiş biri için Manchester City maçlarına gitmek çok kolay ve aynı zamanda çok özeldi. 2006/07 Premier Lig taraftar anketiyse, stattaki seyircilerin %74'ünün ilk iki sosyal sınıftan geldiği ve bu kişilerin yaş ortalamasının 42 olduğu sonucuna varıyordu.

Gençler artık maça gelemiyor. 80'lerde Middlesbrough tribünü.

Gary Neville de bu haftaki 'Gelecek nesil tehlike altında' başlıklı yazısında konuya değindi. Kendi gençlik çağından örnekler verirken, yükselen bilet fiyatlarıyla genç taraftarların dışlanmasından ve aslında futbol kulüplerinin de zarar görmesinden bahsediyordu. Kulübe tutkuyla bağlı olan ve takımı öne taşıyan atmosferi oluşturan genç taraftarlardı. Aynı yazıda, şu istatistikler paylaşıldı:

2011-12'de maça gelen taraftarın yaş ortalaması: 41 ('06/07'den bu yana değişmemiş.)
Premier Lig'in ilk sezonunda 16-20 yaş arası seyircilerin oranı: %17
2006/07 sezonunda 16-24 yaş arası seyircilerin oranı: %9
1983'te (Neville'ın dönemi) 16 yaş altı seyircilerin oranı: %22
Şu anda 16 yaş altı seyircilerin oranı: %9

FSF'in kampanyası

Futbol Taraftarları Federasyonu (FSF), ayakta izleme yapılabilen tribünlerin güvenli izleme alanları (safe standing areas) adıyla geri gelmesi için 2002'den bu yana resmi kampanyalar yürütüyor. Bunlar arasından 2009'da başlayan en sonuncusu Safe Standing ise halihazırda uygulanmış ve güven veren teknik altyapısıyla en çok ilgi toplayan, gerçekten umut veren bir proje olarak öne çıkmakta. Bu projenin temel argümanı olarak sunulan 'vario sitze' tribünleri, (ya da İngilizlerin bildiği şekliyle 'rail seats') Bundesliga'da yaklaşık 10 senedir kullanılıyor ve gerek bu anlamda gerekse mevcut Alman sempatizanlığıyla ciddi bir güven teşkil ediyor. Kampanyaya resmi yoldan destek veren İngiliz kulüplerinin her geçen gün artışı bir yana, bu fikrin hiç değilse kamuoyunda daha fazla tartışılır hâle gelmesi için yoğun çaba sürüyor.

“Avrupa'dan yükselen ve artık Birleşik Krallık'a ulaşan yeni hareketi biz de hissediyoruz. Bu enerji ve gençliği en güvenli şekilde entegre edebilme yöntemiyse güvenli ayakta izleme alanları (safe standing) oluşturmaktan geçiyor. Avrupa'da uygulanan sistemler son derece güvenli; bunları Celtic Park'ta da görebilmenin yollarını araştırıyoruz.” 
Celtic CEO'su Peter Lawwell 

Yakın zamandan iki yeni gelişme, bu satırların yazılmasına ön ayak oldular. İskoçya'daki kuralların esnekliğini kullanmak isteyen Celtic, geçen ay yaptığı açıklamayla konuyu ciddi şekilde önemsediğini gösterirken; iki hafta evvel de bundan daha düşük ölçekte benzer bir beyan Manchester United'dan geldi. Önemle vurgulanmalı ki, bu ölçekteki kulüpler hükümet erkanı ve futbol otoritelerini ikna edebilme noktasında çok değerli roller üstlenebilirler. Bu iki kulüp yanında, Arsenal, Tottenham, Manchester City gibileri de 'fikre açık' olduklarını belirtiyorlar. Aston Villa, Cardiff, Crystal Palace, Hull, Sunderland ve Swansea'nin oluşturduğu 6 Premier Lig kulübü ise kampanyaya resmi olarak destek veriyor.

Neden Safe Standing?

FSF'in yayınladığı 5 maddelik bildiride, Safe Standing'in arkasındaki nedenler şu şekilde izah ediliyor:
  1. Popüler destek: 2012 FSF Ulusal Anketi, 10 seyirciden 9'unun oturmakla ayakta durmak arasında seçim yapabilmek istediğini gösteriyor.
  2. Seçim: Her hafta binlerce taraftar, oturma alanlarında ayağa kalkarak maç izliyor. Maç sırasında sürekli ayağa kalkanların yeni tribünlere geçmesiyle bu sorun büyük ölçüde ortadan kalkacak.
  3. Güvenlik: Yeni tribünler hükümetin onayı ve güvencesiyle hayata geçebilir; öngörüldüğü şekilde tehlike arz etmiyorlar.
  4. Esneklik: UEFA'nın düzenlediği turnuvaların, tamamı koltuklu stadlarda oynanması zorunluluğu bulunuyor. 'Safe standing' tribünlerin aynı zamanda açılıp kapanabilen portatif koltuklar içermesi, Avrupa maçlarında sorunlarla karşılaşılmasının önüne geçiyor.
  5. Bilet fiyatları: Ayakta izleme alanlarında maç izlemek çok daha ucuz olacak. Böylece stadyumlar daha geniş bir sosyal kesime açık hâle gelecek.
İngiltere'nin örnek aldığı Almanya'da, ve aslında Avusturya ve İsveç gibi Avrupa'nın başka yerlerinde de, raylı tribünler kullanılıyor. Almanların vario sitze (vario seats) olarak adlandırdığı bu yapılara İngilizler de rail seats diyorlar. Korkuluk bulundurmayan ve bu yönüyle arbedeye açık kapı bırakan İngiliz terasların aksine, raylı tribünlerde ön ile arkayı ayıran bir tutunma alanı, korkuluk bulunuyor. Ama yalnız bu değil. Raylı tribünler açılıp kapanabilen koltuklar içeriyor ve ihtiyaca göre kolaylıkla koltuklu tribünlere çevrilebiliyor. Aynı Premier Lig gibi UEFA'nın da 'tamamı koltuklu' stat zorunluluğu var ve bu ikileme uygun olarak geliştirilen Alman tribünlerinin koltukları, Avrupa'daki maçlarda 'açılıyor'. Kendi liglerindeki maçlarda ise 'kapanıyorlar'. Görüldüğü üzere, içinde çok fazla esneklik bulunduran raylı tribünler, tercihe göre tek veya iki sıralık olarak da ayarlanabiliyor. İkinci grafikte, oluşturulan tümsekle iki sıralık tribünün oluşturulduğunu ve üçüncü resimde de Avrupa maçları için koltukların açıldığı anlatılıyor. 

Ayakta oturma alanları için dahiyane çözümler oluşturan Alman kulüplerinin tamamı raylı sistem kullanmıyor; Hoffenheim gibi farklı teknolojiler kullananlar da var fakat önemli bir çoğunluğu, 18 takımdan 8'i, raylı sistemleri tercih ediyor. Bu 8 takım arasında Dortmund ve Leverkusen gibi şu anda Bayern Münih'in en büyük takipçisi konumundaki iki ekip de var. Son olarak, Alman tribünleri örneklemesinin güncel değil 2011'e ve hatta belki daha eskilere de gittiğini belirtmemiz gerekir. Fakat son dönemde Bundesliga'nın yükselişi ve Safe Standing kampanyasının nispeten hızlanışına takiben çok daha fazla öne çıkıyorlar. 

Son: Hillsborough'nun bugünü

Ayakta izlemenin geri dönmesine dair yapılan sohbetlerde 'teras' sözünden titizlikle kaçınıldığını belirtmeliyiz. Kimse eski usül terasların geri dönmesini istemiyor. Teraslar Hillsborough'dan önce de çok kereler izdihama ve ölümlere neden oldular. Bu yüzden ve de gerekli Hillsborough hassasiyeti yüzünden 'teras' sözünün kullanılmamasına özen gösterilmekte. Lakin şöyle bir durum var. Ayakta izleme alanlarının geri dönmesi, Hillsborough ile futbol ortamlarından haksızca dışlanan kesimin geç de olsa haklarının geri kazanması şeklinde de okunabilir.

80'lerde doruk noktasına çıkan holiganizm, hükümet ve medyanın ortak çabasıyla teras kültürüne indirgendiğinde, terasta maç izleyen insanların tamamına 'suçlu' damgası yapıştırılmış ve bu insanlar akıl almaz çirkinliklere alet edilmişlerdi. The Sun, Hillsborough'un ertesi günü 'Gerçek!' manşetiyle çıktığında, can verenlerin cüzdanlarını yağmalayan ve tribünde idrarını yapan Liverpool taraftarları olduğunu iddia ediyordu. Olayın üzerinden 23 sene sonra geçtikten sonra, geçen yıl yapılan 'Hillsborough Bağımsız Paneli'nde bu suçlamaların ne kadar haksız olduğu ortaya çıktı ve her ne kadar yeterli olmasa da, başbakan Cameron, Hillsborough'un mağdur ailelerinden özür dilemek zorunda kaldı.

Meselenin diğer tarafında, yani ayakta izlemenin tehlike ve holiganlıkla eş anlamlı gitttiği mitinin yıkılması doğrultusunda, safe standing'e büyük iş düşüyor.

*FSF Safe Standing Projesi hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak için http://www.fsf.org.uk/campaigns/safe-standing/ adresini ziyaret edebilirsiniz.

Hiç yorum yok: