2013/11/27

Prens Cortese'nin takımı Southampton

Nicola 'Machiavelli' Cortese.

11. hafta sonunda kendini Premier Lig'in 3. sırasında bulan Southampton, alışageldik mütevazi orta sıra takımlarından biri değil. Oturmuş oyun kimliği, şampiyonluk adayı ekiplerin hemen bir aşağısında olan ve bunu çok kereler kanıtlamış bir takım.

Geçen sezon Alex Ferguson'ın 'bu yıl Old Trafford'da karşılaştığımız en iyi rakip' övgüsüne nail olduklarında, büyük takımlara karşı daha iyi sonuçlar alan ve henüz tam olarak dengesini bulamamış, idealist bir takım görünümündeydiler. Artık kendilerine denk takımları da kolaylıkla yenebiliyorlar ve kalelerini gole kapama konusundaki kabiliyetlerini bir adım öteye taşıyorlar. Kaleci Begovic'in maçın ilk dakikasında attığı gol gibi saçmalıkların dahil olduğu 5 golü kalesinde gören Southampton, an itibariyle ligin en az gol yiyen takımı. Onlara normal yollarla gol atmak pek mümkün olmuyor.

Southampton önümüzdeki iki hafta sonu sırasıyla Arsenal ve Chelsea deplasmanlarına çıkacak. Liverpool'la Manchester United'dan 4 puan çıkardıklarını ve Pochettino'nun gelişiyle beraber büyük takımlara karşı galibiyet oranlarındaki belirgin artışı hesaba katarsak, izleyende merak uyandıracak değerli performanslar ortaya koyduklarını görmek sürpriz olmayacak. Bu yazı vesilesiyle, sezonun şu ana kadarki bölümünün flaş takımını daha farklı bir gözle izlemenizi sağlamayı umuyorum.

Başarının bileşenleri

Southampton'a düzülen methiyeler, haklı olarak, çoğunlukla altyapı sistemlerinin mükemmeliyeti üzerinden gelişiyor. Arsene Wenger'in ülkeye getirdiği havadan esinlenerek, 90'lı yılların sonunda Fransız hoca Georges Proust'u altyapı tekniklerini değiştirmek üzere görevlendiren Southampton, İngiliz sistemine aykırı teknik oyuncular yetiştirme başarısıyla örnek bir kulüp. Son olarak, altyapı faaliyetlerine 15 milyon pound daha harcayacaklarını duyurdular ve sözün ağırlığının farkında olarak, La Masia'yı örnek almaya çalıştıklarını belirtiyorlar. İlk önemli jenerasyondan Gareth Bale, Theo Walcott, Alex Oxlade-Chamberlain gibi dünya çapında değerler çıkardıklarını düşünürsek, yeni gelişmelerin ifade ettiği potansiyel gerçekten çok büyük.

Bu yaz 40 milyon euro bonservis bedeli ödeyebilecek kadar transfer bütçesine sahip olan kulüp, Premier Lig'in zorlu rekabet iklimine rağmen altyapıdan gelen oyunculara genç yaşta forma şansı verebilme peşinde. Geçen yıl 17 yaşındayken 30'un üzerinde maça çıkan ve ligin en potansiyelli sol beklerinden biri olarak görülen Luke Shaw bir örnek. Bu hafta milli takımda boy gösteren 25 yaşındaki takım kaptanı Adam Lallana da yine altyapı çıkışlı oyunculardan biri. Southampton'ın böyle bir organizasyon üzerinden gelişen başarısı, büyük bir kesimin ilgisini çekiyor ve takdirini kazanıyor.

"Southampton for England!"
Soldan sağa İngiliz oyuncular: Rodriguez, Shaw, Lallana, Ward-Prowse, Lambert. 
Rodriguez, Lallana ve Lambert son milli takım kadrosuna çağrıldılar, ve süre de aldılar. Yaş toplamları 40 etmeyen diğer iki oyuncuysa, A takım içinde bu potansiyeli taşıyan en değerli iki isim olarak öne çıkıyor.
Bir diğer öne çıkan konuysa, takımın oyun tarzı. Geçen yıl sürpriz bir kararla, 2 sezonda 2 lig atlatan hocasını sezon ortasında, hem de takım orta sıralardayken gönderen kulüp, La Liga'nın dibine demir atmış Espanyol'un hocası Pochettino'yla anlaşmıştı. O sıralar futboldan anlamayan bir yöneticinin işi gibi görünen Pochettino ataması, takımın bugün üçüncü sıra pozisyonunun temel taşını oluşturuyor. Marcelo Bielsa'nın takipçilerinden olan ve tiki-taka bağımlısı La Liga'da daha dikey ve presli bir oyun anlayışıyla farklı bir isim olarak öne çıkan Pochettino, ortaya koyduğu taktik zeka ve genç oyuncularla çalışmaya yatkınlığıyla Southampton'la kusursuz bir paralellik yakalamayı başardı.

Southampton, kaynakları ve bu kaynakları yönlendiren gerideki zekasıyla korkutucu derecede potansiyel içeren bir kulüp. İşte tam da burada, bu kaynakları yönlendiren zekaya dair, Pochettino'nun ortaya koyduğu saha içi akıl ve altyapı olanakları kadar göz önünde bulunmayan bir kişi daha var. Böyle olmasını, o tercih ediyor. Southampton'ın sonsuz potansiyelinin kaynağı, ligin en esrarengiz CEO'su Nicola Cortese.

Korkulan biri

Southampton blogger'ı Neil Cotton, onun için Nicola 'Machiavelli' Cortese diyor. Daha yerinde bir benzetme düşünemiyorum.

Machiavelli, sevilmenin sizin elinizde olmadığını düşünür. Hem sevilen hem korkulan biri olunamıyorsa, ki ideali budur, o hâlde korkulan biri olmanız daha hayırlıdır. Cortese'nin yaptığı da buna benzer bir şeydi. 2009 yılında, kulübü satın alan İsviçrelinin yanında getirdiği 41 yaşında bir İtalyan banker olarak, hele ki Southampton'ın sıcak aile kulübü kimliğiyle geçen başarısız yıllarını düşündüğünde, kendini sevdirmenin çok yakın bir opsiyon olmadığını o da görmüş olmalı. Bu doğrultuda elini çabuk tuttu ve her zaman, soğukkanlı şekilde, Prens'in yapması gerekeni yaptı. Bunlar arasında, kulağa garip gelen fakat her seferinde Cortese'nin sonuna kadar haklı çıktığı pek çok ilginç olay var.

Onun profesyonel idaresinden ilk kesiği yiyen, şimdinin Newcastle hocası Alan Pardew olmuştu. Yeni sahiplerin sağladığı maddi kaynağı kullanarak rekor bir ücrete takımın şu anki bayrak adamı Rickie Lambert'ı transfer eden ve son yılları büyük hayal kırıklıkları, kupasız sezonlarla geçen kulübe yıllar sonra ilk kupasını kazandıran isim olan Pardew, üstelik kazandığı bir maçtan sonra, kovulmuştu. Aynı akibeti, Pardew'un yerine gelen ve kulübü üçüncü kademeden Premier Lig'e taşıyan Nigel Adkins de yaşayacaktı. Takım hiç de o kadar kötü gitmiyordu, fakat sezon ortasında Adkins'le yollar ayrılacaktı. Benzer bir olay Pochettino'nun başına da gelirse, artık şaşırmamamız gerekebilir. Cortese, menajeri de 'aynı diğer departmanlar' gibi bir departman olarak gördüğünü ve Kıta Avrupa'sında uygulanan modellere benzer bir iş modeli getirmek istediklerini söylüyor.

Pochettino.

Bu noktada gerçekten hayranlık uyandıranıysa, Cortese'nin aldığı kararlarda sergilediği umarsız tutumu ve aynı zamanda, her seferinde çok büyük bir başarıyla haklı çıkması. Cortese sevilmeyi umarsamıyor. Yalnızca kovduğu hocalarla değil, takımın en büyük efsanesi Le Tissier'le takışmalarında da kendini taraftarın önüne atmaktan çekinmiyor. İtalyan, popülizmden veya başka şeylerden değil, birebir başarıdan ve geleceğe yönelik attığı sağlam adımlardan güç alıyor. Özellikle Adkins'i kovduğu vakitler, taraftarın şüpheleri tekrar güçlenmiş ve Cortese'nin, futbol takımlarını kendi oyuncağı yapan yabancı yönetici/sahiplerden biri olup olmadığı tartışma konusu olmuştu. Öyle gözüküyor ki, Pochettino'nun başarısı bu şüpheleri son ve kesin olarak silmiş oldu. Oldukça yakın bir dönemde yapılan taraftar anketinde, 'Sizce Cortese kalmalı mı?' sorusuna %95 evet cevabı çıkıyordu.

Southampton taraftarı zamanla Cortese'yi sevmeyi değil, fakat kabullenmeyi ve sahiplenmeyi öğrendi, denebilir. Bir zamanlar, eski değerleri temsil eden Le Tissier'nin yanında yer almak veya Cortese'nin tavırlarında haklılık aramak konuşuluyorsa; şu anda her ikisini de ayrı ayrı desteklemenin mümkün olduğu kavranmış olabilir. Cortese, aynı Southampton gibi, alışagelmedik bir karakter ve takımın bugünkü inanılmaz başarılı yapılanmasında bir numaralı etken. Cortese'nin iş başı yapmasından önce Southampton; harika bir altyapısı, büyük bir stadyumu ve sempatik seyircileri olan başarısız bir kulüpten ibaretti. Şu anda tüm İngiltere'ye model oluyorlar.

*Machiavelli'nin Prens adlı eserine ithafen.

Hiç yorum yok: