2014/07/07

Brezilya 1970


“Brezilyalılar, yalnız onlara bahşedilmiş olan yeteneklerinden gurur duyuyorlardı; ama sanki bir o kadar da, oyun hakkında bir şeyler söylemek istiyor gibiydiler. Bir oyunu sevmeden o oyunda dünyanın en iyisi olamazdınız; ve hepimiz, o gün Azteca'da, büyük bir hayranlık ve coşkuyla maçı izleyen herkes, sanki bir tür 'oyuna hürmet' gösterisine tanıklık ettiğimizi hissetiyorduk.” 
İskoç spor yazarı Hugh McIlvanney, Brezilya'nın 4-1 kazandığı final maçında

1970 Dünya Kupası, pek çok açıdan, bugünkü şekliyle bildiğimiz Dünya Kupalarının ilkiydi. İlk kez, tüm dünyada canlı ve renkli televizyon yayını yapılıyor; Meksikalı gazetecilerin ortaya attığı grupo de la muerte, ölüm grubu tabiri, bundan böyle ölümsüzleşiyor; Adidas Telstar, siyah-beyaz çokgenli Dünya Kupası futbol toplarının ilki oluyordu. 1961'de İtalya'da başlayan Panini serüveninin ilk Dünya Kupası baskıları, 1970 Meksika'da yapılmıştı. Oyuncu değişikliği hakkı ve sarı-kırmızı kart uygulamaları, ilk kez bu kupada ortaya çıkıyordu. 1970, tüm dünyada takip edilebilirliğin önemli bir boyut atladığı ve getirdiği yeniliklerle, modern Dünya Kupası izleyicisinin hayal gücünü meşgul eden pek çok konunun temellerini atan unutulmaz bir turnuva olarak tarihe geçmişti. Lakin, bu kupanın hayal ile gerçek arasında gidip gelen efsanevi betimlemelerinin en değerli öğesi, kuşkusuz ki, John Motson'ın deyişiyle 'tüm futbol fantezilerimizi gerçekleştirmeyi başaran' sihirli Brezilya takımı idi.

Belki de, tarihin gördüğü en iyi takım oldukları algısı doğru değildi. Belki, İspanya 2012 onları çoktan sürklase etti bile; veya belki, böylesine bir futbol takımının ortaya çıkması, ancak taktik ve fiziksel gelişimin atıl kaldığı bir dönem içinde mümkündü, ve tekrarı imkansızdı. Fakat onların niçin özel olduğunu ararken baktığımız yerler de, Güney Amerika elemeleri dahil olmak üzere, tüm maçlarını kazanarak kupaya ulaşmaları gibi hayranlık uyandıran istatistikler; veya maçı ne kadar domine ettikleri, turnuvayı ne kadar golle tamamladıkları gibi kıyaslamalar üzerinden sonuca varmaya çalışan değerlendirmeler olmamalıydı. McIlvanney, bu ayrımı en iyi yapanlardan biri olmuştu. Başka takımlar da sizi heyecanlandırmayı başarabiliyor ve onlara saygı duyuyorsunuz, diyordu. “Fakat Brezilyaları izlemek, derin ve doğal bir haz veriyor; sanki saf bir fiziksel deneyimden geçiyordunuz.” Renkli televizyonların karşısında, altın sarısı formalı adamların tiyatrosunu büyüleyerek izleyen yüz binlerce insanın hissettikleri, kuşkusuz bundan farklı değildi. Brezilya 1970, artık tarihin en iyisi olmuştu.

Saldanha'nın sürgünü

Brezilya; dünya şampiyonu İngiltere ve Avrupa şampiyonu İtalya ile beraber turnuvanın üç önemli favorisinden biri olarak gösteriliyordu. Yine de, 1966'ta gruptan çıkamadıkları akıllardaydı ve dengesiz savunma hatları, hiç de Dünya Kupası kazanabilecek bir takımınkini andırmıyordu. Turnuvanın başlamasına üç aydan az bir zaman kala, João Saldanha kovulacak ve yerine, dünya şampiyonu oldukları iki kupada da ilk 11 oyuncusu olan Mario Zagallo getirilecekti. Ama bu görev değişimi, saha içi nedenlerle açıklanabilir değildi.


1964'ten bu yana dikta rejimiyle yönetilen Brezilya'nın yeni lideri, bir sene önce, general Emilio Garrastazu Medici olmuştu. Medici, aynı zamanda fanatik bir Flamengo taraftarıydı ve hatta, favori oyuncusu Dario'nun Flamengo'ya transferinde doğrudan etkili olduğu söyleniyordu. Eski bir gazeteci ve Komünist Parti üyesi olan Saldanha, Dario'yu milli takım kadrosuna almadığı Arjantin maçında beklenmedik bir yenilgi aldığında, hükümet kanadından tepkilerle karşılaşacaktı. Bunun üzerine, sonunu hazırlayan o meşhur karşı cevap ortaya çıktı: “Ben kabinenin nasıl kurulduğuna karışmıyorum; başkan da benim tercihlerime karışmamalı.”

Saldanha; Tostao ve Pele'nin benzer oyuncular olduğunu savunuyor ve savunma yönünden memnun olmadığı Pele'yi takıma almamayı düşünüyordu. Bu durumda, efsaneler arasına yazdığımız Brezilya takımının ortaya çıkması asla mümkün olmayacak ve aynı turnuvada, en yaratıcı iki oyuncusu Mazzola ve Rivera'yı değişmeli kullanan İtalya gibi, sadece 'saygı uyandıracak' bir takım olmakla yetinmek zorunda kalacaklardı. 1958 ve 1962 şampiyonluklarında kullanılan 4-2-4 dizilimini geri getiren Zagallo, halkın da isteğine uyarak, elindeki yaratıcı oyuncuların tamamına ilk 11'de bir rol bulmayı başarıyor ve savunması dahi ofansif oyuncularından kurulu fantastik bir takım ortaya çıkıyordu.

4-2-4

Brezilya'nın 'beş 10 numaralar' olarak bilinen hücum oyuncularından hiçbiri, gerçek anlamda bir merkez forvet değildi. Ortaya çıkan doğaçlama, akışkan futbolun -joga bonito'nun- en can alıcı noktası aslında buydu: öncelikle yaratıcı özellikleriyle öne çıkan beş oyuncuyla ve gerçek bir forvet kullanmadan oynuyorlardı. Takımın kağıt üzerindeki merkez forveti Tostão, gol becerileri kadar, ve belki bu becerilerinden de önce, oyun zekası -eski bir doktordu- ve paslarıyla bilinen bir futbolcuydu. Sürekli hareket halindeki 9 numara, sol iç oynayan Pelé'yle muazzam bir uyum yakalayacaktı. Sağ kanatta rakiplerin başını döndürme misyonu Garrincha'dan Jairzinho'ya geçmiş; 'altın sol ayak' Gerson, Didi'nin orta saha organizatörü görevini üstlenmiş ve merkezi oynayan sol kanat, yani bizzat Zagallo'nun oynadığı rol ise, 'Bay Bıyık' Rivelino'ya teslim edilmişti. Böylece, iki kez Dünya Şampiyonu olan kadronun dinamikleri bir nevi tekrardan vücut bulmuş oluyordu. Turnuva başlamadan 1-2 ay önce ortaya çıkan, oyuncuların pek çoğunun kulüp takımlarındaki esas rollerinde sahne almadığı bu takım, gelmiş geçmiş en iyilerden biri olarak anılacaktı.



Kupada oynadığı 6 maçta 7 gol yiyen ve bir o kadar net pozisyonu da kalesinde gören Brezilya, muhtemelen, Dünya Şampiyonu olmuş takımlar arasında en kötü savunma hattına sahip olanlardan biriydi. Gollerin hemen hemen tamamı, kaleci Felix'in bireysel hatası veya savunma hattının, çoğu zaman gereksizce, kendi yarı alanında yaptığı paslar esnasında topu kaybetmesi sonucunda gerçekleşmişti. Yetmezmiş gibi, sağ bek Carlos Alberto'nun sonu gelmez bindirmeleriyle, takımın şekli 3-1-6 gibi daha da içinden çıkılmaz bir hâl alabiliyordu. Transitiondan en az hasarla çıkma ve ayak işleri göreviyse, yalnızca 1 sene önce ilk milli maçına çıkmış olan 19 yaşındaki Clodoaldo'nun omuzlarına yüklenmişti. Tarihin en iyi takımı, final maçının son golünü tarihin en iyi golü olarak hafızalara kazırken, Carlos Alberto'nun deyişiyle 'karnavalı başlatan' oyuncu, kendi yarı alanında dört İtalyan'ı birden çalımlayarak topu sola açan, takımda teknik özellikleriyle belki de en son akla gelecek Clodoaldo oluyordu.

Hiç yorum yok: