2014/02/22

Mancini ve Mourinho üzerine


Hayatım Futbol 118. sayıda.

Roberto Mancini ve Jose Mourinho'nun futbola bakış açıları birbirinden epey farklılık gösteriyor. Ama bu farkı ortaya koymak için, alışıldık yolların çok da yeterli olmadığını düşünüyoruz. İki hocanın favori dizilimleri veya oyun tarzları yerine, ilgiyi antrenman metotlarına çekerek çok daha fazla şey anlatmak mümkün olabilir. Mourinho, antrenmanları 'fikirleri pratiğe dökmek için en iyi yol' olarak tanımlıyor. Biz de buradan başlayacağız.

Jose Mourinho

Chelsea dergisinin Ocak 2014 sayısında, Jose Mourinho'nun 'metodoloji'sini anlattığı bir bölüm yer alıyor. “Farklı düşünce biçimleri var. Bazıları taktik, bazıları fiziksel çalışmaya ağırlık veriyor.” diyor Mourinho. “Ama bunun yanında 'global' bir metottan söz edebilmeliyiz ve sanırım bunu dünyada ilk uygulayanlardan biri benim. Her çalışmada taktiksel, fiziksel, teknik ve psikolojik olmak üzere dört ayrı unsuru göz önünde bulunduruyoruz.”

Jose Mourinho'nun ele aldığı konular yalnızca futbola değil, herhangi bir iş sektörüne de kolaylıkla entegre edilebilir duruyor. Burada, futbolun geldiği profesyonellikten farklı bir durum var. Kuşkusuz en az Mourinho kadar profesyonel olan Pep Guardiola'nın, en azından bir bölümde tutkuyla futbol taktiklerinin geçmişinden bahsettiğini görebilirdiniz. Ama Jose Mourinho bunu tercih etmiyor. Onun futbolla ilişkisinde, oyuna 'duygusal' bir bağlılığın izlerini bulabilmeniz hiç kolay değil. Üst düzey futbolcular yaratırken izlediği yol, size bilhassa şaşırtıcı gelebilir.

Mourinho metotları üzerine çok daha fazlasını
içeren doyurucu ve keyifli bir yazı için
Blizzard dergisinin 8. sayısındaki
"Mourinho's Cult of Personality"
yazısına bakabilirsiniz.

Mourinho'nun ilgi duyduğu 'beyin merkezli
öğrenme' metotunun öncülerinden
Michel Bruyninckx üzerine doyurucu bir
yazı için de şurası. Bruyninckx, artık
Milan için çalışıyor.
Mourinho, oyuncuların zihnini manipüle etmekle işe başlıyor. Düşüncesi şu: Söylediklerimin aslında kendi fikirleri olduğuna inanırlarsa, o zaman bana tamamen bağlı olabilirler. Bu yöntem, 'yönlendirilmiş keşif' olarak adlandırılıyor. “Bu teoriyi pratikte uygulamak çok kolay değil. Özellikle de sizden, otoriteden gelen emirleri kolaylıkla kabul etmeyecek elit oyuncularınız varken. Antrenmanları belirli bir düzene göre inşa ediyorum ve zamanla, zamanla onlar da aynısını hissetmeye başlıyorlar. En sonunda, hepimiz aynı sonuca varıyoruz!” diye açıklıyor. Ibrahimovic, Drogba gibi oyuncularla kurduğu ilişkiye bakarsak, oldukça başarılı da olmuş.

Bu aşamadan sonra yapılan, bir nevi 'omurilik hafızası' deneyi. Bu tabir, bisiklet sürmek, örgü örmek gibi, bir kez öğrendikten sonra çoğunlukla düşünmeden, bilinçsizce yaptığımız hareketler için kullanılıyor. Mourinho'nun en temel fikri de bundan çok farklı değil. 'Tactical Periodization' adıyla bilinen analitik yaklaşımında, futbolu dört aşamaya bölen değerli bir bölüm yer alıyor. Oyun; savunma, savunmadan hücuma geçiş, hücum ve hücumdan savunmaya geçiş olmak üzere dörde bölünmüş. Oyuncuların maç içinde bu 'aşama'ları kendi başlarına fark etmeleri, daha doğru ifadeyle, 'hatırlama'ları isteniyor. Çünkü Mourinho bu senaryoları onlar için antrenmanlarda çoktan oluşturmuş bile! Bu antrenmanlar sıklaştıkça, maç içindeyken aniden antrenmandaki yerleşimler göz önüne gelip hatırlanabiliyor ve futbolcuların tepkisi çok daha çabuk gerçekleşiyor. Yani bir robot gibi oluyorlar. Ya da acaba öyle mi?

Mourinho, bu sonuca varmaya karşı çıkıyor. Bu öğrenim metoduyla robot gibi tahmin edilebilir değil, fakat kendi üzerindeki 'kontrol'ü arttırmayı başarmış futbolcular yaratmayı hedefliyor. Ne yapılması gerektiğini çok daha kolay kavrayabilen, daha hızlı karar veren, daha çok çözüm üretebilen oyuncular. Inter'de çalıştığı dönemde dört üniversite öğrencisinin tez konusu olan Mourinho metotları, bu denli 'beyin' üzerine odaklı oluşuyla okuyanları şaşırtıyor. “İnsanların ne yaptığım üzerine genel bir fikri var.” diyor Mourinho. “Ama çoğu zaman yetersiz.”

Roberto Mancini

Roberto Mancini ise karar alma sürecinde oyuncuların çok daha 'aktif' rol almasından yana ve her oyuncuyla bireysel olarak ilgilenmeye değer veriyor. “Capello gibi bazı hocalar oyuncularla arasına mesafe koymaktan hoşlanır, ben böyle değilim.” diyor. Mourinho'dan apayrı seyreden futbolculuk kariyeri ve bu esnada çalıştığı hocalar, Mancini'nin anlayışında en önemli iki belirleyici olmuş.

Roberto Mancini, İtalyan futbolunun gördüğü en yaratıcı futbolculardan biriydi ve sahada ne yapılması gerektiğini anlamak için bir başkasının sözüne çoğu zaman ihtiyaç duymamıştı. Sampdoria'yı şampiyonluğa taşıyan Vujadin Boškov'a göre, devre arasında taktiksel konuşmalara girişen Mancini'nin tespitleri çok nadiren yanlış çıkıyordu. Hatta bunun ötesine geçtiği de oldu. Kariyerinin ilerleyen döneminde Sven-Göran Eriksson'la çalışırken, hocaya orta sahada oynaması gerektiğini söylemiş ve UEFA Kupası'nı kazanacak kadronun en kilit isimlerinden biri artık forvet değil, orta saha oynayan Roberto Mancini olmuştu. Mancini, Eriksson için 'kardeşim kadar yakın' diyor. “Benim için bir öğretmendi. İtalya'ya geldiğinde 5-3-2 oynuyorduk. Sven, 4-3-3 veya 4-4-2 oynamayı tercih etti. Çok farklı taktiksel alternatifler gösterdi, bu önemliydi.”

Lazio günlerinden, Roberto Mancini ve Sven-Göran Eriksson.

Antalya kampındaki en şaşırtıcı gelişmelerden biri, futbolcularıyla özel olarak ilgilenen; savunma oyuncularına nerede duracağını, orta saha oyuncularına nerelere koşacağını birebir gösteren Mancini olmuştu. Bunu Türkiye'deki çalışma şartlarının yarattığı özel bir durum olarak düşünmeyin. İlk çalıştığı kulüp olan Fiorentina'da, 33 yaşındaki Marco Lanna da şaşkınlığını dile getirmekten kendini alamamamıştı. “Ondan çok etkilendim. Kariyerimde daha önce bu denli 'pedagojik' bir yaklaşım tercih eden biriyle çalışmamıştım” diyordu. "Hocalar tekniğinizi kusursuzlaştırıyor ama gerçekten bir şey öğretmiyorlar. Bence Mancini koçluğa atılırken ilk olarak bunu sorgulamıştı."

Roberto Mancini, sahada olup bitene dair oyuncularının algılarını geliştirmek, daha fazla düşünen ve futbol hakkında daha fazla fikri olan oyunculara sahip olmak istiyor. Bu şekilde, onun saha içinde uygulayacağı taktiksel değişimlere daha rahat cevap verebilir, ama bundan önemlisi, çok daha iyi futbolculara dönüşebilirler. 'Futbolu bir bilim olarak gördüğünü söyleyen' Toure'nin Mancini'yle çalışmaktan duyduğu memnuniyet kuşkusuz bu yüzden. Lakin bu yaklaşım, her oyuncuda aynı olumlu etkiyi yaratmıyor. Manchester City'nin 3-5-2 oynadığı dönemde taktikleri eleştiren İngiliz oyuncu Micah Richards'la girdiği diyalog, bu duruma yakın zamandan bir örnek.

Mantalite, Mancini'nin kullanmayı en sevdiği kelimelerden biri. Başarılı olmak için kulübün ve oyuncuların 'mantalitelerini değiştirebilmenin' öneminden sık sık bahsediyor. Daha fazlasını talep eden, kaybetmekten nefret eden bir takım kimliği oluşturmak onun için çok önemli. “Bazı kulüplerde, örneğin Chelsea'de buna ihtiyaç duymazsınız.” diyor Mancini. “Kazanma kültürü orada zaten var. Ama benim istediğim böyle bir şey değil. Meydan okumayı seviyorum. Futbolculuğumda Juventus'a veya Milan'a gitmek yerine Sampdoria'da kalıp Sampdoria'yla beraber büyümek istemiş, büyük kulübe gittiğim için büyük oyuncu olarak anılmak istememiştim.” Geçtiğimiz günlerde “İyi oyuncular, kazanmak istedikleri zaman kazanırlar.” dediğinde de aslında bunu anlatmak istiyordu. Ancak bu 'mantalite'yi yerleştirmek biraz zaman alacak.

Taktiksel tercihleri

Porto'da 4-3-1-2 ve Chelsea'de 4-3-3 dizilimiyle öne çıkan Mourinho, Inter'den bu yana istikrarlı olarak 4-2-3-1'i kullanıyor. Lakin son Chelsea takımında bu yapıda önemli bir değişim yaşanıyor. Inter'de Wesley Sneijder ve Real Madrid'de Mesut Özil'i 'serbest' rollerle görevlendiren ve bu oyuncuları bilinçli olarak takımın katı savunma kurgusundan ayrı bir yere koyan Mourinho, bu kez daha 'melez' bir oyuncu tipinin peşinde. Sihirbaz Mata'nın dışlanışı ve arkadaki ikiliyle kolaylıkla bütünleşebilen 'hibrid' roldeki Oscar'ın yükselişi bunun bir göstergesi. Mourinho'nun sürekli dile getirdiği üzere, 'Chelsea'de uzun süre kalmak' isteyişi, dolayısıyla daha kompleks bir yapı oluşturma çabası ve Mesut Özil'in izole kaldığı Real Madrid'in geçen sene yaşadığı hayal kırıklıkları, bu değişimdeki en önemli pay sahipleri gibi gözüküyorlar. Tüm bunların yanında asla değişmeyense, hepimizin bildiği üzere Mourinho takımlarının ölümcül kontra atakları ve gerideki sağlam duruşları oluyor.

Luca Caioli'nin yazdığı Roberto Mancini biyografisinde, Inter'de iki hocayla da çalışma fırsatı bulan Javier Zanetti'nin Mourinho ve Mancini'yi karşılaştırdığı bir bölüm yer alıyor. Zanetti'nin sözleri şu şekilde:

"Çok farklılar, kesinlikle. İkisinin de çok güçlü karakterleri var, ama futbolu bakış açıları birbirinden tamamen farklı. Mou için topa sahip olma ve savunma yapma oyuna dair temel detaylar ama taktikleri tamamen rakibin oyunu üzerine kuruluydu. Bundan öte, Portekizlinin takımıyla kurduğu bağ Mancini'den çok farklı."

-Mancini'yi tanımlamak isteseniz, ilk aklınıza gelen ne olur?
Zanetti:
Kesinlikle karizması ve futbola dair düşüncelerini karşısındakine aktarma gücü.

-Peki Mancini'nin futbola yaklaşımını nasıl tanımlarsınız? Öncelikle hücum mu? Öncelikle defansif mi? Ya da fazlasıyla defansif mi?..
Zanetti:
Hayır, böyle olduğunu düşünmüyorum. Mancini maçlara geride bekleme düşüncesiyle çıkmıyor. İyi bir savunma ve sürekli hücum tehdidi yaratabilmenini dengesini kurmak istiyor ve bunlardan daha önce de, sürekli topa sahip olmak.

-Arjantin'den size Mancini'yi hatırlatan bir isim söyleyin.
Zanetti:
Daniel Passarella. 1978'de Dünya Şampiyonu olduğumuzda takımın kaptanıydı. Passarella, Inter'de benden önce oynayan Arjantinli ve 1998 Dünya Kupası'nda milli takımdaki hocamızdı. Çok güçlü bir karizması vardır, aynı Mancini gibi.

3-5-2, Roberto Mancini'nin favori B plânları arasında kuşkusuz ön sıralarda yer alıyor. Çalıştırdığı kulüplerde bu yapıya bir şekilde yer açmaktan kendini alamıyor gibi. Fakat 3-5-2, A plânı olarak tercih ettiği bir dizilim değil ve 4-2-3-1, 4-4-1-1 gibi pek çok başka dizilim bu yapının önünde tercih edilebilir. Mancini için dizilimlerin kendisinden ziyade, dizilimler arası geçişler yapabilmek ve mümkün mertebe 'hibrid' bir oyuna evrilmek daha büyük bir önem taşıyor. Hücum kombinasyonları da bu fikre paralel seyrediyor. Oyuncuların akıcı şekilde yer değiştirmesi ve bu şekilde rakip bloklarının organize yerleşimini bozma düşüncesi, onun tarzının 'artistik' bileşenini oluşturuyor. İlk kulübü Bologna'nın o zamanki futbol direktörü Paolo Borrea'ya göre, Mancini'nin takımları aslında fazlasıyla Eriksson'unkilere benziyorlar. “Bütün orta sahalar birbirine yakın oynuyor, kısa pas yapıyorlar, topa sahip olmayı seviyorlar ve sonra bam! Aniden hücuma çıkıyorlar.”

Hiç yorum yok: