2014/03/01

Mesut'a ne oldu?


Hayatım Futbol 119. sayıda.

"Mesut Özil'in balayı bitti. Bir süredir ne kadar özel bir oyuncu olduğu değil, niçin formunun bu kadar düştüğü tartışılıyor. Neden böyle oldu acaba?"

Mesut Özil'in Premier Lig'e ayak basışı gerçek bir sükseye neden olmuştu. Arsenal, senelerdir askıya aldığı yüksek bonservisli yıldız transferini, fazlasıyla ikna edici biri isimle gerçekleştiriyordu. En üst klasmandaki oyuncular arasında, 'Arsenal genleri'ne bu kadar oturan bir başkasından söz edebilmek mümkün değildi. Mesut'un gelişi, Wenger'in 'ilk yıldız transferim, kulübün kaderini değiştiren adam' dediği Dennis Bergkamp'la karşılaştırılıyordu. Sadece saha içindeki benzerliği nedeniyle değil, ama tüm kulübün 'hava'sını birkaç kat yükselttiği için böyleydi. 'Ö fenomeni', haftalar geçtikçe daha da büyüdü. Mesut Özil'in büyüleyici asistleri artık basit birer pas olmaktan çıkmış, Arsenal'in momentumunu her seferinde bir kat daha yukarıya çıkaran unutulmaz anlara yükselmişti. Ama sonra bir şey oldu. Ve aynı Mesut'un yükselişi gibi, Mesut'un düşüşü de bir mite dönüştü. En son Bayern karşısında bir penaltı kaçıran Mesut Özil, 13 maçtır gol atamıyor ve yalnızca 2 asist yapabilmiş durumda. Pek çok fikir ortaya atılıyor; sahiden, Mesut'a ne olmuş olabilir?

1 – Walcott & Ramsey

Düşüncemiz o ki, Mesut Özil'in sahadaki etkisinin 'hissedilemeyecek' düzeye gelmesinde en önemli etken bu iki oyuncunun sakatlığı oldu. Arsenal, çok yoğun bir maç programına girdiği aralık ayından beri Walcott ve Ramsey'den yararlanamıyor. Arsenal'in oyunu, bu ikilinin varlığında çok başka bir forma bürünebiliyor ve Mesut'un etkisini daha fazla 'hissedebilmemiz' için bu 'form'a, onlara ihtiyacımız var.

"Wilshere'in Arsenal'ı"

"Ramsey'nin Arsenal'ı"

Karşımızda iki farklı Arsenal var. Birinde dümene Jack Wilshere geçiyor, diğerindeyse Aaron Ramsey. Bu iki oyuncunun farklı oyun stilleri, Arsenal'in hücum setlerine doğrudan etki ediyor. Jack Wilshere'in Arsenal'i, topu çok daha fazla ayağında tutuyor. Dar alana sıkıştırıyorlar ve buralarda yaptıkları muhteşem işlerle gole gidiyorlar. Ramsey'nin Arsenal'i ise daha direkt. Geniş alanda oynuyor ve bir anda hızlanıp kusursuz şekilde bitirebiliyorlar. Arsenal'in bu sezon attığı gollerin bir kısmı, bu açıdan şaşırtıcı derecede karakteristik özellikler gösteriyor. Rosicky'nin bu hafta sonu Sunderland'e attığı bilardo golünü hatırlayın. Giroud'nun tek dokunuşla son pası verişine kadar, Wilshere'in Norwich'e attığının karbon kopyasıydı. Mesut Özil'in de biri kafayla olmak üzere iki gol attığı bu maç, Ramsey ve Wilshere'in aynı anda sahada olması durumunda Arsenal'in elindeki çok farklı opsiyonların ciddi bir göstergesi olmuştu. Ve yalnız Norwich'e karşı değil, bundan 10 gün önce Napoli'ye karşı da benzer bir performansı göstermişti Arsenal. Ramsey'nin sağ kenardan hızlandığı pozisyonda, Mesut harika bir bitirişle golü atıyor; maç hızını kesmeden bir gol de Giroud'ya attırıyordu. Oyunun hızlandığı her an; hayal edilebilecek en doğru pası atan, o durumdaki atağı en iyi şekilde yönlendiren Mesut Özil, sahadaki diğer oyunculardan birkaç kat yukarıya çıkıyor. Oyunun biraz daha kısa paslarla ince ince işlenmeye yoğunlaştığı, 'tiki-taka'ya döndüğü durumdaysa, Mesut'un etkisini aynı ölçüde 'hissetmek' mümkün olmuyor. 

“Oyunun hızlandığı her an, hayal edilebilecek en doğru pası atan, o durumdaki atağı en iyi şekilde yönlendiren Mesut Özil.”

2 – Bergkamp örneği

Takıma geliş hikayelerinden oyun stillerine, Dennis Bergkamp ile Mesut Özil arasında sayısız benzerlik kurulabilir. Bergkamp'ın ne denli kült bir figür olduğu, bu hafta sonu Emirates Stadı önüne dikilen heykeli ve ondan birkaç ay önce piyasaya sürdüğü harika biyografisi sırasında duyduğumuz hikayelerle şu günlerde bir daha pekişiyor. Lakin Bergkamp'a dair algımızda hâlâ belli çarpıklıklar olabilir. Dennis Bergkamp, kariyerinin hiçbir döneminde 90 dakikanın tamamında ağırlığını hissettiren bir oyuncu olmamıştı. Tersine, maçın büyük periyotlarında oyundaki varlığı dahi unutuluyor gibiydi. Bergkamp'ın kariyeri, daha ziyade Newcastle'a attığı akıl almaz gol veya Ayala'yı şaşkına çevirdiği top kontrolü gibi 'an'larla dolu. Bergkamp demek, 'büyüleyici an'lar demekti.  

Dennis Bergkamp'ın geçtiğimiz aylarda çıkan biyografisi 'Stillness and Speed'de, kariyerinin son dönemlerinde Wenger'le yaşadığı zıtlaşmaların anlatıldığı bir bölüm yer alıyor. Artık yaşı epey ilerleyen ve yavaşlayan Hollandalı, Wenger'in takımında fazla süre alamamaya başlamış. Kendisini verilerle savunan hocaya bir gün patlayacağı tutuyor: “Maçın kaderini değiştirdiğim öldürücü pasım hangi istatistiğe giriyor?!”

 Dennis Bergkamp'ın ilk dönemleri de 
oldukça zor geçmişti!
"Bergy: boşa harcanmış para"
Mesut Özil'in kalitesi, 5 büyük lig içinde en çok asist yapan oyuncu gibi sayısal verilerle desteklenmeye çalışılsa da, aslında bu yeterli değil. Gerçek şu ki, Mesut'un 'hiçbir şey yapmadığını' düşündüğümüz, bir önceki bölümdeki ifadeyi tekrarlayacak olursak, oyundaki varlığını 'hissedemediğimiz' maçlarda dahi, Mesut Özil çok önemli bir figür olarak varlığını sürdürüyor. Mesut'un varlığı, sahadaki her hareketin daha kusursuz yapılacağının en büyük garantörü. Oyunun biraz hızlandığı durumlarda, bu mükemellik rakip arkadaşına atacağı bir ara pas şeklinde belirebilir. Ama böyle olmak zorunda değil. Oyun daha yavaş aktığında da, basit top kontrolleri ve koşularla oyunun gidişatına 'fark ettirmeden' etki edebiliyor Mesut Özil.

Wenger, onu oyunun 'hizmetkar'ı olarak tanımlıyordu. “Mesut, takıma yepyeni bir teknik kalite, vizyon ve çok güçlü bir şekilde kollektif oynama arzusu getirdi. Onun tek bir efendisi var ve o da futbol. Oyun ondan ne talep ediyorsa onu yapıyor; egosu hiçbir zaman oyunun önüne geçmiyor. Aynı bütün büyük oyuncularda olduğu gibi...” 

Mesut Özil'in daha az etkili olduğu dönemler elbette olacak. Fakat ona yönelttiğimiz eleştiriler, salt oyundaki devamlılığı veya sayılar üzerinden gelişiyorsa, bir kez daha düşünmemiz gerekebilir.

3 – Vur Giroud'ya!

Şu sıralar saha dışında yaşadıklarıyla gündeme gelen Olivier Giroud, Arsenal'e dair olumsuz bir yorum yapılacağı vakit her nedense hep ilk akla gelen isim oluyor. Bir şeyler ters gitmeye başladığında, sorunu Giroud'da aramak yerine başka yerlere bakmalıyız.

Oliver Giroud, hâlihazırda en üst klasmandaki forvetler arasında değil; belki hiçbir zaman olamayacak da. Ama onun çok önemli bir görevi var: takımın geri kalanını 'oynatıyor'. 'En' ayarını yapan kanat oyuncuları gibi, Arsenal'in 'boy'unu ayarlayan bir oyuncu Giroud. Hâlâ zaman zaman dağılma emareleri gösterse de, gün geçtikçe daha 'sağlam' bir takım olmaya doğru ilerleyen Arsenal'de, ön alandaki oyuncularla geridekilerin bağlantısını sağlayan, kollektif yapının dağılmasını önleyen en kilit oyuncu o belki de. Giroud; ön alandaki presi başlatıyor, geriden gelen koşuculara duvar oluyor, gerektiğinde uzun top opsiyonu hâline geliyor ve dar alanda müthiş tek pas servisleri yapıyor. En üst düzeydeki forvet oyuncularının 'patlayıcılığına' veya gol tutkusuna sahip olmayabilir. Ama sırf bu yüzden, onu haksızca yargılamaktan vazgeçsek iyi olacak.

Mesut'un henüz çıktığı ilk maçta Giroud'ya verdiği gol pası.
Kaleci Boruc'a pres yapan Giroud topu çalıp golü atıyor. Geçen hafta benzer bir golü Sunderland'e de atmayı başardı. Yer olsa Giroud'nun ceza sahası içi doğru koşu/yalancı koşularını ve yüksek gol yüzdeli tek vuruşlarını da koyacaktık. Son vuruşları kötü, ama tek vuruşları iyi. (Yukarıdaki golde de bekletmeden topun altına çok iyi giriyor, tek vuruşla gol.)

Mesut Özil'in keskin paslarını değerlendirecek bir forvet olmamasından yakınıp okları Giroud'ya yöneltmek, bu durumda çok doğru değil. Mevzu, Giroud'nun 'iyi niyetli' olması da değil. Arsenal'in, örneğin Higuain gibi bir oyuncuyla, aynı ölçüde kollektif bir takım olabileceğinin garantisi gerçekten yok. Ve aslında, Mesut çıktığı ilk maçta, henüz 10. dakikada, savunma arkasına attığı pasta Giroud'ya golü attırmıştı. Sorun, Olivier Giroud değil. Sadece, Mesut'un düzenli olarak o pasları atmak için arayacağı oyuncunun illa ki bir santrafor olması gerekmiyor. Walcott gibi, bir uzak forvet de olabilir. Ne yazık ki, sakatlıkların şekillendirdiği Arsenal'de, şu anda bu tip bir uyum yakalayacağı oyuncu yok gibi gözüküyor.

4 – Wenger okulu

Mesut'un 'yolunu kaybetmesinde', tüm bunların dışında bir etken daha var. Ama bu kısım biraz karışık. Öyle ki, Mesut'u şu günlerde nispeten 'verimsiz'leştiren futbol ortamı, uzun vadede onu gerçekten 'olması gereken' oyuncu hâline getiren en değerli unsur olarak anılabilir. Arsene Wenger'in, oyuncularını el üstünde tutan, onların 'öznel'liklerine derin saygı gösteren futbol anlayışı, Real Madrid'de gösterdiği performansla dünyanın en iyi 10 numarası konumuna yükselen Mesut Özil'i bu tanımların da üzerinde bir figüre dönüştürebilir.

Sahada ne yapılması gerektiği hakkında kesin 'direktif'leri olan Mourinho, Klopp gibi taktisyenlerin aksine, Arsene Wenger'in futbol aklı, oyuncuların kendi kararlarını alması gerektiği fikrini taşıyor. Wenger'in düşüncesine göre, Robert Pires gibi, Dennis Bergkamp gibi dehalardan maksimum şekilde verim almanız ancak bu şekilde mümkün. Fransız hoca, birbirini yalnızca 'teknik' değil ama psikolojik olarak da tamamlayan, ayrı ayrı 'karakter'lerin oluşturduğu kusursuz kollektifler yaratmak istiyor. Bu sezon her maç farklı bir skorerin çıkması ve daha önceki kısımlarda bahsettiğimiz Wilshere ve Ramsey'nin takımları meselesini, bu anlamda bir iyiye gidiş olarak yorumlayabiliriz.

“Wenger tarafından takımın teknik lideri olduğu ilan edilen Mikel Arteta.”

Wenger'in kullanmayı çok sevdiği bir tabir olan 'lider' meselesi mühim. Her takımda iki-üç lider olduğunu söyleyen Patrick Vieira, meseleyi şöyle izah ediyordu. “Dennis (Bergkamp) bizim liderimiz, ilham kaynağımızdı. Thierry Henry'nin golü atacağını, Dennis'in kimsenin yapamayacağı bir şeyi yapacağını biliyorduk. Biliyorduk ki Sol Campbell gerideki işleri organize ediyordu ve biliyorduk ki, kırmızı kart görecek biri varsa, o da bendim.”

Wenger için, Mikel Arteta ve Mesut Özil'in ayrı bir yeri var. Bu oyuncuları, takımın 'teknik' liderleri; yani taktik zekası en yüksek, strateji belirleyen oyuncular olarak tanımlıyor. Mesut'un böyle bir yapılanma içindeki yeni rolüyse, Mourinho'nun takımındakinden büyük farklılıklar gösteriyor. Oyuncuları saf birer kazanan hâline getiren Mourinho'da, 'keskin'likler öne çıkıyordu. Mesut Özil'i bir anda bu kadar tepeye çıkaran ama diğer yandan, 'az koşması' gibi eleştirilere tabi tutan yapı, böyle bir yapıydı. Mesut'un topu alış zamanları, onun en tehlikeli pası atacağı zamana özel olarak denk getirilmekteydi sanki. Wenger'in takımında ise oyunculara hazırlanan 'ortam' bu şekilde değil. Mesut Özil'in 'doğaçlama' oynamasına daha fazla imkân tanıyabilecek, Mesut'u aynı Pirlo gibi, Zlatan gibi, golleri veya asistlerinin üzerinde başka bir oyuncuya, bir 'fenomen'e dönüştürebilecek bir yapı bu. Fakat şu an için, Mesut'un epey çalışması şart.

Ancelotti'nin iddia ettiği üzere 'savunma'sı üzerine değil, ama belki fiziği ve hepsinden daha çok da şutları üzerine. Wenger, onu Bergkamp'la kıyasladığı vakit, Hollandalı'nın başlangıçta bir forvet ve Mesut'un bir orta saha olmasından bahsediyordu. “Dennis'in kariyeri, fiziksel kalitesine adaptasyonuyla şekillendi. Vücudu daha fazla skor üretmeye izin vermediğinde, daha büyük bir 'hazırlayıcı' oldu.” Mesut Özil için, tam tersini söylemek mümkün. Wenger, Mesut'un şutları konusunda daha cesur olması gerektiğini ve bu konuda daha çok çalışması gerektiğini söylüyor. Bunları başardığı takdirde, Fransız hocanın Zidane karşılaştırması çok daha gerçekçi olacak.

Hiç yorum yok: