2013/03/03

Yaşasın yeni kral

İngilizlerin ‘The Next Big Thing’i Gareth Bale, artık gerçekten büyük. Villas-Boas’ın getirdiği özgürlük ve yol göstericilikle her geçen gün daha komple bir oyuncu haline gelen Bale, Adebayor ve Defoe’nun yokluğunda ipleri tamamen eline aldı ve 3 galibiyet, 1 beraberlikle biten son 4 maçta gollerin hepsinin altına imzasını attı. Premier League Ronaldo’nun halefini mi buldu dersiniz?
Hayatım Futbol 70. sayı.
Gareth Bale bundan 3 sene önce “Taxi for Maicon” mitini yaratır ve ondan bir sene sonra da İngiltere Profesyonel Futbolcular Derneği’nden yılın oyuncusunu ödülünü alır iken onun ne kadar iyi bir futbolcu olduğuyla İngilizlerin yeni şişirmesi sohbetleri birbirini izliyordu. Bale sahip olduğu müthiş potansiyeli fazlasıyla göstermeye başlamıştı, fakat daha şüpheci gözlemciler için bu potansiyel yalnızca insanların gözünü boyamaya yarıyordu. Bale henüz söylenildiği gibi en üst seviye değildi.

Bale yılın oyuncusu seçildiği o sezonu ligde 7 gol ve 1 asistle bitirmişti. İstatistikler bir yana, fazlasıyla sol koridora bağımlı, eski tip bir İngiliz kanat oyuncusuydu. Hatta o dönemdeki hocası Redknapp için Bale’in geleceği sol bekteydi. Sol açık olarak içeri kıvrılan bir yaratıcı oyuncu ve onun arkasında da sol koridoru tek başına domine eden Bale’i kullanarak iyi bir ikili yaratmayı düşünüyordu belki de. Avrupa’yı kasıp kavuran ve Real Madrid söylentileri çıkan Bale için 50 milyon pound’luk değer biçiliyordu.

Daha çok söz ve daha az sonuçla geçen o yılların ardından, Gareth Bale bu sezon gerçek bir süperstar gibi oynuyor. Yalnızca müthiş goller atmakla kalmıyor; bunları takımın en ihtiyaç duyduğu, en beklenmedik anda yapıyor ve yalnızca sol koridoru değil sahanın her yerini kullanıyor. Hâlâ erken, ama oyun stili ve yarattığı etkiyle Cristiano Ronaldo’nun boşluğunu doldurmaya en büyük aday olarak gösterilmeye başlandı bile. Bizzat hocası Villas-Boas tarafından da. Üstelik bu seferki karşılaştırmalar bir öncekiler kadar fuzuli değil.

Bale’in bu yoldaki çarpıcı değişiminde Villas-Boas’a da ayrı bir paragraf açmak gerekecek.

Mahallenin en efendi çocuğu
“Yaşasın Yeni Kral” başlığını görüp yazının Bale üzerine olduğunu öğrenenlerin ilk aklına gelen muhtemelen Ryan Giggs olmuştur. Galler’den bu kalitede fazla oyuncu çıkmaması ve oynadıkları pozisyon gereği Bale’in ilk karşılaştırıldığı isim hâliyle Giggs olmuştu. Lakin yazı esasen Bale’in bu sezonki çıkışı ve dolayısıyla Ronaldo kıyaslamalarına getirecek kadarki değişen oyunu üzerine kurgulandığından, Giggs buraya kadar ertelendi. Ana fikri ‘Bale Galler prensi olmakla kalmayıp yeni kral dahi olabilir’ şeklinde de düşünebilirsiniz. Zira bundan 5 sene önce ligin kralı Cristiano Ronaldo idi.

İki Galli futbolcunun 14 yaşındayken neler başardıklarını karşılaştırarak bile oyun stillerindeki farklılık ve Bale’in nasıl biri olduğu kolayca gösterilebilir. O zamanlar Ryan Wilson olarak bilinen çocuk Blackburn defansını tarumar etmekle meşgul iken Gareth Bale 100 metreyi 11,4 saniyede koşabiliyordu. Onun ‘özel’liği öncelikle atletizminden geliyordu. Hatta o kadar hızlı büyüyordu ki az kalsın Southampton akademisini bırakmak zorunda kalacaktı. Kasları kemiklerinin büyüdüğü oranda büyüyemiyor ve esnemekte zorlanıyor; bu yüzden sırtında ve bacağının arkasında ciddi ağrılar hissediyordu. Neyse ki anne Bale bunun geçici bir süreç ve oğlunun alınabilir risk olduğuna dair akademidekileri ikna etmeyi başarmıştı.
Bir süre önce “Kadromuzda Cole, Gibbs gibi bekler vardı” diyerek Bale’i nasıl kaçırdığını anlatan Wenger, Ronaldo tartışmalarına ayrıca dahil oldu. Şöyle diyor: “Bale’in bahsedilen oyuncuların seviyesine çıkabilecek potansiyeli olduğuna katılıyorum. Ama Messi’nin Şampiyonlar ligi şampiyonluklarını ve attığı 95 golü düşünürsek, bu kadar hızlı karşılaştırmalar yapmak doğru değil.” Gayet yerinde bu tespitin ardından bir başka soruya cevabıysa şöyle: “Bale yerine Walcott’ı transfer etmemizden pişman değilim. Eğer şu an olsa yine Walcott’ı tercih ederdim.” (İki oyuncu aynı dönemde Southampton’da oynuyordu.)
Müthiş futbolcu ama her şeyden önce müthiş sporcu profili yaratırken, atlanmaması gereken bir konu daha var. Gareth Bale içki içmiyor. Bir Christmas gecesi şampanyayla tanışmış fakat tadını beğenmemiş, o günden beri pek arası yok. İçkiyle ilişkisini kariyeri için yaptığı bir fedakarlık değil, gelişiminde kendiliğinden ortaya çıkmış faydalı bir etken olarak açıklıyor. Hatta hobileri arasında arkadaşlarıyla PlayStation oynamayı sayması veya boş günlerinde Galler’e dönmeyi ihmal etmemesi gibi mütevazı alışkanlıklarından da söz açılırsa, mahallenin en efendi çocuğu Messi kalıbı hemen hemen tamamlanmış oluyor. Daha fazla romantize edip küçük yaşlarda yaşadığı büyümeyle alakalı sıkıntı da buraya dahil edilebilir. Fakat vurgulanmak istenen, yazı boyunca yapılan benzetmelere bir yenisini eklemek ve üstüne Messi’yle de karşılaştırmak değil elbet. Daha ziyade, saha dışında bu tip bir yaşantısı olan futbolcuların daha çok sevildiği ve farklı bir sempati topladığına dikkat çekmek. Bale de hep bu şekilde görülen, ilk çıktığından beri parlak şeyler söylenen ve bunun futbol içi unsurlar veya birtakım rekorlarla sınırlanmadığı bir futbolcuydu. Just an ordinary guy.
Bale alamet-i farikası gol sevincini lise aşkı Emma Rhys-Jones’a armağan ediyor. “Uzun süredir oynamıyordum ve o zaman Emma bana eğer gol atarsam ne yapmak istediğimi sordu. Ona ‘kalp’ işaretini yapacağımı söyledim ama açıkçası bunu yapacağımdan emin değildim. En sonunda golü atmayı başardığımda dediğimi yaptım ve o da bunun çok güzel olduğunu düşünmüş.” Çiftin geçtiğimiz günlerde bir kız çocuğu oldu. Bieber diyenler, yanıldınız.
Bale gibi, bir önceki sezon farklı bir etkiyle oynayan Sunderland’li McClean gibi oyuncular eski tip İngiliz kanat oyuncularını yansıtmaları sebebiyle ayrıca seviliyorlar. “Solak, müthiş hızlı ve yetenekli, ama Robben gibi ters kanattan merkeze sürmüyor” şeklinde, ama bunun daha teatrali bir pasaj yazılmış idi. Keza Jordan Henderson da aynı bu iki oyuncu gibi içkiyle arası olmadığı bilinen bir futbolcu, ama Adalı izleyici onu izlerken bu kadar yoğun hissetmiyor.

Adalı hoca yoluyla evrim
Gareth Bale’in Premier League kariyeri hiç de iyi başlamamıştı.

Son olarak Liverpool’daki başarısız dönemiyle hatırlanan Damien Comolli’yi futbol direktörlüğüne ve Sevilla’yla harikalar yaratan Juande Ramos’u menajerliğe getiren Tottenham, geleceğe yönelik politikalarıyla önemli işler yapıyordu. Bu doğrultuda transfer edilen Luka Modric, Dimitar Berbatov, Kevin-Prince Boateng gibi uluslararası yeteneklerin yanında yerel oyunculara da önem veriliyordu. Southampton’dan 5 milyon pounda sol bek olarak transfer edilen Gareth Bale bu oyunculardan biriydi. Fakat beklenenin aksine işler hiç kimse için iyi gitmedi.

Ramos’un ikinci sezonunda tarihinin en kötü lig başlangıcını yapan Tottenham, son sıraya kadar düştü ve Ramos ekibiyle beraber bavulları toplamak zorunda kaldı. Bale ise çok iyi bir girişin ardından uzun süren bir sakatlık yaşamış ve ardından da yerini Assou-Ekotto’ya kaptırmıştı. Dahası, hiçbir zaman kazanan takımda yer alamıyordu. Redknapp’ın gelişiyle ertesi sezonda da işler değişmedi ve Assou-Ekotto Bale’in önünde yer almaya devam etti. Böylece, Gareth Bale üst üste 24 Premier League maçında oynayıp da hiçbirini kazanamayarak rekorunu ilginç bir noktaya taşımış oldu! 25. seferde 85. dakikada oyuna girdi ve bu sefer kazandılar. Artık lanet bozulmuştu.

Assou Ekotto’nun sakatlığı sonrası şans bulan Bale, bir daha arkasına bakmadı. Bu dönemler, Ocak 2010’a tekabül ediyor. Ramos’un enkazını toplayıp ligi orta sırada bitirmeyi başaran Redknapp, ikinci sezonunda kadronun beklentilerini karşılayarak Şampiyonlar Ligi biletini kovalıyordu. Bale’in sol bekten driplingleri, oyuna etkisi her maç daha da büyüdü ve Nisan ayında patlama yaptı. 4. sıra için çok kritik maçlara çıkan Tottenham 4 gün içinde ezeli rakipler Chelsea ve Arsenal’le oynuyor, Bale bu iki maçta da çok kritik gollere imza atmasının yanında herkesi büyüleyen bir futbol oynuyordu. Bale, Premier League’de Nisan ayının en iyi oyuncusu seçildi ve Tottenham da ertesi sezon Şampiyonlar Ligi’nde oynamaya hak kazandı. Gareth Bale artık bir bek değil, sol açıktı.

Harry Redknapp deyince akla ilk olarak sayıları küçümsen, eski kafalı hoca tiplemesi akla gelir. Tahtaya bir şeyler yazmaktan fazla hoşlanmaz. “Formasyonlar, taktikler üzerine sabaha kadar konuşabilirsiniz, ama benim için futbol futbolcularla ilgilidir. 4-4-2, 4-2-3-1 veya 4-3-3, sayılar bana güzel bir oyun ifade etmiyor. Benim için %10 formasyon ve %90 oyunculardır.” Yine de bu Redknapp’ın ‘vur gitsin’ futbolu oynattığı veya futboldan az anladığı anlamına gelmiyor. Taktikler üzerine yapılan fazla soyut anlayıştan yakınıyor demek, daha doğru. Keza eski kafa Redknapp’ın QPR’ıyla taktik manyağı Villas-Boas’ın Tottenham’ı bu yıl karşılaştıklarında bunlardan sözüm ona eski tip 4-4-2 oynayanı Tottenham, Taarabt’ın sahte 9 oynadığıysa QPR’dı. Başka örnekler de verilebilir.
Ertesi sezon uzun süre unutulmayacaktı. San Siro’da Maicon’u yerle bir etmesinin de çok büyük etkisiyle ‘Premier League’de Yılın Oyuncusu’ ödülünü alırken Tottenham da Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek finale çıkmayı başarıyordu. Redknapp’la çok başarılı sezonlar geçiren Tottenham, Chelsea’nin Şampiyonlar Ligini kazanmasıyla 4. olmasına rağmen Avrupa Ligi’ne gidebildi ve Redknapp’la yollar ayrıldı. Bu ayrılık katiyen hocaya yüklenen bir başarısızlık olmamakla birlikte, Londra ekibinin başkanı Daniel Levy’nin planlarıyla alakalıydı. Redknapp harika işler yapmakla birlikte takıma bu aşamadan sonra verecek fazla bir şeyi kalmamıştı ve geçmiş senelerdeki Juande Ramos tercihine benzer şekilde, Kıta Avrupası’ndan gelecek vadeden bir futbol çılgını başa getirildi: Andre Villas-Boas.

Redknapp’ın tempolu 4-4-2 düzeninde Gareth Bale kendini yalnızca Adaya değil tüm dünyaya tanıtmış oldu. Fakat Levy’nin tercihine paralel şekilde, bu düzenin bir yerde sınırları vardı ve Bale’i de daha tek tip, yalnızca sol koridor oyuncusu olarak sınırlıyordu. Her ne kadar Redknapp yansıtıldığı kadar ‘bilgisiz’ biri olmasa da, gerçek buydu.

Kıtalı hoca yoluyla evrim
Villas-Boas & Bale. Abi kardeş gibi.
Villas-Boas’ın gelişiyle 4-2-3-1 şablonuna dönen ve Dembele gelene kadar ciddi orta saha zaafiyeti ve forvette yalnızlık çeken Tottenham, bu oyuncunun gelişiyle pek çok sorununu çözdü. Buradan sonra da aşama aşama hocanın kafasındakileri uygulamaya başladılar. Tottenham mükemmel hücum futbolu oynamaktan ziyade bilinçli oynuyor ve topa sürekli sahip olduğundan yenilmesi her maç daha da güçleşiyor. Ligde 10 maçtır kaybetmiyorlar ve bu seride iki maç haricinde %55 topla oynama oranının altına düşmediler. Tottenham’ın sezon seyrinde uzunca bir süre 4-2-3-1’den tekrar 4-4-2 şablonuna dönmesi ezbere konuşmaya işaret edebilir, lakin böyle değil. Şablonlar aynı olsa da bu düzende Bale’e tanınan rol ve takımın oyun şekli bir önceki dönemden daha farklıydı. Redknapp’la kanat ortalarının daha ağırlıkta olduğu tempolu bir oyun oynayan Tottenham, Villas-Boas’la daha fazla topa sahip olan ve daha garantici, daha fazla paslı bir sistemi tercih ediyor. Holtby, Dembele gibi merkezden kat etmeyi hızlandırabilen oyuncularla hücum oyunlarını geliştirebiliyorlar ama onlar olmasa dahi kurgunun yarattığı temel üzerinden yenilmesi güç bir takım oluşturuyorlar.

Bale, Redknapp’la büyüyüp sahneye çıktıktan sonra Villas-Boas’ın yol göstericiliğinde çok daha geniş perspektifli bir oyuncuya doğru son hız ilerliyor. Kim bilir, belki de Evra’nın üzerinden kafa vurarak atacağı goller de yakındır.

Hiç yorum yok: