2014/05/23

Tiki-taka öldü mü?


Hayatım Futbol 129. sayıda.

Franz Beckenbauer'in korkunç tiki-taka hikayelerinin arttığı şu günlerde, Uli Hoeness'in bilgeliğine belki de her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. “Bol farkla kazandığımız maçlar, veya hezimete uğradıklarımız... Bunların ardından asla güçlü çıkarımlar yapmamalıyız.” diyordu. Kontra ataktan attıkları gollerden memnun olmayan Guardiola'nın, bizleri uyarmaya çalıştığı mesele de biraz buydu aslında. Bol farklı galibiyetler yanıltıcı olabiliyordu. Bayern'in 'iyi uygulanamayan' tiki-taka'sı dahi en iyi takımların pek çoğu için fazlaydı, ama sistem henüz istenilen seviyeye çıkamamıştı. Karşılarında muazzam bir Real Madrid bulduklarındaysa, 'bir felsefenin ölümü!'nden bahsedenler çıkacaktı. Aslında olan biten fazlasıyla basitti, ve 5-0 kazandıkları maçlardan o kadar da farklı değildi. Guardiola, modifiye 2-3-5'e varasıya takımı sayısız mikrodeneye tabi tutmuş, fakat istediği mükemelliğe ulaşmayı başaramamıştı. “Real Madrid maçından sonra sistemime daha da inandım. Topla yeterince iyi oynayamıyoruz!” beyanı, birilerini iğneleme düşüncesiyle yapılmamıştı. Sorun apaçık şekilde felsefede değil, uygulamadaydı ve hatta biraz daha ileri giderek, Real Madrid hezimetinin Guardiola'nın elini güçlendirdiğini dahi söyleyebilirdik. Süddeutsche Zeitung, 'Bayern'in yeniden inşasının asıl şimdi başladığını' düşünüyordu.

*     *     *

Okuduklarınız sinir bozucu geliyor olabilir. Samimi bulmuyor, zorlama bir Guardiola savunması yaptığımızı düşünüyor olabilirsiniz. Biliyoruz, pek çoğunuz tiki-taka'yı sevmiyor. Belki korkak, belki küstah, belki de sadece sıkıcı buluyor. Haklı olabilirsiniz. Yine de tüm bunlar, tiki-taka'ya yöneltilen eleştirilerin şeklini doğru kılmıyor. Tiki-taka'nın tırnak içinde halka inememesinde, bazı basit teknik ilişkilerin anlaşılamaması ve salt sistem olarak değil ama bir felsefe olarak da değerlendirilememesinin önemli rol oynadığına inanıyoruz.

Guardiola'nın Real maçı sonrası söyledikleri arasından, “Topla çok kötü oynadık ve eğer kötü oynarsanız, kötü savunursunuz.” bölümü, iyi bir başlangıç noktası olabilir. “Topa sahip olursanız savunmanız gerekmez, çünkü yalnızca bir top vardır.” aforizması, başka bir şekilde dile getirilmekteydi. Top sirkülasyonunun en değerli savunma silahı olarak kullanıldığı bu oyun felsefesinde, savunma oyuncularının boylarının kısa olması veya saf birer savunma oyuncuları olmamaları üzerinden acımasız eleştiriler yapılabiliyor. En basitinden bu örnek dahi, savunma oyuncularının aslında savunma oyuncuları olmaması üzerinden sistem eleştirisi yapılmasının, aslında bazı basit teknik ilişkilerin anlaşılamamasından kaynaklandığını ve entelektüel yönü zayıf bir eleştiri şekli olduğunu göstermemize yardımcı olabilir. Böyle bir yanılgı, Liverpool'u çalıştırdığı dönemde uyguladığı alan savunması ciddi tepki toplayan Rafa Benitez'in durumundan pek de farklı değil. Eğer Benitez'e hak verirsek, belki tiki-taka'ya da sempatiyle yaklaşmayı başarabiliriz.

Kornerlerde alan savunması uygulayan Liverpool'un yediği goller, hâliyle, alan savunmasının bilindik, göze batan sorunlarından ileri geliyordu. Ertesi gün, 'işte yine alan savunması!' diye haykıran futbolcu eskisi yorumcularla karşılaşmanız işten bile değildi. Benitez'in bu eleştirilere yanıtıysa, her zaman için çok net ve basit olmuştu: Liverpool'un, kornerlerden en az gol yiyen takım olduğu istatistiğini gösteriyordu. Kornerlerde alan savunması, kökten bir çözümdü ve bu yüzden en iyisiydi. Lakin en iyi şekilde uygulanamadığında komik durumlara düşürebiliyordu ve dolayısıyla çözüm, alan savunmasından vazgeçmek değil fakat alan savunmasını daha da idealize etmek olmalıydı. Barcelona ve savunma oyuncuları nezdinde yapılan eleştiriler de bundan farklı değil ve hatta doğası gereği tıpatıp aynıydı. Mascherano'nun en kritik anda vurdurduğu kafa topu, sistemin esasında savunma güvenliğini korkutucu boyutlara çıkardığı gerçeğini değiştirmiyordu ve çözüm, basitçe Mascherano yerine uzun boylu birini koymak olmayabilirdi.


Gerekli yaratıcı unsurlar eklenemediği takdirde defansif bir seyre dönüşen tiki-taka, tüm yolların 'kontrol' fikrine çıktığı, oyunun tüm dinamiklerinin topa sahip olma düşüncesi üzerinden tekrardan şekillendiği bir felsefe olarak tanımlanabilir. Tiki-taka'yı basitçe bir sistem olarak anlamak yerine, felsefi boyutları ve ilham kaynaklarıyla birlikte gördüğümüzde, belki sıkıcı değil ama 'soğuk' olduğu noktasındaki fikrimiz değişmeye başlayabilir.

Makine yakıştırmalarının aksine, amatör ruhun yüceltilmesini en tepeye koyan bir anlayıştan bahsediyor Guardiola. “Dünyanın neresinden olursa olun, futbolcu olmaya karar veren herkesin hikayesi aynıdır. Hayatlarının bir gününde, koca bir şehirde veya küçük bir kasabada, oynadıkları futboldan büyük bir zevk almışlardır. Barça'nın çok komplike bir sisteme sahip olduğu söylense de aslında sistemimiz bu kadar basit: topa sahip oluyoruz ve topu bizden kapmaya çalışmalarını istiyoruz.” Kusursuzluğa, kazanmaya yönelik oluşturulan tüm teknik detayların arkasında gizli olan bu: Guardiola, hiçbir baskı hissetmeden sadece futbol oynadığı için zevk alan, mekanlar üstü bir takım oluşturmak istiyor. Tiki-taka'yı açıklamaya uğraşırken, Total Futbol etkilenmelerine göz atabilir ve örneğin Ruud Krol'un işaret ettiği fiziksel rejenerasyon meselesi gibi, topa sahip olma oyununun getirdiği pek çok devrimsel düzeydeki yeniliğe atıfta bulunabiliriz. Fakat Guardiola'nın 'özel'liği, tüm bu felsefeyi yeni bir kusursuzlukta sunması dışında ,Victor Valdes'e söylediklerinde yatıyor.

Sürekli gerginsin, çünkü sadece başarılı olmayı diliyorsun. Eğer bu şekilde devam edersen, kariyerin sona erdiği vakit bu mükemmel işten hiçbir zevk almamış hâlde emekli olacaksın!”

Tiki-taka ölmüş değil. Muhtemelen, seneye çok daha hazır ve güçlü bir şekilde yeniden sahnede olacak. Hem sahi, ölmesini niye bu kadar çok istiyorsunuz?

Hiç yorum yok: