2008/09/01

8 Reasons to Read a Russian Novel


- War and Peace (Leo Tolstoy)
- Anna Karenina (Leo Tolstoy)
- The Brothers Karamazov (Fyodor Dostoevsky)
- The Idiot (Fyodor Dostoevsky)

- Crime and Punishment (Fyodor Dostoevsky)
- Demons (Fyodor Dostoevsky)
- Lolita (Vladimir Nabokov)
- Absurdistan: A Novel (Gary Shteyngard)


8 Reasons to Read a Russian Novel.


Coşku, her kitapta biraz daha, biraz daha artıyor. İlk 200 sayfa geçildikten sonra, coşkunun yerini bitecek olmasının verdiği hüzün almaya başlıyor. 'O' Rusya'dan ayrılıyorum diye üzülürken 'başka' bir Rusya'da buluyorsun kendini. Kumarbaz, Budala ve daha nicesi, Dostoyevskiiy'in 'gözlemlerini', 'görüşlerini' ve 'kendini' anlattığı birer kitap. Ben, Kumarbaz'la başlayıp Budala'yla devam etmiştim. Şimdi Karamazov'ların büyüsündeyim. Tavsiyem, Karamazov ile -henüz okumasa şerefine erişmesem de- Suç ve Ceza'nın sona saklanması. Şayet, Budala sonrası Karamazov insanı sarhoş edebilirken, Karamazov sonrası Budala büyük hayal kırıklığı yaratabilir.


"...

Bir şey daha, yalnız bir sahne daha anlatayım sana. Bunu meraklı bir şey olduğu, çok karakteristik bir yönü olduğu için anlatacağım. Hem bunu biraz önce bizim eski dergilerden birinin topladığı ciltte okudum. 'Arşiv' dergisinde miydi, yoksa 'Eski Günler' dergisinde mi, bunu araştırmalı, nerede okuduğumu bile unuttum. Olay, kölelik çağının en kötü zamanında olmuş. Daha yüzyılın başlangıcında. Çok şükür, geçti o günler! Yaşasın, 'Halkımmızın Kurtarıcısı'...

O zamanlar, yani bu yüzyılın başında bir general varmış, bu generalin büyüklerle ilişkileri olduğu gibi kendisi de çok zengin bir toprak sahibiymiş, ama öyle toprak sahiplerinden biriymiş ki! (Doğrusunu söylemek gerekirse, o zamanlarda bile bu tür toprak sahipleri çok azmış) Bunlar hizmet süreleri sona erip emekli oldukları vakit, neredeyse kendi adamlarının hayatı üzerinde de, ölümü üzerinde de söz sahibi olmak hakkını kazandıklarına kesin olarak inanırlarmış. O zamanlar böyleleri varmış.

İşte bu general iki bin canlık çiftliğinde yaşıyor, herkese yukarıdan bakıyor, daha aşağı bir düzeyde olan komşularına, sanki onlar yanaşmaları ya da kendi soytarılarıymış gibi davranıyormuş. Tavlasında yüzlerce köpek ve hemen hemen yüz kadar köpek bakıcısı varmış. Hepsi de üniformalı, hepsi de atlıymış. Bir gün çiftlikte çalışanlardan birinin oğlu, senin anlayacağın küçük bir çocuk, ancak sekiz yaşında bir oğlan, her nasılsa oynarken bir taş fırlatmış ve generalin en çok sevdiği cins bir av köpeğini bacağından yaralamış. General: 'En çok sevdiğim köpeğim neden topallamaya başladı' diye sormuş. Kendisine: 'İşte şu çocuk köpeğinize taş attı, onu ayağından yaraladı.' diye bildirmişler. General, çocuğu tepeden tırnağa süzmüş: 'Ya! Demek sensin bunu yapan?' demiş. 'Yakalayın şunu!' Çocuğu yakalamışlar, annesinden zorla kopararak alıp götürmüşler. Çocuk, bütün geceyi hapis odasında geçirmiş. Ertesi sabah gün doğarken, general tam bir av giyimi içinde ava çıkmış. Atına binmiş; etrafında beslemeleri, köpekleri, köpek bakıcıları ve av kovalayıcıları varmış. Hepsi de at üstündeymiş. Etraflarına da çiftlikte çalışanları toplamışlar. Bu iş onlara ders olsun diye. En önde de suçlu çocuğun annesi duruyormuş. Hapis odasından çocuğu çıkarmışlar. Bulutlu, soğuk, sisli bir sonbahar günüymüş. Tam av için bir gün. General, çocuğu soymalarını emretmiş. Çocuğu çırılçıplak soymuşlar. Yavrucak tiril tiril titriyormuş. Korkudan aklı başından gitmiş, bağırmaya bile cesaret edemiyormuş. General 'Koşturun şunu!' diye bir komut vermiş. Köpek bakıcıları çocuğa 'Koş, koş!' diye bağırmışlar. Çocuk koşmaya başlamış... General avazı çıkıtğı kadar 'Tut! Getirin şunu!' diye bağırmış ve tüm av köpeği sürüsünü onun üzerine saldırtmış. Çocuğu anasının gözleri önünde köpeklere kovalatmış, köpekler de çocuğu paramparça etmişler. Ondan sonra generali galiba hacir altına almışlar. Eh... Ne yapacaklardı onu başka? Kurşuna mı dizmeliydiler yani? Başkalarının vicdanı tatmin olsun diye, kurşuna mı dizmeliydiler onu? Söyle. Alyoşa!

Alyoşa yüzü sapsarı olmuş, dudaklarında garip, eğri bir gülümseyişle, gözlerini ağabeyine doğru kaldırarak, yavaşça:
- Kurşuna dizmeliydiler ya! dedi.

İvan tuhaf bir heyecanla:
- Bravo! diye bağırdı. Mademki artık sen de bunu söylüyorsun, demek ki... Şu rahibe bakın hele!.. Demek senin de içinde bir şeytan var, Alyoşa Karamazov!

- Saçma bir şey söyledim, ama...

İvan:
- Belki de, yalnız, asıl önemli olan o 'ama'dadır, diye bağırdı.

Şunu bil ki bu dünyada saçmalıklar çok gerekli şeylerdir, rahip adayı! Dünya saçmalıklar üzerinde duruyor. Onlar olmasaydı, belki bu dünyada hiçbir şey olamazdı. Biz bildiğimizi biliriz!

Hiçbir şey anlamıyorum. Artık hiçbir şeyi anlamak da istemiyorum. Yalnız olaylar üzerinde durmak istemiyorum. Her şeyi anlamaktan çoktan vazgeçtim. Eğer bir şeyi anlamak istediğimi duyarsam biliyorum ki, hemen üzerinde durduğum olayı değiştirmiş olurum. Oysa ben olayı olduğu gibi ele almaya kararlıyım.

Alyoşa büyük ve içten bir üzüntüyle:
- Beni niçin deniyorsun? diye bağırdı. Bunu bana sonunda söyleyecek misin?

- Tabii, söyleyeceğim. Zaten sözü sana bunu söylemek için o yöne götürdüm. Sen benim için değerlisin. Seni elimden kaçırmak istemiyorum ve o Zosima'ya da kaptırmayacağım.

Beni dinle: Bu çocukları iş daha açıkça anlaşılsın diye ele aldım. İnsanların dünyanın üstündeki toprağı, ta ortasından kabuğuna kadar sırılsıklam hale getirmiş olan gözyaşlarından artık tek bir söz söylemek istemiyorum. Konumu kasıtlı olarak daralttım. Ben bir tahta kurusuyum ve boynumu eğerek şunu kabul ediyorum ki, olup bitenden hiçbir şey anlamıyorum. Her şey neden böyle düzenlenmiştir? Bunu anlamıyorum... Demek ki, insanların kendileri suçlu: Onlara cennet verilmiş, onlar ise özgürlüğü istemişler ve bundan ötürü mutsuz olacaklarını kendileri de bilmeden gökyüzündeki ateşi çalmışlar; o halde demek ki, onlara acımak boşuna! Gel gelelim benim o zavallı, o bu dünyaya göre yaratılmış ve Öklid prensiplerine göre işleyen aklım diyor ki, dünyada asıl var olan şey, çekilen acılardır. Suçlu diye bir şey yoktur. Her şey bir başka şeyden dümdüz ve basit olarak çıkar. Her şey akıp gider ve her şey aynı paralele girer. Ama bu yalnız Öklid'e yakışır bir acayipliktir. Çünkü bu acayipliğe uyarak yaşamaya razı olamayacağımı çok iyi biliyorum! Suçlu diye bir şeyin olmadığından, her şeyin bir başka şeyden çıkmasından bana ne? Bunu bilmemden ne çıkar? Benim ihtiyaç duyduğum, suçun cezalandırılmasıdır. Suç cezalandırılmazsa, kendimi mahvederim! Hem de ceza, sonsuzluğun bilmem hangi noktasından ya da bilmediğim bir zamanda verilmeli. Ceza burada, bu dünyada verilmeli, ben de bunu gözlerimle görmeliyim.

Evet, madem iman sahibi benim, bunu kendi gözümle görmeliyim. O ceza günü gelip çattığı vakit, ölü olursam, beni diriltsinler, çünkü o iş bensiz olursa, çok, çok yazık olur. Ben kendi varlığımı, işlediğim kötülükleri ve çektiğim acıları bilmem kim için meydana gelecek olan mahşerden sonraki o kusursuz düzene temel olsun diye mahvetmedim, onun için çırpınmadım. Ben, kendi gözümle karacanın, aslanın yanına nasıl yatacağını, bıçaklananın nasıl dirilip kendisini öldürmüş olanları kucaklayacağını görmek istiyorum. Herkes her şeyin neden meydana geldiğini, niçin yapıldığını öğrendiğini vakit burada olmak istiyorum ben!..

Dünyadaki bütün dinlerin temelinde bu istek vardır. Ben de dine inanıyorum. Yalnız, işte o çocuklar var ya, onlar ne olacak? Bu sorunun karşılığını bir türlü bulamıyorum. Belki yüzüncü kezdir söylüyorum; karşımızdaki sorunlar pek çok. Ama ben yalnız çocukları ele aldım, çünkü ne demek istediğimi böyle açıkça belirtebiliyorum. Beni dinleyin: Eğer herkesin acı çekmesi zorunluysa, herkes mahşerden sonraki 'ölümsüz' kusursuz düzene ancak acı çekmek pahasına kavuşabilecekse o halde çocukların bu işte suçu ne? Bunu bana söyler misin lütfen?.. Neden onlar da büyüklerle aynı doku içine girmişler? Neden onlar da bilmem kim meydana gelecek o kusursuz düzene kavuşsun diye bu yükün altında eziliyorlar?

İnsanların günahta ortak olmalarını anlıyorum, hattâ cezada bile ortak olmalarını anlıyorum, ama çocukların büyüklerin işledikleri günahlarda onlarla ortak olduklarını kabul edemem! Eğer çocukların babaları ile her bakımdan hem de babalarının işledikleri bütün kötülüklerde onlarla ortak oldukları bir gerçek ise, bu gerçek bu dünyaya göre değildir ve kavranılması, anlaşılması imkansız bir şeydir!..

Şakacının biri 'Çocuk nasıl olsa büyüyecek ve günün birinde günah işlemeye vakit bulacaktır!' dese bile, o anlattığım çocuk büyümedi ya, onu, sekiz yaşındaki bir çocuğu köpeklere parçalattılar ya! Ah, Alyoşa, Tanrı'ya isyan ediyorum! Gökyüzünde ve toprağın altında olan her şey, tüm varlıklar, tüm canlılar ve eskiden yaşamış olanlar, hepsi hep birden aynı ağızdan 'Sen haklısın, ya Rab!.. Çünkü bize yolumuzu gösterdin!..' diye bağırdıkları vakit, tüm evrenin nasıl sarsılacağını anlıyorum! O ana, çocuğunu köpeklerine parçalatan o canavarla kucaklaştığı ve üçü birden, gözyaşları içinde: 'Sen haklısın, ya Rab!' diye bağırdıkları vakit, biliyorum ki artık bilincin son halkasına ulaşılmış ve her şey anlaşılmış olacaktır.

Ama işte, işin püf noktası burada! Ben işte bunu, bir türlü kabul edemiyorum. Onun için daha dünyada olduğum bir sırada kendi tedbirlerimi almakta acele ediyorum. Bak Alyoşa, belki ben de o ana kadar hayatta kalacağım, ya da olup bitenleri görmek için herkesle birlikte ben de dirileceğim, belki ben de o yavrucağın celladı ile kucaklaşan anaya bakarak 'Sen haklısın, ya Rab!' diye bağıracağım. Ama o zaman bile öyle bağırmak istemiyorum, bu yüzden, daha vakit varken kendimi bundan korumak istiyorum. Onun için daha şimdiden o ölümsüz, o kusursuz hayattan vazgeçiyorum.

Mahşerden sonraki o kusursuz düzen, o pis kokulu helâda mini mini yumruğu ile göğsünü yumruklayan ve karşılığı ödenmemiş gözyaşları dökerek 'Allah babaya' dua eden çocuğun bir tek gözyaşı damlasına değmez! Değmez, çünkü o gözyaşlarının karşılığı ödenmemiştir. Ama neyle ödeyeceksin bu karşılığı? O gözyaşları ödenebilir mi hiç? Yoksa intikam alarak mı ödenecek bunların karşılığı? Ama, intikam ne yapayım ben? Celladların cehenneme atılması, ne yapayım ben? Celladların cehenneme atılması ne anlam taşır? Neyi düzeltecektir cehennem?.. Madem ki o çocuklar artık işkence ile yok edilmişlerdi?

Sonra eğer cehennem varsa, her şeyi içine alan kusursuz düzen nerede? Ben bağışlamak ve kucaklamak isterim, artık kimsenin acı çekmesini istemem. Ama eğer, çocukların çektiği çileler, insanlığı gerçeğe kavuşturmak için toplanması gereken tüm acıların, tüm çilelerin toplamı eksiksiz olsun diye kullanılacaksa, o zaman önceden söyleyeyim ki, insanlığın kavuşturulacağı o gerçek, tümü ile kendisi için ödenen fiyat kadar etmez. Son olarak şunu da belirteyim: Ben o ananın, çocuğunu köpeklere parçalatan o cellatla kucaklaşmasını da istemiyorum! Onu bağışlamaya cüret etmemelidir o ana! Eğer istiyorsa, kendi namına, bir ana olarak çektiği o sonsuz acının üzerinden bir çizgi çekerek celladı bağışlayabilir, ama parçalanan çocuğun çektiği acıyı o celladın yanına bırakmaya, bundan ötürü onu bağışlamaya hakkı yoktur. Hatta çocuğun kendisi celladı bağışlasa bile! Madem öyle, o zaman şunu sormak cesaretini kendimde görebilirim: Öyle olacaksa, o halde kusursuz düzen bunun neresinde?..

Bu dünyada o işi bağışlayabilecek, daha doğrusu onu bağışlamaya hakkı olan bir varlık var mı? Ben tüm insanlığa karşı duyduğum sevgiden ötürü böyle kusursuz bir düzen istemiyorum, böylesi daha iyi. İntikamı alınmamış acımla, dindirilmemiş öfkemle kalayım daha iyi, hatta haksız olmam bile!

Evet, biz mahşerden sonraki o kusursuz düzene aşırı bir fiyat biçtik, böyle bir âleme girmek için böylesine pahalı bir ücret ödemek bize göre değil. Onun için giriş bedelini vermekte acele ediyorum. Eğer ben namuslu bir insansam, bu bileti bir an önce geri vermem gerekir. Ben de öyle yapıyorum işte. Benim kabul etmediğim Tanrı'nın kendisi değildir. Benim yaptığım şey, sadece Tanrı'ya sevgi ile biletimi geri vermektir, Alyoşa!..

Alyoşa gözlerini yere indirerek:
- Buna isyan derler! dedi.

İvan karşısındakini etkileyen bir sesle:
- İsyan mı? dedi. Doğrusu senden böyle bir söz beklemezdim. İnsan isyan içinde yaşayabilir mi? Oysa ben yaşamak istiyorum. Şimdi bana doğru söyle, bak seni tartışmaya çağırıyorum! Bana karşılık ver, söyle: Bir an için düşün ki: 'İnsanlığın kaderi' denilen yapıyı sen meydana getiriyorsun. Amacın da sonunda insanları mutluluğa kavuşturmak, onlara en sonunda barışı ve rahatı kazandırmaktır! Yalnız, bunu sağlamak için kaçınılmaz bir şekilde , bir tek küçük varlığı, diyelim ki, intikamı alınmamış gözyaşları içinde mini mini yumruğu ile göğsünü döven o küçük çocuğu işkence içinde öldürmek gerekiyor. Öyle olsaydı, sen bu şartlar altında böyle bir yapının mimarı olmaya razı olur muydun? Söyle! Ama yalan olmasın söylediğin!..

Alyoşa yavaşça:
- Hayır razı olmazdım, dedi.

- Bundan başka, uğrunda o yapıyı meydana getirmeye çalıştığın insanların da işkence ile öldürülen küçüğün, intikamı alınmamış kanı pahasına elde edilecek mutluluğu kabul edeceklerini, kabul ettikten sonra da sonsuzluğa kadar mutlu kalabileceklerini düşünebilir misin?

..."

İvan Karamazov, kardeşi Aleksey Karamazov'a anlatırken. Devamı, Büyük Engizitör bölümü en az bunun kadar güzel, hatta bundan daha da güzel. Fakat elle yazıyorum, yeterli.

Karamazov Kardeşler, 337-342. sayfalar

Hiç yorum yok: