2009/08/01

Sahadaki diziliş çok da önemli değil


Sahadaki diziliş çok da önemli değil. 4-4-3'ten 4-4-2'ye geçerek iki önemli şey sağladık, dün gördüğüm bu. Birincisi, iyiden iyiye İngiliz takımı olduk, oyuncularıyla, sistemiyle, geleneğiyle. Bir sonraki aşama milli takıma düzenli oyuncu göndermek olabilir. İkincisi, Barry'nin eksikliğini, tahmin ettiğim gibi kadro içinden çözmeye çalışıyoruz. Hem o kalitede, hem bizim aradığımız oyun özelliklerine sahip fazla İngiliz oyuncu yok. Aslında bir başka şey daha var, takım çirkef bir görüntü sergiliyor adı Barış Kupası olan bu turnuvada. Çok da büyütelecek değil, 3 maçla hemen ahkam kesmek ayrıca hoş değil; ama şu var ki, O'Neill'ın bir maçlık tribün cezası alması, Heskey'nin rakibini kafasından sarsıp kırmızı kart yemesi (rakip bizi ilgilendirmez), MON'un sağ kolu olarak bildiğimiz John Robertson'ın her harekete el kol kaldırması, bunlar hoşuma gitmedi. Portoluların ulan böyle maç mı olur deyip sinirlendiğini düşünüyorum ben, gerçekten, laf olsun diye yazmıyorum, oyunu çok sertleştirdikleri doğrudur. Ama bizim takımımız tekmeyi yese de kafa önde koşan daha mağrur bir takımdı sanki, Barcelona da çok tekme yiyor. Oyundaki gereksiz agresifliği sevmediğimi daha önce söylemiştim.

Sahadaki diziliş neden çok da önemli değil? Aynı topu, aynı sistemi işletiyoruz da ondan. Ama ne var ki orta saha 2 kişiye düştüğünden, bu ikilinin defansif özellikleri daha yüksek oluyor ve kanatları da biraz daha savunmaya çekiyoruz. Yoksa aynı tas, aynı hamam. Maçı Heskey'nin kırmızı kartından sonra izlemeyi bıraktım, gittim yattım. Ama o dakikaya kadar, 70. dakikaya kadar, tüm atak başlangıçlarımız John Carew ve onun indirdiği toplar üzerinden oldu. Bir nevi takımın 10 numarası oldu Big JC. Gelecek için ümit veren Brad Guzan, Carew neredeyse topu oraya şişirdi. Sadece o değil, Cuellar da, başkaları da. Aynı oyun karakteri, artarak sürüyor. 2-0 önde olduğumuz ilk yarının 40 bilmemkaçıncı dakikasında, topa sahiplikte %43'le gerideydik, illa ki istatistik kullanmam gerekiyorsa. Ulan böyle maç mı olur demiştim ya, ben olsam ben de derdim hani, başka oyun planı olmayan, bilmeyen bir takım var, ortada pozisyon yok, bir bakmışsın 5 saniye sonra gol. Barcelona hızlı oynuyor ya, halt yemiş! Ben yeniden söylemek istiyorum; neden Total Futbol oynamıyoruz, artık uzun toplu oyunun modern futbolda yeri yok gibi zil zurna bir eleştiride değilim, eleştirim halen takımın bir ikinci planının olmaması ve bu tek planın ister istemez rahatsız etmesi. Hangi işi en iyi yapıyorsanız bu oyunda, onun üzerine gidip fark yaratacaksınız. Uzun topun veya defansif futbolun adı çıkmış. Kadro böyle emrediyorsa, sizin işiniz, teknik direktör olarak kadrodan en yüksek verimi almak. Yoksa ne Sivasspor'un ne Barcelona'nın bir B planı vardı. Var mıydı? Benim futbol oyunu üzerine genel kanım, her şeyi iyi yapabilmek üzerine, yeri gelmişken söylemek isterim. Belki en zor sistemi uygulamaktan daha zor olur bu alışkanlığı oturtmak, ama düşünsenize, rakibe göre, zaman geliyor 4-6-0, zaman geliyor 4-4-2 oynuyor, farklı sistemler sunabiliyorsunuz. Her neyse...

Taraftardaki karamsarlık yerini heyecana bıraktı. Delfouneso'nun golleri, diğer gençler, kupada alınan sonuçlar... MON üzerindeki baskıyı biraz olsun attı. Yeniden Porto maçına dönelim. Ofansif olarak değişen şeyler olmasa da, daha iyi takım savunması yaptığımızı gördüm ben. Bir kere Sidwell-Reo-coker ikilisi Barry-Petrov kadar rahat adam geçirmiyor. Bu ikili daha global bir takımın daha global oyuncularıydı, onlar daha global orta saha özellikleri sunuyorlardı; bu ikili daha farklı. Barry-Petrov gibisini uzun yıllar göremeyeceğiz, bunu 5-6 ay önce söylemiştim. Orta saha hücuma katkı verebiliyordu daha önceden, şu anki klasik oyun düzenindeyse orta saha hücuma katılma görevini yapıyor sadece. Orta sahalardan biri daha geride bekliyor ve diğeri beşinci eleman olarak hücuma katılıyor, ofansif görevini yapıyor. Dün layıkıyla bunu uygulayabildi NRC-Sidders ikilisi, hatta Sidwell maçın adamı bile seçildi. Petrov ve Barry top çalmada ustaydılar, özellikle Petrov'un bu huyunu pek sevdiğimi söylemiştim, ama markajda sınıfta kalıyordu orta saha. Zaten blokları oturtamamış, birbirinden çok uzak oynayan takımda, Barry hem yavaş kalıyordu hem de pek iyi markaj yapamıyordu. Barış Kupası yarı finalinde, bloklar arası mesafesi rakip takım yarı sahaya geçtiğinde azalan, dikine zor adam geçiren bir Aston Villa vardı. Ataklar hep Lichaj-Albrighton'ın olduğu koridordan geldi, ama olacak o kadar. Young'ın daha defansif bir rol aldığını görüyoruz, bununla beraber Shorey de savunmada hata yapmadı. Ama enterasandır, bu oyuncuların ikisinden de ilk bekleyeceğiniz şey iyi savunma yapmaları değildir. Shorey'nin Reading günlerindeki çıkışlarını çok nadir görüyoruz bir senedir, tabi bunun sistemle çok alakası var. Ashley Young sanırım yine beğenilmiş, bence de iyiydi, ama ofansif performansı vasattı. Bu arada, Petrov takımın ruhudur ama kaptanlık yetileri yoktur demiştim, topu Reo-coker'a atmıştım. Defansın önünde oynayan 2 farklı kaptanımızın olması oldukça iyi, bunu bir kere daha gördük. Bakın hatta iyice ileriye götüreyim, Reo-coker lider değil ama kaptan. Albrighton bu sefer ilk 11'de başladı ve o bir anda gelişen hücumlarımızdan birinde Heskey'e ortayı yapan, Heskey'e golü attıran oydu. Fotoğraf o golün fotoğrafı. Curtis Davies ilk yarıda omzundan sakatlanıp çıkmıştı, ama şu ana kadar hiçbir şeyin yazılmaması, önemli olmadığını gösteriyor. Neyse ki.

Sonuç olarak, Aston Villa kendi oyun yapısı içinde iyi oynadığı bir maçta Porto'yu 2-1 yenmeyi başardı. Hulk'un ilk 11 başladığı, daha da önemlisi çok daha iyi oynayan bir Porto bu sonuca bence izin vermezdi. Çok tutuktular, umarım Juventus iyi oynar da bir de iyi oynayan büyük takıma karşı neler yapabiliyoruz, onu görmüş oluruz.

Hiç yorum yok: